"Gökten İndiği Sanılan Doğmalar" Ne Demektir?


 
Atatürk’ün ” Gökten indiği sanılan doğmalar” sözünün aslını açıklıyorum. 
 
Bu sözün hedefi Kur’an değildir. Bu sözün hedefi Kur’an’dan bile daha çok kutsallaştırılmış tefsir kitaplarıdır. Konuşmanın tamamına bakıldığında Atatürk’ün ortaya koyduğu 6 ilkenin bir ayet olmadığını, kutsallaştırılacak bir doğma yani ilham olmadığını, insanların akıllarıyla aldıkları bir karar olduğunu anlatmaya çalıştığı net bir şekilde anlaşılmaktadır. Özetle bu bir parti programıdır. Kutsal ayet değildir, doğmalar (ilhamlarla) yazılmış bir şey de değildir. Değiştirilebilir” demek istiyor. Ve gayet net anlaşılıyor.
 
Ayrıca Kur’an gökten inen bir doğma değildir ki!
Kur’an, Allah’tan gelen bir kelam, bir emirdir.
Allah’ın zaman ve mekandan münezzeh olduğuna iman eden birisinin Kur’an gökten geldi demesi Allah’a şirk olmaz mı?
Yarın bir uzaylı gelse gökteki bendim dese ne olacak?
Kur’an gökten inmemiştir. Böyle bir ayet yoktur. Vahyettik diye geçer. İndirdik diye geçer. Bu kalbe indirmedir. Gökten aşağıya demek değildir ki! Allah katından, Allah’ın Arş’ından indirilmesidir kast edilen. 
 
Kalbe gelen ilhan gökten mi geliyor, yoksa zaman ve mekandan münezzeh olan Allah’tan mı?
 
Evet doğrudur. Müslümanlar “ Kur’an’ın gökten indiğini” sanmaktadırlar. Yer Allah’ın değil mi? Dünya elips şeklinde yuvarlak ve uzayda olduğuna göre, gök dediğin şeyin bir kısmı üstünde bir kısmı altında değil mi? Kur’an gökten indi derseniz bu bir “doğma” yani “ bidat” olur. 
 
2 çeşit vahiy vardır. Birincisi Resul peygamberlere gelen Allah’ın kesin emirleridir. İnsanlar bunları derleyip kitap haline getirmiştir. İkinci vahiy şekli ise ilham şeklindedir ki tüm insanlarla Allah arasında kalp yolu ve dua ile kurulan bir iletişimin neticesidir. Umuma ait bir ayet değildir. O, şahsa özeldir. Kul ile Allah arasındadır. Sonuçta insanı düşündüren de, yapıp eden de Allah’tır. Aslında kul ile Allah arasında bir sırdır. 
 
Bazı tarikat ve cemaat liderlerinin yazmış olduğu tefsir kitapları halka takdim edilirken “ Yazdırıldı” “Gökten indirildi” “ İlhamla (tıpkı vahiy gibi) geldi” gibi ifadelerle bir kutsallık kılıfıyla sunulmuştur. Bu sözün hedefi bu kitaplardır. Kuran bile yazdırılmamıştır ki, kalplere inmiştir. İnsan cahil olduğu için korkup kitaplaştırmıştır
 
Fussilet Süresin’de Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin! Derler.
Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin dostlarınızız. Gafûr ve Rahîm olan Allah’ın ikramı olarak orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var istediğiniz her şey orada sizin için hazırdır.”
 
Görüldüğü gibi ikinci vahiy şekli (ilham) devam etmektedir. Konusu din olmasa dahi her düşünce ve fikriyatın, bu fikriyatın etkisiyle yazılan tüm eserlerin kaynağı bu ilhamdır. Sıradan aşk şiirleri dahi böyledir. 
 
İşte bu fikriyat dine ait değildir. Her nefsin vicdan terazisi ile tarttığı, hisleri, aklı, kalbi ile karar kıldığı şahsi fikriyatı yani kararıdır. Herkesin sonucu farklı olabilir. İlham ile herkese gösterilen yol bir iken, herkes kendine yeni yollar çizebilir. Dinin özünde ise hak olan Kuran yolu vardır.
 
Dine bir şey eklemek veya çıkarmak insanın haddine düşmez.
Atatürk bunu dine ait olmayan doğmalar şeklinde ifade etmektedir. Yani bidatın yazılmış kitaplaşmış halini kastetmektedir.
Çok değerli eserleri bile halka kabullendirebilmek için kutsallaştıran kişilerin kendilerine muhalif olanı kafir ilan etmesi bunu ispat eder.
Her eserin orjinalinde var mıdır, bakmak lazım. Günümüzde Risalei Nur dahil bir çok tefsir müellifi ya da o eserleri sahiplenen kitleler, o eserlerin yazdırıldığını, gökten gelen özel bir ilhamla( vahiy şeklinde) geldiğini, hatta at üzerinde yazdırıldığını ifade ederler. 
 
