GENCEK KENÇEK


Gencek ve Kençek tarihiyle ilgili şu ana kadar paylaşmış olduğum yazılara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz! 
 
 
https://www.yusufavcu.com/2022/09/kaygs-gavur-mezeri-ve-kelsu-yitik-gol.html
 
 
Yusuf Avcu 
  
www.yusufavcu.com
 
-----

ZÜMRÜT RENKLİ GENCE



Kültürel zenginlikleri, doğal güzellikleri, tarihi eserleri, güler yüzlü insanları ve zümrüt rengi topraklarıyla eşsiz bir memleket olan Azerbaycan’ın Gence şehri; 114 yıl aradan sonra kurulan Azerbaycan’ın ilk başkenti ve ikinci büyük şehridir. Azerbaycan’ı kuran Gencekler’in / Kençekler’in Sır Derya ile Anadolu arasındaki  ana vatanlarından birisidir.

Bölgede MÖ.8000’li yıllarda görülmeye başlayan Türk varlığı, MÖ.3000’li yıllarda Kutiler, Lullubiler, Subiler, Kaslar ve Turukkiler gibi Türk kökenli kavimlerle daha da netleşmiştir.[1] Bu kavimlerden birisi olan Kaslar, kadim Türk budunu Kençekler’in ata kavmidir. Bölge, Sümerler dönemi ve daha öncesi Asya’dan Anadolu’ya olan Türk göçlerinin yol güzergahıdır.

MÖ.3000’li yıllarda Turukkular ve Kaslar bölgeye gelip yerleştiler. Turukkular Urmiye Gölü havzasında yaşarken, Kaslar ise Kür ve Aras nehirlerinin kavşağından Hazar Denizi’ne kadar olan deniz kenarındaki alanlarda yaşıyorlardı. Kaslar, bölgede yaşayan Kaspiler’in atası olarak kabul edilir. Kaspiler, Kaslar’ın sonraki dönemlerde kullandıkları isimlerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Hazar Denizi’nin eski adının Kaspi olması da bu yüzdendir.[2]

İktidar, bölgede yaşayan Türk kavimleri arasında dönem dönem el değiştirmiştir. Mesela MÖ.1000 yılında bölgenin hakimi Moğol kökenli Manna Devleti’dir. Mehebbet Paşayeva, Mannalar’ın Türk kökenli olduklarını ve aynı tarihlerde Kırım’da da Mangup (Manna) adlı Türk devletinin olduğunu belirtmiştir.

Gence ve Karabağ’daki buluntulardan MÖ.1400- MÖ.800 yılları arasında ise Prototürkler olarak tanımlanan Kimmerler’in bölgeye hakim oldukları anlaşılmıştır.[3]

Bu dönemde göçebe Skytler’in bölgeye gelişleri Heredot’un kayıtlarında anlatılmıştır: “Göçebe Skytler (İskit / Sakalar) Asya’daydılar; Massagetlerle yaptıkları bir savaştan yenik çıktılar, Arexes Irmağını geçtiler, Kimmerler’in yanına göç ettiler”.[4] Kimmerler ise savaşmayarak yurtlarını terk edip Yakındoğu’ya kadar gitmişlerdir. İskitler’in (Sakalar) Kimmerler’i takip etmeleri Azerbaycan topraklarına akmalarını sağlamıştır.[5] Kuzey Kafkasya ile Zakafkasya arasındaki eski çağlarda keşfedilen çok sayıdaki dağ geçitleri İskitler’in Güney Kafkasya’ya da yayıldıklarını göstermektedir. [İlhami Durmuş, “Siraklar”, s.183.] İskitler / Sakalar bölgede kurdukları devlet için Sakasena ismini kullanmışlardır.[6] Asur kaynaklarında Manna bölgesinde Saka isimli bir halktan bahsedilmiştir. Zagatala, Balasagan, Şaki,Şeki, Sakantala, Sakandere, Sakani, Şakabad gibi yerler de Saka ismini taşıyan yerlerdir.

İskitler’in / Sakalar’ın büyük göçleri sırasında ilk kez Kıpçak, Bulgar ve Oğuz boylarından Türk oymakları bu topraklara yerleştiler. Onlaa daha sonraları Bulgarlar, Hazarlar, Sabirler ve Uygurlar da katıldılar. Atilla döneminde Dağıstan’dan gelen Hun toplulukları ise Hun-Ogur ismiyle anılmıştır. Hunlar, Azerbaycan’a Kuşanlar ismiyle gelmişlerdir.[Latifova s.5] Kavimler göçü döneminde ise Hun, Avar ve diğer Türk boyları da yine Kafkasya üzerinden Avrupa’ya geçmişlerdir. Hunlar bölgede Maskut isminde bir devlet kurdular. Sarmat, İskit, Massaget, Hun isminde birleşip Kafkaslar’da birçok yeri yurt edindiler.[7] Aynı dönemlerde Bulgar, Hazar, Sabir, Çul, Gorus, Terter, Çırak kabileleri ile; Kengerler, Aranlar, Kataklar, Peçenekler de bölgeye gelip yerleşmişlerdir. MS.IV.yüzyılda ise Kıpçaklar da bölgeye akın ettiler. [8]

Sakalar’ın / İskitler Kafkasya’yı aşıp ön Asya’ya geldiklerinde, yurt tuttukları ilk yer Arran (Gence - Karabağ), Ağrı Dağı etrafı (Iğdır Ovası, Sahat Çukuru ve Doğubeyazıt), Orta Hazar havzası ve Gökçegöl çevresidir. Bunun için bölgeye Saka / Sahat  Çukuru denilmektedir.[9]

Zeki Veledi Togan, Azerbaycan’ın ilk başkenti Gence’nin adının eski söylenişinin Genzeh / Kenzek şeklinde olduğunu belirtir.[10] Prof. Dr.Mireli Seyidov ise Azerbaycan’ın kuzey kesiminde bir bölge adı olan Zagatala (Sag-a-tala) ve Gence (Gan-sag/ Kan-sag / Gand-sag) sözünün sag-isag terkibi ile Sag kabile birleşiminin adı ile ilgili olduğunu belirtir Ortaçağ Ermeni kaynakları Gence’nin adını Kansak- Gantsak diye yazarlar. Kansak – Gantsag- Gancak adı gan (kan) ve sag (sak) terkiplerinden meydana gelmiştir. Gan (kan) Türk lehçelerinde Khan (Han), “n” sesi sağır “ń” ile söylense “ata” demektir.  Gansak / Gantsak Türkçe bir sözdür ve “Sag Han’ı”, “Sag Atası” demektir.[11]

Seyidov Gence şehrinin adını Saka Türklerine dayandırmış ve eski adının Gancak olduğunu söylemiştir.[12] Ermeniler Gence’ye “Gandzaq” demektedirler. Cevizoğlu ise Kanzak adlı bir Hun- Türk (Saka) kabilesinin Van gölünün güney civarına, ve Ağrı dağı yakınlarına gelip yerleştiklerini tesbit etmiştir. Azerbaycan’da da bu isimle Türk boylarının olduğunu söyler.[13] Kençek- Adze, Düşed sancağı, Tiflis’te bir yerleşim yerinin adıdır.(Doğru 1985:27) 

Başkurtlar’ın atalarının eskiden Buhara yakınlarında yaşadıklarını ve kavmi isimlerinin Kence olduğunu belirten Togan, Aral Gölü etrafında Kence ve Kencek isminde kabilelerin yaşadığını, Başkurtlar arasında da Kencek şeklinde aile isimlerinin olduğunu belirtmiştir. Kaşgarlı’nın Talas civarında Kençek Sengir isminde bir yerden söz ettiğini de belirten Togan, Kençekler’in Kanglı ve Gurlar’la akraba bir kavim, Halaç ve Karluklarla birlikte ise Eftalit (Akhun) birliğine dahil olduklarını belirtir. Oğuz Destanı’nda ise Kang ve Kanglılar’ın; Kayı, Halaç ve Karluklar’la yan yana Amuderya nehrinin Termiz’den aşağı kıyılarında, Horezm ve Aral Gölü mıntıkalarında yaşadıkları, Uygurlar ve Oğuzlar’a akraba oldukları görülmektedir. (Bkz Kanglılar, Kençekler)

Gence’nin adının Kençekler’in o dönem kullandıkları Kence isminden geldiği görülmektedir. Araştırmacı Bilgehan Atsız Gökdağ, Kang-chü, Kao-çe, Kengü, Kenger ve Kençek kelimelerinin birbirleriyle ilişkili olduğunu ortaya koymuş ve “küçük” anlamındaki “kence” kelimesi ile topluluk isimleri yapan –(A)k ekinden oluştuğu sonucuna varmıştır.(2007:106)

Gence kelimesi Azerbaycanlı birçok araştırmacıya göre kadim Türk kavmi olan Gancak / Kençek / Gencek adından ve dilinden gelmektedir.[14] Hazine, mahsül saklanan yer manalarına gelen “Kaznaka” ve “Ganja” kelimeleriyle birlikte kullanılmıştır. Gence; genç, taze, yavru, genişleyen, gelişen manalarına da gelmektedir. Asya’nın Genç Kralı[15], Ganjalu Nehri, Ganja Nehri, Kuzey Kafkasya’da Genceaul; Gürcistan’da Genceti, Kabardey Balkar’da Gence, Tacikistan’da Gence / Ganja yerleşimi, Kazakistan’da Kenje arık, Türkmenistan’da Gence, Karabağ’da Gence Kançay şeklinde birçok yer isminde geçmektedir. Kırgızlarda Kenje, Türkmenlerde Gencik, Anadolu’da Gencek ve Kenzek gibi yerleşimler İskitler / Sakalar’ı kuran Saka kabilesinin adıyla bağlantılıdır. Ganja-Gazakh Hayvanat Bahçesi, Ganjahan adında Ganja köyü yakınlarında Zhanabad’ın 2 hanı olan Sakayeu olarak bilinir. 2003’te yeniden adlandırılmış ve yeniden düzenlenmiştir. Gancak “Kan bağı, kan gardaş” demektir.[16]

Gencekler / Kençekler en eski Türk dili olan Kas dili ile konuşuyorlardı. Bu yüzden; Göktürkçe, Karahanlıca  Oğuzca,  Çağatayca ve Osmanlıca’da “G” sesinin olmaması nedeniyle Gencek kelimesi Kençek şeklinde yazılmıştır.  En eski Türk dili olan Kas dili ili konuşan Gencekler’in / Kençekler’in ise aksanlarında birçok kelime “G” sesi ile başlar. Bu yüzden Gencek kelimesi tüm yazıtlarda ve yer isimlerinde Kençek şeklinde geçer, ancak Gencek şeklinde seslendirilip okunur. 

Kimmer, Durdzuk, Khunan, Tukhar, Khozanıkh, Kıpçak, Bun Turk, Sarıkın (Sarıklar), Kalaç, Sam-şwilde(Üç Ok), Ocaklı Başbuğlar, Kankar ve  oradaki Sakalar Türk olup; ilk gelişlerinde 28.000 aile idiler ve Sarıkın / Sarıklar Yurdu / Sirkene adında büyük bir şehir kurdular. Burada Makedonyalı İskender’in ordusuna karşı bir yıl savaştılar. Durdzuk idaresinde güçlenen Khazarlar (MÖ.721’de gelen Kimmerler) Kafkas Dağları’nı aşarak bölgeye hakim oldular. Sonra Gurgan (Khazar) Denizi’ni aşarak gelen Türkler (Sakalar) bölgeye gelerek Sarıklar Yurdu’nu kurdular. Sakaların güçlü hükümdarı Partatua, Gence-Karabağ’ı ve Alban Berde şehrini MS.944 yılına kadar kışlak merkez olarak kullandı. Yenilmez Saka / İskit ordusuyla Asur hududuna kadar dayandı. Ülkesini korumak isteyen Asur kralı Asarhaddon, MÖ.673’te kendi kızı ile Partatua’yı evlendirip onu güveyi edindi. Bu evlilikten, Partatua’nın oğlu Modova / Madyas “İlk Büyük Türk Cihangiri” ve “Alp Er Tonga / Afrasyap” oldu. MÖ.654-626 yılları arasında İran, Anadolu ve Suriye’yi fethedip; Filistin’de İsrail ülkesini çüneyerek, Sina’ya değin ordularıyla vardı. Mısır Firavunu III.Psammetik’ten haraç aldı. Akdeniz’den Çin’e varıncaya kadar tüm Asya’ya hakim oldu. Eşsiz bir Türk imparatoruydu.[17]

Doğu Anadolu, Kafkasya, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’da Sakalar’la ilgili tesbit edilmiş yer adları şunlardır: Sak, Saka, Zagalı, Sakana, Sakastan, Sakavan, Sakaviran, Sakarya, Sakar Bulak, Zakir Kışlak, Sakar Yazı, Sagat, Sakarat, Sakça Gözü, Sakız, Saku, Sagur, Sekü, Göksekü, Sekir, Saka Çor, Sakasen, Anzak, Agasak, Barzaki, Çat Sagir, Kamzak, Orsak, Pirsagat, Tursaki, Kanzak, Sagman, Sinek, Kızılzakir, Pırsak, Sükü, Sökütlü, Kenzek, Kanzak, Kağın, Kağnılı, Sükü köyü (Sakan Uşağı ve Sakan Aşiretleri).

Sahat Çukuru’ndaki Türk obaları ile yoğun bir Türk varlığı ve hakimiyetinin bulunduğu Van civarındaki Ahlat, Bitlis – Arzan Türk beylikleri yakın ilişkiler içindeydiler. Bu yakın ilişki iki bölgedeki Türk boylarının akrabalık ilişkilerinden kaynaklanıyordu. [18]

Bölgede sırasıyla Kutiler, Lullubiler, Subiler, Kaslar, Turukkiler, Mannalar, Kimmerler, İskitler/ Sakalar, Urartular, Medler, Persler, Atropatene Krallığı, Romalılar, Ermeniler, Parthlar, Sâsâniler, Bizans, Emeviler, Abbasiler, Şirvanşahlar, Sacoğulları, Revvâdîler, Sellârîler, Şeddâdîler ve Ahmedîliler egemen olmuşlardır. Bu devletlerin egemenlikleri esnasında da bölgeye Türk göçleri devam etmiştir.

MÖ.328 yılında Büyük İskender, İranlı Atropat’ı Medya’ya Satrap olarak gönderdi. Atropat burada güç kazanıp burada bir devlet kurmaya muvavak oldu. Helenleri’in Atro-p,atene, Ermeniler’in Atrpatakan şeklinde teleffuz ettikleri Atropatena Devleti’nin baş şehrine ise klasik yazarlar Gadeza, Gadezaka; Ermeniler ve Süryaniler Gendzek veya Kenzek, yani Farsça Kencek; Araplar (tahrif ederek) Kezna veya Cenzeli olarak zikretmişlerdir. Burası o zamanlar çok ehemmiyetli bir dini merkez olup ateşperestlerin mabedi burada idi. Araplar şehir ahalisine El-Şiz diyorlardı. Sasani hükümdarları, tahta oturduktan sonra bu merkezi ziyaret için Madayin’den yaya olarak gelmek zorunda idiler. Şehrin bulunduğu yer Taht-ı Süleyman harabelerinden dolayı Meragam’ın güneydoğusunda gösterilmektedir. Azerbaycan’ın askeri merkezi, eski başkenti olarak zikredilmektedir.[19] 

MS.395-396 yıllarında Hun Türkleri’nin bir kısmı Balkanlar üzerinden Trakya’ya, bir kısmı ise Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya ilerlediler. Sonra Bakü üzerinden merkezlerine döndüler. MS.486’da ise Hazar, Hun, Kuşan ve Sabir akını başladı. MS.700 -1000 yılları arasında ise Hazar Denizi ve çevresinden, Van Gölü’nden, Karadeniz kıyılarından, Kiev’e; Aral Gölü’nde Macaristan’a kadar olan coğrafyaya Hazar Kağanlığı hakim oldu. Sabar Türkleri’nin yoğunlukta olduğu Hazar Kağanlığı’nı Beğdili boyu kurdu.[20] Hazar kağanları Aşina soyundan Ansa sülalesinden gelmekteydiler. Ancak sonraki yıllarda Sabarlar hakim oldular. Hazar Kağanlığı, din olarak Museviliği seçen Türklerin kurduğu bir devlettir. [21] Ancak tek tanrı inancının serbestçe yayıldığı bir toplumdu. Bölgede devrin en güçlü devletini kurdular. Göktürk birliği döneminde Göktürkler’in batı kanadını oluşturuyorlardı. Araplarla ve Sasanilerle savaştılar. Aşina hanedanı hakimiyetini kaybedince, Peçenekler, Uzlar, Kuman ve Kıpçaklar birlikten ayrıldılar. Rus Knezliği ve Bizans İmparatorluğu’nun etkisiyle iyice zayıflayan devlet; doğudan gelen Peçenekler’in 1030 yılındaki son darbesiyle yıkıldı.[22]

MS.VIII. Yüzyılın sonuna kadar birçok doğu ülkesi gibi Azerbaycan’a da Araplar hakim oldular. Ancak Araplar’ın tahrip etmesine rağmen bölgeye olan Türk göçü daha da arttı.
1015 yılından itibaren Selçuk Bey’in torunu Çağrı Bey Azerbaycan’a akınlar yapmaya başladı. 1018 yılında Selçuklu hükümdarı Çağrı Bey’in ordusunda görev alan ve Ermeniler’i bozguna uğratan Karakeçililer’in büyük bir çoğunluğu Kençekler kökenlidirler. Kençekler’in; Tosbağa, Azizbeğli, Yaylalu, Gençlü, Karabakılı, Köseler, Avcılar, Karataşlu, Gök İshaklı ve Özbekli aşiretleri Kayı boyuna bağlı Karakeçililer’e tabi idiler. Kençekler’in Gence Oymağı’da dahil Kayı boyunun bir kısmı ise Azerbaycan bölgesine, özellikle Gence, Tiflis, Nahcivan ve Karabağ çevresine yerleştiler. 

Konar göçer yaşayan ve hayvancılıkla uğraşan birçok Türkmen aşireti, Horasan'dan beriye yürüyerek gelmiş; bu yüzden “Yörük yürüdü, kılı deriyi sürüdü, böylece adımız Yörük oldu' dediklerini saptamıştır.[23] 'Kılı deriyi sürüdü' derken herhalde keçiden söz edilmektedir.
 
Azerbaycan’ı alıp Oğuz boylarını bölgeye yerleştirdi. 1054 yılında ise Gence’yi kurtarmak için Azerbaycan üzerinden Bizans’a sefer düzenledi. Doğu Anadolu’ya açıldı. 1064 yılında ise Azerbaycan tamamen Selçuklular’ın eline geçti. Alparslan’a Ebu’l Feth ünvanı verildi. Melikşah döneminde ise bölge tamamen Türkleşti. Orta Asya’dan gelen öncü Türk boyları, XI. Yüzyıldan itibaren Azerbaycan coğrafyasına akın etmeye başladılar. Horasan’dan gelen büyük çoğunluğu Kençekler kökenli 10 bin hanelik Türkmen grubu da bu akış içerisinde yer aldılar. Bölge Türkmen deposu haline geldi.  1086 yılı ile alakalı Nesevi Muhammed bin Ahmed “Azerbaycan düzlüklerinde, dağlarında ve kalelerinde Türkler çekirge gibi yayılmışlardı” demektedir. Gence’nin adı Türkmen şehri olarak söylenir olmuştu.

Bölgeye yerleşen başlıca Kençek oymak ve aşiretleri şunlardır: Gencek, Gence, Gancak, Gancaklı (Sancaklı), Genze, Genceli, Kan Bağı, Kepez, Sevinç Hacı, Beyşehri, Sığnak, Yengi, Hocalı, Erikli, Tiflis, Çınarlı, Kan Ağa, Köseli, Saghan, Karabağlı, Sarıklı, Engiz, Ballıca, Borçalı, Sakasena, Qızılkaya, Qarakoyunlu, Deli Memmedli, Salahlı, Saraçlı, Bayramlı, Karamusalı, Düyerli, Daşlı, Kızılhacılı, Gerger, Kenger, Çullu (Çol, Çor), Qaradağlı, Arabaçı, Ahmedli, Qara Memmedli, Qırıklı, Keles, Kelekli, Kanzak, Ağaçeri, Gacaran, Akkoyunlu, Keçili, Yiğirmidörtlü, Otuzikili, Dulkadir, Şahseven, Şamlu, Rumlu, Peçenek, Alpag, Karapapak, Tuzlu, Tosbağa, Azizbeğlü,  Yaylalu, Karamanlı, Hacıalili, Kaçar ve Kağın.

Uzakdoğu’dan Ortadoğu ve Akdeniz’e kadar ulaşan Selçuklular, Sultan Berkyaruk döneminde Selçuklu Devleti Irak ve Horasan, Suriye, Kirman ve Anadolu Selçukluları olmak üzere dörde bölündüler. 1075 yılında ise Kutalmışoğlu Süleyman Şah Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurdu. Aşite yani Aslan hanedanından gelen Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Türk Sır Budunu Gencekler’in / Kençekler’in Atabeg hanedan aşiretinden geliyordu.

