GENCEKÇE / KENÇEKÇE SÖZLÜK


GENCEK YÖRESEL SÖZLÜĞÜ

Kençekçe

Kençekçe, köken itibari ile ilk Türk boylarından olan Kaslarla (Guzlarla) aynı dildir. Yani Kençekçe aslında Oğuzca ve Uygurcanın karışımı eski bir Türkçe’dir.

Kaşgarlı Mahmud’un dediği gibi, Hotanlılarla Kençekler ana’ya “hana”, ataya “hata” derler. Kas’ların Hana (ana) kenti gibi. Hotanlılarla Kençekliler kelimelerin önünde bulunan elifleri, h’ye çevirirler. Kaşgarlı bunun Türk dilinde bulunmadığını söyler. Ancak bu yanlıştır. Oğuzların atası konumundaki Kaslar’ın dilinde bu yaygın bir şekilde vardır. Dahası Orhun Türkçesinin devamı sayılan Karahanlı Türkçesi’nde de “h-“ sesi kullanılmaktadır. Hatta Uygur’cada “h-” sesiyle başlayan yüzlerce sözcük vardır. Oğuzca, Orhun Türkçesi, Uygurca, Kıpçakça,  Karahanlı Türkçesi ve Kençekçe’yi dikkatlice incelediğimizde; Kençekçe bu öz Türk dil gruplarının bağlantı halkası olmaktadır. Yani Kençekçe bu dil gruplarının etkileşimi ile oluşmuştur.

Kaslar, Kençekler’in ata kavmidir. Sümer Devleti, Babil Devleti, Turukku Devleti, İskit Saka Devleti, Hun İmparatorluğu ve Göktürk Devleti gibi en eski Türk devletilerinin kurucu kavimlerinden birisi olan Kençekler, en eski Türkçe olan Kas dili ile konuşmaktadırlar. Kençekler’in dilleri, Kaslar’ın kullandıkları dil ile tam manada örtüşmektedir.

Ancak dikkat edilmesi gereken en önemli husus Göktürkçe, Karahanlıca  Oğuzca,  Çağatayca ve Osmanlıca’da “G” sesinin olmamasıdır. En eski Türk dili olan Kas dili ili konuşan Gencekler’in / Kençekler’in ise aksanlarında birçok kelime “G” sesi ile başlar. Bu yüzden Gencek kelimesi tüm yazıtlarda ve yer isimlerinde Kençek şeklinde geçer, ancak Gencek şeklinde seslendirilip okunur.

Ayrıca Kaşgarlı Mahmud’un dediği gibi şivelerdeki farklılıklar herhangi bir boya “Türk” veya “Türk değil” deme hakkı vermez. Zaten günümüzde Kençekler’in Türklerin ata kavimlerinden birisi olduğu ispatlanmış ve Kaşgarlı’nın sadece dildeki birkaç kelimeye bakarak söylediği bazı ifadelerin de yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Günümüzde bile insanların bir çoğu, hala eski Türkçe veya Osmanlıca şiveleriyle konuşmaktadırlar.

Uygurcadaki bazı “h-” ile başlayan sözcükler : haç, haçan, halın, haltı, han, hangsız, hara, harın, harga, harı, hat, hatıg, hatun, hıl, hılınç, hılmak, hul, huş... [1]

Yani Uygurlar ve Kençekler en eski Oğuzca’yı konuşuyorlardı. Zaten Uygur sözcüğünün aslı  da Gur’dur. Önce Ugur, Yugur, sonra ise Uygur olmuştur.

Ayrıca Kaşgarlı Mahmud’un Kençekçe diye gösterdiği 23 kelime isim cinsindendir. Bunlar daha çok kab- kacak, meyve, sebze, bitki, akrabalık ismi gibi kültür kelimeleridir. Bu tip kelimelerin diğer dillerden alıntılanması kolaydır. [2] Bazı kelimeler diğer dillerden geçmiş olabilir. Ancak bu Kençeklerin yabancılarla karışmış bir topluluk olduklarını göstermez. Bir de bu kelmelerin yalnızca Kençekçe’ye ait olması gerekir ki; fonetik farklarla hana, hata, çaha, ühi, sin gibi kelimelerin diğer Türk lehçelerinde olduklarını Kaşgarlı bizzat ifade etmektedir. Kaşgarlı 265 adet Oğuzca kelime vermiştir. Bu 265 kelime muhtemelen Hakaniye Türkçesinden farklı olanlardır. Kençekçe kelimeler için de aynı şey düşünülebilir. Kençekçe olarak verilen kelinmelerin kökence aynı veya yakın olanları Divan-ı Lügati’t Türk’te bulmaktayız. [[3]] Kaldı ki, Uygur, Kanglı, Kıpçak ve Kençeklerin lehçe ve şivelerindeki Oğuzca ile olan farklılık gayet normal bir durumdur.

Ayrıca Kençekler’in köken itibari ile tarihte; Gandzaklar, Kanzaklar, Kengeresler, Kangarlar, K’angüchü, Kence, Kenzek, Gancek, Güncek, Gencek gibi isimlerlerle anılmış olması ve bu isim değişikliklerinin diğer tüm boylarda da yaşanmış olması bize öz ana Türkçe’deki bazı sözcüklerin boylara göre farklı lehçe, şive ve aksana uğramış olabileceğini gösterir.

Kaşgarlı Mahmus’a göre iki dil bilenler Soğdak, Kençek, Argu boylarıdır. Gezginci olarak yabancılarla karışanlar Hotan ve Tübüt halkı ile Tangutların bir kısmıdır. Tübüt ve Hotan’ın ayrı dilleri ayrı yazıları vardır. Bunların ikisi de Türkçeyi güzel konuşamaz. (DLT, I,29) Kaşgar’ın Kençekçe konuşan köyleri vardır. Şehrin içindeki halk Hakanlı Türkçesiyle konuşurlar. (DLT I-30) Görüldüğü gibi Kençekler bu gruba dhil edilmemiştir. Yani Türklelinin yerlis öz bir Türk boyudur. Ayrıca Kaşgarlı’nın iki dil dediği kendi dilleri olan Kençekçe’dir. Oysa Kençekçe ayrı bir dil değil, en eski öz Türk dilinin farklı bir lehçesidir.

Ayrıca Kaşgarlı Mahmud, “ha ve güzel h” harflerinin Türkçede olmadığından hareketle dilin arı bir dil olmadığını söylemiş, ühi, çaha ve eveh kelimelerini örnek vermiştir. Oysa onun Türkçede yok dediği harflerin yazı dilinde bir karşılığı yoktur, yoksa konuşma dilinde vardır. Dahası Kaşgarlı, “baykuş” anlamına gelen “ühi” kelimesinin Kıpçak Türkçesinde “ügi” olduğunu söylemiştir.

Kaşgarlı sesin harf değerini vermektedir. Bu “he” sesi fonolojik olarak “güzel h”ye bu dillerde çevrilmiş olamaz mı? Verdiği örnekler aslında “g” ve”k”nin diğer lehçelerde “h”ye dönüştüğü örneklerdir. Kıpçakça “ügi”, Kençekçe “ühi” baykuş, genel Türkçe çakmak, Kençekçe “çaha” (I/) [[4]]

Bailey de Kençekçe’deki bu farklı kelimelerin yerli Kaşgar dilinin kalıntıları olduğunu savunmuştur. Ayrıca Kaşgar’ın eski Çin belgelerinde Say (Sek, Saka) halkının yaşadığı bölge olarak gösterilmesinden hareketle Kençekçe’nin İran dil ailesinden Sakacanın bir kolu olduğunu söylemiştir. [[5]] Ancak o bölgedeki Türk varlığı İran varlığından eskidir.

Kaşgarlı’nın bildirdiği kelimelerden “kendük(kentük), Karahanlı’da “kentük”, Türkçede “kentüg”, Özbekçe’de “kantik”, Kırgızca’da “kendik”, Çuvaşça “kandi”, Moğolca “kundaga”, Tunguzca “kondi”, eski Japonca “kuda” şeklindedir. Yani Altayca “kiantu-k” şeklinden türemiştir (Starostin 2003-I:688-689). Usmanova ise “kendük” kelimesi hakkında Altayca “kian” “delik, oyuk” tan gelmiş olabileceğini söyler. Aslında diğer kelimelerde de aynı sonuç çıkmaktadır.

Kaşkarlı Mahmud’un bildirdiği 23 kelimeye takılıp kalmaktan ziyade, günümüzde Asya, İran, Azerbaycan ve Türkiye’de yaşayan Genceklilerin dillerini incelemek daha uygun olacaktır.

Kençekler; Türkmenistan ve Azerbaycan ve hatta Tuva Türkçelerindeki gibi “t” harfini “d” olarak seslendirmektedirler. Mesela; tadı > dadı, taş > daş, tırnak > dırnak, tane >daane, tepe > depe kelimelerindeki gibi.

Kençekler’de “ç” sesi ise Kazak Türkçesindeki gibi “ş” olarak seslendirilmektedir. Örneğin; göçtü  > göştü, biçti > bişti, uçtum > uştum, kaçtım > gaçtım gibi.

Yine Kazak Türkeçesindeki gibi “n” sesinin “g, ğ” olduğunu da görmekteyiz. Mesela; şuna  > soğa, bana > bağa, sana > sağa, ona > oğa gibi.

Kençek Türkçesine has bir diğer durum ise çokluk eklerinde kendini gösterir. Kazak, Kırgız, Tatar ve Sibir Türklerindeki gibi çoğul eki olan “lar, ler” ekleri, eğer kök kelime veya çoğul öncesi kelime “n” ile biterse, çoğul eki “nar, ner” şeklini almaktadır. Örneğin; bunlar  > bunnar, onlar > onnar, şunlar  > şonnar, yorganlar  > yorgannar kelimelerinde olduğu gibi.

Kaşgarlı Mahmud, Uzmanova, Zeki Veledi Togan, Starostin Segei, Barthold, Bailey, Yar Shater, Recep Toparlı, Bilgehan Gökdağ, Galip Güner ve Besim Atalay gibi birçok dil araştırmacısının verdikleri bilgiler ve günümüz Genceklilerin konuşma dili ışığında şunu rahatlıkla diyebiliriz:

Kençekçe; beş farklı ana Türk oymağı olan Oğuz, Uygur, Kıpçak, Karluk, Kanglı boylarının en eski ortak dillerinden bir lehçe, bir kalıntıdır. Günümüz Gencek dilinde Sibir, Kas, Saka, Oğuz, Orhun, Uygur, Kıpçak, Kanglı ve Karluk Türkçeleri ile Selçuklu, Osmanlı ve Azerbaycan dillerinden fonetiği farklı kalıntılar mevcuttur.

 


Gencekçe – Kençekçe Kelimeler

A

Aba: Ana, abla

Abalamak : Gizlemek

Abanmak: Bir kimseye ya da birşeye yaslanmak, çöküp çullanmak

Abır: Utanmma, hicap, haya, çok yiyen obur

Abış: Yemeği çok iştahlı bir şekilde yiyen kişi

Abdal: Derviş, gezgin, kalender. Serseri, avare, dilenci, tembel, beceriksiz, itibarsız, kul, köle, aç gözlü, cimri. Toroslarda çalgıcılıkla geçinen bir toplum

Abdalel: Gencek’te bir sülaleye verilen lakap

Abıla: Abla, büyük kız kardeş. Yenge. Hanım, hanımefendi. Karı, zevce. Görümce

Abdalın boğaz: Gencek’te bir yer adı

Abılağı: Gencek’te bir yer adı

Acab: Acaba

Acabına: Acaba

Acat sakızı: Bitkilerin köklerinden kesilmesiyle çıkan sütünden elde edilen sert ve çürümeyen bir sakız çeşidi

Accık: Azıcık

Acımık: Sinirli ve huysuz kişi

Acun:Dünya, yeryüzü

Acunluk: Dünya malı, dünyalık

Açımak: Ekşimek, acımak

Açın:Açın, aç olarak, karnım aç, bir şeyi kapalı durumdan açık hale getirmek

Adak: Farklı amaçlara yönelik isteklerin yerine getirilmesi için yüce varlıklara, ermişlere, tapınaklara adanılan şey

Adağel: Gencek’te bir sülale ismi. Adaklular

Ağ: Ak beyaz

Ağa:Abi

Ağartmış: Namuslu, dürüst, alçak gönüllü, mütevazi

Ağı: Zehir

Ağırt: Ağırbaşlı, olgun, saygın

Ağıt: Mersiye, ölüm türküsü, göğe yükseleln feryat

Ağlamış: Çileli, çile çeken. Ağlamış

Ağlayyoru: Ağlıyor

Agdarmak: Aktarmak

Ağlayoru:Ağlıyor

Ağnamak: Anlamak

Ağnadmak: Anlatmak

A(ğ)rımak: Ağrımak

A(ğ)rıtmak: Ağrıtmak, acıtmak

Ağşam / Ahşam/ Aşam: Akşam

Ağu / Ağı: Zehir

Ahat: Ahit, kendi kendine verilen söz

Ahatlı: Verilmiş söz, verilmiş sözü olan

Ahılan: Ah ile

Ahlamak: Ahlamak, ağlamak

Ahmat / Amat: Ahmet

Ahret / Ahred: Ahiret, öbür dünya

Ak: Beyaz, ak

Akana:Büyük saygın gelin

Akar: Dere, akarsu. Çeşme, pınar, kaynak, su oluğu. Çeşme yalağı Çağlayan, akıntılı yer. Daima akan çıban, sıraca. İşleyen yara. Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân, tarla, bağ vb. mülk, akaret

Akarca: Dere, akarsu

Akbacık / Akbacak: Bembeyaz

Akbaş: Dürüst, namuslu

Akbel: Dürüsüt, sözüne güvenilir kişi

Akça: Akçe, eski para birimi

Akçalı: Zengin, mal sahibi

Akça gatık: Çörek otu katılarak yapılan sert peynir çeşidi

Akdağ: Gencek’in kıble yönünde eski Likya ve Hitit bölgesi olarak gösterilen dağ

Akı: Eli açık, cömert, zengin gönüllü

Akıdarak:Akıtarak

Akın: Saldırı, hücum. Müzisyen

Akıncı: Akın eden, saldıran

Akkara: Ak / Kara, iyi kötü

Aksak: Aksayan, seken, yükselen, çıkan

Aksaya: Pijama, elle dikilmiş iç giysi

Aksoy: Soylu

Al: Al renk,  kırmızı, Ipek kumaş. Elin bilekten aşağı kısmı

Ala: Karışık renkli, benekli

Alacaan: Alacağım

Alagün: Gün ortası

Alaf: Öküzlere verilen saman, yem

Alafalak: Elleri arkada tutup, bir şeyler sallanarak oynanan oyun

Alaflamak: Hayvanı yemlemek, hayvana saman vermek

Alan: Orman içindeki açık, düz ve ışıklı bölge

Alası: Erek, amaç, sahip olunması istenen nesne

Alataş: Karışık renkli taş. Ateş parçası, köz

Alav: Alev

Alayın: Alayım

Alayınız: Hepiniz

Albengi: Çekim, cazibe, albeni

Aldangıç: Yapalın üstüne konur

Aldımıdı: Aldım idi

Aleddirik: Elektirik

Alev: Ateşten çıkan ışık

Aley: Yoptan, hepsini, bütününü, tümünü

Aleyaley: Alay alay, pek çok, çok sayıda

Aleyzaman: Gökkuşağı

Alıç: Akdiken. Kırlarda kendiliğinden yetişen, hekimlikte ve boyacılıkta kullanılan, sert odunlu bir ağaç. Göven eriği

Alım: Pekmez kaynatılan tava veya kazanın ölçüsü: Senin bağdan iki alımlık pekmez olur.  Genişlik, hacim: Bu çuvalın alımı fazla. Çalım. Çekim, cazibe. Vergi

Alımga: Beyin yanındaki ferman yazıcı kişi

Alımbalel: Gencek’te bir sülale ismi

Alımlı: Çekici, cazbeli

Alıngan: Alınan, incinen, gücenen

Alma  / Alme: Elma

Almalık: Elma bahçesi

Alman:Almazsın

Almaseydin: Almasaydın

Amanılan: Aman ile

Amatçanın Boğaz: Gencek’te bir yer adı

Ambar Böğet: Gencek’te Seki Deresi üzerinde doğal  olarak oluşmuş bir havuz

Analanmış: Küflenmiş, bakteri plağı tutmuş

Ana(g)nıla: Anan ile

Anamelin: Annemgilin, anamgilin

Anasınınoğlu: Binbir güçlükle büyütülmüş bir evin bir oğlu

Anatüter: Güzel kokulu bir çiçek

Anaz: Çaresiz, umarsız

Ança: Böylece, ancak

Andaç: Kurban, bağış, adak, karşı, karşısında

Andaval: Aptal, anlayışsız, ahmak, beceriksiz, bön, şaşkın, avanak

Angı: Aklı az, salak kimse

Angırmak: Eşeğin anırması

Anırmak: Eşeğin bağırması

Anlı bırakmak: Aralıklı , az açık bırakmak

Anmadın: Hatırlamadın, anmadın, bahsetmedin

Annad: Anlat

Annar: Anlar

Annayh: Ünlem bildiren ifade

Annayor: Anlıyor

Annaç: Karşı

Annah: Hatıra, annak. Yadigar

Annar: Anlar

Annemel: Gencek’te bir sülale ismi

Alasulu: Yemeğin pişmemiş hali

Alma: Elma

Almalık: Elmalık, elma yetiştirilen yer

Andaç: Karşı

Anduz: Andı

Ang: Sınır, araziler arasındaki sınır, an

Angız: Anız, tarlada kalan kök,ekin sağları

And: Yemin, ant

Anşırtmak: Dolaylı anımsatmak, çağrıştırmak

Apa: Ulu, büyük, saygıyı ve hürmeti hak eden kişi

Apak / Apag: Temiz, namuslu, iffetli

Apalamak: Emeklemek. Çocuğun yürümeden önceki hareketi, diz ve eller üzerinde ilerlemesi

Apal apal yürümek: Hastalıktan düşecekmiş gibi yürüme

Aparmak: Alıp gitmek, götürmek, yürütmek

Apdal: Gezgincilikle, çadır hayatı yaşayarak ve vakitlerini daha çok çalgıcılıkla, deşiricilikle, sepet vb. örmekle geçiren, esmer, yapılı, Çingenelere benzerlikleri olan bir insan topluluğu. Anlayışı kıt

Apırcın: Hızlı, çevik, atik

Apış: Butların iç tarafı. Çabuk, hızlı

Apışmak: Bocalamak, şaşırmak, donup kalmak, ne yapacağını bilememek. Yorgunluktan bacaklarını ayırarak çömelmek. Bağdaş kurmak

Apışıp galmak: Ne yapacağını bilemez duruma gelmek

Ar: Bir, Kale

Ar: Namus

Ara: Orta, orta yer, ortalık, boşluk

Ara Çal: Gencek’te bir yer adı

Aran(g): Arıyorsun

Araplar: Gencek’te bir yer adı. Ar-Apalılar, Apa/ Huma/Umay / İda / Ulu Tengri inanışlılar

Ararıka: Ararken

Arbışmak: Tutunmak, tırmanma yapışma hareketi

Arda:Arkaya

Ardıç: Servigillerden, yapraklarını kışın dökmeyen, yuvarlak kaara yemişli, katran elde edilen, güzel kokulu bir ağaç

Ardıçlı Asar: Gencek’te Asar mevkiinde ardıç ağaçlarının bulunduğu eski bir yerleşim bölgesi

Ardıç Arası: Gencek’te bir yer adı

Ardıçlı Mezer: Gencek’te bir yer adı

Arfe: Arife, bayram öncesi gün

Arı: Saf, arı, temiz

Arıg: Arı, arınmış, temiz. Narin, ince yapılı

Arılık: Bahçiş, gönülleme

Arılık: Hediye

Arınmak: Temizlenmek, gönüllü olmak

Arıyyon: Arıyorum, arıyor musun?

Arın: Alın

Arınmış: Temiz, gönüllü

Armıd: Armut

Ark: Arıg, su yoluk

Armaan: Hediye, armağan

Arın: Alın, yüzün kaşlarla saçlar arasındaki bölümü

Arnı: Alnı

Arpa: Tahıl. Büyü, tılsım

Artıg: Fazlalık, üstünlük

As: Esas, ana. Asmak

As: Ön Türkler, Kaslar’ın ataları,

Asan: Kolay

Asar: Gencek’te yüksek ve kayalıklı, mağaralar ve inler bulunan eski bir yerleşim yerinin adı. Gur / Guz soyluların kalesi, As-Gar, As-Gur, As-Ar, Ur-Ar gibi. As isimli Ön-Türkler’in kalesi, As soyluların, Kaslar’ın atası As Oğullarının kalesi.  Kayalık tepe, kale, burç. Miras, eser, yadigar

Asarın Başı: Gencek’te bir yer adı

Ası: Fayda, faydalı, as, gerekli, olmazsa olmaz

Asıdana: Olmazsa olmaz. Kapının eşiği, eşik

Ası guzu: Kış ortasında doğmuş kuzu

Asıllı: Geröek, bir kökene dayanan, asıl

Asıtana: Kendi bildiği doğrudan şaşmayan yiğit delikanlı genç

Asma: Asılmış, asılı. Asmagillerden, dalları çardak üzerine yayılan üzüm. Üzüm veren bitki

Asmak: Bir şeyi ağağıya sarkacak biçimde bir yere iliştirip sarkıtmak. Görevini yerine getirmemek. Üzüm ve soğan gibi meyva ve sebzeleri kış için saklamak üzere hevenk yapmak. Yemek kabını ısıtmak için ocağa koymak

Aslın:Aslın, kökenin

Ası Tana: Yetişkin dana

Aş: Yemek, pişirilmek suretiyle hazırlanan yiyecek

Aşina: Kurt

Aşite: Aslan

Aşşaa: Aşağı

Aşşağı Kaygış: Gencek’te tarla ve bahçelerin, ekilip dikilen arazilerin bulunduğu bir yer adı

Aşermek: Hamilelikte bazı yiyecekleri çok arzulamak veya nefret etmek, tiksinmek

Aşırmak: Çalmak, çalıp gmtürmek, araklamak. Yüklü hayvan yükünü yıkmak. Savmak, atlatmak. Yolcu etmek.

Aşlık: Buğdayın kırılmış olarak kaynatılmış hali

Ata: Ulu, baba, dede, ced. Kök, soy

Atacan:Atacağım

Atadan: miras, manevi miras

Atan: Atarsın

Ataş: Ateş

Ataşlık: Ateş yakılan yer, ateş yakmaya en uygun yer

Atlet: Kolsuz askılı iç çamaşırı

Atmaca: Yırtıcı bir avcı kuş

Atmak: Atmak, bırakmak, terk etmek

Atık: Yayın kirişine takılan parçası. Yün, kıl ve pamuğu ip yapılabilecek şekilde kopartırken, elle ve yayla birlikte kullanılan, büyük makara şeklinde bir ağaç alet. Küçük yayık

Atılgan: Atak, gözüpek, cesur

Avar: Heybet, büyüklük. Dayanıklılık

Avaz: Nara, yüksek perdeli ses, çığlık

Avara: Sebze ekilen toprak

Avcar: Ardıç ağacının gövdesinden soyulan ve pamuk gibi yumuşatılan kabuğu

Avcı: Av yapan, avlayan

Avcıl: Avlayıcı, av işinde uzman

Avcu: Avcı, avcılık yapan kimse, iyi av avlayan kimse

Avıç: Avuç

Avlak: Av yeri, av alanı

Avlayayın: Avlayayım

Avlı: Avlu, evin giriş bölümü

Avrad: Hanım

Avrıl: Nisan ayı

Avuntu: Teselli, avunduk

Avurt: Yanak

Avurtlamak: Karıştırmak

Ay: Dünyanın uydusu. Güzellik, temizlik, ahlaklılık sembolü

Ayan: Belli, açık

Ayan eşgeri: Alenen, utanmaadan, ortalık yerde

Ayas: Ay ışığı, saf, berrak hava, mehtap, gece aydınlığı

Ayaz: Duru, sakin havada (ayasda) çıkan kuru soğuk. Işık aydınlık. Kel. Avlu, açık arsa

Aydın gillik: Barbunya

Ayar: Kendine eş olan, denk olan

Ayaz: Çok soğuk hava

Ayazlık: Yerden birkaç metre yükseklikte, evlere bitişik ve üstü açık olarak yapılan ve sebze, meyve, buğday vs. serip kurutmakta kullanılan düz ve genişçe yer

Aycel: Gencek’te bir sülale ismi. Son yıllarda “ayıcel” şeklinde lakap olarak söylenmektedir. Ay Sakaları

Aydaş:Hastalıklı çocuk

Aydın: Aydınlık, açık, aşikar

Aygır: Erkek at

Ayı gülü: Şakayık. Pembe, kırmızı alacca çiçekler açan otsu bir bitki

Ayıb: Ayıp, toplumun ahlak kurallarına aykırı olan

Ayırıyın: Ayırayım

Ayırtmak: Farklı olanı ayırmak, ayrım yapmak

Ayıtmak: Söylemek, uyarmak, bildirmek

Ayla: Ayın çevresindeki ışık halesi

Aymaz: Başına buyruk, vurdumduymaz. Utanmaz, edepsiz

Ayrı: Farklı, değişik, başka

Ayrık: Ayrılmış, başkalarına benzemeyen. Yol kavşağı, iki yolun ayrıldığı yer

Ayrık otu: Buğdaygillerden, kökü hekimlikte idrar söktürücü olarak kullanılan, otsu yabani bitki. Ayrık kökü

Ayşa:Ayşe

Ayşana: Ayşe ana

Ayyen / Ayyeğen: Gerçekleşmemiş beklentiyi anlatan bir ünlem

Azgın: Zaptedilemesi zor, sınırı aşmış, tahrik olmuş

Azıg / Azık: Yol yiyeceği, erzak

Azizbeğlü: Kençekler’in ulu yörük kabilesindeki ata cemaatlerinden birisinin adı

Azmedmek: Azmetmek

Ayoluğu: Gencek’te Ay ışığının yansımasıyla tanınmış bir yer ve çeşme adı

B

Bacı: Kız kardeş, abla

Badak:Tekenin tek yumurtalısı

Badaslamak: Düzensiz dağınık iş yapmak

Badılcan: Patlıcan

Bağır: Göğüs, sine, ciğer. Bayır,, yamaç.