Hatta o eserin manevi bir şahsı manevisi olduğunu söylerler. Şahsı manevi aslında eserin verdiği etki ile oluşan bir fikriyattır. Ancak bazı kitleler bu fikriyata yani eserin etkisindeki düşünce akımına bir ruh veya bir nefis atfedecek kadar ileri giderler, gittiler, gidiyorlar. İddiadaki asıl gaye “mehdilik” iddiasıdır. Ancak kanun hükmündeki vahiy tamamlanmıştır. Ayetlerle sabittir. Kul ile Allah arasındaki özele gelmiş iletişimin neticelerini, özel mesajları, benim aracılığımla herkese geldi gibi sunmak çok yanlıştır. Gizli bir peygamberlik iddiasıdır. Bidat ve dahi küfür olur. Çünkü umuma inen kanun niteliğindeki vahiy son peygamberle tamamlanmıştır
 
Her eser okuyucusunda iz bırakır. Ancak hiç bir müellif bir ruh, bir nefs, etkileşime geçebilen bir hayalet inşa edemez. Her anında onlarca melekle muhatap olan insanlar da bu iletişimi genel bir kanun olarak sunamaz. Kanun koyucu Allah’tır, insan değil.
İşte bunu iddia etmek bir doğmadır. Yani bidattır. Atatürk Arapça ve Farsça “bidat” demek yerine Türkçe “doğma” demiştir. Hatta kitap değil, “kitapların doğmaları” demiştir. Kasıt Kuran olsaydı Kur’an derdi. Bizim prensiplerimizi kutsallaştırıp, o doğmalarla bir tutmayın, onlara benzetmeyin diye de uyarmaktadır. Hepsi bu.
 
Onca Müslüman Atatürk Kuran dememişken, gökten indi diyerek, doğma diyerek, Kur’an’ı kast etti diyerek; Kur’an’ı bu söze nasıl yakıştırdı, nasıl bir gördü, gizli şirki nasıl göremedi hayret doğrusu.
 
Bu sözleri ayrıntılı inceleyince anladım ki Atatürk tevhid akidelerini ve bidatları ayırt edebilen birisiymiş. Din ile bidat olanı iyi ayırmış. Doğru ifade etmiş olduğu halde, cahil halk doğru anlamamış.
Ancak liyakatsiz kişiler yüzünden Atatürk sevgisi dahi Atatürk’ün uyardığı gibi bir doğmaya dönüşmüş, Atatürk’ün prensiplerini aşan bir Kemalizm akımına dönüşmüştür.
 
Eser ne kadar güzel olursa olsun Kur’an ile aynı kategoride değildir. İnsanlara faydalı bir eserdir. Kuran hariç hiç bir eserin “faydalı” kelimesinin üzerinde kutsiyet atfedilebilecek bir makamı olamaz.
Allah ile olan iletişiminden başarılı dersler çıkarmış, bunu kitaba dönüştürmüş, insanların beğenisini kazanmış her yazar güzel bir fikir akımı oluşturabilir. Ancak bunu dinin bir parçası olarak sunamaz. Dinin sahibi kural koyusu Allah’tır, kul değil
 
Ben de bütün tefsirleri okuyorum. Kur’an’ı anlamak adına çaba sarfetmiş insanların ulaştığı sonuçlardan ben de yararlanıyorum. Ancak bütün o eserler Kur’an’ı anlamak için sadece bir vasıtadır. Değerleri Kuran’ı anlamayan cahillere yardımcı olduğu içindir.
İnsan düşüncesinden doğmadır. Allah doğmamıştır, doğurmamıştır. Mesajı dahi doğmaz. Bu yüzden bütün zamanlara hükmeder, zaman üstüdür. 
 
Hiç Allah kelamı olan, külli iradenin kelamı olan Kur’an ile kul kelamı olan, cüz-i iradelerin kelamı tefsirler bir olabilir mi? Kitapla, o kitabın bir parçasına dair yardımcı kitap bir olmaz
 
Asıl olan Kur’an’ın ayetleridir, Kur’an’ın hükmüdür. Nasıl ki ölünce bedenimiz toprak olacak, yola ruhumuz devam edecek; aynen öyle de ölen her insan için Kuranın hükümlerini yazdığınız kağıt, deri, taş veya metaller yok olacak Kur’an’ın ayetleri baki kalacaktır. Bu bakımdan tefsirlerin hükümleri de kağıtları da dünyalıktır. Ölünce ölçü olacak kaide Kuran’dır. Tefsirler insanların bu dünyadaki Kur’anı anlama gayretidir. Kitaplıkta yukarı koyulmalarının nedeni içlerinde Kuran ayetleri yazılı olduğu içindir. Kutsal oldukları için değil!
 
Şeytana o da melek der inanırsan melekleri bir daha zor görürsün. Allah’ın meleklere iman kaidesinden olursun.
 
Tefsiri o da kitap der kutsallaştırırsan, Kuran yolunda bidat, fitne, ayrılık çıkartmakla yargılanırsın. Dahası kitaplara iman kaidesini çiğnediğin için küfre düşmüş olursun. Allah’ın kitabından olursun
 
Nefsine bakıp, o da Allah’ın nurundan deyip her dediğini yaparsan Allah’ın nurundan olursun. Küfre düşersin, imanından olursun. 
 
Unutmayın ki, dindeki bütün bidatlar yazılmış tefsirler sayesinde girmiştir. Yazılmış bin tane doğrunun içindeki bir tane yanlışla başlamıştır. 
 
İşte “doğmalar” kelimesi bunu anlatmaktadır.
 
Allah zaman ve mekandan münezzehtir. Sana ilhamı gökten de indirir, yerden de çıkartır.
Tefekkür eden her insanın düşünce dünyasında bir fikir doğar. İşte buna doğma denir. 
 
Kur’an’ın ayetleri ise doğmaz, gelir.
“Kur’an size yeter” ayetine rağmen yeni fikirler, yeni fikir akımları üretmeye çalışan doğmalarımız ise terbiyeye, nefis terbiyesine muhtaçtır.
 
Bu yazıdaki gaye, tefsir kitaplarının yanlış veya gereksiz olduğu değildir. Yanlış sunulup, yanlış ifade edilip, yanlış anlaşıldıkları, ifrat ve tefritlere düşüldüğüdür.
 
İfrat ve tefrite götüren her fikriyat, her eser, her kitap ise dalalete düşürür. 
 
Oku, vicdanınla tart, doğru olanı al, yanlış olanı unut; hepsi bu!
 
Yusuf Avcu

Yorumlar