Büyük Selçuklular’dan sonra Azerbaycan; önce Irak Selçukluları’ndan (1118-1194) sonra ise Güney Azerbaycan İldenizliler Hanedanlığı’nın (1137-1225), Kuzey Azerbaycan ise Şirvanşahların 1027-1368 idaresine girdi.[24] Selçuklu Devleti’nin bir valisi olan Şemsettin İldeniz Kençekler’in Atabegler oymağındandı ve 1146’da bölgeye hakim oldu. 

1139 yılında Gence’de meydana gelen büyük bir deprem sonucunda Kepez Dağı yerle bir oldu. Gence harap oldu ve Göygöl Gölü oluştu.[25]

1.Alaaddin Keyhüsrev 1205’te Antalya’yı fethetti. Bölge hem Anadolu’dan hem de Azerbaycan coğrafyasından göçler almaya başladı. 1220-1221 yıllarında Şirvan ve Aşağı Körü boylarının Moğollar tarafından istila edilmesi üzerinde, büyük bir Oğuz oymağının, Avşar boyu beyleriyle birlikte buralardan kalkıp Orta Toroslar üzerinde giderek, sonraları Karamanoğlu hükümetini kurdukları anlaşılıyor. Kıpçaklar ise Gence çevresine yerleştiler.[26] Bu dönemde Toroslardaki Garakurum bölgesine gelip yerleşen bu büyük Oğuz oymağının, Kençek aşiretlerinden Gence, Gencek, Gancaklı, Ahmedlü, Sevinç Hacı, Gençlü, Sancaklu, Beyşehri, Sığnak, Sarıklı, Karamusalı, Daşlı, Ağaçeri, Kağın, Arabacı, Kaçar, Şamlu, Dulkadir, Karabağlı, Karakoyunlu, Ustacalu, Gancaklu, ve Gencek Cemaati’nden oluştuğu ve diğer Avşar boylarıyla birlikte orta Toros bölgesine gelip yerleştikleri anlaşılmaktadır. Yine Kençek aşiretlerinden Güncek, Sığnak, Turudlu, Keles, Kepez, İsa Dede Gencek Cemaati, Molla Osmanlı, Sarılı, Kılıçlı Genceki, Molla Hacılı, Keçili, Okçulu ve Avcılı aşiretleri de dahil birçok Kençek aşiretinin bu göç kervanına katılarak, aynı dönemde bölgeye yerleştikleri görülmektedir. Bu aşiretlerden Karabağlı aşireti Kençekler’in Bozulus toplulukarındandır ve geçmişte uzun bir süre Karluklar’a tabi idiler.
Moğol istilası zamanında Tebriz, yerli Atabekler sülalesinin başşehriydi.[27] Atabekler sülalesi ise Kençekler’in Atabeg (Atabek) Oymağı’nı oluşturuyorlardı. Tebriz ve Erdebil, Bişkin ve Balak isimli iki Türkmen tarafından idare ediliyordu. 1118’de Kuman ve Kıpçaklar, Derbend yolundan inerek Kür boyları ve Gence bölgesine yayıldılar.[28]

1231’de tam manasıyla Moğol istilasına uğrayan bölge İlhanlılar’ın eline geçti. Moğollar, 1239’da Meraga, Erdebil, Tebriz, Berde ve Gence böglesinde birçok insanı katlettiler. Birçoğu da Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı. Gazan ve Hülagü dönemlerinde ise Uygur, Celayir, Çoban ve Türkmen unsurlar yerleştirildi. Bölge kısa bir süre Altın Ordu Devleti’nin hakimiyetinde kalsa da, 1358’de Celayirliler’in, 1383’te ise Timur’un emirliğine girdi. Kurduğu büyük devletlerde “aslan”, küçük devletlerde ise “dağ keçisi” sembolünü kullanan bölgenin kadim kavmi Kençekler, tarih boyunca yaptığı en iyi şeyi yani Türk kavimlerini birleştirmeyi tekrar başardılar. Azerbaycan’da Türkmen boylarını birleştirerek Karakoyunlular (1380-1468) ve Akkoyunlular (1340-1514) devirlerini başlattılar. Azerbaycan Türk nüfusu bakımından en yoğun devrini yaşadı. 

Konar göçer göçebe hayat tarzını ilke edinen Akkoyunlular ile Timur ve Çağataylarla mücadele sırasında Türkmenleri toplayan Karakoyunlular siyasi ve askeri üstünlüğü elde ettiler.[29] Bu üstünlük Safevi Türk Devleti’ni doğurdu. Rumlu, Şamlu, Musullu, Kuzanlu, Kavanlu, Dulkadirlü, Kaçar, Ustacalu, Tekelü, Baharlu, Alpaut, Bayat, Kazahlu, Esirli, Avşar, Varsak ve Karadağ sufileri birleşerek Safeviler’in “Kızılbaş” ordusunu oluşturdular. [30] Bunlardan Karadağ, Varsak, Kaçar, Ustacalu, Kazahlu, Dulkadirli, Şamlu ve Rumlu Türkmenleri Kençekler kökenlidirler. Tüm Türkmenler bölgeye davet edilince özellikle Erdebil ve Tebriz tarafları Azerbaycan Türkmenistanı olarak anılmaya başladı.

1502’de Şah İsmail’in Nahcivan’da Akkoyunlu ordusunu yenmesiyle bölgede Safevi hakimiyeti başladı. Bu durum Safevi ve Osmanlı Türk devletlerini karşı karşıya getirdi. Yaklaşık 150 yıl bölge iki devlet arasında el değiştirip durdu. 1514 yılında ise Yavuz Sultan Selim Şah İsmail’i Çaldıran’da yenilgiye uğratarak Tebriz ve Güney Azerbaycan’ı Osmanlı topraklarına kattı. 1524’te Safevilerin Azerbaycan’ı tekrar ele geçirmesi üzerine Kanuni 3 sefer düzenledi. Şahların Şii mezhebinin bayraktarlığına soyunup Lur, Fars ve Afganlılara bürokraside fazlaca yer vermeleri iç çekişmeleri arttırdı. Ustacalu, Rumlu, Şamlu ve Tekelüler arasında iç savaş çıktı. Türkmenler gücünü kaybettiler. Osmanlı ve İran arasındaki yıllar süren mücadeleler bölgeyi çok yıprattı.1534 yılındaki Irakeyn Seferi ile tüm Azerbaycan Osmanlı Devleti idaresine girdi. 1554’te ise Nahçivan, Karabağ ve Revan Osmanlı topraklarına katıldı. Daha sonra ise Şirvan, Dağıstan, Azerbaycan ve Gürcistan tamamen Osmanlı himayesine girdi

1578’de Dağıstan, Tiflis ve Şirvan bölgesindeki Sünniler, Şiilik baskısı yapan Safeviler’e karşı yardım isteyince Lala Mustafa Paşa onların desteğiyle Güney Kafkasya’yı ele geçirdi. Tekelüler ve pek çok Türkmen aşireti Osmanlı safına geçtiler. Osmanlı ve İran arasında kalan Gence hakimi Kaçarlı Ziyadhanoğlu Mehmed Han, Yiğirmidörtlü Türkmenleri ve Ustacalu Tokmak Han ile Aras nehri kıyılarına çekildi. Osmanlı ordusunun üzerlerine geldiği haberi gelince nehri geçmeye çalışanların üçte biri nehirde boğuldular. Bu olay, Gence-Karabağ arasında yaşayan Türkmenlere büyük darbe vurdu.[31] Savaşmadan şehre giren, bağ ve bahçelere hiçbir zarar vermeyen Osmanlı ordusu şehrin etrafını surlar inşa etti. İçine 3500 muhafız ve toplar kondu. Gence merkez olmak üzere bir eyalet teşkil edildi ve beylerbeyliğine Çerkez Haydar Paşa getirildi.[32]

Şah Abbas devrinde (1588-1628) Sünni inanca sahip Türkmenleri Şiileştirme politikasına ağırlık verildi. Sünnilere “dönük” diyorlardı ve cezalandırıyorlardı. Bu aşiretlerin çoğu ise Kençekler kökenliydiler. Kaçar, Kazak, Karapapak, Karamanlu, Ustacalu, Hacılar, Alpavut, Saadlu, Pazuki, Şemseddünlü gibi aşiretler Sünniliği seçmişlerdi

1593  yılında Osmanlı tahrir defterinde kayda alınmış olan Gence vilayeti yedi sancağa ayrılmıştı. Bu sancaklar Gence (On iki nahiye), Berdea (5 nahiye), Hacin (dokuz nahiye), Ahıstabad (beş nahiye), Dizak (üç nahiye), Hekari (dört nahiye) ve Verende (bir nahiye) adlarını taşıyordu.[BA,TD, nr 699] Gence’nin fethi, Osmanlı tarihçisi Rahimzade İbrahim Harimi tarafından yazılan Kitab-ı Gencine-i Feth-i Gence adlı eserde manzum olarak tasvir edilmiştir. 1593 tarihli tahrir defterlerinde Gence bölgesinde  yaşayan Oğuz-Türkmen toplulukları ise şu şekilde geçmektedir[33]:
Ahıstabad nahiyesi; Kılıçlı (Avşar), Molla Ahmedli, Molla Hacılı, Canpaşalı, Gazanferli, Kalalı, İbrahim Halifeli, Kesemenli, Pir Ahmedli, Peyreli, Pir Aslan Halife
Gence merkez nahiyesi; Peçenek, Kemerli, Çoralı Kadılı, Dörtlü, Hasanlı, Kasabali, Kendibeyli, Şemseddinli (Dulkadir)
Haçın nahiyesi;  Hocalı, Kadılı, Kalaycılar
Dağıstan sınır nahiyesi;  Kara Musalı, Kavurgalu (Dulkadir), Kara Alpagut, İzzeddinli, Biçek, Porsuklu, Kızıl Hacılı
Alpavud nahiyesi; Eyyüblü
Arasbar nahiyesi; Karadağlı Dizak, Arab-i küçük, Veliyüddinli
Berde merkez nahiyesi; Peçenek, Okçulu, Kösegir, Arablı, Aranlılar, Baharlı, Bolulu, Çiğdemli, Dancırlı, Alıncalı, Hak Divanlı, Gölegir, Kızanlı, Hasan Abdallı, Karadağlı, Karamahili, Güngenli, Taylı Saralan, Taylı Yıvalan
Çileberd nahiyesi; Kirliceli, Çömlekçi Karadağlı
Karkar nahiyesi;  Ekinci Urumlu, İnce Urumlu
Hekeri nahiyesi;  Sorluk, Mollacan, Hacı Vacardıki, Hacı Tirnegerd
Hasansuyu nahiyesi; Delikaralı, Secahaddinli, Mikailli, Şad Paşalı
İncerud nahiyesi; Arasbar Bergüşadlı, Dostulu, Eli Hasanbeyli, Molla Aslanlı, Molla Veledli
Karaağaç nahiyesi; Halil Fahreddin
Kürekbasan nahiyesi; Çegirli, Karakoyunlu, Mahmudlu, Sarı Sabuncu, Çakırlı
Sir nahiyesi; Tur Hasanlı, Darugalı, Ekelenli, İbrahimbeyli, Karakoyunlu, Karaca Muğan, Kıtada, Kozanlı, Karaağaçlı
Şemkir Arranı nahiyesi; Avcılı (Şamlı), Karaca Emirli, Akınçı, Molla Osmanlı, Yıvalı Kaçarlı
Şütür nahiyesi;  Memed Tahlu
Tavus nahiyesi;  Kapanlı, Sablı
Verende nahiyesi;  Hacı Nuri, İzzeddinli, Koç Taylu, Rühüddinli, Verendeli
Yevlak nahiyesi;  Geçki
Zeyem nahiyesi; Kara Yakublu, Sarılı, Sarılı Süleyman, Tatarlar, Yüreğir, Paşalı, Oryatlı



1595 Gence Tarihi’nde, Gence vilayetindeki Yirmidörtlü Ulusu (24 Oğuz boyundan oluşan karma ulus) ve Otuziki Ulusu (24 Oğuz ve 8 Kıpçak Boyu) topluluklarında Kençekler’in Saraçlu Oymağı’nın da adı geçmektedir. Kaynaklarda Ağrı, Iğdır, Tuzluca ve Erivan bölgelerinde Saraçlu adıyla anılan oymakların yaşadıkları belirtilmektedir. Yine Azerbaycan’da Saraçbudağı adlı bir yer  bulunmakta ve Saraçlı adlı kabileden geldikleri bilinmektedir. Aynı oymağın Osmanlı kayıtlarında Tokad, Kütahya, Manavgat, Alaiye, Geyve(Kocaeli), Uşak, Adana eyaletlerine yerleştikleri belirtilmektedir. Anadolu’da 30 kadar Saraçlı köyü bulunmaktadır.[34]

1578’de Osmanlı - İran Savaşı’nda Osmanlı’nın eline geçen şehir, 3 Temmuz 1606’da Şah I.Abbas tarafından geri alındı. Gence’de Hasançayı Nehri kıyısında birçok Türkmeni katlederek, devletin kuruluşunda büyük rol oynayan Ustacalu ve Bayatlara ağır darbe vurdular. Sünniliği seçen aileleri yurt içi ve yurt dışı sürgün ettiler. Sürgün emrini reddeden Karabağ’ın Ahmedlü aşiretini katlettiler. 1635’de IV.Murat Safeviler’i yenerek Azerbaycan’a girdi. 1639 yılında Osmanlı – Safevi arasında imzalanan Kasr-ı Şirin Anlaşmasıyla savaşlar sona erdi. 1723’de Osmanlılar Gence’yi kuşattılar, ancak alamadılar. Gence uzun süre Safevi Devleti’ne bağlı kaldı. Göçe zorlananların bir kısmı yurtlarına geri döndü.[35]

1735- 1747 arası Afşar Türklerinden olan Nadir Şah döneminde İran hakimiyetinde olan bölge, bu tarihten sonra siyasi çekişme ve iç savaşlara sahne oldu. İran hükümdarı Nadir Şah, Türkleri ve Rusları Azerbaycan’dan uzaklaştırmak ve bölgeyi işgal etmek istiyordu. Bu yüzden birçok Türkmen aşiretini Horasan’a sürgün etti. Ancak Karabağ aşiretleri geri getirildi. Esterabat ve Merv’de yaşayan Kaçarlar’ı kılıçtan geçirdi.[36] İran ile Rusya arasındaki 1735’te yapılan anlaşma ile Rusya askerlerini Hazar’dan çekti. Nadir Şah’ın izlediği politika feodal devletlerin oluşmasına neden oldu. Nadir Şah Afşar’ın 1747’deki suikasti, Azerbaycan’daki bağımsızlık mücadelesini arttırdı. Azerbaycan feodal topraklara bölündü. Kuzeyde Şeki, Gence, Bakü, Derbent, Kuba, Nahçıvan, Talış, Revan; güneyde ise Tebriz, Urumiye, Erdebil, Hoy, Maku ve Karabağ gibi hanedanlıklar ortaya çıktı. Urmiye Hanlığı; Avşarlardan Feteli Han, Karabağ Hanlığı; Civanşirlerden Penah Ali Bey, Meraga Hanlığı; Mukaddemlerden Alikulu Han, Erdebil Hanlığı; Şahsevenlerden Nazarali Han, Serab Hanlığı; Şekakîlerden Ali Han, Gence Hanlığı; Kaçarlardan Şahverdi Han, Nahçivan Hanlığı; Kengerlilerden Haydarkulu Han, Tebriz-Hoy Hanlığı; Dunbililer ve Revan Hanlığı; Kaçarlardan Mir Muhammed Han tarafından ilan edildi.[37]

Ruslar Türkmen bölgelerini işgal etmeye başlayınca Kaçar, Kengerlü, Avşar, Şahsevenlü, Beğdili ve Civanşirler Ruslara karşı şiddetli mücadeleye giriştiler. Rus işgali aşiretlerin yer değiştirmesine de sebep oldu. Kars tarafında yaşayan Kengerli ve Kaçar aşiretleri Revan’a, Gence’deki Kazak Şemseddünlü ve İmrelü aşiretleri ile Karabağ’daki Eymirlü aşiretleri Güney Azerbaycan’a göçtüler.[38] Otuzikili taifesine mensup Beğahmetli aşireti gibi göçebe yaşayan aşiretler yaylak ve kışlaklar arasında yer değiştirip duruyorlardı.

16 ve 17. Yüzyıllarda Türk topraklarında işgale başlayan Rusya’ya karşı beraber hareket etmeye çalışan azerbaycan hanlıkları, Kaçar hanedanı tarafından kurulan İran Devleti tarafından Ruslara karşı korunmaya çalışıldı.
Her türlü işgal ve zulüme rağmen, 16 ve 18. Yüzyıllara ait tahrir defterlerinde Azerbaycan coğrafyasında yaşayan Gencekler / Kençekler kökenli Türkmen grupları şunlardı: 

Ağaçeri: Karakoyunlulara bağlı olarak Maraş bölgesinde yaşarken, 15. Yüzyılda Azerbaycan’a göç ettiler. 1727’de Erdebil, Revan ve Tebriz bölgelerine yerleştiler.[39]

Akkoyunlular: Doğu Anadolu’da hayat süren Musullu, Pürnek, Hamza Hacılu, Avşar, Bayat, İnallu, Tabanlu, Danişmendlü, Bicanlu gibi oymakların birleşmesinden meydana gelmiştir. Ayrıca, Hoca Hacılu, Süleyman Hacılu, Ahmedlü, Çavundur, Dodurga, Kargın, Duharlu, İnallu gibi boylar Akkoyunlu birliği içerisinde yer almıştır. 15. Yüzyılda Azerbaycan’a göçmüşlerdir. Oğuzların Bayındır boyuna bağlanarak konfedersyon devlet kurmuşlardır. Bazı aşiretleri Hoy’un Sekmenabad, Bebecik, Sufikent, Temaşa, Karakuşi, Dibek, Kurunav köylerinde; Hamzalu aşireti Gence’nin Şüturbasan nahiyesinde; Hocalı obası Hasankaya, Ahmedli obası Revan’ın Abnik nahiyesinde yaşıyorlardı.[40]

Yiğirmidörtlüler: Gence ve Berda sancaklarında meskun Kaçarlar’a bağllı boylar federasyonuydu.[41]

Ustacalu: Safevi Devleti’nin kuruluşunda büyük rol aldılar. Bingöl ve çevresinde yaşıyorlardı. Şiilik baskısı neticesinde Şah İsmail’e katılsalar da sonradan Sunniliğe döndüler. Kengerli, Çavuşlu, Sofulu, Karahisarlu, Kızıllu, Damlu ve Gözübüyüklü gibi aşiretlerden oluşyorlardı. Sofulu aşireti Gence’nin Haçin; Karahisarlu Revan’ın Şerür; Kızıllu Erdebil’in Serap, Meraga, Revan; Çavuşlu Erdebil, Damlu, Ovacık nahiyelerine yerleşmişlerdir.[42]

Kengerlü: Ustacalu boyuna bağlı bir aşirettir. Nahçivan’da yaylar, Karabağ’da kışlarlardı. Çok eskiden Revan bölgesinde yaşarlardı. Bir kısmı Seylan bölgesine sürüldü. Kalanlar Civançir ve Otuzikili Aşiretleri arasında yaşadılar. Gencebasan, Arran ve Nahçivan’da yaşıyorlardı. 1830 yılında Ruslar Kengerlilere baskı yaparak yaklaşık 6300 kişilik Kengerli ailelerini yurtlarından sürdü. Nahçivan Şerur ilçesi, Hok, Gıvrak, Karabağlar köylerine yerleştiler.[43]

Alpag: 15. Yüzyılda Azerbaycan’a göç etmiş Karakoyunlu aşiretidir. Gence, Şirvan ve Revan’a yerleşmişlerdir. Yavlak, Sir, Berda, Alibad ve Kuthan köylerine yerleşmişlerdir.[44]

Kılıçlı Genceki: 1593’de Gence’nin Ahıstabad nahiyesine, 1727’de Urmiye’nin Koca Ozan köyüne ve Erdebil’in Meyane nahiyesine yerleştiler. Avşarlar döneminde Avşarlar’a bağlandılar. Bir kısmı ise göçlerle birlikte Toroslar ve çevresine Adana, Mersin, Beyşehir çevrelerine geldiler.

Peçenekler: Kençekler kökenli karma bir boy olup, anayurtları Sır Derya’dan 13. Asırda Azerbaycan’a geldiler. Gence’nin Ahıncı ve Berda kazalarında yaşıyorlardı. 