Bağırtlak: Beşiğin sapına dikilen enlice, çocuğa sıkıca sarılan bez

Bahça: Bahçe, küçük bağ

Bakallar: Bakarlar

Bakı: Devamlı. Besleme. Güneş ışınlarına göre dağın yamacının konumu

Bala: Yukarı, yüksek, yüce. Çocuk

Balad / Balat: Derebucak yakınında mağara ve yeraltı sukaynakları bulunan Hitit döneminden kalma eski bir yerleşim yeri. Bal-At, Bal-As, Milas, Milet. Millet olan, beş parmak gibi birleşen atalar

Balkanlık: Ormanlık, kayalık arazi, girişi çıkışı zor arazi

Balkır: Yağmur arasında çıkan güneş

Ballıcak: Gencek’te bir yer adı

Ban(ğ)a: Bana

Banaz:Su kenti, sulak yer

Banzı: Bağ bozulduktan sonra asmaların üzerinde kalan üzüm kalıntıları, neferneme

Barabar: Beraber

Bardak: Çam ağacından yapılan su kabı

Barış: Sükunet, sulh

Barmak / barmah: Parmak

Barmahlıh: Parmaklık

Basar: İleriyi görme yetisi, algılama

Basara: Bitki, bostan, meyve ağaçları ve bağlara zarar veren bir hastalık, külleme

Basdırma: Pastırma

Basgın: Ani yapılan saldırı. Basık, yaygın genişlemiş

Baş ekmeği: Düğünde oğlan evinin verdiği yemek

Başak: Buğday başı. Ok ucu. Sümbül çiçeği

Başbağı: Öküzlere bağlanan, kalın ip ve ardıçtan kesilmiş kısa ağaç parçası. Düğünde geline elbise giydirilirken alınan bahşiş

Başbuğ: Ordu komutanı

Başdaş: Denk, akran

Başga: Başka, değişik, farklı

Başnak: Baaşında tolgası, zırhı olmayan er

Badılcan / batlıcan: Patlıcan

Batma: Hayvanların saman, ot vb. yiyeceklerinin konulduğu ağaç oluk

Batman: Çok büyük, ahşap kepçe

Bavıl: Bavul

Bay: Zengin

Bayburt: Zengin ve korunaklı şehir

Bayır: Küçük yokuş, belen, çorak arazi

Bayıroluk: Gencek’te bir yer ve çeşme adı

Bayraktar: Düğünde bayrağı taşımaklı görevli kimse

Bayram Böcüsü:Uğur böceği

Bazar: Pazar, belli bir şeyin satıldığı yer

Bedavra tahta: Çam ağacının tahtaları

Beğirmek: Bağırmak, kuvvetli ve yüksek ses çıkarmak

Bel: Gencek’te bir yer adı. Dağ yamacı, kürek

Bel Bıçağı: Çelikten yapılmış, 50-60 cm uzunluğunda kılıca benzer bir bıçak

Bel Dağı: Gencek’te Beyşehir yönünde bir yer ve dağ adı

Belek:Kundak

Belemek: Bebeği beşiğe veya kundağına sarmak

Belen: Dağın üst yamacı, tepenin arka tarafı

Belermek: Bir yere dikkatli ve kötü bakmak

Belgende:Evi bölümlerine ayıran oda duvarı

Belik:Tarlada bir bölüm

Belin Başı: Gencek’te bir yer adı

Belkenti: Eğimden dolayı duvar ile ayrılmış ve teraslandırılmış arazi parçalarından her biri

Belkitmek:Kapatmak, sağlamlaştırmak

Bellik: İşaret, delil. Diğerlerinden ayırt etmeye yarayan işaret

Bend: Suyun toplu kullanımı için açılan su kanalı

Beniz: Beniz, yüz, yüz rengi

Beri:Yakın, buraya

Bertimek: Sakatlanan eklem yerinin tekrar burkulması

Bestembil: Gencek’te bir yer adı

Beşdaş: Beş küçük taşla oynanan oyun

Beşgardaş: Gencek’te bir yer adı. Gencek Huğlu yolu üzerinde aynı kökten çıkmış beş büyük dalı olan koruma altına alınmış bir karaçam ağacı

Betçere: Kahır, tavır

Betçereli: Kahırı, tavırlı

Beter: Daha kötü, çok kötü

Beyik: Büyük

Beynamaz: Namaz kılmayan kişi

Bezermek: Bıkmak, usanmak, solmak

Bezermiş: Solmuş, bıkıp usanmış

Bıçgı: İki saplı büyük testere

Bıçgı biçmek: İki başlı büyük testere ile ağaç kesmek

Bıdırdamak: Konuşup durmak

Bıngıldak: Bebeklerin, başlarının ön üst kısımlarındaki yumuşak kısım

Bıtlı: Butlu

Bicecceik: Bir tanesi

Bicez: Bir tanecik, bir tanesi

Bicik: Meme

Bicimcik: Çok az, az bir miktarda

Biçik: İneğin küçüğü

Biçin: Tarla, çayır  vb. Biçme. Biçim ve hasat için ilk olgunlaşan ve herkese biçin zamanının geldiğini gösteren yer

Bi dahı: Bir daha

Bigaçı: Bir kaçı

Bilavelet: Çocuğu olmayan

Bileydim: Bilseydim

Bilig: Bilgi, akıl

Bilmen: Bilmem

Binit: Binek

Biraccık: Birazcık

Biren: Oyunda taşlardan her biri

Birez: Biraz

Birikmek: Toplanıp bir araya gelmek

Biris: Birsel, hareketli, canlı

Birisel: Gencek’te bir sülale ismi. Birikler

Bişik: Issılık, issilik

Bişirmek: Pişirmek

Bişirgeç / Çevürgeç: Hamurdan eylenip hazırlanan yufka ekmeği saç üzerine koymaya ve çevirerek pişirmeye yarayan, düz, ince ve uzunca ağaç alet

Bitişmek: Birleşmek

Bitlel: Gencek’te bir sülale ismi. Bitliler

Boba: Baba

Bobacazıma: Babacağızıma

Bodak: Manda veya camış yavrusu

Boduk: Büyümemiş ve kısa kalmış olan şeylere denir. Tabiî boydan kısa olan manasınadır. Ağaç kovuğu

Boduğel: Gencek’te bir sülale ismi. Boduklar

Boğ: Gelinlik kız ile damadın giyecek eşyalarının toplandığı bohça

Boğasak:Hayvanların kızışma dönemi

Boğça: Bokça

Boğurtlak: Ekinin kelle verme zamanından önceki başağın açma zamanı

Boran: Rüzgar, şimşek ve gök gürültüsü ile ortaya çıkan sağanak yağışlı hava olayı

Borta: Evlerin ön girişlerindeki büyük kapı, iğne

Bosdan: Sebze türü bitkilerin ekilip yetiştirildiği arazi, bahçe

Boyunduruk: Çifte veya arabaya koşulan hayvanların boynuna takılan ve saban veya araba okuna bağlanan çerçeve

Boz: Kül rengi

Bozulamak: Bağırmak, çağırmak, ağlayıp sızılamak

Boz armıt: Sert, susuz, aşıllanmamış yabani armut

Böber: Biber

Böcü: Böcek

Böğ / Böğü: Akrep

Böğemek: Suyun önüne set yapıp biriktirmek

Böğet: Gölleşmiş su birikintisi, suyun önüne set yaparak oluşturulmuş su birikintisi

Böğün: Bu gün

Böğrülce: Fasulye

Böğürmek: Kızgınlıkla bağırmak, ineğin çıkarttığı ses

Bölemek: Bir şeyi tamamen batırmak, kaplamak

Bölenmek:Tozlu çamurlu toprakta yuvarlanmak

Bördemek: İnsanın şahsiyetini, gururunu incitici veya aşağılayıcı davranışlar yapmak

Böree: Börek

Börkmek: Kavurmak, haşlanmak

Börttürmek:Haşlamak

Böyük / Beyik : Büyük

Böyütmek / Beyitmek: Büyütmek, yetiştirmek

Buadar:Bu kadar

Budamak / budarmak: Daha çok ürün almak ve düzgün bir biçim vermek için ağaç, asma gibi bitkilerin bazı dallarını kesmek, kısaltmak

Buharı: Ocaklık ya da sobadan çıkan dumanı dışarı atan, çatı üstüne yapılan baca

Buğdey: Buğday

Bulak: Kaynak pınarı

Bulamaç: Un pekmez ve şekerden yapılan bir tatlı çeşidi, cıvık, sıvısı çok karışım

Bulamak:Bulaştırmak

Buldunı: İçerisine yaş ya da kuru üzüm koyulan hoşmerim

Bun:Bun, sıkıntı, gam, kesvet

Bunalmak : Sıkıntı, sıkılmak, daralmak

Bunar: Yerden kaynayarak çıkan su, pınar

Bundan keri:Bundan sonra

Burca: Kale, kule, burç

Burma: Genellikle haziran ayı sonlarında, biçilerek yaşken burulan ve kurutulan hayvan yemi

Burmak:Kıvırmak, keçiyi hadim etmek

Burt: Korunaklı şehir

Buturak / bıtırak: Daha çok tarlalarda biten, gövdesi üzerinde küçük dikenlerle örülü ve buğday tanesinden biraz fazla büyüklükte çokça yumruları oluşan ve elbiselere, pantolon paçalarına takılan bir ot türü

Buymak: Üşümek

Buzalamak: İneğin doğum yapması

Bücük: Dananın küçüğü

Büğü: Büyü

Büğüş: Dolanbaç

Bük: Yamaç, sırt, akarsu kenarındaki verimi yüksek tarla

Bükmek:Kıvırmak

Bülüç: Kuş yavrusu, civciv

Bülük: Bebek uzvu

Bürgü: Kadınların başını örttüğü, yer yer daltellerle süslenmiş beyaz renkli örtü, yazma

Bürgün: Diğer gün

Bürümek: Kaplamak

Bünnez / Bürnez: Bir evin toprak içine kazılmış temelleri

Büşincek: Üzüm salkımı

C

Cafa: Cefa, cefası, eziyet, sıkıntı

Callaklamak: İş yapmaktan vazgeçmek, işten yan çizmek

Canavar: Kurt

Candarma: Jandarma

Cangar : Can kardeş, kan kardeş

Cangara: Can kardeş, kan kardeş, can kara

Cangarel: Gencek’te bir sülale ismi. Çongarlar.

Cangaz: Geveze

Carkan: Plastikten yapılmış su bidonu, plastik kap

Cascavlak: Çırıl çıplak, hiçbir şeysiz

Cav: steriş, fiyaka

Cavıldak: Neşeli, şen şakrak

Cavlag: Tüyleri dökük

Cavlak: Çıplak, zayıf, tüysüz, cansız.

Cavlı: Gösterişli, cafcaflı

Cel: Baş

Celeb: Eşek

Cemile: Cemre, şubat ayı itibari ile birer hafta ara ile oluşan sıcaklık yükselişi

Cenabet: Abdestsiz, gusül abdesti olmayan

Ceneze: Cenaze

Cenge:Kahramanca mücadele, çarpışma, savaş

Cengil: Yavaşça, hızlı, çabuk, hafif

Cengilel: Gencek’te bir sülale ismi.

Cereme: Zarar, ortaklık parası

Cevahir: Elmas, yakut

Ceyran: Hava sirkülasyonu, esinti

Cıbıl: Çıplak, çulsuz, cılız, zayıf, yoksul

Cıbıldak: Fakir, çıplak, yoksul

Cıbılel: Gencek’te bir sülale ismi. Cıbıllar

Cıfıt: Kafir, dinsiz, kefere

Cığa: Eskiden gelin götürülürken gelinin başına süs olarak takılan horoz vb. kuş tüyü

Cığındırak : Düz bir alana, yerden iki metre kadar yükseklikte ve sağlamca dikilen, bir ağaçla, onun tepesine değen kısmı oyularak oturtulan, 4-5 metre uzunlukta daha büyük başka bir ağaçtan meydana gelen, eskiden bayramlarda daha çok kızların iki uç kenarına karşılıklı olarak binip döndükleri eğlencelik bir ağaç oyuncak

Cığışdamak: Sürtmek

Cılgısız: Aşırı ve cıvık hareketler yapan, şımarık, lüzumsuz

Cılk: Bayat yumurta, bayat,bozuk yumurta

Cıngar: Gürültü, kavga, kargaşa, şamata

Cıngar çıkarmak: Gürültü, patırtı , kavg çıkarmak

Cıngıbış: Kalabalık, dağınık bir halde ve bağırıp çağırarak oyun oynama

Cır cır oluk: Gencek’te bir yer ve çeşme adı

Cırglık: Çıkrık

Cırım: Küçük parça, ince kesilmiş bez, belli yer

Cırkla / Gığıla: Dağlarda yaşayan, kahverengiye benzer renkte ve avlanılan bir kuş

Cırlavuk: Cırcır böceği, çok gürültü çıkaran yaz böceği

Cırmalamak: Tırmalamak

Cırmıklamak: Tırmaklamak

Cırnaz: Oyunbozan, mızıkçı, cılız

Cırt: Cırtık, yaramaz, arsız, soğuk vuran meyve. Ses ifade eden bir söz, gürültülü yellenme

Cırtel: Gencek’te bir sülale ismi. Çağırganlılar

Cıvık: Sulandırılmış, sulu

Cıvıt: Dönek, sözünden dönen kişi, gevşek gevşek konuşan kişi, yoldan çıkmış, sapık kişi

Cıvıtmah: Sapıtmak, yoldan çıkmak

Cıvıtmak: Cıvık duruma getirmek, sulandırmak, bir işi yakışık almayacak duruma getirmek, caymak, dönmek

Cıvlak: Çıplak

Cibci: Herhangi bir şeyin köşesi

Cibinlik / cibindirik: Sineklik, sineğe karşı yapılan korunak

Cibiliyetsiz: Soysuz

Cicerli: Uyunsuz giyinen

Cicik: Kırmızı et, kötü yara

Cici mavık: Yaprakları yenen bir dağ bitkisi

Cimbar: Eskiden ağaçtan kurulu el dokuma tezgâhlarında kullanılan bir alet

Cimcime: Miyon, çelimsiz

Cince barmak: Serçe parmak

Cinifir: Uyanık, parlak zekalı, gözü açık

Cingan Çivisi: Küçük çivi

Citil: Fidan

Comak: Bir ucu topuz gibi yuvarlakça olan değnek

Coşgunluğu: Canlılığı, coşkun olma durumu

Cörten: Dam su oluğu

Cözdürmek: Gezdirmek,

Cuk deliği: Karasabanın ok ile ökçesini birbirine bağlayan delik

Cula: Kargaya benzeyen, siyah renkli bir kuş

Culuk: Hindi

Cumba: Suya taş atılınca çıkan ses

Cumbadanak: Taşın suya düştüğü gibi

Cunuz: Şaşkın

Cumba: Binanın yüzünde dışarıya doğru çıkıntı halinde yapılmış pencere

Curun:Kurna, musluk

Cücü: Böcek, küçük arı, civciv, cüce

Cücük: Küçük öz, soğanın arta kısmı

Cümlemiz: Hepimiz

Cünüp: Andestsiz

Cüvap: Cevap

Ç

Çabıh: Çabuk

Çabıt: Eski bez parçası, paçavra

Çağar / çawar: Ateş yakmaya yarayan nesne

Çağıl: Çakıl

Çağıldamak: Ses çıkarmak, gürültü yapmak

Çağlı / Çawlı: Ateş yakılan meyve kabukları, çalı çırpı, küçük çubuklar vs

Çağlıöğü: Gencek’te bir yer adı

Çağşak: Beyaz fasulye

Çağşamak: Eskimiş, küçük parçöalara ayrılmış

Çağşatmak: Parçalamak, dağıtmak, eskitmek

Çaha: Çakmak

Çakacanda: Çakacağında

Çakal: Kurttan küçük bir yaban hayvanı. Kurnaz, yalancı, açıkgöz,  aşağılık, titiz, huysuz, ipsizgörgüsüz. Koyunların kuyruklarının altına yapışıp kuruyan pislik. Havlayan ama ısırmayan köpek

Çakalel: Gencek’te bir sülale ismi

Çakal Eriği: Çok ekşi, sert, iri çekirdekli, nisan aylarında gül gibi beyaz çiçekler açan, dikenli  bir tür yaban eriği

Çakır: Doğan türü avcı bir kuş, gürz

Çakış:Çakma işi

Çakışel: Gencek’te bir sülale ismi. Karamusalılar

Çal: Gencek’te bir yer adı

Çalallar: Çalarlar

Çalım: Gösteriş, fiyaka, kurum

Çalkama: Ayran

Çaltı: Çalılık, tarla sınırına dikilen dikenli çalı

Çalpalama: Ayran

Çamır: Çamur

Çamlıg: Çamlık

Çamrak: Bulanık su birikintisi

Çan(g): Çan, içinden sarkan tokmağının kenarlara vurması ile ses çıkaran madeni araç

Çanga: Soylu, pençe

Çangal:Budaklı ağaç

Çangara: Gürültü, kavga

Çapa: Bahçe ve tarlada toprağı çevirmek için kullanılan, iki tarafı düz olan bahçıvan aleti

Çapalamak: Çapa ile toprağı işlemek

Çapıklı don: Öncek altına giyilen, paçaları büzgülü, diz altına kadar göynek kumaşı, paçalara kadar da enteri kumaşından dikilen kadın giysisi

Çapıl: Yağma, ganimet, sulu, batak

Çaraş: Üzüm pekmezi yapmak için üzümlerin şırasının çıkarıldığı büyük oluk

Çardak: Küçükbaş hayvanların kışı geçirdiği, kapalı, geniş, yüksekliği düşük ağıl

Çarık: Ham deriden yapılan basit ayakkabı

Çark: Elle iplik bükmeye yarayan bir ağaç alet

Çat: İki dere veya iki yolun birleşimi, orta yer bel, iki tepe arası geçit,

Çatak: İki dağ yamacının kesişmesi ile oluşmuş dere yatağı. Yapışık. İki tepe arası geçit. dağlarda su akıntılı yerler, derin dereler

Çatalgaklık: Gencek’te bir yer adı

Çatal Kağnı: Söğüt dallarından yapılan çocuk oyuncağı

Çatallaşmak: Zıtlaşmak

Çatlı: Bitişik, ekli, ulanmış

Çatmag: Gelmek, ulaşmak, varmak, birleştirmek, bulaşmak

Çatmak: Kavga etmek

Çavdur: Ünlü, şöhretli

Çavış: Çavuş

Çavlı: Ünlü, meşhur, doğan yavrusu

Çayırlık: Gencek’te köyün ön tarafında bir yer adı.

Çayırlık Deresi: Suyu ile Gencek Göleti’ni besleyen küçük bir dere

Çebiç: Erkek olan oğlak, erkek keçi

Çecik: Kazan kulpu

Çeç: Harmanda samandan ayrılarak huni biçiminde yığılmış buğday tepeciği

Çelgi: Kenarları süsleme yapılmış bürgüye verilen ad

Çelpere: Çok sesli olarak ve fazla konuşan kişi

Çeki: Bir arazinin yaklaşık elli metre uzunluğunda ayrılan bölümleri. Tarla ekerken tarlanın boyuna doğru öküzün varıp döndüğü yer. Bebeklerde alından dolandırılarak başa sarılan bez

Çekrez: Lakap

Çelce: Çalı çırpının ve bodur ağaçların oluşturduğu tarla kenarı çalılık arazi

Çelen: Saçak, çatının üst kısımları, ev alnı, çatı çıkıntısı

Çelme: Biri yürüken ayağının arasına ayak uzatmak

Çelme çelmek: Çelme atmak, yıkmaya çalışmak

Çemçilemek: Sahiplenmek düşüncesiyle bir iz veya işaret koymak

Çemkirmek: Yüze karşı ileri geri bağırıp çağırarak konuşmak, ağlayıp bağırmak

Çengek: Üzerine ekin veya ot yığılan, bir kağnının yükünü sıkılaştırıp sağlamlaştırmak için urgana takılarak kullanılan, iki çatal uçlu bir ağaç alet

Çengi: Masalda bir aracı olarak görülen ve çok konuşan bir kadın tipi. Müzik eşliğinde oynayan kadın

Çengil: Bakır kova, müzik eşliğinde oynayan kadın

Çengiz: Deniz

Çentmek: Yontmak, kesip parçalamak

Çentik: Bir parça

Çentilmiş: Yontulmuş, oyulmuş, keslip parçalanmış

Çerçici: Plastik leğen, mandal, tahta kaşık gibi ufak tefek eşyalar satan kişi

Çeşgel:Çanak, çömlek

Çetele: Kura atmak

Çetme: Kesilip parçalanmış odun. Bir çeşit yemek. Olmamış karpuz.

Çetmek: Odun kesmek

Çetmelel: Gencek’te bir sülale ismi

Çetmi: Yer adı

Çevre: Sırma işlemeli eşarp

Çezek: Dokumacılıkta çivilerin çakıldığı yer

Çıbartmak: Morartmak

Çıbık: Çubuk, üzüm bağında dal

Çığırmak: Çağırmak

Çığrele: Çığır hele, çağırırı mısın, çağır hele

Çığıt: Kadının erkek çocuğuna hamileyken yüzüne vuran alalık

Çığrışmak: Bağrışmak

Çıkı / Çıkılamak: Küçük bohça / Bohçalamak

Çıkın: Azık çantası

Çıkışmak: Yetmek, bir kimseye hoşa gitmeyen davranışından dolayı sert sözler söyleyip azarlamak

Çıkla: Katıksız, sade, ekmeksiz

Çıkne: Çifçilerin kullandığı sürgü aygıtı

Çılık: Oğlağı çağırmak için kullanılan bir söz, çık

Çıngar: Gürültü, karmaşa, patırtı, kavga, kargaşa

Çıngar Çıkarmak: Gürültü, patırtı çıkarmak, kavga çıkarmak, kargaşa çıkarmak

Çıngı: Özden çıkan kıvılcım

Çıngıl:Göl ve nehir sahillerde bulunan küçük taşlar; boncuk, gümüş veya altın para ile yapılmış,  başlığa veya giysiye takılan süs

Çınglamak: Çınlamak

Çıprık: Yaş söğüt dalından yapılma ince, uzun çubuk

Çıraa / çırag: Zanaat öğrenmek için bir ustanın yanında çalışan kimse

Çırpıştırmak: Karıştırmak, hafifçe tokatlamak

Çıtak: Kavgacı, huzursuz, açıkgöz, kurnaz, kaba. Taş oyunu. Çobana dışardan katılan davar. İyi giyinmiş yakışıklı delikanlı

Çıtlık: Melengiç, çitlembik, sakız ağacının meyvesi, kenevir tohumu, kökünden sakız yapılan karakavuk otu ve bu ottan çıkarılan sakız, çalı süpürgesi

Çiğ: Pişmemiş

Çiğa: Gelinlerin başına takması için tavuk tüyünden yapılan başlık

Çiğdem: Kardelen çiçeği

Çiğil: Olgun, gelişmiş, olmuş

Çiğin: Sırt, omuz

Çiğnemek: Çığnamak

Çikin: Çirkin

Çil: Dağ tavuğu

Çilbir: Yuların ipine takılan demir halka

Çilemek: Yaşartmak, ıslatmak

Çilele: Çilek ile, yağmur serpintisi, sabah vakti etrafa çiğin düşmesi

Çili / Çalı, çırpı, Ormanlık yerlerde bulunan, kuru, küçük ve döküntü ağaç dalları

Çingan: Çingen, ses çıkaran

Çingil / Dıngıl: Üzüm salkımı

Çingir: Keskin ayaz

Çimdirmek: Banyo yaptırmak

Çimke / çinke: Kıvılcım

Çimmek: Banyo yapmak

Çiriş: dağlarda kayalık yerlerde biten pırasaya benzer bir yenilebilen bir ot

Çirlen: Akarsuyun sığ kısmı

Çirpimek: Sıçramak, bulaşmak

Çirpitmek: Sıçratmak, bulaştırmak

Çiş: Kadınlar çocuğu işetmek istediği zaman söyler

Çiş Etmek: Çiş ettirmek, abdest bozdurmak

Çitil: Süt sağmada ve su, süt, yemek taşımada kullanılan bir çeşit kova.

Çitilemek: Çamaşırı iyice ovalamak.

