İnsan, doğduğu andan itibaren farkında olmadan bir geri sayımın içine doğar. Biz buna “ilerleyen zaman” deriz; takvimler yaprak değiştirir, yıllar çoğalır, tarihler büyür. Oysa gerçekte artan hiçbir şey yoktur. Zaman, ileriye doğru akmıyor; bize verilmiş olan ömrün eksilmesinden ibaret bir tükeniş yaşıyoruz.
Takvimler yeni yılları gösterdikçe “bir yıl daha kazandık” sanırız; ama gerçekte hayatımızdan bir yıl eksilmiştir.
Otuz yaşına gelmiş bir insan, otuz yıl kazanmış değil; otuz yılını harcamış, ömrünün otuz yılını tüketmiştir.
Kur’an bu hakikati veciz bir biçimde bildirir:
“Asra (zamana) yemin olsun ki, insan gerçekten hüsrandadır…” (Asr 1-2) Bu hüsran, zamanın azalan bir sermaye oluşundandır.
Her insan için ömür miktarı bellidir, fakat bu miktarı yalnızca Allah bilir.
Biz “zaman ilerliyor” sanıyoruz; aslında bize emanet edilen ömürden her an eksiliyor.
Bu yüzden Kur’an:
“Her nefis ölümü tadacaktır.” (Âl-i İmrân 185) diyerek kaçınılmaz sona dikkat çeker.
İnsan “saat”, “gün”, “yıl” gibi kavramlarla zamanı ölçse de bu göreceli (izafi) bir ölçüdür.
Allah katındaki zaman bambaşkadır:
Ahirette bu dünyadaki uzun sandığımız yıllar bir an kadar kısa görünecektir:
“Allah der ki: ‘Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?’ Onlar derler ki: ‘Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık…’” (Müminun 112-114)
“Onlar, onu gördükleri gün, dünyada sadece bir akşam veya sabah kaldıklarını sanırlar.” (Nazi‘at 46)
Bu ayetler, zaman algısının izafiliğini açığa çıkarır. Biz saati, günü, yılı sayarak zamanı ölçmeye çalışırız; ama Allah katında zaman bambaşka bir hakikattir:
“Rabbinin katında bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” (Hac 47)
Bu da gösterir ki bizim “ilerleyen zaman” dediğimiz şey, aslında ölçüye sığmayan bir tükeniştir.
İnsan, “2025 oldu, 2026 geliyor” gibi ilerleme kavramıyla kendini kandırır.
Oysa her yeni tarih, dünyanın ömründen de, senin ömründen de bir adım daha azalmadır.
Artan yalnızca geçmişin hafızasıdır; fakat gelecek sermayesi küçülmektedir.
Öyleyse “ilerleyen” sandığımız tarih, aslında geri sayan bir kum saatidir. Geçmiş dediğimiz şey, bitmiş ömrün hafızası; gelecek dediğimiz ise henüz bize verilmemiş belirsiz bir nefes… Her yeni gün, takvim yapraklarını büyütür ama ömrümüzü küçültür.
Kur’an bu hakikati tekrar tekrar hatırlatır:
“Her an bir iştedir O.” (Rahman 29) – Yani zaman O’nun yaratışıyla anbean tükenir ve yenilenir.
“Yaklaştı insanların hesabı, onlar ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar.” (Enbiya 1) – Zaman tükenirken insan oyalanmaktadır.
Bu bakış açısı, insanı; her anın kıymetini bilmeye, “Daha var” gafletinden uyanmaya, amel ve tefekkürle ömrü bereketlendirmeye çağırır.
Aslında geçen her saniye, ömür sermayemizin biten bir parçasıdır; ama Allah için geçirilen her saniye, ebediyet için bir kazançtır. İşte Asr Suresi’nin özündeki uyarı tam da budur.
Bu farkındalık, insanı hem tevazuya hem de uyanışa çağırır. Çünkü tükenen zaman, aslında ebediyet için açılmış bir kapıdır. Allah için değerlendirilen her an, ebedi hayatın sermayesi olur. Kur’an’ın “Zaman hüsrandır, ancak iman edenler ve salih amel işleyenler kurtulur” (Asr 2-3) uyarısı, işte bu hakikatin en veciz ifadesidir.
Zamanın bu tükeniş sırrını idrak eden kişi için her nefes, bir Hızır dokunuşu gibidir. Hızır’ın varlığı nasıl hayat veren bir sır ise, şu anın farkındalığı da ölümsüzlüğe açılan bir sırdır. Zaman, tükenirken insana gerçek varlığın zamansızlığını hatırlatır; işte o an, ömür sayılarının değil, kalbin dirilişinin zamanı başlar.
Yusuf Avcu
Yorumlar
Yorum Gönder