Rumlu: Safevi Devleti’nin kuruluşunda etkin rol oynadılar. Gence’nin Gargar nahiyesine Ekinci Urumlu ve İnce Urumlu köylerine yerleştiler. Revan’ın Ayrum, Gerni’nin Ayrum ve Kalacık köylerine yerleştiler.[45]

Otuzikili: Karabağ Türkmenlerinden oluşan bu taife, otuziki oymaktan meydana geliyordu. Gence, Karabağ, Revan, Tebriz ve Meraga’da yaşıyorlardı.
Halilvend (Halilefendi) kolu Nadir Şah tarafından Horasan’a sürüldü.
Bayahmedli Aşireti; Gence’nin Şemkirbasan, Kedek, Kırkağaç, Şeyh Karanlık köylerinde ve Şemkir’de yaşıyorlardı.
Salavanlı Aşireti, Gence’nin Şutürbasan nahiyesi ve Dirdevan köyündeydi.
Şekerbeğli Aşireti Berda’nın Zorkeran ve Revan’ın Kırkbulak ve Kızıltepe köylerinde kışlardı.
Üçoğlan Aşireti, Revan’da Hasankoca, Bayat, Çalaberd, Yıkılmış ve Kırkpınar’da yaşarardı.
Mafruzi Aşireti, Karabağ ve Revan’da Çitkolu, Aralık, Çevilice ve Muhur’da; Haçin’de ise Gargarbaşı ve Alpagud’da yaşarlardı.
Gıyaslı Aşireti, Hasır, Kotan, Keleki, Karabaldır, Ardaş, Alaköy ve Binek’te meskun diler.
Deliler Aşireti; Bayat’ta, Gence’nin Şemkirbasan nahiyesinde yaşarlardı.
Begselli Aşireti; Karabağ’a tâbi olup, Verende’de Hacıözü’nde, Honeşin, Toğtadaş, Alpagud, Katardaş ve Çakmak’ta, Okbulak ve Koşacıklar’da yaşarlardı.
Hacı Turali Aşireti; Karabağ’a tâbi olup, Bayat’ta, Alpagud’da Sargıbulak ve Hoşman adlı yerlerde yaşarlardı.
Halil Fahreddinli Aşireti; Bayat’ta Akçabedi, Curban ve Muğur’da, Kotan, Kızıltepe, Börk ve Babalıçay’da yaşarlardı.
Baranı Aşireti; Arasbar’da Sarısu, Baranı, Sağırbulak ve Hazun’da yaşardı.
Karakoyunlu Aşireti; Karabağ’a tâbi olup, Arasbar’da Yarkemer’de kışlar, Revan’da Ramsaklı’da yaylardı.
Mollalar Aşireti; Karabağ’a tâbi olup, Arasbar’da Hanarkı Taşkay’da kışlar, Tebriz’de Kapan’da Kocababa ve Karagöl adlı yerlerde yaylardı.
Dögeri Aşireti; Hüseyinli’de kışlardı.
Eymirli Aşireti; Karabağ’a tâbi olup, Arasbar’da Erişe ve Yolbaş adlı yerlerde kışlar, Tebriz’de Kapan Sancağı’nda Üçtepe adlı yerde yaylardı.
Ozan Aşireti; Arasbar’da Erişe ve Yolbaş’da kışlayıp, Tebriz’de Kapan Sancağı’nda Üçtepe’de yaylarlardı.
Mehmedşahlı Aşireti; Karabağ’da Berda’nın İncerud nahiyesinde yaşarlardı.
Buğdayözü Aşireti; Karabağ’da Bayat’ın Düznek ve Tosta köylerinde kışlar, Revan’da Urnud adlı yerde yaylardı.
Zengişalı Aşireti; Alpagud’da Periçatıklı’da yaylar, Kür nehri kenarında Sadabad’ın karşısında kışlar, Celaberd nahiyesinde Hacözü’nde yaşarlardı.
Atlıcalı Aşireti; Karabağ’a tâbi olup, Kür nehri kenarında Yastıyol ve Togayziyadlı’da kışlar, Revan’da Karahaç adlı yerde yaylardı.
Begahmedli Aşireti; Karasu’da, Haçin’de ve Calaberd’de, Revan’nın Kilitözü, Derbend, Uzunhaç, Güzeltepe, Gelencevir ve Salimkervansarayı adlı köylerinde yaşarlardı. Barde’de Gaklı, Molla Bedeli ve Nebatiyan, Kutehan köyünün Karaağaç ve Çukur, Celaberd’in Aldaş arklarının kenarında ziraatle uğraşırlardı. Ayrıca, Halha kazasının Tavus nahiyesinde kendi adlarını taşıyan köyde yaşayan bir oba bulunmaktaydı.
Yosunduz Aşireti; Karabağ’da yaşıyorlardı.[46]
Mukaddemler Aşireti: Erzurum’dan göç ederek Meraga’ya yerleştiler. Urmiye’de, Gence’de Arasbar’da yaşıyorlardı.

Dulkadir: Maraş ve Bozok bölgesinden göç ile gelen bir teşekküldü.  Gence Kavurgalı’da, Gence Şemseddünlü’de, Gence Söklü, Sarı Şeyhlü, Hacılar ve Karaağaç’da yaşıyorlardı.[47]

Civanşirler: Gence vilayetine dağılmış oymakalr halinde yaşıyorlardı. Gencebasan ve Şemkirbasan nahiyeleri, Halha ile Dumanlı köyünde, Berda’nın Dizak, Keştak, Verende, Bayat, Sarı Meclisi, Çaraken, Hatunabad, Küçük Daban, Erşe, Kendelen, Karadağlı, Cereken, Tulyan, Şimşir ve Haçin, Toprak, Bulak nahiyelerinde, Şemkir’de; Arasbar’da Balağan, Kaşga, İncili, Gelinci, Çobanbeğli, Soyukaş, Dongud, Geleme, Okçulutepe, Hanarkı, Ağbayır, Çoban, Hasırköprü’de; Revan’ın Kızıltepe, Ayrıdere, Muhur, Börk, Yıkılmış, Zilhaç, Sarıyar, Kiliseligedik köylerinde; Bayat’ta Karahan, Kuttepe, Doğalan, Zeliyan, Hasaneken köylerinde; Nahçivan’da Bazarçay, Sisyan’da; Verende Karaçığ’da; Karabağ’da ve Tiflis’in Baydar nahiyesinde yaşıyorlardı.
Sofulu, Tamatlı, Dedeli, Keçegözlü, Karıbend, Göçerli, Behmenli, Demirli, Seyid Mehmedli, Seyid Ahmedli, Köy Mehmed, Sarıçalı, Karaburunlu, Namlı, Yağlevend, Mahfuzlu, İbadi ve Pehlivanlı aşiretlerinden oluşuyorlardı.[48]

Hacı Alilü: Gence’nin Şemkir ve Kürek nahiyelerinde, Halha kazasının Tavus nahiyesinde, Şemkir’de Kızılcabaş ve Tağlı çevresinde, Kürek’te Sorluk ve Çayırlı köylerinde, Şirvan’da, Arasbar’da Arslandüz köyünde yaşarlardı.

Kaçarlar: Safevi devlet yönetiminde etkin oldular. Gence ve Revan bölgesinde yaşıyorlardı. Avşar hanedanının son bulması üzerinde, 1779’da İran yönetimini ele geçirdiler. 1593’de Gence’de yaşan Kaçar aşiretleri Karaca, Kaytak, Eğlenlü, Ağcakoyunlu, Kolsuzlu, Gediklidillü, Çam Bayadı, Yıva Kaçar’dı. Yavlak Karamanlı nahiyesinde, Gumlak ve Karatepe köylerinde; Revan’ın Aralık ve Gerni nahiyelerinde;Alikaçarlu, Karakışlak, Ağcakışlak ve Almalu köylerinde; Tiflis’in Demircihasanlı nahiyesinde yaşarlardı.
1727’de Gence’nin Şemkirbasar nahiyesinde Kavallu, Develi, Sapanlu, Köhnelü, Kara Musanlu, Dabanlu, Kikyalu, Suçanlu, Kerlü ve İzzeddünlü obalarında yaşıyorlardı.Dağıstan ve Karabağ’da yaşayan obaları da vardı.[49]

Karakoyunlular: Ağaçeri, Bayramlu, Karamanlu, Alpagud, Hacılı, Duharlu, Baharlu, Çekirlü, Ayinlü, Döger oymaklarından oluşmuş bir konfedersyondu. Gence, Karabağ, Revan, Hoy, Merega ve Tebriz bölgelerinde yaşarlardı.Gence’nin Kürekbasan, Halha, Hasansuyu, Tavus, Göyçeli, Emirli ve Karakaya nahiyelerinde; Revan’ın merkez, Aralık, Ağçakal, Ramsaklı nahiyelerinde; Berda’nın Sir nahiyesinde; Karabağ’da Arasbar, Yarkemer’de; Hoy’un üleymansaray nahiyesi, Giran, Hoşabulak, Akbaba, Ereğli, Halifekenti, Kayacı, Melik, Kepe, Karacalı, Sufi, Şekerli, Karazemin köylerinde, Merega2nın Acri nahiyesi ile Tebriz’in Sarıkurgan kazasında; Revan’ın Iüdır, Aralık ve Gerni nahiyelerinde yaşıyorlardı. Baharlu oymağı aslen hamedan taraflarından olup Hoy ve Gence bölgelerinde ve Berda’nın Ayrıca köyünde yaşıyorlardı.

Karamanlılar: Karakoyunlu federasyonuna bağlı bir teşekküldür. Gence’nin bir nahiyesinin adı Yavlak Karamanlı’dır. Şemkir aranı, Ahıstabad, Yalnızağaç, Hanlık, Şemkirbasan, Kürekbasan, Zivan, Şile ve Alacık köylerinde yaşarlardı. Tiflis’in Borçalı, Demircihasanlı nahiyelerinde Karamanlı Hasan ve Karamanlıbeli taifeleri yaşardı.[50]

Karapapaklar: Soyları Kençekler’in Kazan ve Kanzak oymaklarına dayanır. Borçalı ve Kazak boylarından oluşuyorlardı.[51] Revan ve Gence arasındaki Gökçegöl civarında, Meraga’nın Suldus nahiyesinde, Kars, Çıldır, Sarıkamış, Arpaçay, Iğdır, Akbaba, Çaldıran, Karaköse, Taşlıçay taraflarında yaşamaktadırlar. Urmiye gölü çevresinde yaşayanlar Suldus adını aldılar. Çakal, Okçı, Tavuklu, Timur, Çelebi, Delice gibi aşiretler bu bölgede yaşarlardı.[52]

Şahsevenler: Safevilere bağlı olanlara bu ad verilmiştir. Halah, Erdebil, Karabağ, Mugan, Zencan, Haştarud, Karadağ, Garmerud, Meyane ve Gence bölgelerinde yaşıyorlardı. Erdebil, İnanlu, Karabağ, Sebelan, Mişkin, Deviran, Bağdadi, Hacı Alilü aşiretlerinden oluşuyorlardı. Mişkin bölgesinde İnallu, Karamanbegü, Ağaçerilü, Hacı Hocalu, Kocabeglü, Yedi Oymak, Zergerlü, Çakırlu, Ilhıçı gibi Şahseven taifeleri yaşardı. Azerbaycan coğrafyasında 130 kadar köy kurmuşlardır. Gence vilayetinin; Gencebasan, Kuşkara, Şemkürbasan, Tavus, Arasbar nahiyelerinde, Eylemezin, Anbarlı, Sorluk, Şemkür, Karakaya ve Göyçeli’de Şahseven grubundan Hacı Alilü aşireti yaşardı.[53]

Şamlu: Halep ve Antep bölgesinden Azerbaycan’a göçtüler. Revan, Makü, Erdebil ve Gence’de yaşamaktadırlar. Gence’de Gencebasan, Şamkürek’de, Makü’de Türkan, Dik, Kara Hasanlı, Dımaşklı, Mezra, Meydan, Karakilise, Cancan, Ozanlı ve Muratverdi köylerinde yaşamaktadırlar. Revan’da Aralık ve Hayderik nahiyelerinde, Güllüce, Hatunkehriz, İsahan, Molla Halil, Derebeg, Begengan, Sukutlu, Hacı İslam, Beğköyü, Ahırgan ve Sugünlü köylerinde yaşıyorlardı. Şamlu boyunu oluşturan obalar; İnanlu, Avcı, Balabanlu, Biçerlü, Acirlü, Arablı, Kerametlü ve Begdilli idi.1593’de Gence’nin Şemkir Arran’ında bir Avcılu aşireti bulunuyordu.[54]
Erdebil’in Kermerud ve Pervane nahiyelerinde, Revan’ın Iğdır ve Gerni nahiyelerinde, Gence’nin Berda nahiyesinde, Makü ve Urmiyue’de  Arablı obaları yaşıyordu. Karabağ’da Beğdilli aşireti yaşıyordu.

Varsaklar: Safevi Devleti’nin kuruluşunda rol aldılar. Erdebil, Erzincan, Çukurova’da yaşadılar. Arıklı, Ozanlu, Ulaş, Sarubeglü ve Toguz aşiretleri Azerbaycan’a göç ettiler. Arıklı aşireti Gence’nin Şemkirbasan nahiyesine, Sarubeglü Urmiye’nin Belde nahiyesine, Toguz Tebriz’in Sarıkurgan, Meraga’nın Ahneci ve Revan’ın Gerni nahiyelerine yerleştiler. Tiflis’in Ağçakal nahiyesine ise Ulaş boyu yerleşti.[55]

16 ve 18. Yüzyıllara ait tahrir defterlerinde Azerbaycan coğrafyasında yaşayan diğer Türkmen gruplar ise şunlardı:
Avşar: Bir kısmı Horasan’dan, bir kısmı ise Karakoyunlu aşiretleriyle birlikte Halep ve Şam taraflarındangöç ederek Azerbaycan’a geldiler. Harzemşahlar döneminde Ahlat’a yerleştiler. Urmiye bölgesinde yaşadılar. Devlet kurdular.Hamedan, Tebriz, Erdebil, Revan, Karabağ, Urmiye, Tahran, Kirman, Şiraz ve Kazvin bölgeleri ile Anadolu’da yaşamaktaydılar.[56]

Bayat: Şam’dan gelerek İran, Irak, Türkiye ve Azerbaycan’a yerleştiler. Mazanderan, Tahran, Erdebil ve Horasan’a yerleştiler. Gence, Revan, Berda, Kuba, Şamahı, Karabağ ve Makü’ye yerleştiler.
Salur: Anadolu ve İran’da çoğunuk olup Erdebil ve Revan’da birer yerleşimleri vardır.
Kınık: 1591’de Revan merkezinde Kınık Hacı köyünde yaşamaktaydılar.
Muganlı: Mugan, Tiflis, Nahçivan, Meraga, Tebriz, Revan bölgelerinde yaşarlardı.
Dericiler: Meraga ve Tebriz çevresinde yaşarlardı.
Döger: Suriye’den Otuzikililere bağlı bir oymak olarak geldiler. Gence’nin Arasbar, Hüseyinli ve Revan’ın Iğdır, Makü nahiyeleri ile Tiflis’in Demircihasanlı nahiyesinde yaşarlardı.
Rişteli: Tebriz vilayetinde, Gilan’da yaşıyorlardı.
Kargınlar: Revan’ın Şerür nahiyesinde yaşarlardı.
Kebirliler: Hazar Türklerinden bir taife olup Karabağ ve Tiflis’de yaşarlardı.
Eymir: Dulkadirliler ile birlikte gelmişlerdir. Gence’nin Şemşir nahiyesinde, Karabağ, Tebriz ve Revan’da yaşıyorlardı. Şemkir’in Araplı, Eyüblü, Karazık, Karahanlı köylerinde yaşıyorşardı.
Göresenlü: Van şehrinden Hoy ve Sekmenabad bölgesine gelmişlerdir.
İğdir: Iğdır ve çevresine yerleştiler. Revan’ın Iğdır ve Bozdoğanlar nahiyelerinde, Gence’nin Şemkir nahiyesinde ve Urmiye’nin Belde nahiyesinde yaşıyorlardı.
Şekakiler: Timur tarafından Germerud ve Serab’a yerleştirildiler. Tebriz ve Erdebil arasında yaşıyorlardı.
Ulu Hıtaylar: Cengiz döneminde Hıtay bölgesinden Tebriz’e getirilen Uygur kabilesidir.
Yazır: Gence bölgesinde yaşıyorlardı.
Yıva: Seyhun taraflarından Avşar ve Salgurlar’la birlikte Urmiye bölgesine geldiler. Kaçarlar’a karıştılar. Gence’nin Şemkir, Karaağaç ve Berda kazalarında yaşamaktaydılar.
Yüregir: Çukurova ve Halep taraflarından Dulkadirliler’le birlikte Azerbaycan’a göçtüler. Gence’nin Zegem bölgesine yerleştiler.

Shahverdi Hakan Ziyadoglu – Qajar (Kaçar) 1740’da Gence Hanı oldu. Azerbaycan hanlıkları içerisinde Karabağ ve Gence hanları özel bir yere sahipti Kaçar Kençekler’in Kaçarlar oymağındandır. Hanlığın merkezi Gence şehri oldu. Cevad Han döneminde (1785-1804) Gence (Ganja) Hanlığı büyük ölçüde güçlendi. Rusya bölgeye “İran’ın kuzey illerinin anahtarı” olarak bakıyordu. 1803 yılında Kafkasya’daki Rus orduları komutanı General Sisyanov 30 bin kişilik Rus ordusuyla Gence’yi kuşattı. Sisianov Cevad Han’dan (Javad Khan) kaleyi teslim etmesini istedi. Cevad Han “Gence şehrinin anahtarlarını size vermektense ölmeyi tercih ederim. Sadece ben ve oğullarım öldükten sonra Ganja’yı alabilirsiniz” dedi ve bir avuç silahlı kuvveti ile Gence’yi aylarca savundu. Asla teslim olmadı. Cevad Han, Gürcü Çarı’na gönderdiği haberde ise şöyle diyordu: “Kafkaslara Rus ordusunu çağırmakla yanlış yaptınız. Sizler 200 yıl geçse bile Rusları Kafkaslar’dan çıkaramayacaksınız”. Cevad Han savaş meydanında Rus generale şöyle diyordu: “Seni buraya ecelin getirdi.” Ancak uzun ve çok sert geçen bir savaştan sonra 1804 yılında Ruslar Gence’yi ele geçirdiler. Cevad Han ve iki oğlu kahramanca şehit oldu. Cevad Han, Rus General’in eceli olamadı, ancak onun sözü yerde kalmadı. Bakü Hanı Hüseyin Kuluhan tarafından öldürüldü. Kençekler kökenli Kaçar neslinden olan Cevad Han’ın İran tahtına oturma şansı da vardı. Ancak o bağımsız Gence ve bağımsız Azerbaycan için ölmeyi tercih etti.

Cevad Han Azerbaycan’ın birliğini ve beraberliğini istedi. Onun hayali bütün hanlıkları birleştirmekti. Bu yüzdeb bütün hanları ortak bir paydaya gelmeye davet etti. Kendi bayrağı vardı. Kençekler kökenli 9 Bozulus (Kızılbaş) kavmini bileştirmeye çalıştı. Kullandığı bayrak bugünkü Azerbaycan’ın bayrağı oldu. 

Gence, 1804 yılında Rusya İmparatorluğu tarafından alınınca, Ruslar şehrin adını Çar’ın hanımına izafeten Elizavetpol olarak değiştirdiler. 1920 yılında ismi yeniden Gence olan şehir, 1935-1991 arası Sovyet döneminde Kirovabad olarak adlandırılsa da 1989’da asıl ismine tekrar kavuştu. 1828’e kadar Karabağ, Rusya ile İran (Kaçar Hanedanlığı) arasında sorun oldu. 1828’deki Türkmençay Anlaşması ile Aras nehri sınır olmak üzere Kuzey ve Güney Azerbaycan olarak ikiye ayrıldı. Kuzey Azerbaycan yani Karabağ, Revan, Ahıska, Nahçıvan ve Gence hanlıkları Rusların eline geçti. Azerbaycan topraklarının üçte ikisini oluşturan kısım da İran’a bırakıldı. Hanlıklar, 1840’da Hazar Kıyısı Bölgesi adı altında birleştirilince, Bakü, Gence, Erivan, Gubernia, Dağıstan ve Zakatala bölgeleri Oblast adı ile Tiflis’deki genel valiye bağlandılar. 1883 yılında Bakü ile Tiflis arası demiryolunun yapılmasıyla Gence iktisadi açıdan kalkındı. Nüfusu da bir hayli arttı. Ermeniler’in bu dönemde Gence’deki müslümanların evlerini yakıp mallarını yağmalamaları üzerine, Osmanlı Devleti Rusya nezdinde teşebbüslerde bulundu.[57] Bu sistem 1917’ye kadar devam etti.  Bu tarihten itibaren Rusya Ermenistan devleti kurma planına için önce kitlesel oyunlara daha sonra ise Ermeniler üzerinden soykırım faaliyetlerine başladı. Erivan, Dağlık Karabağ, Nahçıvan, Zengezur, Dereleyaz, Ordubad, Vedibasar gibi bölgelere Ermeniler getirilip yerleştirildi. Azerbaycan halkına karşı büyük bir soykırım başlattılar. 

Bu vahşi saldırılar esnasında, Karabağ Türkmenleri’nin büyük bir kısmı Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı. Eskişehir, Afyon, Konya, Sinop, Kastamonu taraflarına yerleştirildiler. Emirdağ’ın birçok köyü Karabağ Türkmeni olup büyük çoğunluğu Eskişehir’de yaşamaktadır.[58]
1905 yılındaki Rus Devrimi ile Kafkasya, Gürcistan ve Ermenistan’daki Türkler büyük soykırımlarla karşı karşıya kaldılar. Azerbaycan’ın Gence  şehrinin Şuşa kazasında, Ermeniler tarafından 1906 yılında yakılan 19 köy içinde “Hanezak” adlı bir köyde bulunuyordu. Tiflis Başkonsolosluğumuzdan çekilen “23 Kanun-i Sani 1906 tarih ve 1029 numaralı telgraftan “Hanezak” olarak çevrilmiş, ancak karşısına soru işareti koyularak iyi okunamadığı belirtilmiştir. Hanezak “Gence /Genze/ Ganzak/ Kenzek ile aynı olup, bunun değişik telaffuzu Hanzek / Gandzak / Ganzek’tir. Yine aynı telgrafta Ermeniler’in yaktığı 19 köy arasında Karabağ’ın Şuşa şehrine bağlı Kaçar Köyü’de vardır.[59] Kaçar Köyü Kençek kökenli Ağaçeri Aşireti’nin kurduğu bir köydü. 