Çivril: Suyu bol olan yer, sulak yer

Çizi: Bahçeye sebze ekerken, sebzelerin hizalı bir şekilde,  yan yana dizeli şekilde ekilmesiyle oluşturulmuş ekili alan. Sulama yapılmak için açılan küçük ve biraz uzunca oyukların her biri. Saban demirinin toprakta bıraktığı iz

Ço: Çok

Çocaa:Çocuğa

Çoğlu / Çowlı: Taze dallardan kepçe gibi örülerek yapılan uzun saplı tutmaç süzgeci, kepçe

Çoğurganmak: Çok bulmak, çok görmek

Çolpak: Çamurlu

Çomak: Asa, çomak

Çomaş: Dürüm

Çomçu: Ağaçtan yapılmış kaşık

Ço’ungar: Sol kol, can kara

Çongar: Can kardeş, sol kol, kan kardeş; gürültü, şamata, nara

Çontur: Pürüzlü, eğribüğrü, kambur. Öok oturan, tembel, çömez, acemi

Çonturel: Gencek’te bir sülale adı

Çor: Çoluk çocuk, cin, hastalık

Çorlu: Cinli, kötü ruhların etkisinde kalmış kişi

Çorula:Çocuklar ile

Çoru cocuu: Çoluğu çocuğu

Çotak / Çotaklamak: Deste, küme. Bir araya toplamak, destelemek

Çotura: Çamdan oyulan matara

Çöğdellemek: Topallayarak yürümek

Çöğdürmek: İşemek

Çöğre: Kayalık yerlerde yetişen, burçağa benzeyen ve yenilen yeşilimsi renkte meyvesi olan küçük bir ağaç türü ve meyvesine verilen isim

Çöğür: Büyük diken, tohumluk aşılanmaya hazır bitki

Çökertme: Pekmez kaynatılmak üzere hazırlanmış ve bir kenarı doldurulmuş meşe külü çalınan çıra

Çöklü: Soylu, asil

Çökük: Çökmüş, çukurlaşmış, içeri çekilmiş. Çukur

Çöküğel: Gencek’te bir sülale adı. Çukurlular

Çöldürüm: Büyüklü küçüklü çukurluklarla kaplı, geniş, ıssız ve kayalıklı dağ bölgesi

Çöllü: Kısa boylu

Çöm: Çömez, bir ustanın eğittiği, onun yolundan giden kimse

Çömçe: Ağaçtan oyulmuş su kabı

Çömelmek / Çömeşmek: Dizlerini kıvırıp topuklar üzerinde durmak, yarı oturmak

Çömlek Dağı: Gencek’in Derebucak tarafında Karagasık Boğazı’nın sağında kalan bir dağ adı

Çömlü: Bir arada kümelenmiş, toplu

Çömmek: Dalmak, çimmek, çömelmek

Çöndür: İşemek

Çöntür: Çırak, kısa boylu, küçük ağızlı,  çok oturan, tembel, çömez

Çöreg: Ekmek

Çöt: Topal, sakat, hasarlı

Çöte: Dirgene benzeyen, fakat daha kısa saplı ve dikenli ot biçmekte kullanılan bir ağaç alet

Çöven: Beyaz helva sıvısı

Çözdemek: Bilinmeyen bir şeyi bir kimseden sorarak anlamaya ve öğrenmeye çalışmak

Çözgü:Halı dokuma aleti

Çufralık : Eski el dokuma kumaşlarının yapıldığı ağaç tezgah

Çuhacı: Terzi

Çukurbağ: Gencek’te bir yer adı

Çul: Keçi veya koyun kılından örülmüş kaba dokuma halı veya kilim

Çulıman: Su birikintisi, içinden çıkılamayan iş

Çulluk: Kıldan yapılmış yaygı, kilim

Çuluk: Çelik, çalık, aceleci, heyecanlı, ıslak

Çum: İnsanın suya dalması

Çumçuluk: Sırıl sıklam

Çurfalık: Balık ağı

Çuvaldız: Çuval vb büyük dokumalar dikmekte kullanılan, ucu yassı ve eğri büyük iğne

Çuvaş: Sakin, rahat, dindar

Çürüğün Yüzü: Gencek’te bir yer adı

Çüş: Eşeğe dur demek

D

Daban: Ayağın altı, taban, sürgü, tırmık, verimli toprak, değirmen taşı kirişi

Dabanca: Tabanca

Dabanel: Gencek’te bir sülale adı. Tabanlılar

Dadmak: Tatmak

Dadan: Tadan

Dadlı: Tatlı

Dağarcık: Yeni doğmuş kuzu  veya oğlak derisinin ateşte ütülüp, ayaklarının bağlanması ile yapılmış azık torbası

Dağın Ardı: Gencek’te bir yer adı

Dak: Kağnının kolları

Dakmak: Takmak

Dakallar: Takarlar

Dakdelen: Ağaçkakan

Dal: Omuz, ağaç dalı

Dalamak:Kızartmak, vücuda alerji yapmak, kaşındırmak, acı vermek

Dalayman: Yer adı, dağılmayın

Dalcın-: Girişmek

Dalkılıç: Zırhsız, korumasız

Dalleme: Papatya otu

Damak:Kapılara eskiden yapılan bir nevi ağaç kapı kolu. Ağız içinin üst kısmı

Dandın: Beceriksiz

Dang: Dan diye ses verme

Darı: Mısır

Dastar: Eşarp

Daş: Taş

Daşapbel: Gencek’te bir sülale adı. Daşlar

Daşbaşel: Gencek’te bir sülale adı. Taşbaşlar

Daş erik: Sert, susuz, yabani erik

Daşosmanel: Gencek’te bir sülale adı. Daşosmanlar

Daşbaşı: Saygısızca, edepsizce

Davar: Koyun ve keçi sürüsü

Daylak: Tüysüz erkek deve

Davıl: Davul

Davlak: Beceriksiz

Davşan: Tavşan

Davşancıl: Gencek’te bir yer adı

Davuş duvuş: Alelacele, çok hızlı bir biçimde

Deermen: Değirmen

Değnek düllek: Çelik çomak oyunu

Deh: At veya eşek için yürü komutu

Dek: Dek, kadar, değin

Delalı: Deli Ali, lakap

Deleme (peynir): Özü olmayan, maya çalınmış peynir

Delalel: Gencek’te bir sülale adı. Delialiler

Delice: Hafif deli, lakap

Deliğannı: Delikanlı

Delik: Dolap

Demir: Demir. Güçlü, kuvvetli, ser kimse

Demin: Az önce

Demre: Ekzama

Den: De, söyle

Dene: Tane

Deneli: Taneli

Dengi: Eşi, denk olanı

Densermek: Karşısındakine vuracakmış gibi el hareketleri yapmak

Depe: Tepe

Depit / depik: Ortası oyulmuş genişçe ve uzun bir ağaçla; onun içine yerleşecek biçimde, birbirine değen, taban kısımları çarka benzer şekilde oyularak yapılan ve daha uzun başka bir ağaçtan meydana gelen, sıcak suyla ıslatılarak arasında yün tepmekte kullanılan ağaç tezgah. Tekme

Dercimek: Dertleşmek

Derebağ: Gencek’in ön tarafında bir yer adı

Derbeder: Yaşayışı ve savranışı düzensiz,  güçsüz, dermansız

Dereyüzü: Gencek’te bir yer adı

Dermen: Derman, şşifa

Derzi: Terzi

Desden: Destan

Desdi: Testi, geniş gövdeli, dar boğazlı, (ülüklü )emzikli veya emziksiz olabilen toprak, cam, metal gibi maddelerden yapılan su kabı

Desise: Aldatma

Deste: Onlarca şelevreden oluşan ve omuzda taşınabilecek miktarda buğday, arpa vs demeti

Destur: Ahşap evlerde iki hatıl arasında kalan kısım

Deşirme: Dilenmek

Deşirici: Dilenci, hırsız

Deşme: Yara açma, deşme, oyma

Detme: Tekme, ayakla vuruş

Deve oluğu: Gencek’te bir yer ve çeşme adı

Devlek: Def, tef. Bir kasnakla onun üzerine gerilmiş deriden meydana gelen musiki aleti

Devleğel: Gencek’te bir sülale adı

Devre: Ters

Devürmek:Devirmek, yıkmak

Devirilmek/ devrülmek: Yıkılmak, devrilmek

Deye: Söyleye, diye, söylenti

Deyebilmek/ deebilmek: Diyebilmek

Deyecek: Diyecek

Deyesek / Değesek: Sevgi, gurbet, ayrılık gibi konularda değişik sebeplerle söylenilen ve genellikle kafiyeli söz dizileri

Deyever: Söyleyiver

Deyo: Diyor

Deyu: Diye

Deyyoru:Diyor

Deyyorun: Diyorum

Dıkamak: Kapatmak, boşluğu doldurmak, tıkmak

Dıkı / dıkıcık: Azıcık, birazcık

Dıkım: Yufka ekmekten tek lokma olacak şekilde koparılan parçanın, ortası oyuk şekilde elle hazırlanarak yemek yemeye müsait hale getirilmesiyle oluşan şekil, az

Dıkmak: Sokuşturmak

Dıncalmak: Karşı gelmek

Dındıncı: Çalgıcı

Dıngıldak: Olur olmaz şeye kızan

Dınırganmak: Dinlemek

Dibek taşı: İçinde tokmakla buğday, arpa vb. dövülen, ortası çukur, büyük taş

Diğir: Tomurcuk, pütürlü yüzey

Diğircik: Ağaçların tomurcuk veren yüzeyleri

Diğnemek: Dinlemek

Diğren / Dirgen: Ekin tarlasında, harmanda, kağnıya veya arabaya ekin, ot atmada kullanılan, ağaçtan yahut demirden yapılan, 3-4 parmaklıklı ve uzun saplı tarım aleti. Daha eski zamanlarda dirgen ağaçtan yapılır idi. Ağacın genç olanı ısıtılarak istenilen şekle dönüştürülürdü. Parmaklar istenilen yöne eğilir, bükülür, şekillenirdi. Ağaç dirgenden sonra parmakları daha fazla olan demir dirgenler de yapıldı. Dirgenler; ot toplamak, deste yapmak, sap saçmak için kullanılır

Dil: Kilidi açmak için kullanılan araç, anahtar, açar, açkı

Dilki: Tilki. Değirmen taşının üzerinde döndiği ağaç

Dilkalel: Gencek’te bir sülale adı. Dilki Aliler

Dillemek: Kapıyı kilit dilini indirerek kilitlemek

Dillik dillig: Parça parça kumaş yırtığı gibi

Dimdik: Gaga

Dinelek: İşe yaramayan

Dinelmek: Gergin bir vaziyette ayakta dikilmek

Di(ğ)nemek: Dinlemek

Dinemeyyoru: Dinlemiyor

Dinenmek: Dinlenmek

Dingildemek: Huysuzlaşmak

Dingin: Yorgun, mecalsiz

Diniz: Sakin

Direğel: Gencek’te bir sülale adı.

Dişehli: Kadın, hanım

Dişengeç: Kendisine gerekli gereksiz iş arayan

Dişenmek: Tavır değiştirmek, kaşınmak

Dişlen: Seyrek ve büyük dişli adam

Ditmek: Oymak

Divrin: Bir yaşını geçmiş erkek keçi

Diyar:Ülke

Dizlik: Şalvar çeşidi

Doduldanmak: Kızgınlıktan kendi kendine söylenmek

Doğram: Doğrama sonucu ortaya çıkan parça

Doğşa: Tavşan. Kullanılmış eskimiş eşya

Dokanmak: Dokunmak

Dokanman: Dokunmayın

Dokdur: Doktor

Dokuz Kuyular: Gencek’te bir yer adı

Dolak: keçi kılından, tezgâhlarda dokunan, 20-25 cm. eninde, 1-1,5 m. Boyunda olan, ayağa sarıldıktan sonra üstüne çarık giyilen nesne

Dolama: Kan çıbanı

Dolamak: Sarmak

Dolan: Dolan

Dolanmak: Bir şeyin çevresine sarılmak, gelişigüzel gezmek, gezinmek, meyil göstermek, karışmak

Dolaşık: Karışık, kolay çözülemeyecek kadar karışık

Dolpumak: Yemeğe katılan malzemeleri karıştırmak, çırpmak

Dolukmak: Ağlamadan önceki duygusal hal, ağlamak üzere

Domalan: Bir mantar çeşidi

Domuşmak: Öehre yapmak, somurtmak

Don: Elbise, kadın elbisesi, giysi; hava sıcaklığınn sıfır derecenin altına düşmesiyle suyun katı duruma geçmesi

Donuz: Domuz

Doru: Ladin, çam vb. ağaçların uç kısımları, çam veya katran fidanı

Dorum / Köşek: Deve yavrusu

Dooru: Doğru

Dovah: Öküze verilen komut

Döğelim: Dövelim

Döğüş: Dövüş, kavga

Döğüşmek: Dövüşmek, kavga etmek

Döklü:Yere dökülmüş, dağılmış eşya, döküntü, çok dökülmüş

Döndürme: Un, yağ, yumurta ve pekmezden yapılan bir yiyecek

Dönecez: Döneceğiz

Dönek: Girdap, suyun daire çizerek, döndüğü yer. Fikrinden sürekli dönen, sözünde durmayan, kaypak, caygın kimse

Dönelik: Gencek’te bir yer adı

Dönemen: Dönemem

Döş: Göğüs, göğüsün ön ve üst kısmı

Döşşek: Pamuk basılmış yatak

Dudak: Dudak, alt çene ile üst çeneyi birleştiren, dişleri örten bir organımız; sapanın kullanılmasına yarayan kolu, Ağız

Dudmak: Tutmak

Dudu: Kadın, hanım

Duddun: Tutun

Duluk: Surat

Dumağı: Nezle ve öksürük

Dumrul: Okun sivri ucu, başı dumanlı, efkarlı

Durayın: Durayım

Durna: Turna

Duruu: Durur

Duruka/ Duruyuka: Dururken

Duşman: Düşman

Dutam: Tutam

Dutanel: Gencek’te bir sülale adı.

Duz: Tuz

Düden: Dönerli su akıntısı, yer adı

Düğdü: Balta, keser, çekiş gibi aletlerin bir şeyi dövmeye ve ezmeye yarayan tarafı

Düğe: Ergenleşmemiş dişi inek

Düğer ağacı: Bir damın dört köşesinden uzatılarak uçları tepede birleşen ve evin tavan çatısını meydana getiren uzun ağaçlara verilen isim

Düğün / Düün: Düğün

Dülger: Marangoz

Dünek: Tünek, tavukların tünediği kümes, kuş yuvası

Dü(g)nürcü: Dünür. Evlenecek olan veya evlenen çiftlerin aileleri

Dünürşü: Düğün alayına eşlik eden  kadınlar

Dünüşge: Sülüklü pancar denilen sebze

Dürmeç: Elde yemek üzere yufka ekmeğin tomar şeklinde sarılmış hali

Dürmek: Sarmak

Dürmüş: Yufkayı dürüm yapmış, katlamış sarmış

Düş: Rüya

Düvel: Ahşap evlerde ana yükü çeken ağaç

Düven/ Düğen: Harmanda tahıl gövdelerini saman haline getirmekte, öküz veya atla kullanılan, genişçe ve alt tabanı çakmak taşıyla dizeli olan bir tahta araç

Düz: Düz yer, düzlük

E

Ebe: Baba anne, anne anne

Ebembük: Sarı hindiba

Ebişmek: Çocuğu veya başka bir nesneyi sırtına bir ip veya kolan yardımıyla yüklenmek

Ebizem: Zem zem suyu

Ecnebi: Yabancı

Ed:Et

Edcez: Edeceğiz, yapacağız

Eddin: Ettin

Edebsiz: Utanmaz sıkılmaz, terbiyesiz kimse

Edik: Gönden dikilen ayağa giyilen, çizme biçiminde, telden geçirmeli çeprez denilen ayakkabı

Efelenmek: Kafa tutmak, diklenmek

Eğe:Törpü

Eğer: Atın eyeri

Eğef: Makara gibi kullanılan daire biçimli bir alet

Eğin: Sırt

Eğirmek: Yün bükmek, yünü büküp iplik haline getirmek

Eğlek: Park alanı, bekleme alanı, dinlenme ve mola verme yeri

Eğlemek: Çocuk bakmak, oyalamak

Eğleşmek: Birbirine uyup durmak; bir şeyi ayakla çlğnemekte birblrine yardım etmek

Eğnez: Zayıf, narin, ince

Eğren: Kızılcık, su kenarlarında yetişen, kuşburnuna benzeyen, kırmızı renkli mayhoş meyve

Eğrel: Gencek’te bir sülale adı. Eğriler

Eğretmek: Omuz atmak

Eğiş büğüş:Eğri büğrü

Eğrik: İp yapmak üzere yün veya kılı bükmede (eğirmede) kullanılan bir ağaç  alet, eğirtmeç

Eğrik: Davarın yaz barınağı

Eğrik eğirmek: Eğrik yardımıyla yün ve kıldan ip elde etmek

Eğrilce: Kuruduğunca insanları kaşındırıp rahatsız eden saçak köklü bir ot. Hayvanlara dadanan eğri belli, boz renkli sığır sineği, büvelek. Sarı renkli cılız bir kuş

Eğrilce: Büyük baş hayvanları ısıran bir çeşit sinek

Eğrim: Girdap, düden, suyun toplanıp kaynayarak dönerek aktığı yer

Eğleşmek: Oyalanmak

Eğseri: Köşeli büyük çivi

Eğsi / eğseleç: Ateşin sönmemesi için karıştırmaya yarayan ucu yanmış değnek

Eğsik: Eksik

Ehbab:Ahbap

Ehdimal: İhtimal

Ehdiyar: İhtiyar

Ehniyan: Obur

Ekin: Tarlaya ekilmiş tahıl

Ekin orak zamanı: Harman zamanı

Ekiz: İkiz

Ekseri: Gerisi, geri kalanı

Elbatmaz: Gencek’te bir yer adı

El: Yabancı

Elaması: Beceriksiz

Elek: Tane halindeki tahılı yabancı maddelerden ayıklamak veya incesini kabasından ayırmak için kullanılan, tahta bir kasnak ve tek tarafa gerilmiş, gözenekli tel, kıl, bez vb.nden oluşan araç

Elemet: Çok iri, kocaman

Elet evi: Mutfak

Eletmek: Götürmek, iletmek

Elleğem / Ellelem: Galiba, herhalde, sanırım, Allah bilir, Allahu alem

Ellik: Ekin biçerken bir elin parmaklarına takılan ve şimşir ağacından yapılan, uzun parmak şeklinde bir alet

Elver: Tahtalık olarak kesilmiş kalın ağaç

El yemenisi: El havlusu

Em: İlaç

Embil / Embel: Hayvanları sürmek için öğendirnin (uzun ya da kısa bir değnek) ucuna geçirilen başsız çivi, nodul

Embilel: Gencek’te bulunan bir sülale ismi

Emdiğel: Gencek’te bir sülale adı

Embel: İnce, uzun bir değnek olan öğendirenin bir ucuna takılan çivi

Embilel: Gencek’te bir sülale adı

Emi?: Değil mi? Tamam mı?

Emme: Amma, oysa, ama

Emmi: Amca

En: Hayvanların, hangi aileye ait olduklarını gösteren, kulak yumuşağındaki özel işaretler

Endik: Şaşkın

Endee / Endeki: Yanındaki, yanınındaki, elindeki

Enemek: Enemek, kulaktan bir parçasını keserek imlemek

Eneği kemiği: Kaburga kemiği

Engef: Fazla acıkmak neticesinde ortaya çıkan halsizlik ve zayıf düşme hali

Engileşmek: Diş etlerinin sızlaması

Enimek: Baygın ve cansız hale gelmek

Enemek: İğdiş etmek. Hayvanlara işaret koymak amacıyle kulaklarını kesmek ya da boynuzunu kertmek. Tohum elde etmek için pancar, turp vb. bitkilerin tohumlarını kök bölümünden keserek yumru gövdesini toprağa yeniden dikmek

Enik: Köpek yavrusu

Eniz: Buğday, arpa, mısır gibi tahılların biçildikten sonraki tarlada kalan kökleri

Enlemek: Hayvanların kulağına işaret vurmak

Engi: Sızı, diş etlerinin çekilmesi sonucunda sızlaması

Engiz: Ağaç filizi, biçilmiş tarla, anız, rahatlık, ferahlık, ağaç karanlığı

Enük: Enik. Aslan, kurt, köpek, sırtlan yavrusu

Enteri: Üç etekli, saten, desenli kumaştan dikilen, kadın giysisi

Entig: Şaşkın

Epelemek: Az miktarda serpiştirmek

Er: Erkek, adam, er, koca, eş

Erbişim: İbrişim. Bükülmüş ipek ipliği, ipek

Erdem: Fazilet, terbiye, hüzer, edep, ertem

Ergen: Olgun, deneyimli

Ergenekon: Maden dağı, dağlar arasındaki yurt

Eridmek: Eritmek

Eriklibucak: Gencek’te bir yer adı

Erikoluğu: Gencek’te bir yer ve çeşme adı

Erinde gecinde: Eninde sonunda

Erinen: Eringen, bekar

Eringeş: Üşengeç

Erinmek: Üşenmek

Erişgin: Olgun, kamil, ermiş

Erkan: Direk, sütun

Erkeç: Keçinin iğdiş erkeği

Ermek: Kavuşmak, varmak, olgunlaşmak

Ermil: Kağnı tekerleğinin göbeğine konan dingilin geçtiği küçük demir boru.

Ermilit: Gencek Derebucak arasında tarım arazilerinden oluşan bir yer adı, Er-Millet, Er-Milet, Milet Oğuz soylu yiğitler

Erten: Sabah güneşin doğduğu zaman, gün

Esbep / asbap: Gelin olacak kıza gelinlik olarak hazırlanan giyim eşyaları, elbise

Eselmek: Azalmak, ateşi düşmek, seyrekleşmek

Esen / Esenlik: Sağ salim, sağlık sıhhat

Esger/ Esker: Asker

Eshab: Sahip, sahipler

Esik: Eksik

Esin: Gönül

Esirgemek: Acımak, korumak

Esne gecesi: Pazarı pazartesiye bağlayan gece

Essah: Doğru, gerçek

Eşgıya: Eşkıya

Eşidmeg: Duymak

Eşgere: Açık, açıkça

Eşgıya: Eşkıya, haydut, yol kesen hırsızlar

Eşme: Uşak bölgesine yerleşmiş Gencek yörük cemaatlerinden birisinin adı. Kaymak, süt kaymağı. Yeraltındaki suların yer yüzüne kaynayarak çıktığı yer, göze, pınar, bulak, su kuyusu

Eşmek: Çukur kazmak

Eşmeli: Uşak bölgesine yerleşmiş Gencek yörük cemaatlerinden birisinin adı. Kaymaklı

Eşitmek: İşitmek, duymak

Eşşein: Eşeğin

Eşşek / eşyek: Eşek

Etmek: Yapmak, etmek, işlemek

Etdirmek: Ettirmek, yaptırmak

Etir: Akraba

Etlenmek: Şişmanlamak, etlenmek

Etmen: Etmeyin, etmezsin

Evele: Evvela, önce

Evermek: Evlendirmek, aile kurmasını sağlamak

Evmek: Hızlı olmak, acele etmek, elini çabuk tutmak

Evişdirmek: Kavuşturmak, birbirine değdirmek

Evlek/ Evleg: Bir dönüm arazinin dörtte biri. Bir tarla sürülürken, yaklaşık 4-6 öğendire eninde, kara saban yahut pulluk çizisi ile kesilerek dikdörtgen biçiminde ayrılan her bir bölüme denir

Evmek: Acele etmek

Evram: Güzün sararıp yeşermeyen, buzağının otlatıldığı çayır

Evtüklemek / Evtüklenmek: Oyalanmak, beklemek, meşgul olmak

Eyce: Güzel, güzelce

Eycenek: Güzelce

Eydi: Birşey anlatırken, anlatılanın dinlendiğinden emin olma amaçlı kullanılan bir çeşit bağlaç

Eyi: İyi

Eyi gayrı: O kadar da değil

Eyinlik: İyilik

Eyinlik etmek: İyilik yapmak

Eykiya: Gibi, benzer

Eylemek:  Yapmak, etmek, ekmek yapmak

Eylenmek:Durmak, kalmak, dinlenmek, beklemek

Eyleşmeg: Oyalanmak

Eyme: Eğilip duvara yaslanan çalı, kavak, toprak damlı evlerin üzerinde kullanılan yuvarlak taş

Eymeli: Utangaç

Eyner: Tarlada küçük bir bölüm

Eynel: Ekin biçme alanı

Eyren / eyran: Ayran

Eyseri: Demir kazık

Ezelgiç: Koşum halkasından ve boyunduruktan, karasabanın çıkıp sıyrılmasını engelleyen ve halkanın dışından, sabanın çekeceğindeki deliklere geçirilen meşe ağacından yapılan, kısa, sağlam, ahşap, kalın saplama

Ezeldaşı: Gencek’te bir yer adı

Ezen: Ezan

Ezrail: Azrail

Ezze: Ölüm, cenaze

F

Fagretmek: Gurur duymak, iftihar etmek, övünmek

Fakır: Fakir

Falag: Ayı yavrusu

Fasal: Çer çöp

Fasil: Hem insanın hem de hayvanın yiyebileceği yiyecek, ot

Farşı: Edepsiz, kötü, fena işlerde bulunan kişi

Feleg:Felek, dünya, alem

Feleg süpürgesi: Kürk ağacının genç sürgünlerinden, demet haline getirilerek sıkıştırılan, sap takılan; ahır ya da harman süpürmeye yarayan alet

Felfes: Eğreti iş yapan

Felk: Geniş ağızlı, uzun saplı, ekin, ot biçmeye yarayan ve ayakta sallanabilen tarım aleti, tırpan

Fendek: Hendek, küçük su gözü

Fenez: İnce bez

Ferfene: Kış günlerinde yapılan muhabbet, sohbet esnasında yenilen şeyler

Fermene: İç kadı giysisi

Fesad: Bozuk, fesat, ara karıştırıcı

Fıldır fıldır: Rüzgarlı, parlak, cin gibi bakan, açık gözlü

Fındığel: Gencek’te bir sülale adı. Budaklılar

Fızdırmak: Fırlatmak, kaldırıp atmak

Fikirleşmek: Düşünmek, danışmak

Fikirsiz:Düşünmeden söyleyen, düşünmeden iş yapan

Filan feşmekan: Boş laf

Fing: Hayvan yemi

Fingirdek: Zilli, oynak

Fingirdemek: Kırıştırmak, yüz vermek, oynaşmak

Firtik: Zilli, oynak kadın

Fitire: Ekinlerin yeni yeşermiş hali

Fotak: Tenike ile oynanan oyun

Fotin: Mestin altı tabanlı olanı

G

Gaba: Kaba, yumuşak, şişman, kalın

Gaba ekmek / Gabekmek: Mayalı ekmek

Gabahatlı: Suçlu

Gabag: Kabak

Gabacik: Kabakcıklar

Gabadmak: Kapatmak

Gabarcık: İri, gabarcıklı yağmur

Gabık: Kabuk

Gabıllanmak: Kabüllenmek

Gabir: Mezar

Gablan: Kaplan

Gabış keçi: Boynuzu olmayan keçi

Gabul: Kabül

Gaç:Kaç

Gaçmak: Kaçmak

Gadar: Kadar

Gadayıf: Kadayıf

Gader:Kader

Gadı: Kadı, solgun yüzlü kimse

Gadın: Kadın

Gadmak: Katmak

Gadısarık: Yabani, yenilebilen bir ot türü

Gafa: Kafa

Gafes: Kafes

Gafil: Gözü bağlı, çevresinde olup bitenlerin farkına varmayan

Gaflanmış: Asker adayı

Gafleten: Ansızın

Gagmak: Kalkmak

Gakıvermek: Kalkıvermek

Gağnı: Kağnı

Gah gah: Atları çağırma komutu

Gahbe: Kahp aklaksız

Gahirli: Kahırlı

Gahrimen: Fedakar, özverili

Gak / Kak: Kurutulmuş meyve kesiti

Gakılı: Bir sürü, çok

Gaklık: Bazı taşların üzerinde bulunan ve kar, yağmur sularının toplanmasına müsait oyuk veya çukurluklar

Gaklık: Gencek’te bir yer adı

Gaksımış: Bozulmuş

Galbır: Kalbur, tahıl ve başka iri taneli maddeleri elemek için kullanılan büyük delikkli veya seyrek telli elek

Gale: Kale, kaygı, önem

Galem: Kalem

Galesiz: Kaygısız, vurdum duymaz, önemsemeyen

Galmak: Kalmak

Galle: Kart salatalıktan yapılan yemek

Galb: Kalp

Gam: Tasa, kaygı, üzüntü

Gama:Kama, iki tarafı keskin hançer

Gamış: Kamış

Gamıtmak: Aval aval bakmak,

Ganad: Kanat

Gancak: Kan özü, gan kardeş, kan birlikteği, Gencekler’in adlarından birisi

Gancık: Kancık, dişi

Gandırmak: Kandırmak

Ganel: Kanal

Ganere: Doymak bilmeyen, aç gözlü

Gangaz: Çok zayıf ince insan

Ganıkdırmak: Kana kana doyurmak

Ganırtmak: Bir şeyi sökmek veya kaldırmak için, destekli şekilde zorlamak, ters tarafa zorlamak

Ganlı Kuyu: Gencek’te bir yer ve kuyu adı

Gannık: Kalınca olan, köklerinin kabuğu kaldırılınca kök özünden kırmızı renk boya çıkan bir ot

Ganun: Kanun, yasa

Gapalı: Kapalı

Gapı:Kapı

Gaplanbaga: Kaplumbağa

Gar: Kar

Gara: Kara, siyah, yeryüzü toprak

Gara: Kuvvetli, cesur, cebbar, büük, baş

Garacel: Gencek’te bir sülale ismi. Karacalar

Garafil: Karanfil

Garagasbennek: Göz göre göre, açıkça, açık olarak

Garagavuk: Yaprakları biraz acımsı ve yenen bir bitki

Garagaklık: Gencek’te bir yer adı

Garagasık: Gencek Derebucak arasındaki derin vadi, boğaz, Kara-Kısık, Kara-Guz-Ik

Garagasık İni: Gencek Garagasık’da bir in

Garageven: Bir çeşit bitki

Garagızel: Gencek’te bir sülale ismi.