27 Şubat 1917 Devrimi ile Rusya’daki Çarlık rejimi yıkıldı. Rus birlikleri bölgeden ayrılırken silahlarını Ermeni ve Gürcüler’e dağıttılar. 2 Kasım 1917 tarihinde ise Bakü’de Bolşevik yanlısı Bakü Sovyeti hükümeti kuruldu. 

28 Mayıs 1918 yılında ise, Tiflis’te kurulan Azerbaycan Milli Bağımsız Hükümeti Gence’yi merkez seçti. Milli şura ve hükümet burada yer aldı. Rus istilasına karşı Azerbaycan Türkleri’nin kurtuluş savaşı Gence’den yönetildi.[60] Gencekler / Kençekler bağımsızlığını kazanmış olan diğer Türk boylarıyla birleşerek Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’ni kurdular ve Gence’yi başkent ilan ettiler. Cumhurbaşkanlığı’na da Mehmet Emin Rezulzade getirildi. Cevad Han’ın kullandığı bayrak Azerbaycan’ın bayrağı olarak Gence’de yeniden dalgalandı. 

Osmanlı yeni devleti hemen tanıdı. Bakü’deki Şuamyan Azerbaycan Türkleri’ne Rus silahlarıyla saldırmaya başladılar ve 25 binin üzerinde insanı katlettiler. Sadece Erivan kazasında 199 köyü vahşice yaktılar ve 135 bin Azerbaycan Türkünü katlettiler. Karabağ’da 150 köy, Zenguzur’da 115 köy, Cavanşir’da 28 köy, Cebrail’de 17 köy, Gence’de, Gümrü’de, Nahçıvan’da, Şamahı’da, Kars’ta, birçok köy Ermeniler tarafından yakılıp yıkıldı. Toplamda 2 milyona yakın Azerbaycanlı Ermeniler tarafından vahşice katledildi. Birçoğu da yerini yurdunu terketmek zorunda bırakıldı. Bakü ve Quba katliamlarından sonra Azerbaycan Türkleri’nin yardım istemesi üzerine Azerbaycan, Dağıstan ve Kerküklü gönüllülerle takviye edilen Osmanlı ordusu Gence, Göyçay, Şamah, Bakü, Quba, Derbent ve Mahaçkale’yi kurtardı

Ancak zulüm ilerleyen yıllarda da devam etti. 28 Nisan 1920’de Sovyet ordusu ülkeyi tekrar işgal etti ve Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetini ilan ederek Sovyetler Birliği topraklarına kattılar. 1920 yılında Gence’de 12 binden fazla Türkü katlettiler.Resulzade’nin “Bir kere yükselen bayrak, bir daha inmez” sözü Azerbaycan için slogan haline geldi.

1948’den sonra Ermenistan coğrafyasındaki köylerin adları değiştirilip, halk tekrar göçe zorlandı. İran’daki Ermeniler bölgeye yerleştirildi.1988’de ise Ermenistan’daki kanlı gösterilerle 250 bin Azerbaycanlı Türk ve 18 bin Kürt kendi evlerinden zorla kovuldu ve 217 kişi katledildi.[61] 1992 yılında ise yine Ermeniler, kadın, çocuk demeden Hocalı’da 613 kişiyi vahşice katlettiler.

Ülkenin tekrar bağımsızlığını kazanması Sovyetler Birliği’nin dağılması ile gerçekleşti. 18 Ekim 1991’de Azerbaycan Cumhuriyeti tam bağızsı bir devlet olarak ilan edildi. Karabağ Savaşı sırasında Ermenistan, Dağlık Karabağ bölgesini ve çevresini işgal etti. Dağlık Karabağ Cumhuriyeti bağımsız bir devlet olmasına rağmen hiçbir devlet tarafından tanınmamaktadır ve Azerbaycan’a bağlı bir bölge kabul edilmektedir.

Gence, birçok dönemde Anadolu’ya göç vermiştir. Moğol istilası döneminde 1221’li yıllarda, 1788-1792 Osmanlı Rus Savaşları esnasında, Rusların Azerbaycan’ı işgali sırasında, 1854 Kırım Savaşı sonrasında, 1905 Rus Devrimi’nden sonra, 1912 Balkan Savaşı’ndan sonra ve 1920 Rus işgalinde çok sayıda insa Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmıştır.

Gence hazine kadar değerli, yeşillikler içinde bereketli toprakları sahiptir. Atlas, kumaş, pamuk, ipek ve ihraç ettiği diğer ürünlerle ülke ekonomisinde çok büyük paya sahiptir. Azerbaycan kültürünün gelişmesine önemli rol oynayan şehir, dünyaca ünlü bilim ve sanat eserlerine, şairlere ve alimlere de ev sahipliği yapmıştır. Azerbaycan’ın dünyaca ünlü mucidi ve şairi  Nizami Gencevi Selçuklular devrinde İran’ın en büyük şairi idi. İlk kez beş mesnevi yazarak “Hamse” ismiyle ortaya çıkardı ve İran ve Türk şairlerince örnek alındı. Nizami’nin anavatanı Gence Nehri’nin her iki kıyısında bulunan Gence-Gazak Ovası’nda bulunuyordu. Gence, Azerbaycan’ın sosyal, ekonomik, politik ve kültürel yaşamının gelişiminde vazgeçilmez bir rol oynayan kervan yollarının kavşağında bulunuyordu.

Günümüzde Gence’de Kapaz TV ve Alternatif TV yanısıra Ganja Sesi, New Ganja, Ganjabasar gazeteleri de yayınlanmaktadır. Gence ve çevresinde birçok tarih eser bulunmaktadır. Azerbaycan tarihine ve devlet geleneğine sahip bir şehir olan Gence, doğal güzelliğinin yanısıra anıtları, mezarları, hamaları ve camileri ile de tanınmıştır. Bunlar arasında günümüze ulaşabilmiş en görkemlileri İmamzadeh Mavi Kubbe, Çökek Hamam, Şah Abbas Kervansarayı, Başarılı Khan Kervansaray, Alt Banyo, Cuma Camii, Gence Kalesi, Javad Khan (Cevad Han)’ın Türbesi, Arnavut Tapınağı, Zarrabi Camii sayılabilir. Günümüzde Gence’de 500’ün üzerinde anıt eser tesbit edilmiştir.

Gence’de bulunan eşsiz güzellikteki Göygöl Milli Parkı ve Kan Bağı Parkı bitki florası ille meşhur yerlerdir. Kan Bağı Parkı, 1582 yılında Ferha Paşa’nın oğlu Mehmet Paşa tarafından yaptırılmış, asırlık çınar ağaçları ve 150’nin üzerinde ağaç çeşidi ile cennetten bir köşe gibidir. Gence bölgesi Gence’nin batı yarısını ve Kuşkara, Sevinj ve Yeni Gence köylerini de içine alır. Kepez, Nizami ve Hacıkend belediyeleri bu bölgede bulunmaktadır.

Şu andaki Azerbaycan bayrağı Gence şehrinin amblemidir. Gence şehrinin amblemindeki Güneş sonsuz hayatı, Ay ebedi ışığı ve sonsuz özgürlüğü, sekiz köşeli yıldız Türklüğü, ay üzerindeki pelit yaprağı muhteşemliği, ihtişamı, uzun ömrü ve bilgeliği, yeşil fon İslam’ı temsil etmektedir.

Akademisyen Ziya Bunyatov "O zamanlar Gəncəlilər haqqında deyirdilər ki, onlar əllərində qılınc anadan olurlar" demişti. Zerkalo Gazetesi’nde ise Gence hakkında yazılan bir makalede, 1988’de Gence şehrini kuşatan Ruslara rehberlik eden Rus generalin şu sözleri yayınlandı: "Körpünün yanında, ateşe baxmayaraq, bir neçə cavan oğlan əlində yandırıcı vasitələr ilə tankların qarşısına atıldılar . Belə şeyi mən hətta Əfqanistanda görməmişdim".

Bölge halkının Rusya’nın asimilasyon politikalarına karşı cevabı ise hep şu dörtlü olmuştur:

Kurtlar olur çobanların koyunu
İtten öğrenirse, kendi soyunu
“Azerilik” kominizmin oyunu
Azeri değiliz, Türk oğlu Türk’üz!

Yusuf Avcu, Gencek - Kençek


[1] Afaq Rüstemova, “Azerbaycan’da Tarihsel Kimliğin ve Dilin Gelişim Süreçleri”, Karadeniz Dergisi, S.2, Ankara 2010, s.114 ; Mehebbet Paşayeva, “Azerbaycan Türklerinin Etnik Tarihine Kısa Bir Bakış”, 38. ICANAS, 5/2007, S.5, 2007, Ankara, s.2506
[2] Paşayeva, s.2514. ; Azerbaycan Türkçüler Birliği Yayınları
[3] M. Taner Tarhan, “Ön Asya Dünyasında İlk Türkler Kimmerler ve İskitler”, C.1, Ankara, s.602.
[4] Heredotos, Tarih, (Çev. Müntekim Ökmen), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s.298.
[5] İlhami Durmuş, İskitler, Kaynak Yayınları, İstanbul 2007, s.82.
[6] Zaur Hasanov, Çar İskitler, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 2009, s.266.
[7] B. Caferoğlu Memmedov, “Kuzeydoğu Azerbaycan’daki Bazı Toponimler Üzerine”, S.2, s.100.
[8] Paşayeva, s.2512-2513., Latifova s.6
[9] Nihat Çetinkaya, Iğdır Tarihi, s.19
[10] Zeki Veledi Togan, Azerbaycan mad. İslam Ans. C.II. s,95
[11] Seyidov, Mireli, a.g.e.s.47
[12] Kırzıoğlu, Kars Tarihi, Harita 8
[13] Cevizoğlu 1991: 31-51
[14] Gencekler’i yani Kençekler’i tam olarak anlayabilmek için bu eserin tümünü ele almak gerekmektedir. Zira kökeni Kaslar’a, Kanglılar’a, Sakalar’a ve ilk beş Türk oymağına dayanan ve onların atası konumunda bir Türk Sır Birliği olan Kençekler’i bir bütün olarak kavramadan anlamak mümkün değildir.
[15] Altun Han oğlu Tosbuga oğlu altın elbiseli Kencek’e hitaben söylenen bir hitaptır
[16] Azerbaycan Republikası Prezidentinin İşler İdaresi, Prezident Kitabxanası
[17] Ord.Prof.Dr. Zeki Veledi Togan
[18] Nihat Çetinkaya, Iğır Tarihi, s.21- s59
[19]  Wilhelm Barthold, Azerbaycan ve Ermenistan, Çeviren: İsmail Aka; İran2ın Tarihi Coğrafyasına Bakış s.267-281
[21] Hazar Kağanlığı, Encyclopædia Britannica. Encyclopædia Britannica Online.
[22] Hazarlar". Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi. 10. Cilt. İstanbul, 1991. ss. sf. 5143-5144.
[23] Muharrem Bayar, Eskişehir Seyitgazi Bahşişli Köyü
[24] İ.Ü.E.F. Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı 4-5, 1973 Azerbaycan’da Hüküm Sürmüş Bir Türk Hanedanı
[25] Azərbaycan Respublikasının Dövlət Statistika Komitəsi. Rıza Allahverdiyev. Bakı — 2015, 134
[26] Kirzioğlu, Kıpçaklar s.144
[27] Yakut, c. I s.822; Nuzhetu’l Kutub s.81
[28] Kırzıoğlu, “Gence-Karabağ Sancakları ‘Ulus’ ve ‘Oymak’ları”, s. 201
[29] Woods, Akkoyunlular, s. 97; İsmail Aka, Timurlular, Ankara 1995
[30] Faruk Sümer, Safevî Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, Ankara 1976, s. 1-56; Adel Allouche, Osmanlı-Safevî İlişkileri, Kökenleri ve Gelişimi, (çev. Emin Dağ), İstanbul 2001, s. 59-60, 70; R. Paul Lindner, Orta Çağ Anadolusu’nda Göçebeler ve Osmanlılar, (Çev. M. Günay), Ankara 2000, 171-17; O. Efendiyev. Azerbaydcanskoye Gosudarstvo Sefevidov  16-om veke. Bakü 1981, s. 70, 90-92; İ. P. Petruşevskiy, Oçerki po İstorii teodalnıh Otnoşeniy Azerbeydcane i Armenii v 16-19 vv. Leningrad 1949, s. 117, 122
[31] Oqtay Efendiyev, Azerbaycan Safeviler Dövleti, Bakı 1993, s. 132-179; M. Fahrettin Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas-Elleri’ni Fethi (1451-1590), Ankara 1993, s. 369-370
[32] I. Selaniki, 204-209
[33] 0smanlı Devleti, 1593 Tarihli  699 ve 903 numaralı Gence Vilayeti Tapu Tahrir Defteri H.1001; 911 numaralı Hoy ve Karadağ eyaleti, 905 numaralı Nahçivan eyaleti, 906 ve 907 numaralı Hamedan eyaleti, 898- 908- 645-668 numaralı Tebriz eyaleti,  898-901-633 numaralı Revan eyaleti, 895 numaralı Makü eyaleti, 896 numaralı Erdebil eyaleti ve 910 numaralı Urmiye eyaleti Tapu Tahrir Defterleri
[34] Türkay, C. a.g.e s.646; s 143; Mehmedov Nadir, Azerbaycan’ın Yer Adları s.156-157
[35] 1635’de Revan’ı ele geçiren IV. Murad, 4-5 bin Şiîyi şehirden sürdü (Karamanly, Osmanlı- Safevî, s. 505); Togan, “Azerbaycan”, s. 113-114; Arşiv Belgeleri, s. 35.

[36] Azerbaycan Tarixi, (Red; Aliyarlı), s. 497-498; H. D. Halilov, Karabağ’ın Elat Dünyası, Bakı 1992, s. 21

[37] Azerbaycan Tarixi, (Red; Aliyarlı), s. 509-511; Geniş bilgi için bk. Karamanly, “Osmanlı-Safevî”, s. 506-507; Dr.Hüsamettin Memmedov, Türkler, cilt7, s.57-63

[38] Togan, “Azerbaycan”, s. 115; Azerbaycan Tarihi, (Red; Bunyadov), s. 569-597.

[39] Sümer, Safevî Devleti, s. 5; Woods, Akkoyunlular, s. 325; Sümer, “Azerbaycan’ın Türkleşmesi”, s. 444.

[40] Woods, Akkoyunlu, s. 97; Azerbaycan Tarixi, (Red; Aliyarlı), s. 318-322; Tufan Gündüz, Anadolu’da Türkmen Aşiretleri, “Bozulus Türkmenleri 1540-1640, Ankara 1997.; Sümer, Oğuzlar, s. 359. 

[41] Sümer, Safevî Devleti, s. 188.

[42] Sümer, Safevî Devleti, s. 160-168; Azerbaycan Tarihi, (Red; Bunyadov, s. 399; Sümer, Oğuzlar, s. 359

[43] Togan, “Azerbaycan”, s. 93; Sümer, Oğuzlar, s. 356; Zahidov, Gence, s. 27; Azerbaycan Tarixi, (Red; Aliyarlı), s. 673-674; Amanoğlu, “Güney Kafkaslar’da Yer İsimleri”, s. 92; Sümer, Safevî Devleti, s. 164

[44] Faruk Sümer, Kara Koyunlular I, Ankara 1984, s. 27; Aynı Yazar, Safevî Devleti, s. 197; Asker Zahidov, Gence (Tarihi Ma’lumatlar, Fakıtlar ve Tapıntılar), Gence 1998, s. 34. ; BOA, TTD 633, “Kanunnâme”

[45] Kırzıoğlu, Osmanlılar’ın Kafkas-Elleri’ni Fethi, s. 348

[46] Sümer, Safevî Devleti, s. 119, 131, 153, 198-199; Azerbaycan Tarixi, (Red; Aliyarlı), s. 497

[47] Sümer, Safevî Devleti, s. 48, 178.

[48] Tiflis Eyaletinin Mufassal Defteri, Borçalı ve Kazak (1728. il), (Şahin Mustafayev-redaktör, H. Memmedov), Bakı 2001, s. 43; Togan, “Azerbaycan”, s. 93.

[49] Büyük İslâm Tarihi, C. 9, s. 567-572; Tiflis Eyaletinin Mufassal Defteri, s. 89-90;  Togan, “Azerbaycan”, s. 93; Sümer, Oğuzlar, s. 355

[50] Tiflis Eyaletinin Mufassal Defteri, s. 59-60, 63-64.

[51] Mirza Bala, “Kara-Papak”, İA, c. 6, s. 330-331; Fahrettin Kırzıoğlu, “Khazarların Borçalı ve Kazak Boylarından Oluşan Karapapaklarda Çağımızda İnsan-Heykelli Kabirtaşı Yapma Geleneği”, Türk Kültürü Araştırmaları, XXXI/1-2, (Ankara 1995), s.

[52] Bala, “Kara-Papak”, s. 331; Sümer, Oğuzlar, s. 361; İran Tetkik Raporu, s. 46-47

[53] Togan, “Azerbaycan”, s. 92; İran Tetkik Raporu, s. 43-44; Sümer, Oğuzlar, s. 361; İsmayilov, Azerbaycan Tarihi, s. 20; Azerbaycan Tarixi, (Red; Aliyarlı), s. 497.; T. Mustafazade, Azerbaydjan i russko-turetskiye otnoşeniya v I treti XVIII veka, Bakı 1993, s. 152.

[54] Sümer, Safevî Devleti, s. 172, 173; Efendiyev, Azerbaycan Safeviler Dövleti, s. 193.; Oğuzlar, s. 232; Woods, Akkoyunlular, s. 327.

[55] Aşıkpaşa-zâde, Tevârih-i Al-i Osman, (Neş. Ali Bey), İstanbul 1332, s. 264-266; Sümer, Safevî Devleti, s. 3, 18-19.; Ali Sinan Bilgili, Osmanlı Döneminde Tarsus Sancağı ve Tarsus Türkmenleri, Ankara 2001, s. 188; Tiflis Eyaleti Mufassal Defteri, s. 168.


[56] Sümer, Oğuzlar, s. 220-223, 354, 361
[57] BA, İrade- Hususi, 28L.1323, nr56; Osmanlı Devleti ile Azerbaycan Hanlıkları Arşiv Belgeleri
[58] Ahmet Urfalı, İstikbal Gazetesi
[59] Iğdır Tarihi, Nihat Çetinkaya, s.220; Osmanlı Belgelerinde Azerbaycan Türk Hanlıkları, s.19
[60] Rahimzade, Kitab-ı Gencine-i Fethi Gence, İÜ Ktp. Nr.2372; İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı, Gence; Mirza Bala, Gence, İA.IV,762- 766;
[61] Yakup Mahmudov, Kerim Şükürov Karabağ - Real tarih, gerçekler, belgeler. Bakü, 2005

 

***

Sır Derya ve Türk Sır Budunu Kençekler



Orta Asya’nın en büyük nehirlerinden birisi olan Sır Derya, aynı zamanda en eski medeniyetlerin ortaya çıktığı bir yerdir. Sır Derya ile Amu Derya nehirlerinin arasında kalan bölge Maveraünnehir diye ifade edilir. Bu iki ırmaktan; Sır Derya nehri Seyhun, Amu Derya nehri Ceyhun olarak bilinir. Sır Derya kadim Türk yurdudur. Günümüzdeki Kazak kültürü bu bölgede oluşmuştur.

“Asya’da iki büyük nehir vardır. Biri Mezepotamya’daki Fırat ve Dicle diğeri Seyhun ve Ceyhun’dur. Bunların her ikisi de insanoğlunun yaşadıkları en eski mekanlardır ve uygarlığın ocağıdır” [1]

MÖ.VIII.yüzyıldan itibaren İskit, Massaget, Hun, Kanglı, Peçenek, Karluk, Oğuz, Kıpçak kavimlerinin merkezi olan bölge; ana Türk kavimlerinin bir karması olan Kençekler’in de atayurdudur.

Sır Derya ve Amu Derya’nın Cana Deray, Kuan Derya, Barçın Derya, İnkar Derya ve Kalgan Derya olmak üzere beş ana kolu vardı.[2] Günümüzde kurumuş olan bu beş ana kol üzerinde beş ana Türk budunu oturmaktaydı. Günümüzde bu kollar kurumuştur. Yerleri bile bilinmemektedir. Ancak Kuan Derya (Quan) ile Cana Derya’nın yerleri Orta ve Aşağı Sır Derya kısımları olarak gösterilmektedir. (Togan 1945) Bunların dışında Karadağ’dan başlayarak İsficab ve Otrar’ı geçerek Sır Derya’ya katılan Arıs Nehri vardır. Bir de Türkistan’da günümüzde Karaçuk diye anılan  Karasu nehri vardı. Sır Derya havzasının uç bölgesinde ise Talas Nehri vardır. Mesela Karasu nehri çevresinde oturanlar Bazileus/Başoğuzlu İmparatorluğu’nu ve Akmenied Devleti’ni kuran, daha yakın dönemde ise Osmanlı Beyliği’ne katılarak Osmanlı Devleti’ni kuran Karesibeyliği’nin ataları (Kızılbaşlar) Bozulus Türkmenleri’dir. Arslan Hanedanı’ndandırlar ve bir dönem Pers/ İran coğrafyasına hakim olmuşlardır. Kökenleri Kençekler’e dayandığı için bazı alimler Kençekler’i Perslerle ilişkilendirmeye çalışmışlar, ancak netice alamamışlardır. Esasen bu karışıklık elli yıl evveline kadar İran coğrafyasını Türkler’in yönetmesinden kaynaklanmaktadır.

Sır Derya bölgesinine ilk yerleşen Türk kavimleri İskit / Sakalar’dır. Kençekler ise, tarih kaynaklarında  Gandsaq yani “Sak Atası” “Sak Kanı” “Sak Hanı” diye anılan bir kavimdir. Orta Sır Derya’da yaşayan Sakalar, Sır Derya nehrine Yaksart, aşağı kısmında ve göçebe yaşayan Sakalar ise Silis diyordu. Silis kelimesi “berrak, temiz, aydınlık” demektir. Yaksart kelimesi ise “hakiki inci” manasına gelmektedir. Göktürk kaynaklarında geçen “inci” isminin Sır Derya’nın Fergana ile Taşkent arasındaki kısmına verilen ad olduğu görülmektedir. [3]

Sır Derya nehrini besleyen beş ana kaynağa baktığımızda Talas, Arıs, Şu, Karasu, Narın nehirlerinin tamamının kaynağı Tanrı Dağları’dır. Bu ırmakların orta havzaları ise Kençekler’in yaşadığı  Kaşgar, Taraz (Talas) ve Fergana arasında kalan bölgedir. Bu bölge ise; Alp Er Tunga,  Ergenekon, Oğuz Kağan, Şu, Bozkurt, Göç, Yaratılış ve Manas destanlarının, yani Türk destanlarının geçtiği bölgedir. Taraz, Talas ve Kençek şehirlerinin bulunduğu Kençekler’in kadim yurdudur.

İşte bu bölgede yaşayan halk, Sır Derya nehrine Seyhun (Hocent Suyu), Ab-ı Hocend demişler, Moğol ve Özbekler de Sir Suyu (Ab-ı Sir) diye baksetmişlerdir. [4] [5]

Kazakistanlı A.Şilterhanov, Orhun Yazıtlarında geçen “Türk Sir Bodun” ifadesindeki “Sir” kelimesini halk, il anlamına çevirerek bugünkü “Sır” ismiyle özdeşleştirmiştir. Çünkü Orhun abidelerinde “Türk Sir Milleti” ifadesi sık sık geçmektedir. Sır Deryası için de “inci nehri” ifadesi kullanılmaktadır. Oğuzlar da Sır Derya için aynı manaya gelen “İnci Öğüz” demişlerdir.[6] Bilge Kağan kitabesinde ise, bir defa “Sir Tokuz Oğuz” ifadesi geçerken, Kül İç Çor yazıtında “ Sir İrkin oglı yigan çor kälti” ifadesi geçmektedir. Ögel, Türk Sir Budun ibaresini “Türk Birleşik Milleti” olarak açıklamaktadır.

Czegledy, Sir’in bir boy adı olduğunu söylerken, S.Q.Klayaştornıy Sir’i Kıpçaklar’ın atası olan bir Türk boyunun adı olarak değerlendirir. XII.yüzyılda Göktürkler’le Tokuz Oğuzlar’ın arası liderlik çekişmelerinden dolayı açılmıştır. Ancak İlteriş Kağan onları ağır bir mağlubiyete uğrattı. Tokuz Oğuzlar da Göktürkler’e tabi oldular. MS.646’da ise Tokuz Oğuzlar, Türk Sir Budun’u mahvetmek istedi. Kıpçaklar’ın  da atası olan Sir Budun, onlardan intikam almak için Göktürkler ile birleşti. Ve Göktürk Devleti’nin ortaya çıkmasında büyük rol oynadı. Onlar bu devletin iki esas dayanağından birini temsil ederdi. Orhun Abidesi’ne göre bu devlet Sir Budun yeri olmuştur. (T 3,58,60) Ih-Huşotu Abidesi’nde irkin (budun) “sir budun / irkin” olarak kaydedilmiştir. Bilge Kağan Abidesi’nde ise “Türk Altı Sir, Tokuz Oğuz, eki ediz kerekülüg begleri bodunı...” olarak geçmekte ve Türk Sır Budun’un altı Türk kavmini birleştirdiğini göstermektedir.[7]

Türk geleneklerinde, herhangi bir millete, bu tarz koruyucu bir ad verildiği az görülen bir şeydir. Satuk Buğra Han gibi. Ancak Klayaştorniy, Kıpçak ulusunun atalarının böyle koruyucu bir ad kullanmakta haklı olduklarını söyler. Türk Sir Budun, başlarına gelen felaketlerden dolayı böyle bir ad kullanmak zorunda kalmıştır. Nitekim uzun bir zaman sonra, Türk Sır Budun’un neslinden olan kavimlerden birine, Oğuz Kağan tarafından içi boş ağaç kovuğu manasına gelen “Kıpçak” adı koyulmuştur. Bazı bilim adamları ise Fars dilindeki “şir” (arslan) kelimesiyle birleştirip Arslanlar Hanedanı şeklinde izah ederler. Kıpçaklar’ın ataları olan Sir Budun, Göktürkler’in dağılmasından sonra parçalanmış, büyük bir bölümü Kimek Kağanlığı’na dahil olmuştur. Kaşgarlı Mahmud ise; XI. Yüzyılda Kıpçaklar’ın güneyde serhad vilayetlerinin Taraz yakınlarındaki Kençek Sengir olduğu belirtmektedir.(MK, I, 339)

Taşağıl ise; Türk Sir Budun’un, Oğuz gurubu gibi Tola Irmağı civarında yaşayan bir Türk topluluğu olduğunu belirtir.

Türk Sir Budunu, Ab-ı Sir suyundan içenlerdir. Tüm Türk tarihi boyunca Sır Derya’nın gözlerinin bulunduğu yerde yaşayanlar, yani Ab-ı Sir suyundan içenler ise Kençekler’dir. Zaten bu konudaki bütün referanslar ve kaynaklar Kençekler’i ve onların yaşadıkları yerleri tarif etmektedir. Türk mitolojisindeki “Sutaşı” veya “Yada Taşı” tabiri de ordan gelmektedir. Kençekler’in farklı coğrafyalarda yaşadıkları yerlere; “su, ırmak, taş, kaya” gibi isimler vermesindeki hikmet de budur. Iğdır, Hatay, Sivas’ta Sutaşı köylerinde Kençekler yaşamaktadır.

İskitler / Sakalardan sonra Sır havzasında,MÖ.1000’li yıllarda ve MÖ.III.yy’da eski Kanglı ve Kangyu Devleti kurulmuştur. Kanglı ve Kangyu’lar ise Kençekler’in ata kavimleridir. Beş Türk budununun birleşerek kurdukları bu devlet hakkında bilgi bulmak gerçekten çok zordur. Sadece Çin kaynaklarında esas bilgiye rastlanabilmektedir. Tolstov, Çin vakanüvisi Çjanü Siyan ve diğerlerinin verdiği bilgilere dayanarak Kangyuler’in Sır Derya’nın aşağı kısmında Otrar’a kadar olan bölgede yaşadıklarını söylemektedir.[8]

Sınırlarının doğuda Fergana, güneyde Part ükesi ile Baktriya, batıda ise Harezm ve Buhara topraklarıyla hemhudut olduğunu aynı kaynaklardan öğrenmekteyiz. Kangyu Devleti’nin başkenti Bitan şehri idi. Sır Serya nehri bazı kaynaklarda ise Kang olarak geçmektedir. Kang kelimesi Farsça’da “sulu” anlamına gelmekteydi. [9] Kabışev ise; Kanglı kelimesini suyun kenarında, nehrin kenarında oturanlara verilen isim olarak tasvir etmektedir. Yine O.Pritsak, Taşkent kelimesini Kang’ın Türkçe tercümesi olarak  görmektedir. Kang, Farsça’da “taş” manasına da gelmektedir. Oğuz Kağan tarafında kağnıyı icad edip savaşta kullandıkları için bu isim verildiğini de bilmekteyiz. Muhtemelen icad ettikleri bu tekerlekli kağnıyı ilk olarak Farslılar’a karşı kullandılar. Böylece bu kelime Türk dilinden bir alıntı olarak Fars diline yerleşmiş oldu. Kençekler’in ata kavimlerinden olan Kanglılar, Kazak yüzlerinden Ulu Cuz’e dahil en eski kavimlerden birisidir.[10]

Moğol istilasından sonra nehrin ve bölgenin adı Sır suyu veya Sır Derya olarak anılmaya başlamıştır. Muhtemelen “Silis” ismi de “sır” ismiyle ilgilidir.(İA,X:567)

Araplar arasında Fırat ile Dicle, Seyhun ve Ceyhun nehirlerinin cennet nehirleri olduğu yönünde bir rivayet vardır. [11] Aslında cennet nehirleri hakkındaki rivayetler Araplara Yahudilerden geçmiştir. Çünkü bu isimlerin aslı, Tevrat’ın Tekvin bölümünde geçen cennet nehirlerinin adı olan Geyhun ile Peysun veya Feysun olarak geçmektedir. Yani Ceyhun Geyhun’un bozulmuş şekli, Feysun da Seyhun’un aslıdır. [12]
Bölgede yapılan arkeolojik kazılar, MÖ.8000 ile 12 bin yıllar arasında burada insanların yaşadığı anlaşılmış ve taş devrine ait birçok eser bulunmuştur. Egizkök ve Köksengir meskenleri de bunlar arasındadır.(Erzakoviç 1975:60) Aktepe, Yedi Asar, Karaultepe, Altın tepe, Otrar’da yapılan kazılarda Kanglılar’ın çamurdan testi, vazo yapma işinde de ciddi gelişme katettikleri görülmektedir.[Tolstov 1962:136] Kazılarda ortaya çıkan; yerleşim yerlerini çepeçevre saran surlar ve saray biçimindeki yapıtlar Kanglı devrinde mimarinin ileri derece gelişmiş olduğunu göstermektedir. [Kozıbayev 1996:132] Şehir halkının dokumacılık, silah yapımı, günlük hayatta kullanılan demir eşya yapımı, altın ve bronz yüzük, bilezik ve gerdanlık yapımı gibi konuların da gelişmiş olduğu anlaşılmaktadır. Yine duvarlara boya ile resim yapmaya kadar geniş bir sanat yelpazine sahip oldukları da ortadadır. Şehir halkları tarım ve hayvancılıkla da uğraşmaktadır. Mezarlıkları şehrin hemen yanındadır. [Tolstov 1962:137]

Hun döneminde Talas’da bir ordu bulunurdu. Türgişler zamanında ise; Türgiş Kağan’ın büyük ordusu Çu vadisinde Tokmak’ta, küçük ordusu Kangyue şehrinde idi. Karluklar döneminde ise ordular Çu ve Talas şehirlerinde idi. Yani Çu ve Talas çevresi bütün Türk devletleri zamanlarında ordu merkezleri idi. [13]

Yedisu bölgesindeki dağ etekleri, İli, Çu, Talas ve diğer nehir kenarları yaylak ve kışlak olarak kullanılıyordu. Bu bölgelerde yaşayan göçebe kavimler Sır Derya ile Talas ve diğer nehir boyunda yaşayan ve tarımla uğraşan yerli ve yarı göçebe kavimlerle sıkı münasebet içinde idiler. Bir anlamda bu iki değişik hayat tarzını benimsemiş topluluklar, varlıklarını sürdürebilmeleri için birbirlerine muhtaçtılar.

Türk Devletleri yıkıldığı zaman ilk tahrip edilen yerler doğu ve batı şeklinde iç içe kalelerle inşa edilmiş “Ordu Kent”ler olmuştur. Bunun en büyük örnekleri Gandzak, Kanzag, Otrar(Yengikent - Kence) ve Merv şehirleridir.

Orta Asya’daki Türk tarihini iyi incelediğimizde; Tür budunlarının devlet kurmak için birleştikleri ve merkez seçtikleri yerlerin tamamı Sır Derya bölgesindedir. Bütün Türk destanlarının yaşandığı bir yer olmakla birlikte, aynı zamanda destanların da kaynağı olan bir bölgedir. Yani Türkler açısından vazgeçilmez bir yerdir. Çünkü Kaslar’ın, Sakalar/ İskitler’in, Hunlar’ın, Göktürkler’in, Türgişler’in, Karluklar’ın, Oğuzlar’ın, Kangarlar’ın, Karahanlı ve Selçuklular’ın ataları hep burada yaşamışlardır. Bölgenin “Sır” olarak ifade edilmesi muhemelen bu yüzdendir. Çünkü bu bölge Türk Birliği’nin bir göstergesi, ana merkezi, kengeş meclisi ve birleşme noktası olmuştur. Kençekler’in bütün Türk devletlerinin temellerinde yer almasındaki sır da budur. Çünkü beş ana Türk budunun birleşmesiyle ortaya çıkan bir budundur.

Kençekler, Türk devletlerinin hanedan ailelerinin, beylerinin ve ulu bilgelerinin oluşturduğu bir kavimdir. Bünyesinde, Türk devletlerine danışmanlık eden ulu bilgeler, ulu atalar ve ak sakallı ihtiyarlar bulunduran bir kavimdir. Bu yüzden göğe ve yere verilen sırların kilitleri Türk Sir Budunu olan Kençekler’dedir. Kençekler, Türk devlet teşkilatlanmalarındaki merkez kuvvetin aynasıdır. Gök soylu ve gök ilmine sahip lider tabiatlı Kayılar ile, yer soylu ve Türk soyunun kadim sırlarını gelecek kuşaklara aktaran yer ilmine sahip muhafızlardan oluşan Kençekler daima iç içe olmuşlardır. Kençekler ise, sadece Kayılar ile değil, diğer tüm Türk budun ve boylarıyla iç içe olmuştur. Bu yüzden Türk devletlerinin düşmanlarının en büyük gayesi bu iki Türk budununun arasını açmak olmuştur.

Türk tarihindeki büyük göçlere baktığımızda ise, Kurtlar’ın temsilcisi Kayılar’ın terk ettiği yerlere Kençekler’in oymak ve boylarının gelip yerleştiği veya Kayılar ile birlikte göç ettikleri görülmektedir. Zaman zaman dağılan Türk birliğinin, bu bölgelerde küllerinden yeniden doğması tasadüf değildir. Çünkü, diğer budun ve boylar ayrı düşseler de Kençekler parçalanıp ayrılamazlar. Çünkü beş ana Türk budunun beşiyle de kardeştirler. Bu ön Türklerden olan Kaslar zamanında böyleydi. Sakalar, Hunlar ve Göktürkler zamanında da, sonraki zamanlarda da böyle oldu. Dağılan Göktürkler’i Kençek merkezli kurulan Kangar Birliği yeniden toplayıp önce Kutluk Devleti, sonra Türgiş, Karluk, Oğuz Yabgu, Karahanlı devletlerini kurmuşlardır.

Kençekler, diğer budun ve boyların parçalanıp dağıldığı dönemlerde, yeniden dirilişin kıvılcımları olmuştur. Türk kültüründe, birbiriyle küsen akrabaları hepsiyle hala dost olan ata konumundaki birisi barıştırır.

Orhun Abideleri’nde ise “Kengü Tarman olarak geçen Kençek Senir; Talas ile Sır Derya  arasında, Soğd bölgesinin doğusunda olup Şaş memleketinin başşehridir. Kengeresler; Konga, Kangar ve Peçeneklerin kuvvetli bir ata kavmidir. Kengü Tarman’da otururlar [14] Görüldüğü gibi Kençekler’in tüm Türk budunları içerisinde ata kavim misyonu vardır. Bu yüzden kengeş meclisleri hep burada kurulmuştur.

Özetle tüm sırlar kengeşe yani atalar meclisine gelir, kengeşten başka bir sır olarak çıkar. “Türk Sır Budunu” ifadesindeki kastın bu olduğu anlaşılmaktadır. Bir başka ifade ile; Türklerde Aşina (Kurt) ve Aşite (Arslan) diye iki hanedan vardır. Aşina, kurt demektir. Aşite ise Arslan demektir.

Aşinalar göğün, Aşiteler yerin direğidir. Devlet merkez yapısının liderleri Aşina Hanedanı temsilcisi iken; devlet sırlarının ve geleneklerinin bir sonraki döneme aktarılması için yetiştirilen muhafızlar ise Aşite Hanedanı temsilcileridir.  Arslan devlet kurar, Kurt yönetir. Binlerce yıldır bu hep böyledir. Ne zaman Kurt iktidarını yitirdi veyahut Aşina boyuna ait liderlik tehlikeye düştü,  o zaman Arslan Hanedanı ortaya çıkar ve Aşiteler arasından ikinci sır bir hanedan seçilir ve “muhafız” koduyla yeni bir devlet kurulur. Aşinalar iktidarı tekrar alana kadar Aşiteler yönetir.

Göktürkler’de Aşina (Kurt) ailesi Bumin Kağan’ın, İlteriş Kağan’ın mensup olduğu kabiledir. Aşite (Arslan) ailesi ise ünlü devlet adamı, alim ve komutan Tonyukuk’un ailesidir. Zaten Tonyukuk’un ismindeki “Tun veya Ton, tam şekliyle Tung- Tong” Aşite’yi temsil etmektedir. Efrasiyap ünvanlı efsane Türk hakanı Alp Er Tunga’nın asıl adı Tonga Alp Er’dir. Kaşgarlı “Tonga kaplan cinsinden bir hayvandır. Çok kere kişi adı olarak kullanılır” der. Bögü Kağan’ı öldürerek Uygur tahtına çıkan Tonga Baga Tarkan da büyük ihtimalle Tonyukuk’un soyundandır. Ayrıca daha sonraki yüzyıllara ait bir kitabede, Tonyukuk’un nesillerinin Uygurlar’a da hizmet ettiği söylenmektedir.[15]

Alp Er Tunga Destanı’nda ise büyük Türk Hakanı Alp Er Tunga’nın o dönemlerde Kençekler’in yaşadığı bölgede konar göçer bir Kençek obasından Aybirgen Hatun’a nasıl aşık olduğu, yaşadığı aşkın etkisiyle yoldaşı Belek ile yaşadıkları ve Aybirgen Hatun ile nasıl evlendiği anlatılmaktadır.

Çin kaynaklarında Toharistan yabgularının Aşina soyundan olduğu bildirilirken, Batı Kök Türk Devleti’nin hükümdarı olan Toharistan hakimi Tong Yabgu Kağan Aşite soyundandır. (Salman Özgüdenli, C.43,2003:171)

III.Babil Devleti, Ak Hun Devleti, Kangar Devleti, Batı Göktürk, Kutluk Devleti, Turgiş Devleti, Uygurlar, Karahanlılar, Gazneliler, Tolunoğulları, Babürler, Kırım Hanları, Harzemşahlar, Safeviler, Memlükler, Kaçar Devleti, Delhi Türk Sultanlığı, Selçuklu Devleti, Anadolu Selçuklu Devleti, Anadolu Beylikleri, Gence Hanlığı, Azerbaycan Türk Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti Aşite Hanedanı’nın kurduğu devletlerdir. Bu devletlerden büyük çoğunluğunun bayrak veya flamalarında “Arslan” motifi kullanılmıştır. Ve bu devletlerin kuruluşlarının tamamında Kençekler’i aktif kurucu olarak görmek mümkündür. (Bkz Beş Soylu Ulus, Bir Ulu Devlet- Gencek Kençek)

Örneğin köken itibari ile Kençekler’in Ağaçeri Aşireti,  Azerbaycan ağzında Ğaçeri, Gecer veya Kacer, Gacer olarak geçer. Kaçarlar, Türkistan’ın Horasan boyudur. Kanglı ve Kengerliler’le bağlılıkları muhtemeldir. [16] Oğuzhan’ın İran seferi sırasında Azerbaycan’a gelip yerleşen büyük bir Kençek topluluğudur. Karabağ bölgesinde yaşamaktadırlar.[17] 1794 tarihinden 1925’e kadar İran tahtını idare etmişlerdir. Şah Kulu Han’da Kaçar’lardandır.[18] Kafesoğlu, Harzemşahlar Devleti’ni kuran sülalenin de Kaçarlar’dan olduğunu ifade eder.[19]

Ögel; “Türklerin İslamiyet’e girmesi ve Uygurlar’ın büyük bir imparatorluk kurmaları üzerine Arslan motifi kendini göstermeye başlamış ve Mısır’daki Memluk efsanelerinde olduğu gibi Türkler’in ilk ataları Arslanlarla beraber yaşamıştı” demektedir. [20] Batı Göktürk kağanının tahtı dört altın arslan üzerinde oturuyordu. Uygur ve Karahanlı hükümdarları ise “Arslan Han” lakabını kullanıyorlardı. Özellikle Karahanlı Devleti, Kençekler’in doğrudan etkisiyle kurulmuştu. İran’a ve Hindistan’a Türklerin hakim olduğu dönemlerde ise gücün timsali “Arslan”motifi iyice öne çıkmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Atatürk’ün mezarı olan Anıtkabir’e baktığımızda ise Aşite (Arslan) Hanedanının halı ve mermer işlemelerine kadar “Arslan” sembollü tamgalarını vurduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Yukardan bakınca büyük bir kilit şeklindeki Anıtkabir’de Oğuz boylarının tamamı, sır ehli muhafızlara istinaden Arslan sembolü ile temsil edilmiştir.  Yürüme yolu üzerinde ise sağlı sollu mermerden arslan heykelleri de yer almaktadır. Kazakistan’da Esik kurganında bulunan ve Alp Er Tunga’nın oğlu Altın Han’a ait olduğu anlaşılan “Altın Elbiseli Adam” ve en eski halı olan “Pazırık Halısı” üzerinde de atslan motifleri yer almaktadır.