Garagol: Karakol

Garalı: Karali

Garaman: Karaman

Garamık: Dikenli, sarı çiçekli bir çal türü.Taze kökü, kabuğu, yaprakları ve meyvesi şifalıdır. Kabuk ve taze kökler sonbaharda, yaprakları mayısta, meyveleri eylülde toplanır

Garanaya: Rastgele, tesadüfen

Garannık / Garanlık: Karanlık

Garatoyuk Muyarı: Gencek Gökbel tarafında bir pınar, çeşme

Gardaş: Kardeş

Gareli: Kareli

Garer: Karar

Garez: Zarar, öfke

Gargı: Kargı,mızrak

Garı / harı: Karı, kadın

Garın: Karın

Garının Oluk: Gencek’te bir yer ve çeşme adı

Garışdırmag: Karıştırmak

Gari: Gayrı, artık, bundan böyle

Garin / Karin: Gencek’te yaylak bir yer adı

Garlı: Karlı

Garlık: Kışın içine kar depolanan ve yazın gerektiğinde kullanılan dağ oyukları

Garpız: Karpuz

Gartlan: Kayalık dağlarda bulunan derin çukur veya mağaralar

Gasalak: Devamlı kendini metheden

Gasalmak: Övünmek, övgüyle konuşmak veya hareket etmek

Gasden: Kasten, bile bile, kasıtla, isteyerek

Gastan: Şakacıktan, yalandan, yalancıktan

Gasteci: Gazeteci

Gasnak: Bir çeşit elek, yer sofralarının altına konulan yuvarlak destek

Gaşşaklı: Kaşaklı, yer adı

Gaşşık/ gaşık: Kaşık

Gaşşıklık: Kaşıklık

Gaşşığınan: Kaşıkla

Gat: Kat

Gatacaan:  Katacağım

Gatdırmak: Kattırmak

Gater: Katar, dizi

Gaterlemek: Bir araya getirmek

Gatıran / Gatran: Sedir ağacı

Gatıg: katı, sert, sağlam, azık içeriği

Gatliyen: Kesinlikle, katiyyen

Gatmak: Katmak

Gatmer: Tandır ve saç üzerinde pişirilen yağlı ekmek

Gatran Ağacı: Ladin ağacı

Gatrang: Katran. Petrol, odun, kömür gibi karbonca zengin malzemelerin damıtılması sonucu elde edilen, sıvı yağ kıvamında, kara renkte, ağır, is kokulu, suda erimeyen yapışkan, sıvı bir madde

Gatranglı Belen: Gencek’te katran, ladin ağaçlarının bulunduğu bir yer adı

Gatranoluk: Gencek’te bir yer ve çeşme adı

Gav: Bazı ağaçların kabuğunda yetişen, asalak kavmantarından elde edilen, hafif, çabuk tutuşur madde, kapçık, kıpçak

Gavak:Kavak

Gavcalamak: Hırsla kapmak, kavramak

Gavete: Domates

Gavın: Kavun

Gavırma:Kavurma

Gavırmak: Kavurmak

Gavırga: Ateşte kavrulmuş buğday ve nohut

Gavırma: Kavurma

Gavur: Ga-ur,Gav-Ur, Kav-Ur/Gur/Guz/ Oğuz, Oğuz’un Kıpçak’ı, Sarı Kıpçak, Kıpçak

Gavur Beşiği: Çamlıkta bir mağara, Oğuz’un Kıpçak Beşiği, Kıpçak Yurdu

Gavur Galesi: Gencek’te yüksek bir yer adı, Kıpçak Kalesi, Kıpçak Zanaat Merkezi

Gavur Mezeri: Gencek’te bir yer adı, Kıpçak Mezarı

Gaya: Büyük taş, kaya; Gaye

Gayabaşı: Kayabaşı, yer adı

Gayan: Geyen

Gaya Muyar: Gencek’te bir yer ve pınar adı

Gaygısız:Kaygısız, umursamaz

Gayıl: Gail, razı

Gayıp: Kayıp

Gayırmag: Ayrımcılık etmek, kayırmak

Gayıtmag: Dönmek

Gayma: Dikiş

Gaynana: Eşinin annesi, kaynana

Gaynata: Eşinin babası

Gaypışda: Eğim, meyil

Gayrak: Kırmızımtırak Verimsiz  kumlu toprak toprak

Gayred: Gayret, çaba

Gayrı: Artık

Gaysi: Kayısı

Gaytarmag: İşten kaçmak

Gayma:Dikiş

Gaz: Kaz

Gazan:Kazan

Gazanmak: Kazanmak

Gazel: Dökülmüş, kurumuş ekin veya yaprak

Gazma: Kazma

Geçi:Keçi

Geçlik:Gençlik

Ged:Gitme

Gede / Göde: Zayıf, cüce, aç gözlü,cimri hastalıklı, karnı şiş

Gedik: Bir düzey üstündeki yıkık, çatlak veya aralık, rahne. Dağ geçidi. Boşluk, eksiklik. Güçlük, güç durum. Yarma saldırısında düşman mevzilerinde açılan yer. Bir işi yapmak, bir şeyden yararlanmak yolunda verilen hak, imtiyaz. Eksik dişli. Bahçe, bağ kapısı. Bahçe ya da tarlalara hayvanların geçmemesi için yapılan engeller, çit. Çocuk ayakkabısı, patik

Gedik geme: Eksik dişli

Gedik Mehlesi: Gencek Gedik Mahallesi

Gelin Ana: Büyük gelin

Gelin Kaya: Gencek Dağı ile Gencek arasında meşhur bir kaya ve ören yeri

Gem: Harman yeri, kuvvet, düven, kağnı arabalarının hızını azaltmak için tekerin önüne konan ağaç, atın ağzına takılan demir araç

Gembos:Derebucak’ta yer adı. Gem-Boz, Gem-Us, Gem-Uz/ Guz/  Oğuz, Oğuz’un Harman Yeri

Genbil: Meşe tırtılı

Gence: Taze, yavru, genişleyen, gelişen

Gencek: Gen özü, gen örneği / Gan özü,  gan örneği, kan birliği. Yer adı. Roma dönemi öncesi antik Kıpçak yerleşim yeri, Homanada

Gencek-i Bala: Gencek Yukarı Mahalle eski adı

Gencek-i Süfla: Gencek Aşağı Mahalle eski adı

Gencek Dağı: Eteğinde Gencek yerleşim yeri olan, ladin ve karaçam ağaçlarının sık bulunduğu, ismini Gencekler’den alan dağ.  Sir Dağı, Sır Dağı,Sarı Oğuz Kıpçaklar’ın dağı

Geneş: Meşveret, istişare

Geng: Ekilmemiş tarla

Genlik: Genişlik, sağlık, şifa, mutluluk

Gensu:Büyük göl, deniz

Ger / Gerce: Beyaz ve siyah karışımı bir renk ve keçiler için kullanılan bir sıfat

Gerdeme: Bazı sulak yerlerde yetişen, yayvan ve biraz acı yapraklı ve yenilen bir ot. Tere otu, Gencek’te bir yer adı

Geri: Tahıl, saman, sebze, meyve taşımak için kağnıya yerleştirilen ve sağlam dokunmuş iki büyük çulun birleştirilmesiyle meydana getirilen bir çeşit kağnı kasası

Gertneşik: Dik duran

Gesges: Görgüsüz

Geven: Ormanlık yerlerde yetişen, kök kısmı kazılarak hayvanlara yedirilen bir çeşit dikenli bitki

Gever: Çiğner

Gevmek: Çiğnemek

Gevreğen: Dağlarda yetişen ve kaynatılarak çayı yapılan bir bitki, adaçayı

Gevrek:Kolayca kırılıp ufalanan

Gevretmek: Ateşin üzerinde ısıtıp çıtır çıtır bırakmak

Geydeş: Yer adı

Gezeletmek:Delirtmek

Gezelen:Gezelen, gezmeye gelme

Gezelenmek: Gezelenmek, gezmeye gelme

Gezeletmek: Delirmek

Gezinmek: Boş boş gezmek

Gıbıtmak: Koşmak

Gıbrıs:Kıbrıs

Gıcı Gıcı: Koyun, köpek vb hayvanları çağırma ünlemi. Kökü yaralara iyi gelen, tüylü ve büyük yapraklı, yenilebilen, gelinciğe benzer bir çeşit semizotu

Gıcıgıcel: Gencek’te bir sülale ismi

Gıcımık dutma: Sabırsız, şartlanmış, yerinde duramayan

Gıcımıklamak: Kararsız kalmak

Gıcırmak: Kızdırmak, dolduruşa getirmek

Gıç: Kız

Gıçcaz: Kızcağız

Gıdıfın: Kısa boylu, kaprisli bayan

Gıdı gıdına: Ucu ucuna

Gıdım gıdım: Az az, azar azar

Gıgıdıklanmak: Lüzumsuz konuşmak

Gılçık / Kırçık: Leke

Gılçıksız / Kırçıksız: Lekesiz

Gıldırdı: Küçük keçi çanı

Gılık:Kılık, kışın keçilerin yediği ardıç tohumları

Gılıgsız: Kılıksız

Gılınç: Kılınç, iş

Gınama:Kınama

Gınaman:Kınamayın

Gıncırık: Türkmen tahteravallisi

Gındımlanmak: İsteksiz ve yavaş yemek

Gındıra: Dere kenarlarında yetişen, enli ve uzun yapraklı bir çayır

Gıraa: Kırağı

Gıran: Öldürücü salgın hastalık. Ahlaksız terbiyesiz çocuk. Kenar, kıyı, çevre, karşı taraf, tepe, dağ sırtı

Gırangaya: Gencek’te kayalık bir yer adı

Gıran girmek: Bitmek, tükenmek

Gıransücük: Serçe büyüklüğünde ve boyun kısmı biraz daha renkli bir kuş

Gırçıl: Dağda taşlık yerlerde yetişen buğday benzeri  küçük taneli bir bitki

Gırçılel: Gencek’te bir sülale adı

Gırgaş: Kırgız, kırkkız, kırklı, kırklar

Gırdağ: Gencek’te bir dağlık yer adı

Gırgaşel: Gencek’te bir sülale adı. Kırkızlar

Gırgaşın Boğaz: Gencek’te bir yer adı

Gırıg: Dost, metres

Gırılı: Kulakları kır olan keçi

Gırıntı: Ufak tefek, meyve, çerez

Gırışmah: Öküz, boğa, keçi vs dövüşmesi, kafa kafaya vuruşması.Kırışmak. Başını dikerek gösteriş yapmak, kasılmak, kendini beğendirme çabasında olmak

Gırıtmak: Pişmiş kelle gibi gülmek

Gırlavı:Kuru yemiş

Gırklık: Koyun yünü veya keçi kılını kesmekte kullanılan büyük bir makas

Gırkmak: Koyun, keçi gibi hayvanların tüylerini kesmek, bir şeyi uçlarından kısaltmak

Gırlavı:Kuruyemiş

Gırmak: Kırmak

Gırarıka: Kırarken

Gırtdınlanmak: Bir işle meşgul olmak

Gısas: Bir suçluyu işlediği suçtan dolayı aynısı ile cezalandırmak

Gısrak:Kısrak

Gışgırmag: Bağırmak

Gışgırtmag: Kışkırtmak

Gıtallık: Suçsuz yere bir adamın öldürülmesi

Gıvışkan: Yenilen bir tür yeşillik

Gıvradmak:Döndürmek, hareket etmek

Gıyamat:Kıyamet

Gıyır gıyır: Kumlu, gevrek gevrek

Gıymat: Kıymet

Gıynaşık: Aralıklı

Gıynık: Ağaç talaşı, sivri talaş parçası

Gıyrat: Kıymetli

Gızdırmak: Isıtmak, sinirlendirmek

Gızhasanel: Gencek’te bir sülale adı

Gızılca ğayrak: Dağlarda ve tarlalarda yetişen, kırmızı-pembe renklerde çiçekler açan bir bitki

Gızıl don: Yeni doğan bebeklerin karın kısmında oluşan kızarıklık

Gızınmak: Isınmak

Gicişmek / Gidişmek: Kaşınmak

Gildirel: Gencek’te bir sülale adı

Gili:Kuru fasülye

Gilli: Ardıç ağacının siyah, boncuk büyüklüğündeki meyvesi

Gilik: Kuru fasulye tanesi

Gillik: Keçi, koyun gibi hayvanların pisliği

Giliç: Dolu taneleri

Gine: Yine, tekrar

Giren: Gökyüzündeki hafif bulutlar

Gocacık: Semerin arka üst kısmında bulunan ve ip takmaya yarayan demir ve ağaç kancalar

Gocagele / gocagaler: Kertenkeleye benzer ama ondan daha büyük olan bir sürüngen

Gocana: Nene, ebe

Gocaosmanel: Gencek’te bir sülale adı

Goca Muyar: Gencek’in orta kesiminde, köyün tarihiyle eş tarihli pınar, Hitit Muyar’ı

Goca Şam: Gencek’te bir yer ve ağaç adı

Goğ: Dedikodu, gıybet

Goğlaşmak: Dedikodu yapmak

Goğuk / Goyuk: Oyuk, boşluk

Goğuş:Koğuş, birçok insanın bir arada yattığı büyük oda

Golan: Kıl veya yünden ipten yapılan, değişik renk ve desenlerde dokunan, ince, uzun ve yük sarıp taşımakta kullanılan bir çeşit ip

Gollamak: Kollamak, uğurlamak

Golustur: İki kişi ile kullanılabilen, geniş, kalın, büyük testere

Gonak: Kepek

Gonmak:Konmak

Gonşu: Komşu

Gonur: Sarı rengin kırmızıya kaçan bir tonu.(Büyükbaş hayvanlarda görülür)

Gonuşmak: Konuşmak

Gonya: Konya

Gor: Koyar

Gor: Mezar

Gorcak: Yanan odunun kızgın hali

Gosdak: Zarif, kibar, güzel, biçimli, çalımlı

Gorkak: Korkak

Govalamak: Kovalamak

Goyak: Dağ başındaki çukurlara verilen ad

Goymak:Koymak

Goyun:Koyun

Goyvermek: Bırakmak, aşağı koymak

Goz: Ceviz

Gozdibi Mehlesi: Gencek’te bir mahalle ismi

Göbei: Göbeği

Göbek: Bahar mevsiminde, ormanda karın eridiği yerlerde ve genellikle ağaç diplerinde çıkan, huni şeklinde, kahverengi ile siyaha yakın renkte ve yenilen bir tür mantar. Kuzu göbeği

Göbek Ocağı: Gencek’te bir yer adı

Göblü:Köprü

Göbürge: Ormandaki ağaç diplerine dökülüp çürüyerek bir çeşit gübre veya toprak haline gelen yaprak birikintileri

Göcek: Eski yapı evlerin duvarlarına 1m. yükseklikte ve aralıklarla duvar boyunca yerleştirilen tahtaların üzerine ters istikamette ve aralıklı olarak dizilen, düzgün yapılı ağaç dalları

Göcen: Tavşan yavrusu

Göçmen: Muhacir, göçmen

Göğ:Gök

Göğ: Olmamış ham

Göğem: Yaban eriği

Göğnü: Gönlü

Göğnük: Yanmış, kavrulmuş, maviye çalan

Göğercin: Güvercin

Göğeyin: Hayvanlara dadanan zararlı böcek

Gök: Mavimsi

Gökbel: Gencek’te bir yer ve dağ adı. Göksürülerin Sümerler’in beli. Köktürkler’in beli. Göklü yüksek ve yeşil dağlar arasında, aydınlatan, ışık veren yeşil geçit, yeşil geçitteki yayla yeri

Gökbel Sarınçöğü: Gencek’te eski bir yerleşim yerinin adı. Gökbel’deki Sarı Ana Evi

Gökçek: Güzel

Gök görmedik: Sonradan görme

Gök kele: Renkli zararsız kertenkele

Göklen: Gökle alakalı

Gökmen: Mavi gözlü. Kül renkli hayvan. Sarışın kimse

Gökmenel: Gencek’te bir sülale adı. Delialiler

Göktepe: Gencek’te bağların bulunduğu bir yer adı

Gölenmek: Vücudun tamamı ıslanana kadar suya girmek, başkasının malına konarak zengin olmak, faydalanmak

Gölemez: Buğday ile arpanın karıştırılmış hali

Gölet: Gencek’in güney yönündeki baraj

Gömböğet: Gencek seki bölgesinde dere içerisinde oluşmuş doğal havuz

Gömlü: Gömülü, saklanmış, gizlenmiş

Gön: Deri

Gönen: Feyz, onur, iftihar, bolluk, bereket

Göplü: Köprü

Göreslemek: Göresi gelmek, özlemek

Görgü: Terbiye, ahlak

Görklü: İhtişamlı, heybetli, yakışıklı, güzel

Görpe: Marttan zonra doğmuş hayvan, taze

Görüm: bakış, nazar, gözlem. Düş, rüya

Gövelek: Çam, ladin ve armut ağaçlarında asalak olarak yetişen ve hayvanlara yedirilen bir bitki.  İlkbaharda görülen, arıya benzeyen, sarımtrak renkte ve büyükbaş hayvanları rahatsız eden bir böcek

Göynek: Kaput bezinden yapılan bir çeşit kollu atlet

Göynem: Kaşıntı, keder. Yer adı

Göynemek: Kaşınmak

Göynümek: Yanmak

Göynütmek: Kederlendirmek

Göz Ağacı: Tavanı tutan, paralel düz dayanıklı ağaçlar

Gözel: Güzel

Gözelel: Gencek’te bir sülale adı. Gözeller

Gözet: Bekleme, nöbet, nöbet kulesi

Gözetkaya: Gencek’te kayalık bir yer adı

Gözgü: Ayna, güzgü

Gözünmek: Aynaya bakmak, kendini göstermek

Gubarmak: Saldırıya geçmek

Gubat: Sert, konuşma, diklenme

Gucag: Kucak

Gudlu: Kutlu

Gudurmak: Kudurmak, azmak, hasetten çatlamak

Gula: Kırmızı ile kahverengi arasında bir renk, genellikle keçilere sıfat olarak kullanılan bir renk

Gulag: Kulak

Gullap: Kapılara takılan halka

Gulun: Yeni doğan tay

Guma: Kuma, aynı erkekle evli olan kadınların ortak adı

Gumaş:Kumaş

Gumbul: Pilastik bidon

Gumbulel: Gencek’te bir sülale adı. Kum Beyliler

Gundak / Kundak: Yeni doğmuş çocuğu ilk aylarda sıkıca sarıp sarmalamaya yarayan geniş bez. Sıkı sıkıya sarılmış şey. Tüfeğin namlu yatağı

Gundu: Bir çuval ismi

Gunnamak: Eşek ve atın yavrulaması, doğurmak

Gumpir: Patates

Gupa: Bardak

Gupey: Av köpeği

Gur: Şiddet, kızgınlık, öfke, ateş, Gür, Kür

Guracan: Kuracaksın

Guralık:Kuralım

Gur’an: Kur’an

Gurban:Kurban

Gurdalamak: Karıştırmak

Gurk:Tavukların kuluşkaya yattığı zaman

Gurla: Katıksız sade ekmek

Gurna: Ağzı, boru şeklinde, sürekli su akıtan, çeşme musluğu

Gurt: Kurt

Gurul gurul: Midenin ses çıkarması

Gusur:Kusur, eksik, noksan

Gutlu: Kutlu, uğurlu

Gutmu: İpekten dokuma ve kadınların süslü giyim eşyası yapmakta kullandıkları bir çeşit kumaş, eski gelinlik

Gutu: Kutu

Guyu: Kuyu

Guyucak: Kuyucak, yer adı

Guz: Uz, Oğuz, soğuk yer, kuzey, güzel , yakışıklı, çekici

Guzu:Kuzu

Guzgun: Bazı karga türlerine ve kara kargaya verilen ad

Guzulacı: Hamile koyun ve keçi

Guzulamak: Koyun veya keçinin yavrulaması

Guzuluk: Üç tarafı bir metre yükseklikteki taş duvarla örülmüş, üstü ağaç dalları ve pürlerle sıkıca örülmüş, altına pür döşenmiş, küçük kuzuların kapatıldığı yer

Guzuluk Dağı: Küçük kuzuların kapatıldığı kuzuluğun bulunduğu dağ

Güble:Gübleğe, yer adı

Güblemek: Sıçramak, atlamak

Gübü: Yoğurt ve süt çalmakta kullanılan yayık

Gübüle:Küp ile, içi boş olan cisim

Gücenmek: Darılmak, küsmek

Güçcüg: Küçük

Güçcüğkene: Küçükken

Güçeymek: Zorlamak, zorla yaptırmak

Güdmek: Sürmek, beklemek, koyun gütmek, hayvan otlatmak

Güdük: Kısa boylu, bodur

Güğüm: Uzunca boylu, geniş gövdeli kulplu su kabı

Gülbü: Testi

Güllel: Gencek’te bir sülale adı. Güllüler

Gümbür gümbür: Büyük bir gürültü ile

Gün: Gündüz, güneş

Günaşık: Ay çiçeği, çekirdek

Güncek: Gün özü, şemsiye

Güneyik / Güneyek: İlkbaharda yetişen, mavi çiçekler açan bir ot

Günaşşıh: Ay çiçeği

Güngör: “Bahtı açık olsun, mutlu olsun”

Güngörmüş: Deneyimli, dolu yaşamış

Günletmek: Yiyecekleri kuruması için güneşte bekletmek

Günnük: Ay çiçeği

Güpleğe: Kazma, çapa gibi aletlerin saplık takılan, delik bölümü

Gür: Kür, sağlam, sıkı, sık, yoğun, yiğit

Gürbüz: Sağlıklı, kuvvetli, dayanıklı

Güssün: Gülsüm

Güyee: Güvey

Güyeği: Damat

Güz : Sonbahar, hazan, güz

Güzün: Sonbaharda, güzde

H

Haba: Yün ve kıldan dokunmuş kollu, kalın kıyafet

Habar: Haber

Hacıbakel: Gencek’te bir sülale adı

Hacıvelel: Gencek’te bir sülale adı

Hadca: Hatice

Haftı.Hafta

Haf: Kuruntu

Haf Sezmek: Birşey sezmek

Haddalmak: Vazgeçmek

Hakedmek: Haketmek

Hakkat mi:Gerçekten mi, hakikaten mi?

Haklamak: Yenmek, perişan etmek

Hal: Durum, vaziyet

Halal:Helal

Halbuysa: Hâlbuki

Halda: Halde

Halek olmak: Helak olmak, yok olmak

Halitefendel: Gencek’te bir sülale adı

Halidin Kuyu: Gencek’te bir yer ve kuyu / sarnıç adı

Hallel: Gencek’te bir sülale adı. Haliller

Halveci: Helvacı

Hamzel: Gencek’te bir sülale adı

Hana:  Ana

Haney: Evlerde odaların dışında kalan salon veya koridor

Hamır: Hamur

Hamıt: Atın göğsüne takılan ve boyunduruk vazifesi gören ağaçtan yapılmış bir koşum aleti

Hangı: Hangi

Han: Kan, hükümdar, baba

Hangınız:Hanginiz

Hangsız: Kangsız, babasız

Han Öğü: Gencek’te bir yer adı

Hapaz: Avuç, avuç içi

Hapazlamak: Avuç içi / Avuçlamak

Haranı: Kazanın küçüğü

Harım: Köyün içinde veya kenar kısımlarında bulunan geniş ve çayırlıklı arazi, harman yeri, tarla

Harıl harıl:Araıksız olarak, durmaksızın

Harımak: İhtiyarlamak

Harman: Herhangi bir şeyin toplu halde bulunduğu, işlendiği veya satıldığı yer

Harman Beleni: Gencek Dağı eteklerinde bir yer adı

Harman Yeri: Gencek’te harman ve patoz verme işlerinin yapıldığı bir yer adı

Hartama: Kiremit icat edilmeden önce, çatı örtüsü yerine kullanılan, ince, yarma, kaplamalık tahta

Hasan Daşı: Gencek’te bir yer adı

Hasdıyımış: Hastaymış

Hasıl:Olan, ortaya çıkan, görünen

Hasır: Sazlıktan yapılmış taban veya taban örtüsü

Haşa: Haşa

Haşavuzdan: Meclisten dışarıya, huzurdan dışarıda

Hata: Ata, ced

Hatap : Dayanıklılığı sağlamak için deve semerlerinin iki yanına konulan ağaç parçaları, koyun ve keçilere takılan küçük çan

Hatçe/ Hatça: Hatice

Hatem: Ar. Mühür, yüzük, cömert. Son, en sonuncu

Hatemel: Gencek’te bir sülale adı. Hatemler

Hatıb: Hutbe okuyan kimse, hatip

Hatıbel: Gencek’te bir sülale adı. Hatıplar

Hatma / Hapba: Fatma

Hatmana: Fatmana

Hatıl: Ahşap evlerde, dış cephede yatay olarak konan ağaçlar

Hatıp: Konuşmacı, hatip

Hattatel: Gencek’te bir sülale ismi. Hattatlar

Havakgınmak: Açık bırakılan bir yaranın hava alıp sulanarak kötüleşmesi

Havan: Çan şeklinde, tunç ya da ahşap ezme aleti, ezme kabı

Havas:Heves

Haveyi: Havayı. Buğday ağırlık ölçüsü birimi

Havıt: Deve semeri

Havlı: Havlu

Havut: Deve semeri, çeşme yalağı,üzüm ezilen taş yalak, avlu, bahçe, su kaynağı

Haykırık: Kavga, dövüş

Havlıcan: Bir ot türü

Havlılanmak: Halka yaparak çevrelemek, halkalanmak

Hayat:Ev alt girişi

Hayıt: Dallarından sepet yapılan bir ağaç

Haykırık: Kavga

Hayta: Başıboş, bir baltaya sap olamamış, serseri. Karı, eş, aile. Duygusuz. Hayvan besleyen kimse.Zorba, asi, şaki.

Haytel: Gencek’te bir sülale ismi. Haytalar

Hayvah:Eyvah

Hazaar: Ha zahir, öyle ya, belki

Hazel:Kurumuş ağaç yaprağı

Hazele: Güz mevsiminde gazel olmuş toprak

Hee: Anlatmana devam et, devam et, evet

Hebil: Küçük yapılı madeni bıçak, küt burunlu

Heç: Hiç

Heçsinmek: Mühimsemek

Hekeya:Hikaye

Helke: Su veya sıvı madde taşımaya yarayan, demir saplı, kalaylı bakır kap

Helik: Küçük taş parçalarına verilen isim

Hemeşe: Sanki, meğer

Hemişe: Hep, her zaman

Hendek: Çukur

Herden: Bazen

Herif: Adam, ulen herif!