Türk yazıtlarında; Türk düşmanlarının Sir Budun’u ortada sıkıştırmak ve mümkünse tamamını yoketmek için kurdukları plan bile anlatılıyor. Sir Budun mutlu olmazsa Kağan’ın tahtta oturamayacağı açıkça yazılmaktadır [21]

...Tengri ança temiş erinç, Kan bertim,kanıngın kodup içikding.İçikdök üçün Tengri öl temiş erinç.Türk bodun ölti alkıntı yok boltı.Türk Sir bodun yerinte bod kalmadı.Ida taşda kalmışı kuwranıp yeti yüz boltı...

Tengri şöyle demiş elbette, Kan(Han) verdim. Hanını bırakıp tabi oldun. Tabi olduğun için Tengri öl demiş elbette. Türk budunu öldü, mahvoldu, yok oldu. Türk Sir Budununun topraklarında (ülkesinde) boy kalmadı. Ağaçta (ormanda) taşta (mağaralarda) kalmış olanlar toplanıp yedi yüz kişi oldu... [22]
...Tawgaç berdin yen teg,Kıtany öngdün yen teg,Ben yırdınta yan tegeyin.Türk Sir bodun yerinte idi yorımazun usar idi.Yok kışalım...

Tabgaç (Çinliler) güney taraftan saldırın, Kitanylar doğu taraftan saldırın, Ben (ihanet eden boylar) kuzey taraftan saldırayım. Türk Sir budunu oldukları yerde hiç yürümesin Hepsini yok edelim. [23]

Elteriş Kagan kazganmasar yok erti erser ben özüm bilge Tonyukuk kazganmasar ben yok ertim erser,Kapgan Kagan Türük Sir Bodun yerinte bod yeme bodun yeme kişi yeme idi,yok erteçi erti. Elteriş Kagan bilge Tonyukuk kazgantok üçün Kapgan Kagan Türük Sir bodun yorıdokı bo. Türük Bilge Kagan Türük Sir bodunug oguz bodunug igidü olorur”

Elteriş Kağan kazanmasaydı, o olmasaydı, ben, kendim bilge Tonyukuk kazanmasaydım, ben olmasaydım, Kapgan Kağan, Türk Sir budununun topraklarında (ülkesinde?) boy da budun da kişi de olmayacaktı. (T.60)

Elteriş Kağan ,bilge Tonyukuk kazandığı için Kapgan Kağan, Türk Sir budunu yaşamaya devam etti. Türk Bilge Kağan Türk Sir budununu ve Oğuz budununu besleyerek (sahip çıkarak) yaşayabilir (tahtta oturur diye de çevirmişler). [24] Yine Tonyukuk kitabesinde, yüzbin kişilik çok büyük bir kuvvete karşı az bir kuvvetle saldırdıkları ve Türk Sır Budun’u korudukları anlatılmaktadır.

Bilge Kağan anıtında ise; “12. Üze Tengri erglig <...> bod <...> tümen u/og <...> ya men <...> ün/ön <...> rig (erig) bod (unug) 13. <...> igidin emgetmen tolgatman <...>m
“Yukarıdaki gök güçlü (bir budun olan) on bin kişilik halkı iyi besleyin, eziyet sıkıntı çektirmeyin!” yazmaktadır. [25]

Karahanlı Devleti, kavimleri Altay sistemine uygun olarak iki kağan idaresinde kısıma ayrılmıştı. Doğu kısmının hakimi olan büyük kağan Kara-Ordu’da yerleşti. O Arslan Kara Han ünvanını taşıyor ve aynı zamanda Karahanlılar’ın en yüksek hakimi sayılıyordu. Batı kısmının hükümdarı, ortak-kağan, önce Taraz’da (Taraz Kençek), sonra Kaşgar’da ve daha sonra tekrar Taraz’da yerleşmiştir. Unvanı Buğra Kara Hakan’dır. Her iki hayvan ismi arslan ve buğra, Karluk kavmi birliğine dair büyük grupların ongunuydu. Bu iki baş hükümdardan başka, hakimler zümresine, sülaleye mensup, daha dört alt kağan ile altı hükümdar vekili bulunuyordu. Rütbeler kademe kademe yükseliyordu. Arslan-ilig, mevki boşaldığı takdirde buğra-han yerine geçebiliyor, buğra-han da aynı şekilde arslan-han yerine geçebiliyordu.[26]

Tarih boyunca Taraz ve Kaşgar’da yaşayan kavim ise Kençekler’dir. Bu bile başlı başına küçük ordugah ve şehzade (tigin) şehrine hakim olan Kençekler’in, Aşite hanedanının temsilcisi olduğunun delilidir.

İktidar sahibi olan, devlet yöneten yani Kurt olan Kayılar’dır. Devlet sahibi olan, devlet kuran Arslan ise Sakalar’ın da atası olan Kençekler’dir. Yani Kençekler, devlet kurup devlet yıkan Türk Sır Budunu’dur. Kayılar 24 Oğuz boyuna hükmedip “Han” yani Hakan, Kağan olurken, Kençekler 24 Türk budununa hükmedip “San, Kan, Saq” yani “Ata, baş, lider, atasaghun” olmuştur.

Zaten kasıt ne olursa olsun, o bölgenin kadim kavmi Kençekler’dir. Demek ki Kençekler, Türk Sır Budunu’dur. Sırrın ne olduğuna gelince, yeterince anlaşılmış olacağı üzere “Birlik Sırrı” dır. Bu yüzden Kençekler, Türk milletinin külleridir. Ve Türk Milletlerinin varlığı, ancak ve ancak Türk Sır Budunu ve Oğuz Kağan nesline sahip çıkmakla mümkündür.

Sadece Moğol istilası döneminde İlhanlı Devleti’nin emirlerinin kimler olduğuna baktığımızda bile, Kençekler’in izlerini derin bir şekilde görmek mümkündür. İlhanlılar’ın Anadolu Emiri Esen Kutlug’un soyunu Kâşânî ve afız Abru; Altan Han(Altun Han) oğlu Tosbuka (Tağar Sabuka) oğlu Kençek (Kencik) oğlu Sunkur (Sungur) oğlu Kılıç oğlu Kutlug(Tuğrul) oğlu Tarım oğlu Senta(Sina) oğlu Zengi(Zeki) oğlu adaletli hüsrev büyük emir Muizzu’d-din Esen (İsen) Kutlug şeklinde anlatmaktadır. Yine aynı dönemin İlhanlı veziri Reşideddin ve Atabeg Emir Sevinç Aka’nın da aynı soydan geldiği anlaşılmaktadır. Anadolu Emiri Esen Kutlug’un, Olcaytu Han’ın baş emiri Emir Çoban’ın oğlu Demirtaş Noyan’ın Anadolu beyliklerine yaptığı zulümleri önlemek için neler yaptığı birçok kaynakda anlatılmaktadır. Kencik ise kaynaklarda “Asya’nın Genç Kralı” olarak geçmektedir. Altun Han’ın altın elbiseli oğludur. Kazakistan’ın Eşik kurganında 5 adet altın elbiseli adam ve 5 altın elbiseli hanım zırhı ile leopar, pars, kartal, koç, geyik, dağ keçisi, at ve kuş motifleri ile işlenmiş 3 bin kadar plaka bulunmuştur. Bölge ise Kençekler’in kadim yurdudur.

Osmanlı’nın yıkılmasıyla birlikte Mondros Mütarekesi’ne dayanarak, kadim Türk yurdu Anadolu’nun işgal edilmeye başlandığı yıllar ise, gerek Kençekler’in işgallere karşı verdikleri mücadele, gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda üstlendikleri misyon bakımından büyük bir kitap konusu olacak kadar uzun bir mevzudur.

Atatürk’ün, Samsun’da kıyıya ilk çıktığı yer olan ve  milli mücadele hareketinin ilk eyleminin başlatıldığı Engiz (Ondokuzmayıs) ilçesi ve çevresindeki köyler Kençek kökenli Gencek ve Gence Türklerinin yaşadığı yerlerdir. Bu bölge, çoğunluk itibari ile, Sinop Türkeli ve Ayancık ilçeleri ile birlikte, Kastamonu  tarafından gelip yerleşen Gencek yörüklerinden oluşmaktadır. 1878 yılında ise, Ruslar Azerbaycan ve Kafkasya’yı işgal edince ordaki Kençek kökenli Gence yörükleri Engiz’e yerleştirilmiştir. Zaten İlçenin adı “Engiz” kelimesi Türkçe değil sanılarak “Ballıca” olarak değiştirilmiş, daha sonra ise Ondokuz Mayıs olmuştur. Oysa “Engiz” çok eski Türkçe olan Kençekçe bir kelimedir ve “ağaç filizi, biçilmiş tarla, anız, rahatlık, ferahlık, ağaç karanlığı” gibi manalara gelmektedir. Engiz çevresindeki Dereköy, Yörükler, Kertme, Çakallık, Üçpınar ve Karakavuk köyleri, Gencek yörüklerinin ve daha sonra yerleştirilen Gence yörüklerinin birlikte yaşadıkları bir bölgedir. Kurtuluş Savaşı’nın fitili burada ateşlenmiştir. Atatürk’ün kurtuluş hareketini başlatmak için buraya gelmesi tesadüf değildir. Derin ve stratejik bir hamledir.

Diğer taraftan Gencekler’in yaşadığı diğer bölge olan Beyşehir, ülke dış güçlerin işgaline uğradığı zaman, işgalci güçlere karşı milli ve güçlü bir refleks sergileyen bir bölgedir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı topraklarının işgaline en sert tepkiyi veren şehirlerden birisidir Beyşehir (Tansel, I/242). Binbaşı Nazım Hikmet Bey, Beyşehir Süvari Alayı’nın elinde bulunan ve Mondros Mütarekesi’ne göre teslim etmesi gereken silahları yerli halka dağıtmış ve Genceklilerin “yoldaş” adını verdiği bir örgütlenme oluşturmuştur.[27] Örgütlenmenin başında ise bölgenin manevi dinamiklerinden olan Gencekli Hatıp Mehmet Emin Efendi vardır. Birliğin lojistik ihtiyaçlarını ise Seydişehir ve Beyşehir’deki dönemin bazı kanaat önderleri ile yine Gencekli olan Hattat Mehmet Vehbi Hoca, Hüsem Efendi, Halid Efendi gibi zatlar, halktan toplama yolu ile karşılamışlardır. Bölge halkı ellerindeki devlete ait silahların bakım ve temizliğini yaparken hasar gören bazı parçaları kendileri üretmeye başlamış, ilerleyen yıllarda ise bu durum bölgede av tüfeği üretiminin temellerini teşkil etmiştir.

Bölgedeki çoğunluk tıpkı Samsun’daki gibi Gencek yörükleri ve Çeçenistan tarafından getirilip bölgeye yerleştirilen Gence Türkleridir. Günümüzde bu yüzden Çeçen kökenli bilinirler. Oysa Azeri, Çeçen, Özbek gibi tabirler sonradan Rusya tarafından sindirmek ve bölmek amaçlı kasıtlı ortaya atılmış tabirlerdir. Toros Dağları’nın neredeyse tamamına dağılmış olan Kençek aşiretlerinin yardımıyla tüm aşiretlerle temas kurularak iletişim sağlanmış, gizli bir savunma hattı oluşturulmuştur.

Bu gizli hattın başına ise halkın Süleyman Sırrı Bey diye bildiği, Teşkilat-ı Mahsusa Başkanı Süleyman Askerî bey bizzat geçmiştir. Bölge öyle bir hale gelmiştir ki, dağlardaki eşkıyalar bile Süleyman Sırrı Bey’in pusulasını taşıyanlara dokunamıyorlardı.[28]

Bölge halkı, hem genç evlatlarını kurulan bu orduya vermiş, hem de onların tüm techizatlarını tedarik etmiştir. Ve Beyşehir’den yola çıkan Beyşehir Sadıkhacı köyünden Gazi Ali Tatar, İzmir’e ilk girip Yunan bayrağını indirerek, yerine Türk bayrağını asan kişi olmuştur.[29] Neticede, Konya’ya doğru yola çıkan İtalyan kuvvetleri Beyşehir’den öteye geçememiştir. 

Amasya’da Atatürk’ün isteği üzerine 30 bin kişilik halka hitap edip Atatürk’ü tanıtan Amasya Müftüsü Abdurrahman Kamil Efendi ise buradaki Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kuruluşuna vesile olarak tarihe geçmiştir. Amasya Müftüsü Abdurrahman Kemal Efendi ise, Çorum’ludur. Ancak ailesi Kırım Bahçesaray şehrinden Çorum’a gelen, köken itibari ile Kençeklerin yaşadığı Kence şehrinden Kırım’a gelip yerleşmiş Kıpçak- Tatar karışımı bir ailedir. 
Atatürk’ün Erzurum Kongresi için Erzurum’a giderken ziyaret ettiği Sivas’ın Suşehri, Akıncılar ve Zara ilçeleri ise Gencek yörüklerinin ve Azerbaycan’dan göçüp gelen Gence Türkleri’nin yerleşim yerleridir. Ziyaret esnasında Suşehri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuştur. Gence Türkleri’nden Çeçenzade İsmail Hakkı Bey, Erzurum ve Sivas Kongrelerine delege olarak katılmıştır. 
Atatürk’ün Sakarya’da “Hatt-ı müdaffaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh tüm vatandır” dediği yıllarda ise Adapazarı Müftüsü Gencekli Hacı Baki Zade Mehmet Efendi’dir. Bu yüzden Atatürk’ün bu sözü Gencekliler’in sloganı haline gelmiştir. Meclisin açılışına kadar Atatürk’ün yanında yer alan Hacı Baki Zade Mehmet Efendi güzel sesi ve etkileyici vaazlarıyla halkı işgalcilere karşı örgütlemiştir. Gencekliler üzerinden Kuvay-ı Milliye örgütlenmesi ve iletişimini de sağlamış ve vilayetlerden gelen bilgileri Atatürk’e ulaştırmıştır.
"İlk meclisin açılışında Atatürk ile yan yana dua eden Gencekli Hacı Baki Zaze Mehmet Efendi""

Uşak’taki Eşme Yörükleri ise Uşak Kongresi’nin yapılması için çalışmışlar ve Redd-i İlhak Cemiyeti (Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Milliyesi)’nin kuruluşuna ve faaliyetlerine ön ayak oldular. Yunanlıların Uşak’ı işgal etmesi üzerine Eşme merkezli yeniden örgütlenme gerçekleştirdiler ve Yunan askerleri Uşak’ı terk edene kadar mücadeleyi bırakmadılar.

Manisa’nın Şehzadeler, Turgutlu, Ahmetli, Salihli ilçeleri ve çevrelerindeki birçok yerleşim  Kençekler’in Sancaklı, Gancaklı ve Gencek yörüklerinin yerleştikleri önemli bir merkezdir. Bölge, 1437-1595 yılları arasında Osmanlı şehzadelerinin saltanat tecrübesi kazandığı öneli siyasi merkezlerden birisi olmuştur. Bu dönemde II. Murat, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murad, III. Mehmet ve I. Mustafa gibi Osmanlı tahtına oturmuş padişahların da olduğu 16 şehzade Manisa’da sancak beyliği yapmıştır. Genceklerin Gancaklı Yörükleri yanlarında padişahın sancağıyla dolaştıkları için Fatih Sultan Mehmet tarafından isimleri Sancaklı olarak değiştirilmiştir.

Kurtuluş Savaşı döneminde Mondros Mütarekesi’nin 7.maddesine dayanarak bölgede Yunan işgali başlamıştır. İşgal sırasında; Manisa Merkezde İstihlâs-ı Vatan, Cemiyet-i Müderrisîn, Demirci’de Müdafa’a-i Hukûk-u Osmânî, Gördes’de Hareket-i Milliye Teşkilatı, Kırkağaç’da İstihlâs-ı Vatan, Kula’da Redd-i İlhak, Soma’da Müdafa’a-i Hukuk ve Turgutlu’da Müdafa’a-i Hukûk-u Osmâni adlı Cemiyetler kurularak Yunan işgaline karşı çetin mücadeleler verilmiştir. Derneklerin kurulduğu yerler Gencek ve Sancaklı Yörükleri’nin yaşadığı yerlerdir.

Aynı dönemde, Kütahya’da bulunan Gencek yörüklerinin ise Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında Kütahya Milli Alayı’nın kuruluşuna vesile olarak işgale karşı direnci başlattıkları görülmektedir.

Kurtuluş Savaşı döneminde Aydın ve çevresindeki durum ise daha ilginçtir. Bölgede dernekler değil efeler ortaya çıkmıştır. Gencelli yörüklerinden Yörük Ali Efe, Tekeli İbrahim Efe, Gurbetin Ali Efe, Sancaktar’ın Ali Efe, Emir Ayşe Efe, ce Mestan Efe tabiri yerinde ise işgalci güçlere kök söktürmüşlerdir.

Urfa’da da durum farklı değildir. Yine aynı isimle yani Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında oluşturulan gizli teşkilat, direnişe öncü olmuştur.

Maraş’a gelince, işgalci güçlere karşı, milli güçleri organize ve komuta etmesi için Kuvay-I Milliye teşkilatına Albay Selahattin Bey, Binbaşı Suzi Bey, Kılıç Ali lakablı Yüzbaşı Asaf Bey ile birlikte Yörük Selim lakablı Yüzbaşı Salim Kurtoğlu, bizzat Atatürk tarafından memur edilmişlerdir.[30] Kılıç Ali ve Yörük Selim lakaplarını ise bizzat Atatürk vermiştir. İki yüzbaşı, Maraş ve Antep müdafaalarında adeta destan yazmışlardır. Atatürk’ün meşhur Kılıç Ali’si, aslen Buhara’dan gelme Kençekler kökenli bir aileden gelmedir. Anne tarafı Çerkez kökenlidir. Yörük Selim ise Kastamonu’nun İnebolu ileçesinde yaşayan Gencek yörüklerinden bir ailenin çocuğudur. Antep savunmasında yaralanmış, Maraş’ta şehit olmuştur. Kurulan Elbistan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin başına ise Şam emeklisi Sulh Hakimi Ali Rıza Bey getirilmiştir. Cancık mevkiinde özel bir karargah kurmuşlardır.

Yine Kurtuluş avaşı döneminde Orta Asya ülkelerinde maddi ve manevi yardım için örgütlenmeler oluşturulmuş, Kençekler kökenli Azerbaycan Cumhuriyeti’nin ve özellikle Gence halkının desteği ise dillere destan olmuştur.

Yani; Türk Sır Budun olan Kençekler, Türk’ün özü, Türk’ün yörüğü, yörüyen Türk’tür. Her mevsim farklı bir yurda yürüdükleri için yörüktürler. Osman bey bir yörüktür. “Domaniç Dağını ve Ermeni Dağı’nı onlara yaylka ve kışlak verdi”[31] ve “Erdungırıl Gazi zamanında savaş olmadı. Yaylaklarında yayladılar. Kışlaklarında kışladılar” [32]  ifadeleri ve onların  yaşayış şekli bunun en büyük kanıtlarındandır. Karamanoğulları Tarihi müellifi Şikârî, Germiyanoğulları Beyliği’nin Beyi Ali Şah’a, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey hakkında, onu aşağılamak için “Aslı, cinsi yok bir “yörük oğlu” iken bey oldu” tabirini kullanmıştır.[33]

“Benim atalarım Anadolu’dan Rumeli’ye gelmiş Yörük Türkmenler’dendir. Bizim esas soyumuz Yörük’tür. Buralara Konya –Karaman çevrelerinden gelmişiz” diyen Atatürk de öyle.[34] Arkadaşlar! Gidip, Toros Dağları'na bakınız, eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez.” diyen Atatürk’ü şimdi anladınız mı? Bölge Türk devlet geleneğinin kadlarını barındırmaktadır. Anlamadıysanız gidip bakın Toroslar’a! Şimdisinde evvelinde Karakeçili Kençek Yörükleri’ni göreceksiniz.

Görüldüğü gibi Türk Milleti’nin bekası söz konusu olduğu her dönemde, Kençekler can olmuşlar, kan olmuşlar; tüm kurtuluş ve özgürlük savaşlarında işgalcilere karşı direnişin ve yeniden doğuşun lokomotifi olmuşlardır.

Kençekler, Türk Ulusu’nun hürriyet güneşi, Kençekler Türk Ulusu’nun özgürlük ateşidir. Kençekler, Türk Sır Budunu’dur. Kençekler;  Türk Ulusu’nun sırdaşı, 24 Türk budununun yoldaşı, 24 Oğuz boyunun kandaşı, beş ana Türk Oymağı’nın kardeşidir. 

Yusuf Avcu, Gencek - Kençek



[1] Auelbek Konratbayev 1983.13, (Kazak tarihçi ve etnografı)
[2] Auelbek Konratbayev 1996:18, Tolstov 1962:273,
[3] Klaştornıy 1953:3; Durmuş 1993:137; Kontratbayev 1996:7
[4] Sümer 1994:88;
[5] Dana Moldobayeva, Sır Derya Havzası’nın Türk Tarihindeki Yeri ve Önemi
[6] Ergin 1996:61;
[7] Talet Tekin, 162, s.258,294
[8] Tolstov, S. Eski Harezm Uygarlıkları’nın İziyle
[9] Tolstov 1948:143;
[10] Sadibekov 1994:34;
[11] Kurt 1998:27;
[12] Guy le Strange, 1968:434;
[13] Ibn Hurzazbah ve Kudamah, de Goeje s.29; Cahvannes, Documents s.10
[14] S.G.Kılyaştorniy 1954:91-104
[15] Şükrü Öztürk, Türk Kültüründe Aslan, Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi Cilt 2, Sayı 2; Gömeç, 2014:29-33;
[16] Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı I, s.124
[17] Togan, Prof.Z.Veledi, Azerbaycan Etnografyasına Dair, C.II. s.56
[18] Caferoğlu, A. Türk Kavimleri s.67; Mehemmedhesen Velili, Azerbaycan s.49
[19] Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s.147
[20] Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 2001, s. 689; Ögel, c.1, s. 574
[21] Baran Aydın, Türk Sır Budunu; Oktan Keleş, Kulbak Bilge ve Tengrinin Türkü
[22] Tonyukuk Anıtı Batı Yüzü 2,3,4
[23] Tonyukuk Anıtı Güney  Yüzü 4 (11);  Baran Aydın, Türk Sır Budunu; Oktan Keleş, Kulbak Bilge ve Tengrinin Türkü
[24] Tonyukuk Anıtı Kuzey Yüzü 1,2,3,4 (59,60,61,62); Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türklerde Devlet Anlaşıyışı
[25] Bilge Kağan Anıtı, Kuzey 12.satır ve 13. satır
[26] Pritsak, C.6, 1977:252-253;
[27] Eski evinde kendi el yazması yedi farklı dilde eserler bulunan Hatıp Mehmet Emin Efendi, bu yüzden durumdan habersiz olan mülki idare tarafından kısa süreli bir yargılanma süreci yaşamıştır. Eserlerinin bazıları, torunu olan dedem Mehmet Emin Hoca’nın üvey kayın babası tarafından İzmir’in Bornova ilçesine kaçırılmış, çeviri yapan kişi eserlerin değerini farkedince az bir ücret karşılığında o zattan eserleri satın alıp kayıplara karışmıştır.
[28] Tansel, I/270; Alperen 2001, 52
[29] Karaca- Koç, 2000, s79
[30] Gazi Mustafa Kemal, Nutuk- Söylev, 1989:2
[31] Oruç Beğ Tarihi, s.23
[32] Aşıkpaşaoğlu Tarihi, s.17
[33] Faruk Sümer, Yörükler, TDV İslam Ansiklopedisi
[34] Enver Behnan Şapolyo, Mustafa Kemal Atatürk 1972

Beş Gardaş Ağacı


Bir zamanlar Karakurum  dağından otuz tane nehir ve dere çıkardı. Her bir derenin kenarında bir boy otururdu. 

Karakurum’un biri Tola, diğeri Selenga adını taşyan iki büyük ırmağı Kalamançu denilen bir yerde birleşiyordu. Ve burada Gobi gölünü oluşturuyorlardı. Zamanla Gobi’ye akan bu suların birleştiği yerde bir ada oluştu. Buraya Hulin Dağı diyorlardı. Bu iki ırmak arasında göğe ermiş iki ağaç vardı. Birinin adı kusuk (Sibirya Servisi) olup çam fıstığı ağacını andırıyordu. Ama yaprakları kışın serviye, meyveleri şekil ve tat bakımında Şiguza’ya benziyordu. Diğer ağaca ise “toz” kayın ağacı diyorlardı.

Bu iki ağaç üzerine gökten bir ışık düştü. Kutsal bir ışıktı ve kayın ağacının üstünde kaldığı müddetçe kayın ağacının gövdesi iyice büyüdü ve kabardı. Ne zaman ki gün batar, ışık gökten inermiş. İlahi ışık dokuz ay on gün ağacın üzerindeki şişkinlik üzerinde durdu. Bu sahneyi gözleyen Uygur kavimleri şaşkınlık içinde kaldılar. Tepeciğe yaklaştıklarında şarkıya benzer uyumlu sesler işittiler. Ve her gece bu tepecik otuz adım uzağına kadar ışıkla kaplandı. Günün birinde aynı doğum anındaki kadın gibi, ağacın gövdesi ansızın yarıldı. İçerisindeki tepeciğin içinden bir kapı açıldı. İçerisinde her birisinde bir çocuğun oturduğu, çadıra benzer beş tepecik bulunduğunu gördüler. Her çocuğun ağzında ihtiyaç olduğu sütü sağlayan bir emzik vardı. Onlar bu mukaddes çocuklara çok büyük saygı gösterdiler.

Çocukların en küçüğünün adı Sungur Tekin’di. Ondan sonrakinin adı Kutur Tigin, üçüncüsünün adı Türek Tekin, dördüncüsünün adı Us Tekin ve beşincisinin adı Bögü Tekin’di. Beş çocuğun beşinin de Tanrı tarafından gönderildiğine inanan halk, içlerinden birini hakan yapmak istediler. Bögü Han en küçükleri idi hem de ötekilerden daha güzel, daha zeki ve daha yiğit görünüyordu. Kayın ağacı konuşarak halkı erdeme teşvik etti. Bögü Tekin’ in hepsinden, her hususta üstün olduğunu anlayan halk onu hakan olarak seçtiler. Büyük bir törenle Bögü hanı hakan olarak seçtiler. Büyük bir törenle Bögü hanı tahta oturttular.

Söylendiğine göre Böğü Kağan, Oğuz Kağan’dır.
Tanrı Dağının hemen kıyısında Kutlu Dağ yer alıyordu. Tanrı Dağı’nın kıyısı, yani Uygurca Tanrı Dağı’nın “Ken ji yeg” i (yani “Kençek”i) olan Kutlu Dağ kutsal kayınlara yakın mesafedeydi.

Çingiznâme’de bu olay şu şekilde anlatılır:
Günlerden birgün Oguz Kagan Tanrı’ya yalvarmaktaydı. Karanlık bastı. Gökten bir ışık indi. Güneşten ve aydan daha parlaktı. Oguz Kagan oraya yürüdü ve gördü ki; o ışığın içinde bir kız var. Yalnız oturuyor. Başında ateş gibi parlak bir beni bulunuyordu. Kutup Yıldızı gibiydi. Bu kız öyle güzeldi ki; gülse gök gülüyor, ağlasa gök ağlıyordu. Oguz Kagan onu görünce aklı gitti, sevdi aldı. Onunla yattı ve dileğine sahip oldu. Kız gebe kaldı. Günler ve gecelerden sonra gözleri parladı ve üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Kün (Gün) adını koydular. İkincisine Ay adını verdiler. Üçüncüsüne de Yılduz (Yıldız) ismini taktılar. 

Yine birgün Oguz Kagan ava gitti. Önündeki göl ortasında, bir ağaç gördü. Bu ağacın kovuğunda bir kız duruyordu. O da yalnız oturuyordu. Çok güzel bir kızdı. Gözü gökten daha gök idi. Saçı ırmak suyu gibi dalgalıydı. Dişi inci gibi idi. Öyle güzeldi ki, eğer yeryüzünün halkı onu görse; “eyvah ölüyoruz” der ve tatlı süt, acı kımız olurdu. Oguz Kagan onu görünce aklı gitti. Yüreğine ateş düştü. Onu sevdi, aldı. Onunla yattı ve dileğine sahip oldu. Kız gebe kaldı. Günler ve gecelerden sonra gözleri parladı ve üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gök, ikincisine Dağ, üçüncüsüne de Deniz ismini taktılar. [[1]]

Reşideddin’in Farsça Oğuzname’sinde, Kıpçak Türkleri’nin bir ağaç aracılığıyla doğuşu ise şu şekilde anlatılır:
Oğuz Kağan’ın çerilerinden birisinin karısı gebe kalmış, kocası da savaşta ölmüştü. Bu savaş yerinde kadınların doğum yapması yasaklanmıştı. Yakınlarda içi oyulmuş bir ağaç vardı. Kadın o ağaca gidip çocuğunu doğurdu. Çocuğu Oğuz’un yanına getirdiler, durumu ona anlattılar. Oğuz, çocuğun adını Kıpçak koydu. Kıpçak, Türk dilinde kabuk, ağaç kovuğu, içi çürümüş ve oyulmuş ağaç demekti. Aynı zamanda Kıpçaklar’ın ağaca bağlı bir birim olduğunu da belirtmiş oldu.

Benzer bir hikaye İskendername’de, hayat suyunu bulan İskender’in onu bir şişeye doldurup ağaca astığı anlatılır. Fakat bu suyu bir karganın çaldığı, çalarken de bir kısmını  bir ağaca döktüğü anlatılır. Bu yüzden çam ve servi gibi ağaçlar sonsuz hayatın sembolü sayılırlar. Kışın “ölmezler”, yapraklarını dökmezler. Karga da uzun ve sonsuz hayatın sembollerinden birisi olur.
Ağaç, bütün Asya kültürülerinde bir “Yeniden Doğuş” sembolüdür. Hayat Ağacı olarak tabir edilen bu ağaç Türkler için “kayın”, Hintliler için “akasya”, Orta Doğu hakları için sedir ya da çamdır. Hepsi de uzun ömürlü ve dayanıklıdır. Çinliler bu ağaca “kıyan mu” derler. Türklerin insanlığın sonu anlamında kullandıkları kelime ise “kıya met” tir. Sadece ağacın gövdesi değil, kökü de kutsaldır. Aslında ağaç maddi varlığıyla değil, temsil etiği gücün bir göstergesi olarak kutsal kabul edilir.

Tuba Ağacı’nın ise insanların sayısı kadar yaprakları olduğuna inanılır. Ölen her insan içinse, bir yaprağın düştüğü kabul edilir.
Şaman tasvirlerinde ise, ağacın bir yanında ay, diğer yanında ise güneş yani yıldız yer alır.

Uygurlarda; evreni doğuran Ana Tanrıça Umay hatun iken, dünyayıy doğuran Ana Tanrıça Kübey hatundur. Doğumun tanrıçası kabul edilen Kübey hatun sembolü, kavuğu olan ağaçtır. Kavuk kadın cinsel organı ile ilişkilendirilmiştir. Oğuz Kağan destanında Göklerin Kızı Umay Hatun bir yıldızın ışığında inmişken; Yerin Kızı Kübey Hatun, bir ağaç kovuğundan çıkmıştır. Uygur mitolojisinde Umay hem erkek, hem de kadın olarak tasvir edilir. Venüs’ün akşam yıldızı hali Umay Ana iken, sabah yıldızı hali Umay Bey’dir. Savaş öncesi tüm alpler, Umay Bey ile Ant içerler. Eğer savaşta ölürlerse, yani şehit olurlarsa, ölümlerin en şereflisi ile taçlandırllımış olurlar ve Umay Ana ile ant içtiklerini kabul ederler. Tanrıdan çıkan ruhun yine ona döneceğine inanırlar. [[2]]

Altay Türk mitolojisinde “Gökyüzüne doğru büyük bir çam ağacı yükseliyordu. Gökleri delip geçen bu ağacın tepesinde ise Tanrı Bay-Ülgen otururdu. [3]

Günümüzde hala mezzarların baş ve ayak uçlarına çam ve servi dikme geleneği devam etmektedir. Bazı Türk toplulukları ise hala, ilkbahar ve sonbaharda düzenledikleri kurban törenlerinin ardından servi ve çam ağaçları dikmekte, ve dikilen bu ağaçlardan kutlu ormanların meydana geleceğine inanmaktadırlar. 

Bir Türk, evinden önce bahçesini yapar, ağaç diker. Çünkü kadim Türk anlayışına göre, evlilik gibi, ev de kutsaldır. Türk dünya görüşüne uygun olarak evin temelini atmadan önce evin doğusuna ağaç dikilir. Türk düşüncesinde Tanrı’nın evinin doğuya bakan kapısının önünde bir ağaç vardır ve bu ağaca “Tanrı’nın ağacı denilmektedir. Her ağaç evin yanına dikilmez. Bu ağaçlar dut, nar, iğde, söğüt gibi türlerden oluşmaktadır.[4]

Türk geleneğinde ölümde de ağacın yeri büyüktür ve her mezar başına bir ağaç (servi) dikilir, ruhu tekrar ait olduğu yere göğe götürsün diye. Ve eğer dikilen bu ağaç yeşerir, göğe doğru uzarsa mezarda yatan kişinin mekânının Tanrı katı olacağına inanılır. Türklerin ağaç kültünde mezarlıktaki ağaçlar hiçbir şekilde kesilmez ve özellikle yakacak amacıyla kesilip kullanılmaz. Hatta mezarlıktaki ağaçlardan dal koparmak bile uğursuzluk sayılır, ölüm getireceğine inanılır. Bu yüzden ulu ağaçlara asla balta vurulmaz, döküntüleri dibinde çürümeye terk edilir.

Dağlar ve ağaçlar gök ve yerin birleşme yeri olarak görülürdü. Bu yüzden ulu ağaçlara “Göğün Direği” denilmiştir. Sonsuz güç ve kudretin sembolü olan ağaç, Türk boyları arasında hükümdarlık, soy ve sülaleyi temsil etmektedir.
Çok eski zamanlarda, Uygur boyları türediklerine inandıkları servi / karaçam ağacının birer dalını evlerine asarlarmış. Büyük göçlerin olduğu zamanlarda da ise, birer kökünü beraberlerinde götürüp, yeni vatanlarına ekmişler. 

Ağaçtan türeyen beş kardeşin kardeşliğini, birliğini, beraberliğini temsil eden bu ağaçları ektikleri yeri de kendilerine yurt kabul etmişler.

Kökü Talas Irmağı yakınlarındaki Sır Derya havzasında olan bu ağaçlardan alınan bazı kökler, Türk boylarının göçüyle birlikte Anadolu’nun bazı yerlerine kadar taşındı. Bunu ise, Talas Irmağı yanındaki Kençek Senir ordugah ve ata şehrinde ikamet eden Kençekler taşıdılar. Köken itibari ile bu şehirde yaşayan farklı Oğuz boylarının ve onların atalarının bir birlikteliği, bir karması olarak ortaya çıkan Kençekler, Türk’ün birlik ve beraberliğinin sembolü olan bu ağaçların birer kökünü yeni yurtlarına ekerek inanç ve sembollerini oralarda yaşatmaya devam ettiler. 

Buhara Merv şehrinden sonra, İran Erdebil ve Azerbaycan Gence bölgelerine yaptıkları göçlerde bu kültürel değerlerini de beraberlerinde taşıdılar. Azerbaycan Gence’ye Kan Bağı Parkı'na giderseniz aynı ağaç kökünden çoğaltılmış selvileri ve karaçamları görürsünüz. Aynı kültüre İran’ın farklı bölgelerinde ve Kaşgar’da da rastlanmaktadır. Anadolu’ya Kayı obasına bağlı bir cemaat olarak gelen Kençekler; Güncek  / Gancak / Gencek şeklinde yörük cemaati isimleriyle  Anadolu’da önce İğdir ve Van; sonra ise  Konya, Kütahya, Kastamonu, Bursa, Sinop ve Manisa dolaylarına yerleşmişlerdir. Manisa dolaylarına yerleşen Kençekler’in Gancaklı Yörük Cemaati,  Osmanlı zamanında Sancaklı ismini almıştır. Kutsal ağacın köklerini yerleştikleri bölgelere taşıdıkları görülmektedir. 

Günümüzde; Kastamonu-Cide dolaylarında selvi, Konya -Derebucak- Gencek’te ise karaçam olmak üzere tesbit edilebilmiş iki adet “Beş Kardeş” anıt karaçam ağacı bulunmaktadır. Aynı kökten ayrılmış 5 ana daldan oluşan ve bu özelliklerinden dolayı da Beş Kardeş Ağacı ismiyle anılan bu servi / karaçam ağaçları anıt ağaç olarak koruma altına alınmıştır.

Ancak Gencek’e ilk getirilerek ekilen karaçam ağacı bu değildir. Gencek Yukarı mezarlık mevkiinde yaşları 795-800 yılı aşan yaklaşık 40 kadar karaçam ve ardıç ağacı bulunmaktadır. Yukarıköy ve Gencek mevkiilerine yerleşen 40 kadar sülalenin ataları tarafından dikilmişlerdir. Yine Seki mevkiinde, köye diğer sülalelerden sonra yerleşen Hatıbel Sülalesi tarafından ekilen ve yaklaşık aynı yaşlarda olan 2 adet ardıç ağacı bulunmaktadır. Köyük eski yerleşimi olan Yukarı Köy mevkii yerleşimi zamanında, tahminen 1225 yılında dikildikleri anlaşılmaktadır. 

Gencek’teki anıt ağaç olarak koruma altına alınan ve Beş Gardaş (Beş Kardeşler) olarak bilinen karaçam ağacının ise; çevresi 456cm olup, çapı 152cm’dir. Gövdesi bir ana kökten çıkan hilale benzer şekilde birbirine bitişmiş 5 koldan oluşmaktadır. 1335-1340 yılları arasında dikildiği tahmin edilen karaçam, tahminen 695 yaşındadır. O tarihe kadar Gencek’i yaylak olarak kullanan ve hala yarı göçebe yaşayan Gırgaşel sülalesinden 5 kardeş aile, devletin iskan politikaları gereği diğer yörükler gibi mecburi iskana tabi olmuşlar ve artık tamamen Gencek’e yerleşmişler. Onlar da diğer sülaleler gibi yeni yurtlarına ağaç dikmeyi ihmal etmemiş, sonradan gelen Hatıbel sülalesi gibi köyün diğer bir girişine de onlar ağaç ekmiştir. Daha evvel Ahlat (muhtemelen Van Erciş) yakınlarına ektikleri ve bir kökünü Antalya tarafına taşıdıkları ağaçtan bir kök getirmişler, köydeki sülalelerin büyükleri ile birlikte, artık kalıcı yurtları olan Gencek’e bu anıt ağacı dikmişlerdir.

“Beş Gardaş” anıt ağacını diken Gırgaşel sülalesinden bu beş kardeşin soyu ise kızlarından devam etmektedir. Çünkü hem bu anıt ağacı diken Gırgaşel’in beş evladı, hem de onların soyundan gelen erkeklerin tümü asker olarak gittikleri savaşlarda şehit olmuşlar, bu sülalede er kalmadığı için soyları kızlarından devam etmiştir.

Gencek’e temelli yerleşmiş olan Gırgaşel sülalesinden beş kardeş, diğer sülalelerin ataları aralarındaki birlik ve beraberlik ruhunu daima yaşatacaklarına, tarihi değerlerine ve kardeşlik bağlarına bağlı kalacaklarına and içmişler ve kardeşlik bağlarının göstergesi olarak getirdikleri bu karaçam kökünü dualar eşliğinde dikmişlerdir. Halk arasında beş kardeşin diktiği söylense de, köken itibariyle 5 kadeşin soyundan gelen 5 farklı sülale büyüğünün ataları adına bu ağacı diktikleri de tahmin edilmektedir. Yine bu 5 sülalenin beş farklı ana Türk budunu olan Oğuz, Uygur, Kıpçak, Kanglı, Karluk kökenlerinden olma ihtimali de yüksek bir ihtimaldir. Çünkü ağaç kültlerinde yaşatılan tüm olgular o külte ait ilk destanları hatırlatır, ya da o destana ait olgular çerçevesinde gelişir.

Kastamonu’daki Beş Kardeş ağacının ise Iğdır dolaylarından götürüldüğü tahmin edilmektedir.
Bir zamanlar Kastamonu civarına yerleşen Kençeklilerin bir bölüğü bugün Türkeli, Gencek köyünde yaşamaktadırlar. 

Gencek’te halk, “Beş Gardaş” anıt ağacından ötesini gurbet kabul eder. Eskiden yaşlılar; Beş Gardaş’ın ötesi gurbet, Seki’nin ardını zahmet, Mezer Üstü’nü hikmet ile tasvir ederlerdi. Belirtilen yerler anıt ağaçların ekildiği yerler olmakla birlikte, Gencek yerleşimine 5 farklı yönden gelen yolların geçtği yerlerdir.