Heybe / heğbe: Kıl veya yün ipten dokunmuş, iki gözlü, yük taşıma eşyası

Heyre: Un ve et suyunun (varsa) karıştırılıp ateşte on dakika pişirilmesi ve daha sonra süt ve yumurta sarısıyla terbiye edilmesi yoluyla yapılan çorba

Hı: Ünlem ifadesi

Hıbıd: Hızır, hızır gibi

Hıbıdın Pınarı: Gencek’te Hızır çeşmesi manasına gelen bir yer ve çeşme adı

Hıdır: Hızır

Hıllangaç: Salıncak

Hımbıl: Tembel, uyuşuk

Hınçık: Azıcık

Hırtar: Çivili köpek tasması

Hırtlak: Olmamış kavun

Hısım:Akraba

Hısta / hıssa: Hisse, pay

Hışmış: Nefes nefese kalmış

Hızar: Kereste biçmekte kullanılan büyük bıçkı

Hızmatçı: Hizmetçi

Hilim: Hile, oyun, tuzak

Hişş: Çağırma ünlemi

Hodul: Aşağılamak için söylenen bir söz

Hoğlu: Huğlu, yer adı

Holavat: Geniş

Hollamak: Gevşemek

Holluk: Tavuk kümesi, folluk

Holu: Kğmese koyulan yumurta

Holus: Kalburdan biraz daha büyük yapılı ve tahıl elemekte kullanılan bir harman aleti

Honaz: Kurnaz, düzenci, yaşlı, ihtiyar, kara kiraz

Horata: Şaka yapmak, şaka

Hora geçmek: Makbule geçmek, beğenilmek

Horaz / Horuz: Horoz

Hors: Hırs, istek

Horsayı almak: İstediğini elde etmek

Hoşaf: Dilimlenmiş yaş veya kuru meyvelerin şekerli suyla kaynatılmasıyla yapılan bir tür tatlı, içecek

Hotah: Yuvarlak, yassı taşlarla oynanan bir çocuk oyunu

Höççeten: Aniden, ansızın

Hödük: Görgüsüz, kaba, anlayışı kıt. Korkak. Ürkek, çekingen. Uyuşuk, beceriksiz kimse. Acemi, toy. Kısa boylu, göbekli kimse. Aceleci (kimse). Şüpheli. Kabadayı (kimse). Tuhaf, acayip şey

Hökele: Ukala

Hökm: Hüküm

Hökümet adamı: Memur

Hömürdemek: Öfkelenmek, hiddetlenmek, kabadayılık taslamak, birine kızarak saldırıya başlamak

Hörselemek: Hırpalamak, zarar vermek, çrselemek

Hörükcük: Kuyruk

Hörümcek: Örümcek

Höst: Büyük baş hayvanı durdurma ve yönlendirme komutu

Hurun: Fırın

Huylu: Herhangi bir huyu olan

Hülle:Cennete giyilecek elbise, kıymetli

Hüsemediye: Rastgele

Hüslük: Eşarptan daha büyükçe ve eskiden erkeklerin başa sarık yapmakta kullandıkları, turuncuya yakın renkte örtü

Hüsem: Hüseyin

Hüsel: Gencek’te bir sülale ismi.

 

I

Iğdır: İyi, hoş, holuk, yetkin, ehil

Iğranmak: Kıpırdamak, hafif fakat sürekli hareket etmek

Iğradmak: Yerinden oynatmak, hareket ettirmek

Ik: Soğuk sudan sonra çıkan hışkırık, hık

Ikdırmak:Deveyi çökertmek, oturtmak

Ikdıza: Önemli, mühim

Iktü: Kadın kişi adı

Ildız: Yıldız

Ildır: Ürkütücü, berk, sert

Ildır ışık: Aydın, aydınlık

Ildırım: Yıldırım

Ilgar: Gayret, cehd, atın dört nala gitmesi

Ilgat: Kapalı, belirsiz

Ilgıdır: Dokuma yapmak için hazırlanan iplikleri düzgün olarak sarmaya yarayan çubuk şeklinde bir ağaç alet

Ilgıdırlamak:Oyunda ölçmek

Ilgın:Hoş kokulu bir bitki

Ilgıt: Ilık, tatlı, sakince, yumuşakça

Ilıca:Ilımlı, ılık, ılıkça, hamam, yunak

Ilık:Soğukla sıcak arası

Ilkı: Hayvan, koyun, keçi sürüsünün köyün yakınına getirilerek sütlerinin sağılması ve bu yere verilen ad; at yavrusu, at sürüsü

Ilkıcı: Keçilerden süt sağmaya giden kimseler; at çobanı

Ilkı yolu: Ilkıya giderken, süt sağmaya giderken kullanılan yol

Inaç: Yar, canan

Inak: Han ve Kağanlara yakın olan kişi, Hasbey, Gamsız, canan, yar

Ingıl çıngıl: Ivır zıvır

Inı: İşte

Irahmetlig: Rahmetli

Irak: Uzak

Iraz:Irız, uraz, mutluluk, cesaret, gözü pek

Irga: Talih, şans, ilgi, alaka

Irgalamak: İlgilendirmek, ırgalamak

Irgat: Amele

Irlamak: Sallamak, sarsmak. Kendi kendine türkü şarkı söylemek

Irızg: Rızık

Irra: Utanç

Irz: Bir kimsenin başkaları tarafından dokunulmaması ve saygı gösterilmesi gereken iffeti

Irzel: Gencek’te bir sülale ismi

Isdar: Kilim veya halı dokumaya yarayan ağaç tezgah

Isık / Issık:Isı, sıcaklık, hararet

Iskıçça etmek: Bunaltmak, bıkkınlık vermek, yıldırmak

Ismarıç: Sipariş

Issılık: Pişiklik

Issıdaş: Taşlarla oynanan oyun

Issız: Soğuk, tenha, cansız, kimsesiz

Istıra:Çocuğun doğum vakti gelmeden düşmesi

Işıglık: Pencere

Işımak: Aydınlanmak

Ivrık: İbrik

Izeyin: Bir kişiye inat yapılan davranışlar, kişinin sözlerinin tam tersine yapılan hareket

İ

İbaret: Oluşan, meydana gelen

İbbişel: Gencek’te bir sülale ismi

İbdili: Önce

İbrik: Ülüklü su kabı

İçeği: Yatak, yastık, yorganın doldurulmasında kullanılan bez parçaları, pamuk

İçli: Duygulu, hassas

İçlik: İç don, gömlek

İçerlemek: Alınmak

İddirse: Arpacık, göz kapağında çıkan sivilce

İf: Yok, kayıp

İfdira:İftira, bir kimseye kasıtlı ve asılsız suç yükleme, kara çalma

İferi:Ağaç kazık, ağaç şiş

İdare Gandili: Az ışık veren küçük gaz lambası

İğ:İplik

İğ / Dingil: Kağnının tekerlerini birbirine bağlayan ve üzerine kağnının iskeletinin yerleştirildiği kalın çelik bağlantı

İğne urdu: İğne deliği

İki yüzlü: Balta

İl: Devlet, yurt, yer, konak, memlleket, diyar, halk

İlbilge: Devlet tecrübesi olan

İlabada: Geniş yapraklı bir ot

Ilazım:Lazım

 İkrah etmek: Tiksinmek

İlaç: Büyü, sihir

İlan: Yılan

İlazım: Lazım, gerekli

İlbiz: Sümüklü böcek

İleçber: Rençper, çiftçi, fakir

İledin: Ladin ağacı, köknar ağacı

İleğen: Legen

İlenmek: Beddua etmek, kötü dua

İletir: Köstebek yuvasındaki yer elması

İlişmek: Yakınlaşmak, bitişmek, çatmak

İliştirmek: Eklemek

İlidi:Ilıdı, ısındı

İlimon: Limon

İlki: Kısa boylu, çalılık ağaçlar

İlme: Tarlayı sürerken sabanın takıldığı nesne

İlvan: Cilve, naz. Is, gösteriş, çalım, kibir, kapris

İkletmek: Çiğnetmek, ttekrarlatmak, bastırmak

İma davarı: Geyik

İma deke: Geyik keçisi

İmalı: Büyük boynuzlu geyik. Üstü kapalı, örtülü laf.

İmalık Tepesi: Gencek’te eskiden büyük boynuzlu geyiklerin geldiği söylenen bir tepe

İmir: Aydınlıkla karanlığın birbirine karışması, sis, kırağı, alaca karanlık, emir

İmir Harmanı: Gencek’te bir yer adı, Emir harmanı

İmlemek: İşaretlemek

İmrenmek: Beğenilen bir şeyi yeme veya sahip olma isteği duymak. Gıpta etmek

İmtaan: İmtihan

İnak: Kardeş, kardeş çocuğu, Han ve beylerin en güvenilir yardımcısı

İnal: Soylu, Kağan ya da Hanların ana tarafından akraba, emin, güvenilir kişi

İnan:İman, inanç, kural, abide, emniyet, güvenlik

İncebel: Gencek’te bir yer adı

İneç: Andaç, kurbanlık hayvan

İnelmek: Dua etmek

İni: Gelinin kayın biraderi,  evli bir kadının kocasının erkek kardeşleri için kullandığı isim

İndi: Şimdi

İngil: Sümük

İngin: Alçak, yükseğin zıddı

İnme: Felç

İnne: iğne

İnöğü: Gencek’te bir yer adı

İntaap: İltihap

İbburnu / itburnu: Kuşburnu

İrad:Uzağım

İradyo: Radyo

İrad etmek: Söylemek

İrahmedli: Rahmetli

İrak:Irak, uzak

İrampas: Kağnının taban kısmının ve iskeletinin ana yapısını meydana getiren uzun ve büyükçe iki ağaca verilen isim

İrast gelmek: Denk gelmek, rastlamak

Iraz / uraz: Mutlu, bahtiyar, kut, baht

İrebiç: Şaka yollu abuk sabuk konuşan

İreze: Kilit çakmak için birbirine geçmeli olacak şekilde kapılara çakılan demir halka

İrezil: Rezil

İrezil etmek: Birisini çok utanılacak bir duruma sokmak

İrim: Tarla veya bahçenin etrafını çalı türünden dikenli ve canlı ağaçlarla çevreleyerek yapılan çit

İrkilmek: Toparlanmak

İsabed:Nazar, isabet

İsbit: Kağnı tekerleğinin yuvarlak ağaç kısmını meydana getiren kavisli parçaların her birine verilen ad

İsgölles: Üskerles yer adı

İskarpile: Marangozların ağaç oymak için kullandığı alet, keski

İskarpin: Topuklu mest

İslel: Gencek’te bir sülale ismi

İsli: Islı. Abdan, mamur. İsi olan, islenmiş, is bulaşmış

İspirte: Kibrit

İssi: Hararet, sıcaklık

İsmariç: Sipariş

İsmayıl: İsmail

İspir:Bir çeşit yırtıcı kuş, at veya araba uşağı

İsti: Sıcak

İstif:Eşyaların üst üste koyulmasıyla oluşan yığın

İşallah:İnşallah

İşlemeg: Çalışmak

İşli ekmek: İçli ekmek. Saç böreği

İşlik: Gömlek

İt dirseği: Arpacık

İy: Koku

İylenmek: Kokmak

İvreğem: İbrahim

İvra: Rüya, düş

K

Kabir üstü: Arefe günü yapılan kabir ziyareti

Kablangaba: Kablumbağa

Kaçgar: Koşgar, Kaşgar, koç gibi, koç yiğit

Kadaş/ Akadaş: Akraba, arkadaş

Kak: Meyve kurusu

Kakaç: Fazla zayıflık ve takatsizlik

Kakdırmak: İtelemek

Kakıç: Çok zayıf olan

Kakırdak: Koyunun kuyruk yağından elde edilen yiyecek

Kakırdım: Toplu gülme

Kakışık: Sesli ve karışık bir şekilde tartışmak

Kaklık:Kuyu ve ağaç ovuklarındaki su birikintisi, içine su biriken çukur

Kaksımış: Kokmuş, küflenmiş

Kaldıravık: Orta büyüklükteki çan

Kamaşık: Işığa duyarlı kısık bakan

Kamaz: Karga çeşidi

Kamış: Uzuv

Kan:Soy, sop, kaynak, can, canlılık, soyluluk, damarlardaki sıvı, Kağan, Han

Kancak: Kan özü

Kang: Kan, soy, ata, taş

Kangar: Orta Çağ Kazak,Özbek ve Karakalpak uluslarının parçası olan Kangly insanları için bir ortaçağ adıdır

Kapana:Ağaçtan oyularak yapılan tekne

Kapaşmak: Yüzü koyun yatmak

Kapçık: Tahılların kabuğunun açılmış hali

Kaplık: Ev içi tahta banyo

Kara: Siyah renk, kuzey, güç, şiddet, ululuk, büyüklük, ulaşılmaz, olağanüstü,cesaret, atılganlık, yüğütlük, yas, keder, üzüntü, ölüm, fakirlik, sıradanlık, soylu olmamak, halktan biri, kötülük, bela, uğursuzluk, esmer ten, aşırı soğuk, kış

Karaayşel: Gencek’te bir sülale ismi

Karabakı Harmanı: Gencek’te bir harman yeri ismi

Karabaş: Evlatlık, kul, köle

Karaca:Karaya çalan,  esmer, gözü kara, cesur, bir ceylan türü

Karahan:Türk mitolojisinde kutsal ruh, kara (halk) budundan devlet kuran kişilerin ünvanı

Karahardaş / Karaghardaş: Kara kardeş, can kardeş

Karaman: Kara tenli, yiğit, gözü kara

Karamık: Bir çeşit meyveli ağaç

Karasagu: Ağıt, mersiye

Kardek: Karla pekmez karışımı

Karık:Bağlardaki asma çubukların dikili olduğu, üzümlerin salkım halinde serilerek kurutulduğu yer

Karin: Kara-İn, Kara Oğuz ini manasına gelen Gencek’te bir yer adı.

Karmak: Karıştırmak

Karıkmak: Çoğalmak, uyku karıkması

Karpışma: Güreş, yarı boğuşma

Kaşgar: Cesur, üstün vasıflı

Kaşka: Yiğitlik, mertlik, üstün vasıflılık, dayanıklılık, metanetli

Kaşkar: Kurt, kurt köpeği,  kaskır, Kençeklerin kurduğu bir şehir

Kaşkay: Saçları dökülmüş, yarı kel

Katı: Sert, dayanıklı, haşin, güvenli, adamakıllı

Katık: Katılan, katılım, ekmek, yemek, sert, güçlü, şiddet

Kav: Meşe ağaçlarında biten mantar çeşidi

Kavi: Kuvvetli, içi dolu

Kavil: Kuvvetli söz, anlaşma

Kavilleşmek: Sözleşmek, radevu yapmak

Kavsuk: Tahılların içi boş olması

Kavurt: Un helvası

Kavuz: İçecekteki çer, çöp. Havuz

Kay: Tipi, kar fırtınası, masal, hikaye

Kaygana: Pekmezli yumurtadan yapılan tatlı

Kaygaş: Mucize, olağanüstülük

Kaygış / Gaygış: Gencek’te tarım arazilerinin bulunduğu sulak bir yer adı, Kayı’nın kuşu, Kayı’nın kışı, Kai-Guş, Kai-Kış, Kay-Kış, Kayı oğullarının yeri.

Kaygu: Kaygı, endişe

Kayıp gitmek: Uykuya dalmak

Kayış: Kuşak ve ip yerine kullanılan uzun ve dar kösele parçası

Kaysak: Kalınlaşma, kabuk tutma

Kebe: Yün veya kıldan yapılan büyük ve kaba yapılı bir ceket

Keçe: Yünden tepilerek elde edilen; beyaz, sade ya da desenli, düz, geniş, kilime benzer sergi

Keferete yaramak: İşe yaramak

Kef: Kir

Kefin: Kefen

Keğli / kewli: Irmak ağzı

Kekeç: Kekeme, peltek. Çene. Kuru, katı. Ters

Kekecel: Gencek’te bir sülale ismi. Kekeçler

Keklik Suyu: Gencek’in girişinde küçük bir pınar

Kekilli: Alna dökülen kısa saç, perçem

Kel: Saçı dökülen kimse. Küçük. Çıplak, örtüsüz, ağaçsız, otsuz. Meşe çalısı

Kelek:Olmamış kavun, ham

Keler: Kertenkele

Kelermek: Eskimek, küçülmek

Keles: Bir kertenkele türü, bir sincap türü. Kençekler’den bir oymak adı

Kelp: Köpek

Kelsu: Gencek’te tarım arazilerinin bulunduğu sulak bir yer adı. Küçük deniz, küçük göl

Kembere: Hayvan gübresi

Keme: fare

Kemirmek: Isırma

Ken: Kent, her yeri kaplamış kuşatmış, en kıymetli şey

Kence: Yaşça en küçük çocuk. Hazine, Tahıl Deposu

Kencebay: Kırgız Er Töştük Destanı kahramanı

Kencekey: Kırgız Er Töştük Destanı kahramanı

Kenceke: Kırgız Er Töştük Destanı kahramanı

Kençe: Turuncu renkli bir bitki türü. Halı ve kilim dokumada kullanılan turuncu, gök, sarı ve beyaz renklerinden oluşan bir motif adı. Sarıya dönük turuncu rengi

Kençe: Küçük kent. Kağanın küçük kardeşinin ve atalarının yaşadığı şehir. İkinci ordugah şehir.

Kencek / Kençek: Gencek. Talas civarında yaşamış olan, iki dil bilen, kendilerine özgü şiveleri olan, birçok Oğuz boyunun birleşimi ile oluşan bir Türk kavmi. Oğuz, Kanglı, Kıpçak, Karluk ve Uygur kavimlerinin hem atası hem karması olan ve Türk Sır Budunu olarak bilinen ata kavim

Kençek Sengir: Gencek Dağı

Kençek Senir: Kençek Şehri

Kençeklenmek: Kençek kılığına girmek, Kençeklilere benzemek, Kençekleşmek, bir olmak, birlemek

Kendirik: Düğün gecesi

Keneş: Danışma, görüşme, düşünme, tedbir alma

Keneşmek: Karşılıklı danışmak, istişare etmek

Keneşsiz: Tedbirsiz, danışıksız

Kendil: Gizlisi saklısı olmayan, geveze

Kendir: Kenevir. Kenevirden yapılmış urgan. Urganın incesi, ip. Deriden, çadır bezinden yapılan ve hamur tahtasının altına serilen yaygı, sofra örtüsü

Kendirel: Gencek’te bir sülale ismi. Kendirler

Kendirik: Düğünün ikinci gecesi, keçi derisinden yapılmış sofra örtüsü, mundar

Kendük: Küp gibi topraktan yapılan büyükçe bir kap

Kendüz: Nefs, can, ruh

Kengek: Baston

Kenger / Kenker: Eşek dikeni denilen, kökünden süt çıkan, mor çiçekli dikenli bir ot

Kengeş: Şura

Kengeşlü: Danışık, anlaşık, dayanışmalı

Kenpe: Bir ot adı, keten

Kepaze: Gereksiz, lüzumsuz anlamında hafif hakaret

Kepeksiz: Gereksiz konuşan

Kepenek: Yünden yapılan ve havaların soğuk olduğu zamanlarda çobanların giydiği, kolsuz, uzun ve kalın yapılı bir çeşit palto. Kapı pencere kanadı

Kepir: Bayat, ot bitmez

Kerekli: Gerekli, zorunlu, farz

Kerevet: Başkalarının sevinciyle sevinmek, mutlu olmak

Keri: Sonra, ötürü, dolayı, geride kalan, gerilmiş

Kerkenes: Gündüz avlanan, 30-35cm boyunda yırtıcı bir kuş türü. Rüzgarla karşılaştığı zaman kafası görünmeyen bir el ile tutuluyormuşçasına sabit kaldığı için görüş yeteneği hep mükemmeldir

Kertik: Ağaca bıçakla çizilen çizgi, yapay, suni

Kertlek: Zayıf, sıska

Kesek: Toprak parçası, kesik, parça

Kesel: Gevşeklik, tembellik, uyuşukluk

Kesene: Götürü, keseniye

Kesik: Sütün bozulması

Kesmik / kesmük: Samanın çöplü, talaş kısmı

Kestel: Hayvanların ot, saman yerken yere dökülen parçaları

Kestirmek: Geçici ve kısa bir an için uykuya dalıvermek

Keş: Süzme yoğurttan yapılan sert çökelek, kurutulmuş yemek, dengesiz

Keş çökelek: Basit insanlara söylenen hakaret

Keşgek: Buğdaydan yapılan bir çeşit yemek

Keşik: Nöbet, sıra

Keşikçi: Nöbetçi, ısrarlı

Keşir: Yiyecek, gıda

Keşkek:Kabuksuz buğdayla yapılan yemek

Keşli: Üstü başı pis olan, kirli, pasaklı

Ket: Darbe, yılmaz, azimli, kararlı

Ketçik: Darbecik

Ketez: Kağnı tekerleğinin çevresinde takılı bulunan demir çember

Ketir: Eş, dost

Ketmunamus: Rezil

Kevkir: Delikli kab

Keyel: Gencek’te bir sülale ismi

Keyessimek: Tembelleşmek, miskinleşmek

Keyfiyad: Durum, vaizyet

Keyri: Sonra (Bundan keyri: bundan sonra)

Kıcır: İntikam, öç duygusu

Kıdık: Gedik, güdük

Kığla: Göçmen yaban kuşu

Kıldırtı: Keçi çanı

Kılıç: Saban ve ökçeyi birbirine bağlayan demir çubuk

Kınık: Gayretli, çalışkan, şerefli, hakim, muhterem

Kınnap: İp

Kıp: Baht, talih

Kıpçak: Ağaç kovuğu, bahtı açık, merkezde kaçmış, uzaklaşmış, bir ototriteye balı olmayan, çayırlık, geniş toprak, boş arazi

Kır: Basık dağ, açık  yer, kır, su bendi

Kıraç:Kırlaşmış, kır gibi, kırık, kırıcı, yarık, verimsiz toprak

Kıran: Bozgun yapan, düşmanı yok eden, dağ yamacı, yön, kenar, kıyı

Kırgız: Geçimsiz, kırkıncı, bozguncu, kırk uz, numune, örnek

Kırım: Kırış, bozgun, katliam, uç nokta, kenar

Kırıntı: Misafire verilen çekirdek, leblebi, lokum, çitlenbik

Kırağı tavı: Güz vakti yere düşen kırağı

Kırdavlamak: İş yapar görükmek

Kırklamak: Doğumdan kırk gün sonra bebeği törenle kırk defa yıkamak. Lohusa veya yeni doğmuş bebek için kırk günü doldurmak

Kırklık: Yün kesme makinesi

Kırma: Melez, arpa ezmesi

Kırpmak: Kesmek

Kırşan: Gönülsüz, neşesiz

Kısıg: Hapis, dar yer, kısıtlı

Kısır: Keçinin doğurmayanı

Kıskaç: Bir çeşit metal maşa. Kalaycılıkta kullanılan maşa

Kıskıvrak: Çabucak

Kısmak: Azaltmak

Kıvam: Olgunluk, yeterlilik

Kıvanç: Gurur, kıvanma, sevinme, öğünme, mutlu olma, kendine güvenerek övünme

Kıvşırmak: Gelişi güzel

Kıynık: Tahta batarı

Kıyık:Kıyıcı, yırtıcı, zalim, gaddar

Kızamık: Pişen tarhanada kazan dibinde kalan yanık tarhana

Kızılgaya: Gencek’te bir yer adı

Kızıltoprak: Gencek’te kızıl topraklı bir yer adı

Kile: Bir çeşit ağırlık ve hacim ölçüsü, hububat ölçüsü. Şiniğin sekiz katı büyüklüğünde hububat ölçüsü

Kirbit: Kibrit

Kirez: Kiraz

Kireysinmek: Üşenmek

Kirkit: Istarda, halı, kilim dokurken, ipin sıkıştırıldığı büyük ve ağır tarak

Kirli çıkı: Fakir görünen ama çok para biriktiren kimse, gizli saklı para biriktiren kimse

Kirman: Yün eğirme aleti, eğrik

Kisiren: Hamur teknesinden hamur almakta kullanılan, düz, demir bir alet. Çift sürerken pulluğun bıçağına yapışan çamuru sıyırmak için öğendirenin arkasına takılan kisiren. Obusa

Kiyat: Kağıt

Kizir: Cesur, yürekli, kezir, keser

Kizlemek: Saklamak

Kocamusel: Gencek’te bir sülale ismi

Kokuşmak: Çürüyüp bozularak kötü bir koku çıkarmak, kokmak. Sasımak

Kolan: Yün halat

Kolçak: Kolcu, koruyucu, kollayıcı

Koman: Kaman, kuman,, yurduna yabancı sokmayan, aman vermeyen, kumral

Komatmak: Koşmak

Kon: Yurt, vatan, konak, yerleşim, mekan

Konag: Konuk, misafir, konuk ağırlanan ev

Kondu: Yerleşik, yerli

Kongar:Koyu kırmızı, kızıla yakın at

Konşu: Komşu

Kor: Öz, maya, asıl. Ateş paröası, ateş

Korgan: Korunan yer, kale, kurgan

Korug: Koru, koruluk, korumaya alınmış ağaçlık bölge

Koruk: lmamış üzümden elde edilen şıra

Kostak: Güzel yürüşlü, havalı

Koşum: Bağlı, yan yana. Atın eyer, kulan, üzengi gibi malzemelerinin tümü

Koy: Koyun, merhamet

Koyunlu: Merhametli

Kozak: Kozalak. Çam, selvi gibi ağaçların sert çiçeği

Kozan: Kozalak

Köfe: Üzüm taşıma sepeti

Köfün: Yedi ila sekiz sepet dolusu üzüm koyulabilen büyük sepet, küfe

Kömbe: Daha çok mısır unundan yapılan, kızgın korlu külde veya soba fırınında pişirilerek yenilen kalın ve yuvarlak ekmek

Kök: Gök, aile, soy, köken, kök

Köken: Göğen, gelen, köekn, soy, aile

Kömek: Yardım

Köndenmek: Ayağı takılıp düşmek, bir yere takılarak sendelemek

Kör Delik: Eski evlerde duvarların içerisine yapılan gömme dolap

Körke: Ağaçtan yapılmış tabak

Kör Kuyu: Gencek’te bir sarnış ismi

Körpe: Bebek

Körük: Ateşin harlanması için kullanılan, genellikle manda derisinden yapılmış hava üfleyen malzeme

Köse: Sakalı bıyığı olmayan. Ateş karıştırmaya yarayan odun

Kösel: Gencek’te bir sülale ismi. Köseler

Kösülmek: Büzülmek, boylu boyunca uzanıp yatmak

Köstek: Ayak bağı

Köstü: Köstebek

Köş: Çatı kat

Köşgü: Evin balkon kısmı

Kudur: Kudret, güç, gazap

Kudurmak: Azmak, öfkelenmek

Kuduruk: Hareketli

Kulağel: Gencek’te bir sülale ismi. Kulaklılar

Kumüs: Gümüş, kadın kişi adı

Kupa: Bardak

Kupay: Tavşancı av köpeği

Kurgan: Kale, anıt, mezar

Kurna:Musluk, curun

Kurşunbaşel: Gencek’te bir sülale ismi

Kuskun: Atın kuyrğundan geçirilip eyere bağlanan kayış

Kut: Uğur, alih, baht. Mübarek. Can, ruh, dirilik, yaşam gücü. Kader, yazgı. Erk, iktidar. Bereket, nasip

Kutalmış: Kut almış, kutlu, mübarek, kutsanmış

Kutamış: Kutsamış, değer vermiş

Kutan: Dua, yakarış, niyaz, saban, pulluk

Kutlu: Mübarek, tanrısal. Bahtiyar. Kabul görmüş

Kutluğ: Kutlu, mübarek,

Kuyucel: Gencek’te bir sülale ismi.

Kuz: Dağın güneş görmeyen yamacı

Kücü: Uç kenarlarına dik olarak çekilmiş iki çivi bulunan ve düzgünce ip sarmaya yarayan bir ağaç değnek

Küçe: Sokak

Küçek:Güçlü

Küçüleme: Halı dokuma aleti

Küfül küfül: Serin serin esmek

Kükmekli: Ucu topuzlu

Kükremek: Kükreyiş, bağırmak, kabarmak, taşmak, coşmak, yüksek sesle bağırmak

Kül: Ateş, yakıcılık, yok edicilik. Yenilmezlik. Ulu, ünlü. Gözü karalık. Ateşten arta kalan toz

Külek: Rüzgar

Küllenmek: Eşek gibi hayvanların tozlu yerlerde yatıp yuvarlanması, Bir acının, bir sıkıntının, bir olayın unutulur gibi olması

Küllük: Çöplük

Külünk: Balyoz

Külünk gibi: Çok ağır, şişman, taşıması zor

Külümbe: Elle çevrilerek su çıkarılmada kullanılan çarkın kolu

Kümbemek:Sıçramak, atlamak

Kün: Gün, güneş, gündüz

Küncek / Güncek: Güneş özü, güneşin aynısı, gün özü

Künçek: Güneşlik, şemsiye

Künçük: Güncük, susam

Künde: Ucu eğri deynek, pusu, kuş yuvası

Künk: Suyu bir yerden başka bir yere akıtmak için küçük bir kanal açılıp oluk gibi taş döşemek ve üzeri tekrar toprakla kapatılmak suretiyle meydana getirilen toprakaltı su tesisatı

Kündüz: Gündüz

Kürt: Kurt, dağ Türkmeni

Kürdel: Gencek’te bir sülale ismi. Kurtlular

Kürem kürem:Yığın yığın, küme küme

Kürk: Kırlarda yetişen, yazın, siyah, küçük meyveleri olan ve yenilebilen bir meyve

Kürnemek: Yaramazlıkta aşırı kaçmak

Kürümek: Sürüklemek götürmek, kazımak

Kürtük: Keçinin kızışma dönemi

Küse demiri: Manevela

Küsge: Ağaçtan, küçük huni şeklinde yapılıp bir değneğe bağlı iple döndürülen bir oyuncak

Küsülü: Boylu boyunca yatmak

Küt: Ucu sivri olmayan

Kütülü: Boyunsuz şişman

L

Lakırt:Su içerken çıkartılan ses

Laklak etmek: Boş sohbet etmek

Lastık: Mestin giyildiği lastik ayakkabı

Laylay: Ninni

Lehti: Mezarda cenazenin konulduğu yer

Lele: Lale

Lemberlek: Tıka basa dolu, bir yerde kalabalığın fazla olması

Len:Ulan anlamında kabaca seslenme ünlemi

Lengirdeşmek: Gevezelik etmek, bağırarak konuşmak

Leşvetmek: Bir yere su taşması sebebiyle oranın bataklık ve çamur haline gelmesi

Letir: Kök kısmı topraktan çıkarılarak yenilen ve taze nohuda benzer tadı olan bir ot

Leyleğel: Gencek’te bir sülale ismi.

Lingirdek: Hafif meşrep

Lik: Damlara dökülen saman ve kum karışımı harç

Lokman hekim:Hikmet sahibi olduğuna inanılan kişi

Löklemek: Kırılmı, çatlamış çanak çömlek gibi kabları yumurta akı, sabun ve kireçten yapılan özel bir macunla  yapıştırmak

Löküs: Tüplü lamba

Lüçnüt: İmece, buğday ve buğdaya benzer şeyleri temizlemekte köylülerin yardımlaşması. Köylülerin bir köle veya bir hayvan göndererek harman dövdürmek için yaptıkları yardım

Lüt: Çıplak

M

Macır: Göçmen

Mafa:Vefa

Mafasız:Vefasız

Mağ: Su birikintilerinde oluşan yosun

Mağlanmak: Yosun tutmak , yosun bağlamak

Mahana: Bahane

Mah: Ay yüzlü, ay

Mahgeme / Maggeme: Mahkeme

Mahrama:Mendil

Mahşar:Mahşer

Makta: Kereste

Malak: Manda yavrusu. Aptal

Malama: Bir-iki gün düvenle sürülen ekin

Malamat Etmek: Rezil etmek

Malır: Marul

Malim: Malum, bilinen, belli

Mamak: Sakin , kendi halinde

Mamir: Memur

Manas: Huy, mizaç, heybetli, heybet

Mandal: Tarladan toplanan taşların oluşturduğu yığın

Mansır:Mana-Sır, Mana / Hilal inanışlı Sir budun yeri. Gencek’te bir yer adı

Mansur:Tanrının yardımıyla galip gelmiş. Mantar

Marag / Marak: Merak

Maraglı: Meraklı, ilgili, ilginç

Maral: Ceylan

Maraz: Hastalık

Martin: Silah

Masır: 10-15 cm. uzunluğunda, çubuk biçiminde, yuvarlak ve küçük kamış boru

Maşala: Alevli çıra

Maşat: Hıristiyan mezarlığı

Maşrafa: Metal veya ağaçtan yapılmış su bardağı

Matetmeg: Rezil etmek, ayıbını herkese göstermek

Mat: Şaşı

Mavrı: Kedi yavrusu, ham

Mavuş: Maviş. Mavi nesne. Gök rengi nesne

Mavuşel: Gencek’te bir sülale ismi.

Maya: Dişi deve

Maya deberden: Kışkırtıcı

Mazarat: Şımarık

Mazarat Dağarcığı: Çok yaramaz, kötülüklerle dolu, ortalığı karıştıran

Me / Meh: Buyur al anlamında

Mehek: Görüşüp konuşmaya müsait yer

Mehle: Mahalle

Mehluk: Mahluk

Mekiç: Sopa gibi zayıf

Meke: Göl kuşu

Meleksi: Yufka ekmek yapmak için yoğrulan hamurdan bir ekmek yapılabilecek kadar ayrılan ve oklavayla eylemeye hazır hale getirilen yuvarlak hamur parçası

Melez: Kırk günlük yazlık buğdayı ile arpanın karışımı

Melham/ Melem: Merhem, krem

Melle: Duvarcı aracı, mala

Mellec: Gencek’te bir yer adı. Ezik, ezilerek birbirine karışık

Mellengeç: Mürvez ağacı

Melli: Göçten geri kalan

Melügülü: Halı, kilim dokumak için kullanılan ve ip sarılan araç

Memlekat:Memleket

Mencilis: Meclis, topluluk

Menevşe: Menekşe

Mengen: Nişancı, iyi ok atan. Becerikli, mahir

Mengene: Onarma, işlemi, düzeltme işlemlerinde nesneyi sıkıştırıp sabit tutmaya yarayan alet

Mengü: Ebedi, sonsuz, sonsuza kalan, ölümsüzlük

Mercik:Boncuk

Merçem: Kakül, perçem

Merdane bilmek: Karşısındaki insanı kendinden daha iyi, güçlü olduğunu göz önüne almak

Merdek: Düzgün yapılı, biraz ince ve uzunca kesilmiş kerestelik ağaç

Merduvan:Merdiven

Meres: Miras.Veraset yoluyla geçen şey, ölen bir kimsenin bıraktığı mal, mülk

Meresker: Mirasçı

Merkep: Eşek

Meslel: Gencek’te bir sülale ismi.

Mest: Ayağa giyilen yumuşak ayakkabı

Mete: Soylu, saygıdeğer, bütünlükçü

Mete zoruyla: Bağırarak kızarak iş yaptırma

Meymene mesmene: Herkesin gözü önünde, alenen

Mezer: Mezar

Mıh: Çivi

Mıkla: Patates yemeği

Mıkın kökü: Kızgınlıkla söylenen sorma anlamında bir kelime

Mimber:Camilerde vaaz veren kişinin çıkıp hutbe okuduğu, kapısı, merdiveni, sahanlığı olan, üstü külahlı yer

Minara: Minare

Mindanat: Tarladan biçilen tahılı kağnıya yığma esnasında kullanılan, uç kısmında üçgen şeklinde üç çatalı bulunan ve uzun saplı bir çiftçi aleti

Mitli: Her şeyiyle benzer, aynısı

Miyar / Mınar: Pınar

Miyene:Un kavurması

Molla:Büyük kadı, medrese öğrencisi

Moza: Domuz yavrusu

Mönük: Halı dokurken el üzerine dolanan ip yumak

Mucuk: Meyve ve sebze çürüklerine, sirkeye konan küçük sinek, kumuç. Sevimli güzel göz.

Mucuğel: Gencek’te bir sülale ismi. Mucuklar

Mudul: Tomurcuk. Öğendire çivisi. Nodul

Mudullamak: Hayvanı öğendire ucuyla dürtmek

Muduloturdumu: Gencek’te eski bir yerleşim bölgesi. Tomurcuk at yetiştirilen alan

Muh: Tomurcuk. Çivi

Muhanet: Hayırsız, kötü

Muharı: Bacı

Muhdamat: Tomurcuk damat, yeni damat manasına gelen Gencek’te bir yer adı. Tomurcuk at yetiştirilen alan. Muh-Dam-At.Toy atların yetiştirildiği dam, alan

Muhdar:Muhtar

Mulla / mul: Karaağaç, değirmen

Mullel: Gencek’te bir sülale ismi.

Mullalel: Gencek’te bir sülale ismi

Muraf: Karşı karşıya, yüz yüze

Muraylanmak: Birisine yaranmak için onu överken başka birisini yerecek, kötüleyecek sözler sarf etmek

Mureyi: Dedikoducu, laf götürüp getiren kimse, kötü kimse

Musa Yurdu: Gencek’te bir yer adı

Musdan: Mustafa

Musdanel: Gencek’te bir sülale ismi

Muşduluk: Müjde hediyesi

Muyar: Suyu güçlü akakn çeşme, pınar, Oğuz’un Suyu

Muzur 7 Munzur: Aksi, hayırsız

Mücürüm: Beceriksiz, elinden bir iş gelmeyen

Müdane etmemek: Tenezül etmemek, bağımlı olmamak

Müddiemin: Savcı, polis

Mülcem: Şaşkın, beceriksiz. Ondan dolayı

Mülüd:Uslu, yumuşak, sakin

Münnez: Evin temeli

Müreyi: Fesatlık, birisine yaranmak için iki kişiden birisini övüp diğerini kötülemek, fesat çıkarmak

Müsefir: Misafir

Müzdelemek: Müjdelemek

Müzevirci: İspiyoncu

 

N

Naal:Nasıl

Nacak: Tek ağızlı bir çeşit balta

Nahı emi: Sinirlenme anında söyleniir

Nahıl: Nasıl

Namarna: Oluklu, çinko saç

Namlı: Ünlü, meşhur. Namlu, ateşli silahların fişek yerleştirilen metal bölümü

Narın:İnce yapılı

Nasıb: Nasip, baht, kısmet, talih

Nebat:Bitki

Neçe: Kaç, ne kadar

Nedcez: Ne yapacağız

Neddin:Ne yaptın?

Nefer: Kişi

Neft: Yağ, sperm

Neliklerile: Zorlukla, güçlükle, çok emek harcayarak, zahmetle

Nene:Nane

Nenni: Ninni

Nen çekmek: Çocuklara dinni söylemek

Neniklerile: Ne emekler sarfederek

Nevri dönmek: Kafa karışması

Nevruz çiçeği: Toroslara has bir çiçek

Nezgep: Kadınların başına taktıkları, gümüş paralarla süslü evlilik sonrası takılan ve atadan ataya intikal eden başlık

Nıfırgı: Ergen çocuk

Nişlen: Ne yapıyorsun?

Niyaz:Yalvarma, yakarma

Nizam: Düzen

Nobal: Vebal

Nobal boynuma: Vebali boynuma, günahı benim olsun

Nörün: Ne yapıyorsun

O

Oba: Yurt, mekan, mesken, diyar, çadır, kabile, aşiret

Obusa: Çift sürerken pulluğun bıçağına yapışan çamuru sıyırmak için öğendirenin arkasına takılan kisiren

Ocak: Otak, odak. Ateşlik, ateş olan yer

Ocaklı: Ocak sahibi

Ocaklık: Evlerin bir kenarına ve duvarın içine doğru oyuk olarak yapılıp üst kısmı bacaya açılan ve yemek vs. pişirmekte kullanılan yer

Od: Ateş, ot

Oğlak: Keçi yavrusu

Oğramak: Uğramak

Oğraş: Uğraş, mücadele, meşgale

Oğru / Oğrun / Uğrun: Hırsız

Oğul: Oğlan, erkek çocuğu, evlat

Oğurlamag: Çalmak, adam kaçırmak

Oğrun oruun: Gizli gizli, hırsız (oğrun ) gibi

Ok: At arabası direği

Okunuk: Düğünde davet için gönderilen havlu, kumaş, giyecek

Oktar: Bilgili, akıllı. İyi ok atan. Davetçi, davetkar

Oleyin:Olayım

Olgun: Yetişkin, olmuş, kamil

Oltan: Ayağı muhafaza etmek için

Oluk: Su yalağı, içi oyuk ağaç kayık

Omaca: Üzüm ağacı

Omarel: Gencek’te bir sülale ismi

Omur: Umur. İlgi, heves, güç, dayanıklılık

Ongarmak: Tamir etmek, bir işi yanlış yada eksik yapmak

Ongun: Bolluk, bereketlilik, uğurluluk ve verimlilik

Onmak: Hayatta talihli ve şanslı olmak, mal sahibi olmak

Ondan kericeğim: Ondan başka

Onşama:Okşama, gelini ağlatma

Orak:Ekin biçme aracı

Ordağı:Ordaki

Orhun:Sır saklayan, sırdaş, gizli, gizemli

Orman: Ağaçlık, bölge

Orum: Mera, otlak

Orun: Makam, mevki, özel yer, taht, karargah, görev yeri

Ot: Ateş, ocak, ev. Nebat, bitki

Otak: Yedi taşın dikilmesi ve devrilmesi ile oynanan oyun

Otluk: Ateşli

Otman: Ailenin en küçük oğlu, ocağın ateşini yakıp ısıtacak ve devamlılığı sağlayacak olan

Otra: Cephe, cephe hattı

Ot süpürgesi: Evi süpürmeye yarayan süpürge

Otul: Sazlık

Otulel: Gencek’te bir sülale ismi.

Otururkana: Otururken

Ovcalamak: Avuç içinde sürtmek

Oya: Oyularak yapılan el işi

Oyanna: O yana

Oylum: Çukur, kuyu, boşluk, kurucu

Oyma: Kadın elbisesi

Oymak: Yığın, kitle. Obadan büyük, boydan küçük olan akrabalar topluluğu

Oynak: Gencek’te bir yer adı.

Oynak:Kımıldayan, yerinde sağlam durmayan, hareketli, güvenilmeyen, kararsız. Yeraltı suları nedeniyle kayan toprak arazi. Üstü çayır altı bataklık yer

Ö

Öcümek: Korkmak, çekinmek

Öd: Safra

Ödem: Vücut içi iltihaplanma. Borç, bakiye

Ödüçle: Ödünç alıp verme

Ödüm sıddı: Çok korktum

Ödün: Uzlaşmaya varabilmeki için bazı haklarından vazgeçmek

Öge: Öke, dahi, zeki, çok akıllı

Öğ: Ön

Öğ: Ön, ok, ana, anne, yaratan, doğuran

Öğeç: Yaşlı erkek davar

Öğendire: Kağnıya, çifte, dövene koşulan hayvanları idare etmekte kullanılan, bir ucunda küçük bir çivi bulunan, ince ve uzunca ağaç değnek

Öğer:Över

Öğey: Üvey

Öğeyin: Bir çeşit zararlı böcek

Öğle yeli: Lodos

Öğselemeç: Ateşi karıştırmaya veya yanan korda bir şey pişirmeye yarayan uzunca değnek

Öğseri: Dövme ya da köşeli çivi

Öğsü / eğsi: Bir ucu ateşte yanmış odun

Öğsülcan: Yaraların daha cabuk iyileşmesi için kullanılan sıvı, oksijenli su

Öğsüz: Öksüz

Öğü:Önü

Öğün: Yemek vakti. İtina, dikkat, sıra

Öğük: Çok sevimli, cana yakın, sevgili

Öğünmek: Övünmek, gururlanmak,

Öğünmüş: Öğünmeyi hak etmiş, övünmüş, gururlu

Öğünür: Gururlu, mağrur

Öğürmek: İç bulantısı

Öğüt: Nasihat, tavsiye, deneyim aktarımı

Ök: Öz, doğuş, gelişme. Zeka, bilme, us, yetenek. Ana, doğuran

Öksüm: Arzu, murat

Öksüz: Anası ölmüş olan çocuk. Desteksiz, arkasız, gelişmeye engel durumu olan

Ökte: Ökeli, akıllı, deneyimli

Öküz: Öküz. Irmak, nehir, akarsu. Uzman, bilge, ehil, dahi

Ölçermek: Sönmeye başlayan ateşi yeniden alevlendirmek

Ölet: Salgın hastalık

Ölmez: Dirayetli, dayanıklı,unutulmaz, iz bırakmış

Ölünkörü: Kızgınlıkla cevap verme

Ön: Doğu, güneşin doğduğu yön. İlk başlangıç, doğuş. Öncelik, ön taraf

Önmek: Takip etmek

Önceğez: Önündeki söz. (Bu deyeseğin bir önceğezi varıdı amma…)

Öncek: Koyu lacivert pamuklu kumaştan yapılmış, kadınların giydiği uzun etek

Önez: Pusu, gizli izleme

Öneze: İz sürmek, iz takip etmek

Öncü: İlk, orijinal, lider, yol açan, önde olan

Ören: Yıkık virane

Örme: Kazak

Örü: Geceleyin uyuyan koyun sürüsünün uyandığı zaman

Örüm: Çit, ağıl. Saç örgüsü

Örün: Saç örgüsü, beyazlık, temizlik. Ürün, hasılat

Örüstüne: Ayak üstü durma

Örselemek: Sersemletmek, hırpalamak

Örtmek: Gizlemek, korumak, saklamak, görünmez duruma getirmek, kapamak, kaplamak

Örüm: Saç örümü

Öteberi: Diğer malzemeler

Öteyaka: Gencek’te bir yer adı

Öteyüz: Gencek’te yaylanın uzak tarafı

­­Ötlek: Korkak

Ötmeg: Geçmek

Ötmek: Ötmek

Ötürmek: İshal olmak

Ötürük: İshal

Övbise: Uc çivili öğendire sopasının arkasındaki çamur sıyırma demiri

Övcelemek: Ovalamak

Övelek:Bir tür kuş

Öyke: Öfke, hiddet, hınç

Öykü: Hikaye, taklit, benzetme

Öyük: Çoşku, çoşkunluk

Öz: Benlik, ben, tin, can, ruh, gönül. Asıl, esas, temel. Şahsi, kişisel, kendi

Özbek: Cesur, kendine güveni tam

Özüm: Gücüm

P

Palan: Binek ve yük hayvanlarına vurulan geniş ve süslü bir cins eğer, semer bağı

Palaz: Kaz, ördek, güvercin gibi hayvanların civcivlikten sonraki durumu. Gürbüz, şişman, dağınık, düzensiz kişi. Çirkin, kötü. Manda yavrusu. Ekin biçildikten sonra tarlaya dökülenleri toplarken, tırmığın dişlerine takılan ince saplar. Keçi kılından yapılmış ve eskimiş kilim, çul, çuval, keçe

Pambık: Pamuk

Papara: Gencek yöresinde yapılan bir çeşit yemek

Parı: Para

Pardı: Damı tutan ardıç kütüğü yarması

Parıl parıl: Pırıl pırıl, güzel bir çehre

Parlamak: Aniden sinirlenmek, ışık saçmak

Pas: Küf

Pana: Ucuna bez bağlanmış bir değnekten oluşan fırın temizleme çubuğu, ağaç oluk

Papk: Şapka

Park: Ev, bark

Parsak:Acıma duygusu, merhamet, porsuk

Paşalı: Şalvar içine giyilen etek, ipek çizgili düğün giysisi

Patgı: Ağaç köprülerin yan kenarlarına dikey olarak ve belli aralıklarla sağlam bir şekilde dikilen kalın ağaç kazıklar

Patı patı: Darı(Mısır) ekmeği

Patlanguç: Vücutta çıkan kabarık, kızarıklık

Pavguş: Baykuş

Payam: Badem

Pazı:Sarma yapılan ot, kas

Peçen: Çayır, çimen, çayırlık, otlak

Peçenek: Bacanak, otlak, çayırlık

Peg:Pek

Pek: Sağlam, berk

Pekiy: Pekiyi

Pelaz: Palazlanmış, millet olmuş halk

Pelit: Meşe ağacı ve meyvesinin ismi

Pelitli: Gencek’te pelit / meşe ağaçlarının bol olduğu bir yer adı

Pelize: Nişastadan yapılan tatlı

Perçem: Yan saç

Perikmek: Hayvanın yuvasını terk etmesi

Peşkir: El havlusu

Peyke /Seki: Taraça, merdiven payı

Peynirli İni: Gencek’te içerisinde tarihi yazıtlar ve küçük yeraltı su birikintileri bulunan, ince, uzun, tünel geçit şeklinde bir in

Pınarlı Yorak: Gencek’te pinar ağaçların yoğun bulunduğu bir yer adı

Pırlanda: Dolan da, dön de

Pıskırmak: Hapşurmak, aksırmak

Pısmak: Korkmak, azaltmak

Pinik: Kümes

Pis: Kötü, kirli

Pise: Çam vey ardıç reçinesinin damıtılmasıyla elde edilen siyah renkli sıvı yağ

Pisi: Kedi

Pişgin: Pişkin, olgun, pişmiş. Gururlu

Pişi: Börek çeşidi

Pişik: Kedi.

Pite pilte: Fitil fitil

Polat: Dayanıklı, güçlü, demir, çelik

Pontil: Pantolon

Poşu: Başa sarılan ipek veya pamuktan dokunmuş parlak kumaş, dolama

Pökeç: Suyun önünü kesmek için yapılan boğum

Pörtlek: Gözü çıkık

Pöskülü: Yanan kıyafet ve bez parçalarından yayılan koku, şamdan

Pul: Para

Pür: İğne yapraklı ağaçlarda yaprak; çivi, silahla donanmış

Pürlü/ Pürü: Çam ağacı dalı

Püs: Badem ve erik ağaçlarının gövdelerinde çıkan sıvı bir madde, reçine

R

Rahmed: Rahmet, yağmur

Rahvan: At yürüyüş sitili

Rapçat: Angarya, beyin halkın gönlünü alarak üzerlerine yük yüklemesi

Rey: Oy

S

Saban- karasaban: Çift sürmekte kullanılan , toprağı kazıp alt üst ederek ekime hazırlayan demir uçlu alet

Sabı: Aklı ermeyen küçük yaştaki çocuk. Yeni doğmuş bebek. Söz , sohbet

Sabın: Sabun

Saç: Yufka pişirilen yuvarlak ve ortası tümsek demir metal

Saç ayağı: Ateş üzerine koyulan üç ayaklı demir altlık

Sadaka tası: Sadaka istemeye gelenlere verilen kıyma, fasulye veya buğdayın ölçüldüü tabak

Sadana: Saf, salak

Sadığel: Gencek’te bir sülale ismi. Sadıklar. Sıddıklar

Sağanak: Sağanak, sert vehızlı yağan yağmur

Sağdıç: Sağlıklı günlerin arkadaşı. Damadın en yakın en güvenilir arkadaşı

Sağlıcak: Sağlıklı, diri, esenlikli

Sağsak: Kötü kokmuş

Sağlığıla:Sağlıkla, esenlikle, rahatlık içinde

Sahab: Sahib

Sahan:Bakır tabak

Sahife: Sayfa

Saka: Akıllı, arif, düşünceli, saygılı, sakal, saklı, saklayan, koruyan. İlk Türk kabilelerine verilen ad

Sakağa: Grip hastalığına tutulmuş hayvan

Sakar: Uğursuz, sakıncalı. Sakar. Alnında beyaz lekesi bulunun at, keçi. Ağzı burnu kara kuzu

Sakardaş: Gencek’te bir yer adı

Saklı / saglı: Gizli, mahfuz, korunmuş, esirgenmiş

Saksağan beyni: Yoğurtla pekmez karışık yemek

Sal: Kılıç

Sal: Üstü açık tabut

Salam: Sağlam

Salgaraya: Salınmış, azade, başına buyruk, otorte tanımaz, kendi halinde, gelişi güzel

Sallazort: Ne yaptığını bilmeyen, sersem

Salmak: Salmak, bırakmak, saldırmak, serbest bırakmak, uzatmak, yaymak

Salık: Serbest, azade, hürriyetine kavuşmuş

Salkanak: Öküzün boynuzunun altındaki gerdan

Salkım: Sarkmış, salınmış. Üzüm dalı

Sallım saçak:Salkım saçak, kalabalık bir biçimde

Salta: Eskiden el dokuma kumaşlarından yapılan uzunca bir ceket

Salur: Oğuz’un kılıcı manasına gelen Gencek’te bir yer adı

Sançar: Saplayan, batıran, dürten,iyi silah kullanan

Sannedmek:Zannetmek

Sap: Erkek. Tahılgillerin, buğdayın harman yerinde yığılmış hali

Sap sapa: Erkek erkeğe

Sapa: Gidilen yol üzerinde olmayan, dolanbaçlı,, engelli yol, dik yokuş. Yolza uzak yer

Sapak: Kavşak

Sapıtmak: Kaçıp izini kaybettirmek

Sarı çiçek: Çiğdem

Sarı töyün: Sincap

Sarıg: Erik, zerdali, kayısı. Suv kenaraında toplanan sarı su.Sarılı, sarılmış, örülü

Sarıklel: Gencek’te bir sülale ismi. Sarıklılar

Sarınç: Sarnıç, kuyu

Sarınç: Gencek’te yaylak bir yer adı

Sarınç Öğü: Gencek’te Sarınç’tan önce gelen bir yer adı. Sarı Ana Evi, Sarı Kıpçak Ana Evi, Sarı-Öğ (Ana)

Sarmıyıla: Kucaklama ile, sarma ile

Sası: Tatsız tuzsuz

Satıh: Yüzey, görünen bölüm. Hat

Sav: Atasözü, söz

Sava: Aptal, şaşkın, sakar

Savak: Aptal

Savıkdırmak: Savurmak

Savrılmak:Savrulmak

Savun: Davet, çağrı, ağıt, mersiye

Savurgan: Eli açık, savurgan, cömert

Say: Bir sebzelik arazinin ekim yapılırken ayrılan ve çizilerden meydana gelen bölümlerin her biri. Bir miktar taşlı vadi

Sayacak: Üç ayağının üzerinde yuvarlak bir çember olan, yada üç ayağı üçgen şeklinde birleştirilmiş üzerine tencere konulan, ateş üstüne oturulan demir düzenek

Sayarıka:Sayarken, hürmet ederken

Saygı: Hürmet, önem, değer, edep

Saygın: İtibarlı, hürmet gören, hatırı sayılır, saygı gören

Sazan:Soğuk esen yel, sazlık, sezen , sezici, oltaya çabuk gelen, çabuk kanan kişi

Sazılamak: Söylemek

Saflaşmak: Sıkışıp yerleşmek

Seçgin: Farklı, seçilmiş, göze batan, itibar gören

Seğirtmek: Koşmak

Seğrimek: Tiremek, tiril tiril titremek, istem dışı titremek

Sek sek: Tek ayak oyunu

Sekere: Zekeriya

Sekereli: Zekeriyalı

Seki: Toprak üstündeki yükseklik, doğal set, taraça. Akarsuların iki yakasındaki yamaçlarda, bazı deniz ve göl kıyılarında görülen basamak biçiminde yeryüzü şekli, teras, istinad duvarı

Seki: Gencek’te köyün girişinden evvel teras şeklinde doğal oluşum bir yer adı

Sekirdan: Kalça

Sekmek: Yürüme sitili

Selbin: Kilim dokuma tezgahında, örgü veya dokuma işinin yapıldığı ipleri düzgün olarak tutmaya yarayan ve iplerin arasına yatay şekilde sokulan bir çubuk

Sele: Sepet

Selek: Eli açık, cömert

Selen: Ses, söylenti, haber

Selinti: Yığılan çıra budaklarından yağmur ve sel suyuyla inenlerine denir

Selint / senit: Üzerinde yufka ekmeğin yapıldığı düz, geniş, üç veya dört  kısa ayaklı ağaç masa, hamur tahtası

Selvü: Servi

Semer: Yük taşıyan büyükbaş hayvanların sırtına vurulan, palan ile hayvana

bağlanan ve sabitlenen yük taşıma gereci

Semiz: İri yarı, şişman, besili, bakımlı

Senit: Selint, yufka açılan tahta

Senmek: Islak bir şeyin kurumaya yüz tutması

Septirmek: Suyu fırlatmak, dökmek

Seray: Saray

Serik: Girintili

Seroş: Sarhoş

Seve: Ahşap evlerdeki ağaç çıkıntı

Seven: Kağnıların yan taraflarında, yüklerin düşmesini engelleyen dikmeler

Sevgü: Sevgi, aşk, sevi

Sevünç: Sevinç, neşe, coşku

Sevünçlü: Sevinçli, mutlu, neşeli, coşkulu

Sevümlü: Sevimli, çekici, sempatik

Seyidel: Gencek’te bir sülale ismi. İlbeyliler

Seyirtgen: Afacan, ele avuca sığmaz, çalışkan

Seyirtmek: Koşmak

Seyis: Erkek keçinin yaşlısı, bir yaşından sonraki burulmuş hadım edilmiş keçi

Seyran: Gezen

Seyreltmek: Seyrekleştirmek. Yoğunluğunu azaltmak

Seyvan: Çoban kulübesi, ağaç direklerin üzerini dallarla örterek yapılan çoban evleri

Sıdırmak: Yumurtayı kırıp akıtmak. Limon gibi meyvelerin suyunu sıkmak, sızdırmak

Sıdgı sıyrılmak: Hevesi kalmamak, zevki kalmamak

Sıg: Sığ

Sığamak: Sıvamak, büzmek, sürmek

Sığınak: Sıkı korunan, sığınılcak yer

Sıhrat: Vergi

Sıkı: Katı, yoğun, sıkılmış, av fişeği

Sıkılgan: Daralmış, daralan, utangaç

Sıkım:Avuç içinde sıkılan miktar

Sıkın: Sıkıntı, keder, yas, üzüntü

Sıklamaz:Ağlamaz, sızlamaz

Sık Mezer: Gencek’te bir yer adı, mezarlık

Sıltalamak: Sallamak, sarsmak

Sınarlanmak: Yerleşmek, gizlenmek

Sındı: Makas

Sındırmag: Kırmak, bitirmek, kesmek, yenmek

Sınmag: Kırılmak, bitmek, yenilmek, kesilmek, sındırmak

Sıpalacı: Gebe eşek

Sırça: Cam, camdan yapılmış. İçi sırlı çömlek. Şişe.Tabak. Serçe

Sırçalı: Cam işlemeli. İçi sırlanmış çömlek

Sırçalık: Gencek’te muhtemelen Lidya veya Hitit dönemlerinden kalma eski bir şehir kalıntısı yer adı. Çömlek yeri, Cam üretilen merkez. Sır-Çal, Sir-Çal; Sir / Sır budunun zanat merkezi

Sırlak: Düzgün, sırlanmış

Sırlağel: Gencek’te bir sülale ismi. Sırlaklar

Sırlamak: Sıyırmak

Sırt: Çamaşır. İnsan bedeninde omuz ile bel arasındaki kısım. Geçit veren, açık dağ eteği, bayır, yokuş

Sırtarmak: Kavga etmek için bahane aramak, sırıtmak

Sırtlık: Dövenle boyunduruğu birbirine bağlayan uzun ve kalınca bir ağaç alet

Sıvan: Hıdırellez’de (6 Mayısta) toprağın altındaki tabaka nemli, üstü kuru iken

nemini üste vermesi sonucu toprağın üst tabakasının ıslanması

Sıvaşmak: Bulaşmak, yapışmak

Sıvışmak: Gizlice kaçmak, çaktırmadan kaçmak

Sıvrıngaç: Dile, kaygan taşlı, tırmanması zor yamaç

Sıymak: Orucu bozmak

Sızak: Çayırlıklı ve sulak yer

Sızı: Sancı, ağrı, sızım

Sibek: Yayık tokmağı. Beşikte yatan bebeğin küçük abdestini yapmasını temine yarayan tahta veya naylondan yapılmış küçük boru. El değirmenlerinde alt taşın ortasına çakılan, üst taşın dönmesini sağlayan küçük kazık ya da sivri demir. Ağaçların toprağa dikine uzayan kökü, dik kök, kazık kök

Sibekçel: Gencek’te bir sülale ismi.

Siglim: Kavrulmuş taze nohut

Sila: Gurbetteki insan için doğduğu yer

Silbiç: Beşik malzemelerinden biri, lazımlık

Silgi: Arınma, temizlik, parlaklık. Marangoz rendesi. Hamam havlu takımı.Silgi

Silis: Sır Derya’nın aşağı kısmında göçebe yaşayan Sakalar’ın Sır Derya’ya verdikleri isim

Sillig: Kavgada söylenir, değersiz, önemsiz

Silkelemek: Bir şeyin üerindekileri sarsmak

Silkinmek: Üstüne başına bulaşan şeyleri elleriyle aşağıya doğru iteklemek

Sin: Mezar, sen

Sinli:Saklı

Sinmek: Saklanmak, kendini göstermemek

Sinişmek: Bir şeyin eşyanın bünyesine nüfuz etmesi

Sir Daş:Sir Budun Taşı, Sarı Taş, Sır Taşı manalarına gelen Gencek’te bir yer adı

Sirken: Bostanlarda sebze aralarında yetişen bir ot

Sivtinmek: Oyalanmak

Sivtmek: Ufalamak

Siymek: İşemek, orucu bozmak

Siyek: Gencek’te bir yer adı. Koyun, keçi gibi hayvanların kızgınlık dönemlerinde organlarından akan sıvı. Domuz, kurt gibi hayvanların dağda buluştukları uğrak yeri. Ayak yolu, hela

Siyeğin Ardı: Gencek’te bir yer adı

Sizge: Çok ince dişli saç darağı

Soğan erkeği: Kılıbık, karısından korkan erkek. Mıymıntı, sünepe. Erkekliğin gereklerini yerine getirmeyen

Soğan ölmesi: Soğanı kavurmak

Soğna: Sonra

Soku: Dibeklerde buğday, mısır ezmeye yarayan, saplı, ağır, kalın tokmak. Taş dibek. Kilim tezgahlarında ipleri gergin tutmaya yarayan deynek. Kapı sürgüsü. Sokulmuş şeyler

Sokulgan: Cana yakın

Sokum: Kurban, adak. Lokma. Azıcık. Ağza bir defada sokulan yiyecek

Sokumluk: Bir lokmaya yetecek kadar

Sol durmak: Etrafına, ailesine faydası olmayan

Songar: Sıngır, şahin

Sorgun: Söğüt türü bir ağaç.

Sorguç: Başa takılan çelenk. Bazı kuşların tepesindeki uzun tüy, çam sakızı

Sorkuç: Çam ağaçlarından akan katı, yapışkan madde, çam sakızı

Sorkun: Söğüt ağacının bir türü. Yüksek dağ sırtı. Gencek’te söğüt ve kavak ağaçlarını bol olduğu Gencek Dağı’nın sırtında sulak bir yer adı. Sir-Kun (Sarı Kıpçak Dağı’nın eteği), Sur-Kun (Suer Dağı’nın eteği), Sır-Kun (Sır Dağı’nın eteği)

Sormak: İçini emmek

Soydan: Soylu bir aileden gelen

Soydaş: Aynı soydan gelen

Soylamış: Soyunu çoğaltıp, kutsayan, örgütleyen

Soysal: Ünlü, meşhur, soylu, asil, medeni, uygar

Soyug: Soğuk

Söbe: Çarpık

Söbüce: Çarpık

Sölpük: Gevşek

Söndürmek: Kapatmak, söndürmek

Sönmek: Güçten kesilmek, azalmak, bitmek, tükenmek

Sönmez: Canlı, enerjik, ateşli, parlak, göz alıcı

Suanlık: Sulu alan

Subay: Yakışıklı bekar erkek, deneyimli asker

Su Çökeği: Gencek Dağı’nda bir yer adı

Sulak: Sulu, verimli. Asker sevk eden

Suluk: su içebilmesi için hayvanlara su katılan kap

Sultani: Çizgili ipek şalvar

Sumak: Gövde kısmı ve yaprakları üzüm çubuğuna benzeyen bir dağ bitkisi

Sumsuk: Yumruk

Suna: Emsalsiz güzellik. Yeşilbaş ördeği

Sunak: Adak, kurban

Sundurma: Ahşap balkon

Sungu: Bağış, ihsan,ikram

Sungur: Kartal, şahin, sunkar, sunkur

Susak: Kuyularda ve çeşmelerde su içmek için yapılmış olan, içi oyulmuş tahta bardak

Suvık: Sulu, cıvık

Suy: Cihet, yön, yan, taraf

Süfla: Aşağı, alçak

Süğsü: Baş, kafa

Sülek: Keklik kuşunun erkeği. Saldırgan, akıncı

Süleğel: Gencek’te bir sülale ismi. Sülekler. Akıncılar

Süllem: Merdiven

Süllüm: Sünepe. Beceiksiz, elinden iş gelmeyen, kılıksız, uyuşuk. Dibi dar üstü geniş tas

Süllümbeç: Kendini koyveren insan

Sülüklü: Gencek Dağı’nda bir yer adı. Sülük olan yer

Sülün: Uzun kuyruklu renkli bir kuş

Sümeşik: Karışık, uyuşuk, tembel, sünepe

Sümsük: Arsız, açgözlü, gördüğünü isteyen, utanmaz, aptal, mıymıntı, sünepe, yüzsüz

Sümük: Kemik, sümük

Süne:Ruh, can

Sünepe: Süllüm, ruhsuz, cansız

Süngü: Kesici ve delici uzun bıçak. Kemik parçası, kemikle yapılan mızrak. Eskiden mezar taşlarına dikilen sırık

Sünmek: Uzamak

Süsülmek: Bolu boyunca bilinçsiz düşmek, yatmak

Sütsüeği: Minik tarla kertenkelesi

Sismek: Toslamak

Sütleğen: Yaprakları söğüt yaprağına benzeyen, gövdesinde beyaz ve acı bir sıvı bulunan bir ot

Süpürge: Karamık ağacından veya kürk ağacından yapılan, ev veya ahır temizliğinde kullanılan eşya

Sürge: Karasaban veya pulluk ile sürülen bir tarlanın sathının düzlenmesi için kullanılan, çok kalın ve ağır, geometrik bir ağaçtan yapılan, öküz ve atla çekilen, tarım aleti

Sürgü: Kapı, pencere veya herhangi bir kapağı kapalı tutmak için yana doğru sürülerek kullanan ahşap veya madeni parça

Sürgün: Yelin çukur yerlere yığdığı kar birikintisi, fırtına, tipi.  Ağaç filiz. Dokumalardaki seyreklik. Ceza olarak başka bir yerde oturtulan kimse

Sürk: Kızılcık hastalığına karşı

Süsmek: Baş vurmak, boynuz vurmak, tos vurmak

Sütlüme: İncirden yapılan tatlı

Süyüm: Sevimli, sempatik

Süzgü: Süzgeç, tarak

Ş

Şahan: Şahin

Şak: Hisse, bahçe ölçüsü

Şakalak: Mısır bitkisinden yapılan çocuk oyuncağı

Şakımak: Ötmek, şarkı söylemek

Şakır: Öter, çakır

Şalvar: Bilhassa ağı bol, uçkurlu, paçaları dar üst donu

Şam: Çam

Şamar: Açık elle yüze vurulan tokat

Şam Bardak: Gencekli ustalar tarafından, ormandaki,  bardak olacak kalite olan ağaçlardan kesilerek yapılan ahşap bardak

Şam Köyü: Gencek’te bir yer adı

Şanişir: Balkon

Şaplak: Tokat, şamar

Şara: Üzüm suyu, şıra

Şarapana: Şarahhane, şaraphana. Gencek’te Hitit döneminde asma bahçeleri bulunan; şıra, şire ve şara (şarap) üretim merkezi olarak kullanılan eski bir yer adı

Şarahmana: Üzümü içerisinde çiğnenip ezerek şırasını çıkarmakta kullanılan ve tahta oluk

Şarapkana: Üzüm çığnanan tekne, şıra oluğu

Şaratan: Oluk

Şarıldavuk: Ağustos böceği

Şarlamak: Kuvvetli akmak, akıntılı su sesi

Şarlavuk: Değirmende su döner çarkı

Şarpa: Baş örtüsü, yazma, eşarp

Şaş: Şiş, sivri uçlu et pişirme aracı. Taş. Dış kısım, dışarıda kalan. Orta Asya’da yer ismi

Şavk: Işıklı

Şaybal: Şımarık, nazlı

Şaymal: Bacaklari çarpık olan kimse

Şebek: Bir boynuzu kırık öküz

Şeer: Şehir, Beyşehir

Şekar: Şeker

Şekirel: Gencek’te bir sülale ismi.Şekerliler

Şelevre: Ekin biçerken bir elle tutulabilecek kadar biriktirilen tutam veya küçük deste

Şemsi: Kadınların eskiden bugünkü kolye yerine kullandıkları gümüş yapılı ve süslü zincir

Şenbuy: Başka bir davetten sonra geceleyin gidilen ziyafet

Şerbet: Meyva suyu ile şekerli su karıştırılarak yapılan tatlı içecek

Şerik: Yük olarak denklik

Şetarı: Kutmunun altına giyilen uzun kıyafet

Şeytan tiyarisi: Yusufçuk böceği

Şıllımşırk: Sırılsıklam

Şıncık: Azıcık

Şıngırdavık: Deniz ve dere kenarından getirilmiş çakıl taşları arasına bir kaç tane gök boncuk koyularak yapılan beşik süsü, nazarlık

Şıra: Üzüm suyu

Şırkmak: Ezerek suyunu çıkarmak

Şırlamak: Budamak, dallarını kesmek, düzlemek

Şıvga: İnce, uzun ve canlı ağaç dalı

Şıvgın: Kuvvetli yağmur

Şimşir Darak: Gencek’li ustalar tarafından şimşirden yapılan bir tarak

Şindi:Şimdi

Şingırdak: Konuşması hafif meşrep olan

Şinik: Tahıl ölçeği kilenin sekizde biri

Şippidik: Söğüt dalından yapılan düdük

Şire: Üzüm suyu ile yapılan tatlı besinler

Şişek: Şişman, altı ayla iki yaş arası dişi koyun

Şitayır: Kamyon

Şivli enteri: Entarinin yırtmaçlısı

Şivşit: Çarpık

Şo: Şu

Şona: Şuna

Şoraya:Şuraya

Şorda: Şurda

Şorlak: Şorul şorul akan su

Şose: Taş kırıkları döşenerek yapılan yol

Şöhred: Şöhret

Şölen: Yalnızca fakir kimselere verilen yemek ziyafeti

Şüyün: Müjde

T

Tabaka:Sigara, tütün kurusu

Taban: Daban, zemin, tapan, tapınan, kafile

Tabana: Gencek’te bir yer adı. Taban Ana, Tavan Ana, Tuvanna

Tabıt:Tabut

Tabu: Kutsanmış, tapılacak duruma getirilmiş, tapu

Tafar edmek: Yılmak, baş edememek

Tafra: Böbürlenme, büyüklük taslama, büyüklenme

Taha: Kuyruklu yıldız (Ta, yıldız; ha, su. İnsanı oluşturan sperm)

Tahra / Tara: Odun kırmaya yarayan kesici alet

Tahrana: Tarhana

Taka: Koyun çanı

Takammül: Tekamül, belli aşamalardan geçerek olgunlaşıp kemale erişmek

Takdeleğen: Sağlam sivri gagalı ve serçeden biraz daha büyük bir kuş

Takel: Gencek’te bir sülale ismi

Takgalı: Köy yakınlarında yaşayan, kafasının üzerinde küçük bir takkesi bulunan ve serçeden büyük bir kuş

Takıltı: Ses

Takır tukur: Takır takır, sert bir şeyden çıkan ses

Takış / Takır: takı, ziynet

Takkeli çavuş: Hüdhüd kuşu

Talan: Yağma, yağmalama, üşüşme, saldırı

Talas: Kençeklerin Orta asya’da yaşadıkları yerin adı. Başlangıç ve bitiş çizgisi. Dalga. Fırtına

Talaş: Odun parçaları

Talaşlel: Gencek’te bir sülale ismi. Talaşlar

Taleysiz:Talihsiz

Tamaşa: Temaşa, setretme, hoşlanarak bakma

Tamaşel: Gencek’te bir sülale ismi. Tabanlılar

Tamat: Damat

Tamlı: Bıçağın sapı dışında kalan madeni kısmı

Tan: Gün doğumu, şafak

Tanagözü: Örümcek

Tandır: Bir çeşit ocak

Tandırel: Gencek’te bir sülale ismi

Tangaç: Biçimsiz, yakışıksız

Tantancı: Tehlikeli dilenci

Tapılamak: Kızarak küsmek, ortamı terketmek

Tar: Dar, darlık, zahmet, sıkıntı

Tara: Ağaç dallarını budamakiçin kullanılan bıçak

Tarak: Keçi yolu veya patika yol

Tarama: Taş döşenmiş yol

Taraş: Tarla, bağ, bahçe vb ürünlerden toplananlardan arda kalanlar

Tarım: Emek, enerji, zahmet, ziraat, rençberlik, ırmakların küçük kolları

Tarpaz:Dar boğaz

Tarzanel: Gencek’te bir sülale ismi.

Tas: İçi oyuk yemek kabı

Taş: Kaya parçası. Dışta olan, görünürde olan

Taşgele: Taş kertenkelesi

Taşgın: Cogun, ateşli.Taşmış, dışa vurmuş

Tatar: Uzakta kalmış, yabancılaşmış. Kent dışında yaşayan. Mera, çayırlık

Tav: İşlenecek madde için gerekli olan belirli ısı, dağ, hız, çeviklik

Tavlı: Dağlı, hızlı, atik

Tavsur: Fotoğraf

Tayak: Dayanak, dayanılacak nesne

Tazzig / Tanzigh: Tanzik, suyun şiddeti, düşmanlık, gerginlik

Tebelleş: Bulaşmış

Teccel: Yaramaz çocuk

Tecelle:Kader, talih

Tecellenmiş: Sütlü mamülün bozulma hali

Tederik: Tedbir, tedarik

Tederikli: Tedbirli

Tef:Zilli çalgı

Tefek: Üzümün çubuğu, asma yaprağı, asmanın koruk olacak çiçeği

Tehne: Tenha

Teker: Araç tekerleği

Tekne: Hamur yuğrulan tahta kab

Telef olmak: Boşa gitmek, yaramaıyacak duruma gelmek, hayvanın ölmesi

Telezilenmiş: İncelmiş

Tellik: Gencekli kızların evlilik öncesi kafalarına giydiği başlık

Temir: Demir

Tengerek: Erkeklerin ip bükmek veya eğirmekte kullandıkları bir ağaç alet

Tenik: Azim, kararlı, kararlılık

Tenikel: Gencek’te bir sülale ismi. Fidanlar, Azimliler

Tepe: Uç, sınır, yükseklik, yüksek yer, yığın, kütle

Terek: Siper, korunak

Termiye: Yabani bakla

Ters: Hayvan gübresi

Terslik: Ahırın dışında hayvan gübrelerinin atıldığı yer

Tersliağıl: Gencek’te hayvan ağıllarının bulunduğu bir yer adı

Tesgere: Tezkere

Teş: Leğen

Teşt: Büyük leğen

Teşte: Pekmez kaynatılan büyük leğen

Tetmek: Bir kuşun yuvasını terk edip gitmesi

Teyin: Sincap

Teylemek: Dikkatlice takip etmek, bakmak, izlemek

Teze yapmak: Ölen kişinin ardından 52’ci gece Kur’an ve Mevlit okutmak

Tezek: Hayvan gübresi

Tığla: Öamdan yapılan tahta bardak

Tıkga: Tepe, en yüksek uç

Tıkıç: Dürüm

Tılsım: Büyü, efsun, sihir

Tıksınmak: Korkmak, ürkmek

Tınas: Ekinlerin uzununa toplanmasıyla oluşan şekil, harman yığını

Tırap: Kısır kadın

Tırıs: At yürüyüş sitili

Tırka: El arabası

Tıynık: Küçük ağaç parçacığı

Tiftimiş: Yünleri karışmış

Tiken: Diken

Til: Dil

Tilki pavkırması: Tilkinin havlamaya benzer çıkardığı ses

Tin: Can, ruh, öz. Soluk, nefes, yel. Dinmiş, sakin

Tineşmek: Soğuktan üşüyerek büzülmek

Tir: Sıralı, sayılı

Tiren:Tren

Tiridel: Gencek’te bir sülale ismi. Sarıklılar

Tirit: Yaşlı ve çok zyıf kimse, et suyuna kızartılmış ekmek doğrayarak yapılan yemek

Tirilmek: Dirilmek, canlanmak

Tobu/ Topu: Tepe

Togh / Tok: Aç olmayan, tok

Toğrıl / Toğrul: Et ve baharatla doldurulan bağırsak, bumbar dolması. Bağırsağın doğrulması

Toğru: Doğru

Tohtur: Doktor

Tok: İri, katı, dayanıklı, yoğun

Toka: Tok, sert, katı. Usul, yol, yordam. Huy, hilkat

Tokmak: Vurma, ezme, dövme aracı. Kalın geniiş, ağaçtan yapılmış çekiç

Tokucak: Tek elle kullanılabilen, sert ağaçtan yapılan ve çamaşır yıkamakta kullanılan bir alet

Tokuş: Dövüş, savaş. Direnç, yaşam. Değişim

Tokuşmak: Kafa kafaya çarpışmak

Tokuz / Dokuz: Dokuz

Toklu: Dişi koyun

Toktamış: Durucu, kalıcı, dirençli, dayanıklı, tedbirli

Tolun: Dolu. Tam, bütün, eksiksiz

Tomaç: Dürüm

Tomruk: Kalın ağaç kütüğü

Tomsu: Küçük Tepe, Su damı

Ton: Don, giyim, giysi, elbise

Tonatmah: Donatmak, giydirmek,

Tong / Tung: Arslan

Tongaya düşmek: Güvenilmez, sahtekar ve hilekar birisinin oyununa gelmek

Tonguç: Düğüm

Tonsuz: Yoksul, donsuz

Topalak: Bir tür meyve

Top böcü: Tesbih böceği

Topaç: Toparlak, ibrik, sele

Topak: Topluca, toplanmış, yığın

Topana: Büyük küp

Topalel: Gencek’te bir sülale ismi. Karagözler

Topdaş: Gencek’te köyün eteklerinde bir yer adı

Toprak / Torpak: Toprak, yer, yurt, arazi

Topuç: Çiçekten yeni dökülüp biraz büyümeye başlamış küçük kavu

Topuduk: Gürbüz çocuk

Topuk: Bazı bitkilerin yumru şeklindeki kök kısımları

Topurdum: Gencek’te büyük bir yayla adı. Tobu-Ur-Dum, Tobu (Tepe)- Gur/Ur/Guz/ Oğuz –Dum(Dam),   Oğuz’un zirvedeki damı

Topuz: Toplanı kurutulmuş, katılaşmış. Ilah, dövme ve ezme aracı

Tor: Mevki, makam, mertebe, şeref. Evlat, çocuk, nesil. Ağ, tuzak. Giysi. İnce, zayıf

Tor: Havlu, hamam havlusu

Torçuk: Kozalak çeşidi

Torlak: Genç, toy, işe alışmamış, güzel, yakışıklı. İyi gelişmiş, ağaç fidanı

Toruk / Torug: Doruk, zirve

Toruman: Deve yavrusu

Torun: Evladın evladı. Genç boğa. Acemi, ham, yetişmek üzere olan

Tosalak: Gürbüz çocuk

Toslangaba / Tosbağa: Kablumbağa

Tosbuga: Kençekler’in ulu yörük taifesindeki ata cemaatlerinden biri

Tosmir: Gürbüz çocuk

Tosun: Genç boğa. Azmış, saldırgan, azgın

Tovuz: Tavuz kuşu

Toy: Şölen, düğün dernek, yemekli eğlence. Genç, gençlik, acemilik, çıraklık

Toygar: Tarla kuşu

Toygun: Doymuş. Genç, taze, deneyimsiz

Toylak / Toyluk: Toy yapılan yer

Toymadık : Hırslı, doyumsuz, özlenen

Toyuk: Tavuk

Toz boncuk: Çocuk oyunu

Töllünlemek: Yaşlı vücudun erimesi

Töltü: Bir çeşit kuş, söğüt bülbülü

Töngülük: Bir çeşit meyve

Tör: Toz, evin veya odanın sedirli yeri. Makam, mevki onur yer. Türemek, çoğalmak

Törel: Gencek’teki bir sülale ismi. Çobanlar

Töreli: Töresi olan, töreye bağlı

Töreme: Torun, üreme ve çoğalma

Törü: Yasa, devlet düzeni

Töştük: Düş, rüya

Töyüş: Kulakları kıvrık keçi

Turfan: Topraktan yapılan, içi sırçalı, iki saplı ve ortasında küçük bir deliği bulunan büyük çömlek

Tugan: Küçük ırmak, akarsu, dere

Tuğ: Sancağın tepesine takılan at kuyruğu, kıldan yapılan flama. Tıkaç, kapak, bent, set

Tuğlu: Tuğ sahibi, kutlu, uğurlu

Tuluk: Tabaklanmış ve bütün olarak çıkarılmış küçükbaş hayvan derisinden yapılan, içinde yoğurt biriktirerek, depolanan yaş, esnek, tereyağı da çıkarılan deri kap. Dolu, olgun, bilge. Yayık, çömlek

Tuluklel: Gencek’te bir sülale ismi. Karalar

Tulun: Dolu, çene kemiği

Tulumşa: Özellikle çocuklarda yüzün ve boğazın şişmesi sonucunda oluşan, ölüme neden olan hastalık, kabakulak

Tunga: Kaplan, asya kaplanı. Kudret, ihtişam, fevkalede. Tuzak, oyun

Tuman: Sis, duman

Turf: Eski

Turmak: Durmak

Turak: Durak, durulan yer

Turgut / Durgut: Ömürlü, uzun yaşamlı, Durucu

Tutmaç: Sulu mantı yemeği

Tutuşmak: Karşılıklı tutmak, dövüşmek, savaşmak, içi içini yemek

Turmuş: Ömür, yaşam, uzun ömürlülük, durmuş

Turudu: Sıkıntı ve yokluk görmemiş kimse, nazlı

Turudlu: Manisa Turgutlu bölgesine yerleşen bir Gencek yörük cemaatinin adı

Tutaç: Komşu, yakın, dost. Tutunulacak şey

Tutu: Esir, tutsak, rehine. Çekici, güzel, ağırbaşlı, utangaç

Tutgu:  Bağlanma, bağlama, ele geçirme

Tutgun: Tutsak, esir, hapis, tutulu, bağlanmış, bağlı

Tutuşmak: Paniklemek, telaşlanmak

Tuttuğubillah: Hışımla sertçe tutmak

Tuygu: Duygu, his

Tuzağı: Sevgili için söylenen söz

Tüğlenti: Ele veya ayağa diken batması neticesi yara şeklinde oluşan küçük şişkinlik

Tüğüm: Kuş tüyüv

Tülek:  Zeki, kurnaz, fettan, tüylü, kıllı

Tünek: Gece kalınan yer

Tünkürmek: Tükürmek

Tür: Soy, kök, çeşit, kan

Türab:Toprak

Türkü: Türk dilinde söylenen melodi, ezgi

Türüdü: Başkasının sırtından geçinen. Sonradan görmüş. Saygısız, haylaz, serseri, hırsız. Soyu sopu belli olmayan. Gencek’te bir yer adı. Sahipsiz

Türül türül: Çok hoş kokma

Tüş: Rüya, düş

Tütsü: Güzel kokulu ot yakarak ortaya çıkan koku

Tütsük: Tütsü, tüten koku. Öfkeli, kinci

Tütü: Güzel, hoş koku

Tütük: Güzel koku, duman, düdük

Tüyü teleği karışmak: Fiziksel katılmak

Tüz: Düz, kök, esas, kural, doğru

Tüze: Düz, doğru, düzen, uyum

Tüzen: Düzen, uyum

Tüzlü: Düzenli, uyumlu

Tüzlüg: Uyum, ahenk, geçim. Düz alan

Tüzük: Düzük. Düzen, düzülü, sıralı, düzenli, İç kurallar bütünü

U

Ucu bucağı:Göz alabildiğince

Uç: Son, bitim, sınır, kıyı. Aşırı. Bir nesnenin sivri kenarı

Uçar: Gaber, havadis, kanıt, delil, göğe yakın

Uçarı: Vurdumduymaz

Uçgur: Bezden dikilmiş ip, kemer yerine kullanılan ip

Uçkun /Uçgun: Uçuk, ateşli, heyecanlı

Uçmağ: Cennet, uçmak

Uçmah: Uçmak

Uçsız: Sınırsız, geniş, büyük, alabildiğine

Uçuk : Normalin çok üzerinde, kendinden geçen, uçmuş, mest olmuş

Uçun: İçin

Uçurum: Uzak nokta, son, uçulan, uzaklaşılan derin dağ yamacı, yar

Uçuz: Basit, kolay, ucuz, alçak gönüllü

Uçgun: Etrafa saçılan yayılan

Uçgur: Şalvar ipi, ip kemer

Ud: Minnet. Arka, geri, ardından gitme, takip. Yenme

Udun: Hüner, beceri, sönük

Udlu: Mahçup olmak, birşeyin karşılığında duyulan minnet

Udlu olmak: Minnet duymak zorunda kalmak

Uf: Yara, küçük yara

Ugan: Kadir, yaratan ve hükmeden, Ali, yüksek, tanrı, kudretli

Uğunmak: Kendinden geçerek bayılır gibi olması

Uğrak: Başvurulan deneyimli kişi. Uğranılan yer

Uğrun: Yan bakış, gizlice bakış

Uğrun uğrun: Gizli gizli bakma

Uğunmak: Hareketsiz, nefessiz kalmak

Uhunet: Vücut sıcaklığı

Ulaşdırmak: Ulaşmasını sağlamak

Ulen:Kaba sesleniş

Ulum ulum: Arka arkaya sürekli

Ulak: Ulaştırıcı, ulaştıran, haberci, bağlantı sahibi

Ulakçı: Haberci, ulaştırıcı

Ulam: Eklenmiş, katılmış, bağlı, dizili

Ulamak: Bağlamak, birleştirmek, katmak

Ulandı: Bağlandı, ululandı, kutsandı

Uluç: Bağ, bağlantı, temel, esasa, oluş, uluyuş

Ulum: Debdebe, gösteriş

Uman: Ümit eden, bekleyen

Umar: Umutlu, umur

Ummak: Ümit etmek, hayal etmek

Umut / umuş: Beklenti, ümit

Unduz: Düğünlerde un ve tuza şükran yemeği

Unudmak: Unutmak

Unudman: Unutmayın

Ur: Uğur, bht, mutluluk, darbe. İç yara

Urba: Elbise

Urgan: kıl ipinden yuvarlak şekilde örülen, büyük yükleri sarıp taşımakta kullanılan kalın ve uzun ip

Urkuya: Rukiye

Uruf: Ruh

Uruk / urug: Boy, ok, ulus. Vuruk

Urum: Rum

Urun: Onur, şeref, itibar, miktar, adet

Urup: Salça

Uruş: Vuruş, dövüş, kırış, savaş

Uslu: Akıllı, usta, uzman, sakin

Uşak: Çocuk, genç, taze, ufaklık

Utaşmak: Yetişmek

Utlu: Sıkılgan, mahçup

Uvmak: Ufalamak

Uyar: Uyumlu, uygun

Uygur: Uygar, kentleşen ilk Türk boyu, çağdaş, uyumlu, medeni

Uylamak: Köpeklerin saldırması, çatmak

Uylaş: Uyum, geçim,dirlik, düzen

Uylaşı: Uyum, geçim, barış

Uylaşmak: Geçinmek, paylaşmak

Uz: Öz, us, erk, yetme, beceri, uzama, açılım

Uzel: Usta, becerikli, sanat erbabı

Ü

Üğrünbeç: Beşiğin üst kısmına takılan, kalınca sap

Ükela / ukela: Kendini beğenmiş, patavatsız

Ülen: Yaşlı kadınların kocalarına çağırma hitabı

Üleşmek: Bölüşmek, paylaşmak

Ülük: Su akıtılan boru, oluk veya musluk. Kısmet, nasip, pay, zayıf

Ümmetel: Gencek’te bir sülale ismi

Ümüd: Umut, ümit

Ümük: Gırtlak

Ünelmek: Güçlenmek, büyümek

Ürkütmek: Hayvanları korkutmak

Ürmek: Ürümek, havlamak, şişirmek, sinirle bağırma

Ürün: Yaz sonlarında ve sonbaharda sararıp kuruyan otlar, döl, verim, ekin, üremiş

Ürya: Rüya

Üryan: Çıplak

Üskül: Taranıp bağlanmış keten, kır otu

Üstün: Üsste olan, galip olan

Ütük: Ütülmüş, çok çabuk üşüyen

Ütüklü / utuklu: Galip, muzaffer

Ütüğel: Gencek’te bir sülale ismi. Ütükçüler

Ütmek: Galip gelmek, oyunda kazanmak, tüyünü yakmak

Üveyik: Kumru

Üyez: Zararlı bir kanatlı, dış parazit

Üyü:Uyu

Üyübülü: Örümcek

Üyümek: Uyumak

Üyünmek: Bir bölgesine toplanmak. (Dizine kan üyünmek gibi)

Üyür: Uyur

Üyütmek: Yoğurt mayalamak, öğütmek

Üzengi: Ata binerken ayakların basılmasına yarayan düz demir

Üzerlenmek: Gebe olmak.

Üzr: Özür

Üzümlü: Yer adı

Üzüt: Can, ruh, öz

Üygen: Temiz kalpli

V

Vağdı:Vakti

Vakıd: Vakit

Varısa: Var ise

Vargel: Halı dokurken çözgülerin arasını açan sopa

Vazvazlamak: İşin başındaki gayreti yavaşlatmak, sonunu getirememek

Vec: Umur

Velesbit: Bisiklet

Veram: Verem, dert

Verecein: Vereceğim

Vereme: Pekmez, soğan gibi ürünlerle yakı yakma

Vesile:ebep

Vetan:Vatan

Vıttırı vızırık: Yerinde duramayan, sürekli dolaşan ve hareket halinde olan kimse

Vızıklamak: Huzursuzluğunu belirtmek

Vuramacan: Vuramayacağım

Vurgun:Birine tutgun, aşık

Vuruşkan / uruşkan: Savaşçı, cengaver

Y

Yaba: Harman savurmakta kullanılan ucu çatallı tahta kürek

Yaban: Köy dışı olan

Yaban armıdı: Ahlat

Yad : Yabancı, el, faklı, değişik. Hatır

Yadel: Gurbet, yabancı

Yağadaklı: Yağışlı

Yağmır: Yağmur

Yağır: Yara, yağlı, kir

Yağırn: Sırt bölgesi

Yağlığıla: Yağlık ile, mendil ile

Yağlık: Büyük mendil

Yağlıot: Kekiğe benzeyen ve yaprakları biraz daha geniş olan ve çayı yapılabilen bir ada  çayı  bitkisi

Yağümmesi: Kuru yufka ekmeğin parçalanarak yağda peynir ve yumurtayla kızartılması

Yahşı: İyi, güzel

Yaka: Sınır bölgesi, kıyı sahil, dağ eteği. Karşı yön ve yer

Yakarca: Ytatarcık, kaşıntılı kabarcıklar

Yakışığı:En uygunu, uygun olanı

Yalamık: Yaş çam ağacının gövdesi ile kabuğu arasında bulunan bir zar tabakası

Yal: Köpek maması

Yalak: Hayvanların su içtiği taş ve ağaçtan kap

Yalan yurt: Gencek’te yer adı

Yalak: Su bendi

Yalaka: Dalkavuk

Yalama: Dudakta çıkan yara, uçuk

Yalamak: Kabak tatlısı

Yalamuk: Taze çam ağaçlarının kabuklarının soyulmasıyla elde edilen taze reçineli, tatlı, akışkan sıvı

Yalap: Hayvan kızgınlık dönemi

Yalçın: Dik, sarp, ulaşılmaz

Yalınçak: Garip, korumasız, sahipsiz, çıplak, fakir

Yalınız:Yalnız

Yalloz: Parasız

Yamaç: Dik yokuş

Yambul yumbul: Yaşlı ihtiyarların sallanarak yürümesi

Yanaşık: Evlatlık alınmış kız çocuğu. Yanaşık

Yangal: Çarpık yürüyüşlü, ateşli,

Yanık: Sevdalı, aşık, istekli. Yanmış

Yanığın yüzü: Gencek’te bir yer adı

Yansılamak: Söyleneni alaycı üslupla taklit etmek

Yapal: Kış mevsiminde keçilere yedirmek için kesilen yapraklı ladin dalı

Yapağı: Kırkılan koyunun yünleri

Yaparlı: Olumlu, yapıcı

Yar:  Uçurum, dik bayır, tanzim, tertip. Yar

Yarag: Silah, alet

Yardak: Yardımcı, muavn, asisyan

Yaraşır: Uygun, münasip, layık

Yare:Yara

Yareli: Yaralı

Yarenlik: Dostluk, yakın arkadaşlık

Yarılgamak: Korumak

Yarlıg: Bağışlama, acıma, buyruk, ferman

Yarma: Büyük beyaz buğdaydan yapılan döğme. Ağaçtan, boyuna kesilen kalın ve ağır odun

Yasandırmak: Etrafı velveleye vermek, gürültüye ve yasa boğmak

Yassılmak: Yayılmak veya yayvanlaşmak

Yastığ: Yastık

Yas etmek: Ağıt söylemek

Yaş: Kötü giden iş, ıslak

Yaşallarıka: Yaşarlarken

Yaşmak: Kadınların ferace ile birlikte kullandıkları, gözleri açıkta bırakan, ince yüz örtüsü. Örtmek, kapamak, gizlemek

Yazma: Baş örtüsü. Değirmende unun tekneye boşaltıldığı yer. Ocak yanındaki gözler. Kapının üst pervazı. Arı kovanlarının önündeki çıkıntı

Yaşıt: Eş, denk, eşit. Genç, körpe, taze

Yav: Yahu, ünlem edatı

Yavacca: Yavaşça

Yavan: Ağzında lafı geveleyen, gereksiz konuşan, tatsız tutsuz

Yavıklı: Nişanlı, yavuklu

Yavrı: Yavru

Yavri: Zayıf, güçten düşmüş

Yavsı: Bir çeşit böcek

Yavşan: Bir dağ bitkisi

Yavuklu: Sevdalı, aşık, sevgili

Yavuz: Gözü kara, yaman, dehşetli, sert

Yay: Ok atmaya yarayan eğri, ağaç ya da metal çubuk

Yay ayı: Rumi takvime göre Haziran’ın on beşinden sonraki ay

Yaydal: Sağlıklı yürümeyen, paytak yürüyen, zıplayrak yürüyen

Yaygara: Dedikodu, laf

Yayık: Yoğurt ya da sütten yağ çıkarmak için kullanılan araç, makine

Yaylak: Yayla, yazlık hayvan otlatma alanı

Yay: Yün atmaya yarayan alet, hallaç. Yaz

Yaymacı: Seyyar satıcı

Yazılıdaş: Gencek’te bir yer adı

Yazım: Yazgı, mukadderat

Yazın: Yaz mevsimi. Kader, alın yazısı

Yazma: Baş örtüsü

Yazmak: Sermek

Yazmış: Dişi olan oğlak. Büyüdüğünde keçi olur

Yeğ: Yüksek, ala, eftal, iyi, daha iyi, soylu, seçkin

Yeğen: Kardeş çocuğu. Güveyi, damat.Yeğlenmiş, üstün tutulan

Yeğit:Yiğit

Yekde: Yekte, aksak

Yel: Rüzgar

Yelek: Kadın giysisi

Yelkopurt: Çok hızlı, süratli

Yelepe: Uzun yapraklı kır çayırı

Yellerike: Yerlerken

Yemlik: Yaprakları yenen bir ot

Yemeni: Ham deriden yapılan basit ayakkabı

Yen: Elbisede kol ağzı

Yengi: Yeni, orijinal, zafer

Yengil: Hafif

Yengilcek:

Yenişmek: Güreşmek, boğuşmak, mücadele etmek

Yenlicek: Ağır olmayan, hafif

Yermek: Lafla yargılamak, beğenmemek, hoşlanmamak, tiksinmek, kalabalık içinde birisini eleştirmek

Yer çibisi: Havuç

Yerinmek: Gücenmek, kırılmak

Yeşil Gıyı: Gencek’te bir yer adı

Yetim:Babası ölmüş olan

Yetişgin: Yetişkin

Yetim:Babası ve annesi olmayan

Yever: Yardımcı

Yey: İyi

Yeyyörü:Yiyor

Yeyin: Üstte olan, galip

Yığ: Yığılı, toplu, birikim, yığın

Yığın: Hasat döneminde, tarlada biçilen, buğday arpa gibi ürün destelerinin bir arada toplandığı ve başakları içine gelecek, kökleri dışarıya bakacak şekilde üst üste ve daire biçiminde yığıldığı konum

Yığrık: Mahçup, utangaç

Yıldırım: Göz kamaştırıcı, ışık, aşırı parlaklık, berk

Yılgı: Yılma, dehşet, ürküntü

Yılgın: Yılmış, ürkek, bezgin

Yılık: Ilık, sıcak,yamuk, eğri

Yılışık: Yapmacık davranışlarla hoş görünmeye çalışan, şımarık

Yılışmak: Kendini sevdirmek, hoşa gitmek, ilgi toplamak için soğuk, yapmacık bir tavır takınmak, gıcık edecek şekilde gülmek. Hoşa gitmeyecek biçimde sataşmak

Yılkı: At yavrusu

Yılmaz: Gözü pek, korkusuz, azimli. Bir işten gözü korkup vazgeçmeyen, yılmayan

Yiğin: Daha iyi, sıkı, dayanıklı, üstün, tercih edilir

Yiğrenmek: Tiksinmek

Yir: Yer, toprak, arazi

Yirik: Yırtık yarık

Yirilmek: Yırtılmak

Yitik: Kayıp

Yitirmek: Kaybetmek

Yitişmek: Ev içi tartışmak

Yitmek: İttirmek

Yivli: Girintili, çıkıntılı

Yodmak: Oymak, silmek, bozmak, mahvetmek

Yodug: Oyuk, yontuk, bozuk

Yoğ: yok, (yoğudu)

Yoğudu: Yoktu, yok idi

Yokarı: Yukarı

Yokarı kaygış: Gencek’te tarım arazilerinin bulunduğu bir bölge

Yokarıköy: Gencek’in ilk yerleşim yerinin adı, Taşlıköy

Yokarı Mehle: Yukarı Mahalle

Yola: Örf, adet, usul, erkan

Yolak:Su yolu

Yolçu: Yolcu, yola çıkmış

Yoldaş: Aynı yolun yolcusu, yol arkadaşı, dava arkadaşı

Yolkulu: Yolun adamı, töreye bağlı, edep erkan sahibi, bilgili, deneyimli

Yolak: Su kanalı. Dürüs namuslu, temiz. Çığr, yenilik. Kestirme yol

Yollu: Kötü yola düşmüş, yl alan, çizgili, kuralına uygun

Yollug: Yol azığı, yolda lazım olan. Kutlu mübarek, ergin, olgun

Yorak: Kıyı, yakın çevre. Değirmen taşının çevresindeki un kanalı. Mest, çapula, yemeni gibi ayakkabılara vurulan meşin yama. Araba tekerinin parmaklığı

Yoraklamak: Yön vermek, sevk etmek, yönlendirmek

Yordam: Alışkanlık, eğilim, usul, beceri, yol

Yoşumak: Karanlık basmak

Yoşumuk: Buruşmuş, suyu kaçmış, tadsız

Yoymak: Silmek, bozmak, eski durumunu yitirmek, harcamak, çirkinleşmek

Yönedmek: Yönetmek, yönlendirmek

Yönet: Biçim, tarz, yöntem. uygun, uyumlu, uysal, geçimli

Yöre: Yakındaki yerler, çevre

Yörük: Yaylalarda çadır hayatı yaşayan, hayvancılıkla geçinen, göçer Türkmenler.

Yörükalsel: Gencek’te bir sülale ismi. Yörükaliler

Yörün: Yürüyün

Yörtem: Yöntem, usul, tarz, töreye uygun olan

Yudan: Yutan

Yudhuğ: Çocuklara sövülen bir kelime

Yuka : Düğünün başlama günü. Derin değil, sığ

Yufka : Dürüm. Büküm. İnce ve yuvarlak şekilde açılmış hamur. İnce, nazik

Yular: Yük taşıyan hayvanları çekmek ve yönlendirmek için, başına geçirilen ve ağzını kontrol eden ve ucuna 3-6 m. ip bağlanan alet

Yuluk: İşlenerek kullanışlı hale getirilen deri. Yağmacı

Yumak / yuymak: Yıkamak

Yumuk: Gül, goncagül

Yumulmak: Bürünmek

Yumuş: Söz, öğüt, nasihat, emir, ferman, buyruk, istek, müjde

Yumuş Buyurmak: İstekde bulunmak, bir şeyler yapmasını istemek

Yumuş Dutmah: Verilen işi yerine getirmek

Yumru: İri, heybetli, yumulu

Yunak: Üzerinde çamaşır dövülen büyük taş parçası, yüklük içinde hamam bölümü

Yungıl: Koyun veya keçi yününden arta kalan artık kıllar

Yunmak: Yıkanmak

Yunmuş: Yıkanmış, temiz,arık

Yunurmak: Yoğurmak. Karıp sıkıştırarak hamur haline koymak, ezip bükmek

Yurdusu: Deliği

Yuvaa: Keçi sürüsünü tuz vermek için çağırma komutu

Yuvale taşı / Loğ taşı / Silindirik: Toprak çatılı damları sıkıştırmaya yarayan, yağmur suyu sızıntısını kesen, silindirik, ağır, insan gücüyle dönerek işleyen taş

Yuvak: Loğ taşı, toprak damı düzlemek ve pekiştirmekte kullanılan taş silindir. İçindekilerin dökülmemesi için arabaların ön ve arkalarına konulan tahta setler, kapaklar. Tilkinin yuvadan çıkması için yapılan tuzak. Kuş yuvası. Küçük kuzuların yattıkları yer

Yuva soğanı: Dağlarda kayalık yerlerde yetişen bir ot, yenir

Yüdürmek: Yıkamak

Yüğnük: Temiz, salih

Yüğsek: Yüksek

Yüklü: Gebe

Yüklük: Evlerde yatak, yorgan koymaya yarayan yer veya büyük dolap, yük odası

Yükünmek: İbadet etmek

Yükünür: İbadet eden, eğilen

Yülek: Ağzı körelerek keskinliğini kaybeden balta, kazma, keser

Yülümek: Bileylemek, sıyırmak

Yürüm: Yaşam, hayat, ömür

Yüzakı: Masumiyet, temizlik, namus, başarı, beceri

Yüziğne: Çatal iğne veya çengelli iğne

Z

Zabah: Sabah

Zabağıla: Sabahleyin

Zabit: Eskiden askere verilen isim

Zahar: Herhalde, belkide, galiba

Zahran: Eski bir kadın başörtüsü olan nezgebin, alnın üstüne gelen ön kısmına süs olarak takılan büyükçe bir eski gümüş para

Zalım: Zalim

Zangılamak: İflas etmek, parasız kalmak

Zaar: Zahar, herhalde, galiba

Zarafat: Zerafet, şaka

Zarı zarı: İnleyerek, hüngür hüngür

Zavur: Kuvvetli

Zay: İf, kayıp

Zayi olmak: Kaybolmak

Zebil: Perişan

Zehir zemberek: Deli dolu, toplum içinde kötü şeyler söylemek

Zehran: Büyük şehir, gurbet

Zehre: Zahire, buğday

Zemheri: Ocak, Şubat aylarının çok soğuk günleri

Zencir: Zincir

Zencirli Guyu: Gencek’te ip yerine zincir kullanılan bir kuyu adı

Zenginen:Zenginle

Zevle: Boyunduruğun uç kısımlarına takılarak hayvanın boynuna geçirilmek suretiyle kağnıya koşmaya yarayan eğri yay şeklinde bir çeşit değnek

Zevzek: Lüzumsuz

Zıbarmak: Yatmak

Zıbır: Güçlü, atılgan, taşkın, olumsuz davranan

Zıkkımın kökü: Kendine sorulana kızgınlıkla tepki gösterme

Zılla: Kesinlikle

Zınarmak: Karşı gelmek

Zından: Zindan

Zındık:Tanrıya ve ahirete inanmayan, dinsiz imansız

Zıngazınk: Çok dolu

Zıngıldamak: Kendi kendine söylenmek

Zınılamak: Çınlamak, patlamak

Zıpgın: Balıkları avlamakta kullanılan ucu çengelli bir çeşit mızrak

Zıpıltı duymak : Ses duymak

Zıppırdamak: Tepinerek, bastığı yerden ses çıkartarak gezinmek

Zırtlan: Sırtlan

Zırzır: Fermuar

Zıyıklamak: Çocuk ağlaması, ne dediği belli olmamak

Zıyyık: Dengesiz (hakaret için kullanılır)

Zibidi: Yersiz ve zamansız davranışları olan

Zibil: Çok fazla

Zilif: Saçta kakül

Zille: Semerin iki yanında takılı bulunan ve üzerine yük koymaya yarayan zincir

Zilmen: Üst üste yığılmış taş yığını

Zimbit: Zifiri karanlık

Zini:Sini

Zipzindan: Kapkaranlık

Zoba: Soba

Zopa: Sopa

Zopalı: Sopalı



[1] Türk Tarihinin Başlangıcı, Prof. Dr. Vecihe Hatiboğlu s.46

[2] Dil Araştırmaları Dergisi, Sayı 1, Kençekler ve Kençekçe, Doç. Dr. Bilgehan A. Gökdağ s.1

[3]  Kençekler ve Kençekçe, Doç. Dr. Bilgehan A. Gökdağ s.105

 

[4] Dil Araştırmaları Dergisi, Sayı 1, Kençekler ve Kençekçe, Doç. Dr. Bilgehan A. Gökdağ s.103

[5] Bailey 1939:89, Tremblay 2007:64

Yorumlar