Yusuf Avcu, Gencek - Kençek




[1] Cengiznâme , s.71; Oguzname Destanı, Ankara 1998, s.90a-91a; S.S.Ükten, Kazan Oğuznamesi’nin Tarihsel ve Kültürel Açıdan Değerlendirilmesi , Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2009, s.164-165.




[2] Ezoterik Öğretiler Ansiklopesidisi, Cihangir Gener s.82


[3] Ögel 2014, C.1 s.103




[4] Pervin Ergun, 2004: Türk Kültüründe Ağaç Kültü s.99-856
  

*****

GENCEKLİ HATIP MEHMET EMİN EFENDİ

 


1870 yılında Gencek’te dünyaya gelen Mehmet Emin Efendi, sadece Gencek’in değil tüm bölge halkının manevi kanaat önderi olmuştur.

Osmanlı ulemasından olan babası Emin Efendi’den ve dedesi Hatıp Mehmet Emin Efendi’den ders aldıktan sonra Konya medreselerinde eğitim alan Mehmet Emin Efendi, Ayşe hanımla evlendikten sonra bölgede gezici hatiplik yapmaya başladı. Dedesi ve babası gibi Gencek’teki evini medrese olarak kullandı. Hem Gencek halkına hem de çevre köylerden gelen talebelerine ders vermeye başladı. Yetiştirdiği talebelerinden birisi de kendi ismini alan torunu Mehmet Emin Efendi oldu.

Evliyaullahtan olan Hatıp Mehmet Emin Efendi, kendisine herhangi bir konuda yapacakları işin hayırlı olup olmadığını danışmaya gelenlere Kur’an-ı Kerim’i açarak tefe’ül ile istiare yaparak ayetle cevap veriyor, insanların gönüllerini rahatlatıyordu. Keramet gösterip aynı anda dokuz köyde namaz kıldırdığı rivayet edilen Hatıp Mehmet Emin Efendi’nin adı, başta Gencek olmak üzere birçok köyde caddelere isim olarak verildi. Sonraki dönemlerde Hattat Mehmet Vehbi Efendi, Hüsem Efendi ve Halit Efendi gibi zatların da kendi evlerinde ders vermeye başlayınca Gencek’teki medrese sayısı dörde çıktı. Seydişehir müftüsü olarak atanan  Hacıbakizade Mehmet Efendi ise, Gencek nahiyesi ve köylerinde gezici vaiz olarak görev yapıyordu. Bu dönemde Gencek bölgenin ilim merkezi haline geldi.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Osmanlı toprakları dış güçlerin işgaline uğradığı zaman işgalci güçlere karşı milli ve güçlü bir refleks sergileyen öncü şehirlerin birisi de Beyşehir’dir.[Tansel, I/242]

Binbaşı Nazım Hikmet Bey, Beyşehir Süvari Alayı’nın elinde bulunan ve Mondros Mütarekesi’ne göre teslim etmesi gereken silahları yerli halka dağıtmış ve Genceklilerin “yoldaş” adını verdiği bir örgütlenme oluşturmuştur. Örgütlenmenin başında ise bölgenin manevi dinamiklerinden olan Gencekli Hatıp Mehmet Emin Efendi vardır. Toros Dağları’nın neredeyse tamamına dağılmış olan Kençek aşiretlerinin yardımıyla tüm aşiretlerle temas kurularak iletişim sağlanmış, gizli bir savunma hattı oluşturulmuştur. Konya’ya gitmek üzere Beyşehir’e yaklaşan İtalyan askerlerine sıkılan ilk kuşun Hatıp Mehmet Emin Efendi’nin mavzerinden çıkmıştır. Bu gizli hattın başına ise halkın Süleyman Sırrı Bey diye bildiği, Teşkilat-ı Mahsusa Başkanı Süleyman Askerî bey bizzat geçmiştir. Bölge öyle bir hale gelmiştir ki, dağlardaki eşkıyalar bile Süleyman Sırrı Bey’in pusulasını taşıyanlara dokunamıyorlardı.[[1]]

Birliğin lojistik ihtiyaçlarını ise Seydişehir ve Beyşehir’deki dönemin bazı kanaat önderleri ile yine Gencekli olan Hattat Mehmet Vehbi Efendi, Hüsem Efendi, Halid Efendi gibi zatlar, halktan toplama yolu ile karşılamışlardır. Bölge halkı ellerindeki devlete ait silahların bakım ve temizliğini yaparken hasar gören bazı parçaları kendileri üretmeye başlamış, ilerleyen yıllarda ise bu durum bölgede av tüfeği üretiminin temellerini teşkil etmiştir.

Eski evinde kendi el yazması yedi farklı dilde eserler bulunduğuna bizzat şahit olduğum ve dedemin büyük dedesi olan Hatıp Mehmet Emin Efendi, bu yüzden durumdan habersiz olan mülki idare tarafından kısa süreli bir yargılanma süreci yaşamıştır. Eserlerinin bazıları, torunu olan dedem Mehmet Emin Hoca’nın üvey kayın babası tarafından İzmir’in Bornova ilçesine kaçırılmış, çeviri yapan kişi eserlerin değerini farkedince az bir ücret karşılığında o zattan eserleri satın alıp kayıplara karışmıştır.

Hatıp Mehmet Emin Efendi; Arapça, Osmanlıca, İbranice, Farsça, Fransızca, Latince ve Uygurca olmak üzere 7 dil biliyordu ve aynı zamanda hattat idi. Ebced hesabı ve vefk ilminin yanısıra firaset ve fizyonomi, himiya (Nefslerin tesiri) ve simiya (vizyon gösterme) ilimleri, burçların vasıfları ve astronomi gibi ilim dallarına vakıf idi. Tüm eserlerini kendi el yazısı ile yazmıştı. Eserleri arasında Kur’an-ı Kerim tefsirleri, Tevrat ve İncil incelemeleri, tarih araştırmaları, seyahat hatıraları, hadis şerhleri, fıkıh ve tasavvuf yazıları, şifa için yazılmış vefkler yer alıyordu.

Hatıp Mehmet Emin Efendi’nin sülalesi Hatıplar; Kençekler’in Atçekenler oymağının Günkar ve Hatıp aşiretlerini oluşturmuşlar ve Atçekenler adıyla Kayılar’a bağlı olmuşlardır.

Osmanlı dönemi Teşkilat-ı Mahsusa yöneticilerinden olduğu anlaşılan Hatıp Mehmet Emin Efendi; vefatından sonra sessiz sedasız, isimsiz ve sembolik bir mezar taşıyla Gencek’e defnedilmiştir. Yakın zamanlarda ise, duruma vakıf olmayan bazı akrabaları mezarını ve mezar taşını tahmini bilgilerle yenilemişlerdir.

*****

 GENCEKLİ HACI BAKİ ZADE MEHMET EFENDİ

 

1880’de Gencek’te doğan Mehmet Efendi’nin babasının ismi Baki’dir. Kadim Türk Sır Budunu Kençekler’in Kayılar’a bağlı hareket eden Karabakılı boyundandırlar. Bu nedenle sülalesine Hacıbakel (Hacıbakılar) denilir. Baki Efendi ilme önem veren birisidir. Bu nedenle oğlu Mehmet Efendiyi Seydişehir’e Hacı Abdullah Efendi’nin yanına gönderir.
Aynı dönemde büyük alimlerden Gencekli Hatip Mehmet Emin Efendi ve Akseki yazıtlarını nakşeden ünlü Hattat Mehmet Vehbi Efendi ile birlikte Şeyh Hacı Abdullah’tan ders alırlar.
Bir süre eğitim aldıktan sonra eğitimine Konya’da Mehmet Vehbi Çelik Efendi’nin yanında devam eder.

İcazetini bu şahıstan alan Mehmet Efendi 1919’da Polatlı Müftülüğü’ne atanır. Güzel sesi ve muhteşem kıraati ile dinleyenleri mest eden Mehmet Efendi, saatlerce ders verir. Onu dinleyenleri kendinden geçiren bu müthiş ses ve diksiyon dönemin bütün din adamlarının dikkatini çeker. Rivayete göre Mehmet Efendi ezan okumaya başladığında gayri müslimler bile işlerini bırakıp onu dinlermiş.

Atatürk’ün Sakarya’da “Hatt-ı müdaffaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh tüm vatandır” dediği yıllarda ise Adapazarı Müftüsü, Gencekli Hacı Baki Zade Mehmet Efendi’dir. Bu yüzden Atatürk’ün bu sözü Gencekliler’in sloganı haline gelmiştir. Meclisin açılışına kadar Atatürk’ün yanında yer alan Hacı Baki Zade Mehmet Efendi güzel sesi ve etkileyici vaazlarıyla halkı işgalcilere karşı örgütlemiştir. Gencekliler üzerinden Kuvay-ı Milliye örgütlenmesinin iletişimini de sağlamış ve vilayetlerden gelen bilgileri Atatürk’e ulaştırmıştır.

23 Nisan 1923’te TBMM’nin açılacağı Cuma günü Ankara’daki Hacı Bayram Camii’nde aralarındaMustafa Kemal Atatürk’ün, Fevzi Çakmak’ın ve ilk vekillerin de bulunduğu cemaate Gencekli Hacı Baki Zade Mehmet Efendi namaz kıldırmıştır. TBMM’nin açılış dualarını da yapan Mehmet Efendi, bizzat Atatürk tarafından kendi isteği ile Seydişehir müftüsü olarak atandı. Daha sonra ise Gencek nahiyesi ve köylerinde gezici vaiz olarak görev yaptı ve ömrünün sonuna kadar bu vazifede kaldı.

Hacı Baki Zade Mehmet Edendi’nin sülalesi Kayılar’ın Karakeçili oymağının Karabakılı aşiretini oluşturmuştur. Hatıp Mehmet Emin Efendi’nin sülalesi ise Kençekler’in Atçekenler oymağının Günkar ve Hatıp aşiretlerini oluşturmuşlar ve Atçekenler adıyla Kayılar’a bağlı olmuşlardır. Hattat Mehmet Vehbi Efendi’nin sülalesi ise; Kençekler’in Arabaçılar oymağının Arabaçı Ardemler aşiretinin Şabanuşakları ve Hattatel sülalesini oluşturmuş olup, aynı isimle Kayılar’a bağlı olmuşlardır.
Bir dönem Gencek ve çevresinin manevi mimarları olmuşlardır.

1944 yılında vefat eden Hacı Baki Zade Mehmet Efendi, dostları Hatıp Mehmet Emin Efendi ve Hattat Mehmet Vehbi Efendi gibi Gencek’e defnedilmiştir. 

Yusuf Avcu, Gencek Kençek






[1] Tansel, I/270; Alperen 2001, 52


***

GENCEK ATASÖZLERİ, KENÇEKÇE ATASAV'LARI
 
Abdal iş işlese gendi evinde işler
Abdal dilene dilene, bey göllene göleene
Abdal ata bindim bey oldum sanmış
Abdes alırken guş gibi, namaz gılarıken daş gibi
Acele işe şeytan garışır
Acı soğanın zararı gabına olur
Aç köpek hurun yalar
Aç toyuk gendini buğdey bazarında zanneder
Adam sandım eşşeği, gaba yazdım döşşeği
Adamın güççüğü, harmanın böyüğü sevilir
Adamın eyisi hararda belli olur
Adın çıkacağına canıng çıksın
Ağ ağça gara gün uçundur
Ağaca güvenme çürür, insana güvenme ölür
Ağaç özünden yiğit sözünden belli olur
Ağır daş, yerinde hoş
Ağır yürüdüm ölü gelin oldum, hızlı yürüdüm deli gelin oldum
Ağşam buludu gızardı mı, öküzünü yemle; zabah buludu gızardı mı tazını çulla!
Ağşam erken yaat, zabah erken galk
Akça gökçe vurullar yamayı, yitiriller bulamazlar anayı
Ak goyunu gören, içi dolu yağ sanırımış
Ak göz götürmez (Mallara nazar değince söylenir)
Akdır, gayretin güder (Ayranı sulandırınca söylenir)
Akılı akıla usmak ahmaklıkdır
Akıl olmayınca ne yapsın sakal? Gayılı dağlara aşıran çakal. Gör bakalım hüslük, gayış ne çeker
Aklıma gelen başıma gelir
Akrep akrabadan doğar
Ala garda, boz dumanda yola mı çıkılır?
Alınıla girdiğin evden salınıla çık! (Gelin öğüdü)
Allah bir, yol ikidir (Cennet, Cehennem)
Allah’dan umud kesilmez
Allah, öğsüz goduğu kulunu padişah yapar
Altından ele gümüş gaşık, gümüşden ele altı gaşık ister
Anandan evvel ahıra girme (Mecliste büyüklerinden evvel lafa girme)
Anca barabar, ganca barabar
Anamın oğlu var beni neylesin, anamın gızı var gçnül eylesin
Ana rahminden geldim bu bazara, üç beş metre kefin aldım gidiyon mezara
Apdal biceğiz olsa, yağlı övmeş ile beslerin
Arap eli öpmeyile dudak gararmaz
Arif isen ağna, eşşek isen diğne
Artık aş, ya garın ağrıdır ya baş
Asılı kökden, bekmezi küpden olmalı
Aşşağı tükürürün sakal, yokarı tükürürün bıyık
Aşağı Bağdat ırak olmaz
At gibi git, it gibi gel
At ayıbıyla satılır
At buldum meydan bulamadım, meydan buldum at bulamadım
At dediğin eşşek çıkar, eşşek dediğin at çıkar
Ataş olsan cürmün gadar yer yakarsın
Ataş yanmayan yerden duman çıkmaz
Atın ölümü arpadan olsun
Atı at yanına dakma huy gapar, huy gapmazsa tüy gapar
Atlar gelir şakır şukur, benim babam neden fakir?
Ava geden avlanır
Avcı, bekçiyi yener
Avcı, kırk gün daban eti, bir gün av eti yermiş
Avradı ölene var, gıymatı bilene var
Avrat ölüsü, yorgan yenisi
Avrat vardır arpa unundan aş yapar, avrat vardır hazırını keş yapar
Avrılın arpası, mardın görpesi (nisandan sonra arpa ekilmez)
Ay yenilendimi aya bak
Aya bak ay gibi olsun, güne bak gün gibi olsun
Ayda gelen allı doğan da, günde gelen acı soğan (ayda yılda görünen kişi kıymetli olur)
Az yaşa çok yaşa, akıbet gelir başa
Azı bilmeyen, çoğu bilmez
Azı çocuğa, çoğu ere gösterme (Çocuk azı görse fazlasını ister, koca çoğu görse nerden buldun der)
 
Bağa bak üzüm olsun, yemeğe yüzün olsun!
Baş başa bağlı, baş şeriata
Bel başının otu, bel dibinden belli olur
Ben gazandım, kim gölenise gölensin
Ben geldim gelin görmeye, gelin getmiş çalı dermeye
Besle gargayı, oysun gözünü
Böyük nişlerse güçcük de onu işler
Bilmeyene havadakı buludda yükümüş
Bin yaddan bir tanıdık yeğdir
Bir ağaçtan hem kaba olur, hem kürek
Bir at kırk yıl kişnemez (Gençliğinde kişner)
Bir el başda, iki el işde
Bir içim gahvesi yok, eyreni yok içmeye, tahtıravanla gider sıçmaya
Bir gece tasasız yatsam, o gece gonşum avradın boşar
Bir gece gına, yedi gece düne
Bir gişinin azığı, iki gişiyi aç gorumuş
Bir sülale kırk yıl ileriye doğru gederimiş, kırk yılda geriye doğru gederimiş
Bir şahan olduğu gayanın guşunu görür
Bir yunurum hamırın varısa, erbabına yunurt
Biz eşşek oldukdan sonra semer vuran çoğ olur
Boş torbaya gafanı sokma! (Her lafa karışma)
Böğürtlen yayıldım  bağ oldum sanmış
Böyle beter görmedim, yanağı tüter görmedim. Müseviri goyup da paçasını üten görmedim
Böyükler önünden geçilmez
Bu dünyada dost gazan! Düşmanı ananda doğurur
Bu dünyada ne zenginlik, ne gözellik, ne de genölik bakidir
Bucağa oturması var amma ocağa çıra vurması da var
Bulan bulgur gaynadır, bulamayın g.tünü oynadır
Bunca oğlandan bunca gızdan, haber alsın alan bizden
 
Can çıkma çıkmayışla huy çıkmaz
Cel (başdaki) buyurmayunca cellet (cellat) asılmazımış

Çağla derin gahpe gönül çağlamaz, elin yavrıları gönül eğlemez
Çalış çalış, elim hamır garnım aç
Çebicin keli, mıyarın gözünden içerimiş
Çatal gazık yere geçmez
Çingir ayaz, çat bulut
Çocukla oduna gidersen; gendi eşşeği yıkarda ağlar, senin eşşek yıkarsa güler
Çok döğme arsız olur, aç goma hırsız olur
Çok laf yalansız olmaz, çok para haramsız olmaz
Çok yeyen garnım ağrır der, az yeyen görmedim der
Çok yeyen çok içen olur helak, az yeyen az içen olur melek
Çok gülen çok ağlar
Çokla gitme yola, başına bulursun bela!
 
Dalbızlanan dala gonar, yağır başlı (ayran gönüllü) yara gonar
Dağı dağ ssanma, dan diye salma!
Daşıla gelene aşıla var
Davarda öğecin olmadığı yerde, çanı köpeğe dakarlar
Davıl dengi dengine vurur
Davşan dağa darılmış da, dağın umurunda olmamış
Değirmene varan un üyüdür de, evde duran nöbet sorar
Değirmenin fendine, döner gendi gendine
Delik böyük, yama güçcük
Delik daş yerde galmaz
Delinin sözü bitmez, halının tozu bitmez
Deliyi nereye yoraklarsan oraya geder
Deme dostuna, der dostuna. Beş- on daha gor üstüne
Demirci balta bulmaz, çuhacı gömlek bulmaz
Demiri tavında döğeller, gözeli çağında seveller
Deniz kenarının dışında, ala gabışın döşünde. Sen ne dersen benim gulağımın dışında
Denize düşen ilana sarılır
Denizi ataş alır mı demişler, ehtimal demiş
Denizin yanında guyu gazılmaz
Dert adama iğğne yurdusundan girer de, borta kapısından çıkarımış
Dertsiz baş, mundar leşimiş
Deve gör devlete er, deve gör sadaka ver
Devem yüğsek binemedim boynuna, attım urgnı çekemedim engine
Deveye yükü dengeyile sararlar
Deveyi godun da, palan dokumaya mı gettin?
Dışarıya bakdım dumanlı dağlar, içeriye girdim dumanlı evler, garibin biri gönül eğler
Dilim seni, dilsem seni; kilimlere sarsam seni!
Dirgeni yeyen sıpa, bir daha gelmez sapa
Diş bulduk keşir bulamadık; keşir bulduk diş bulamadık
Doğurdum gızım, dokudum bezim
Doğurmadım ekmedim, öldüm gümüden gümüden
Dokuz apdal bi gaşığıla olurumuş, onuncusu da çatlar ölürümüş
Dükganlarda pabuç çok, birini çıkar birini sok
Dünyanın günü darı denesinden çokdur
Dünya kimine “Sür, geç” dünyası, kimine “gör, geç” dünyası
Düşman adamı mal sahabı yaparımış
Düşman gizli yenilir
Düzene gel goca sazım düzene, derman bulunmaz gırk yaşından sonra azana
 
Ecel geldi, benden şakadak bir öptü (ölecekmiş gibi hissettim)
Eğil ocağına, çömel bucağına (Herkes evinde rahat eder)
Ekerike toprağı gözel, biterike yaprağı gözel. Bozmaya vardım gaz ile gazel
Ekici ol da bilici olma!
Ekmek bulursan ye, dayak bulursan gaç
Elbise yol öğredir, para akıl öğredir
Elden gelen öğün olmaz, o da vaktıyla gelmez
Elden geyip salınma, uyüz tilki gibi yolunma
El elin eşşeğini türkü çağırarak arar
El eliyle ilan dutma!
Ele garışmaz, dile bulaşmaz
Elet işler el öğünür, avrat işler er öğünür
Elin gözü daşı yarar, daş da kalkar başı yarar
Elin köyünde horoz olacağına, gendi köyüğün toyuğu ol
Elin ölümü elin nesine, gülerek gelir yasına
Elimile açıracağım yaraya, çıkam sokalara melhem araya
Elimile gurduracağım turşular, eyi m’ettim, kötü m’ettim gonşular?
Elimin duzu yok, hamırımın özü yok
Eli öğendireli bobam ölsün de, eli iğneli anam ölmesin!
Elti eltiyi sevmezimiş, donuz çaltıyı sevmezimiş
Emir uçu şehit yanmaz
Er kaftan geyecek deyi, kürkünü ataşa verenlerden misin?
Erbişim guşaklının, ipden guşaklıya yolu düşer
Erik dalı gevrek olur basmaya gelmez, elin gızı nazlı olur küsmeye gelmez
Erim er olsun da, evim ilki dibi olsun
Erin evde yok, keyfin beğde yok! Erin evden geder, aş duzu n’eder
Esgi hatır yeni hatır, bir çıra yarması getir!
Etin çiği et bitirir, insanın çiği dert bitirir
Eve ekme de tava ek (Acele etme, toprağı tavında ek)
Evinde varısa un ile odun, herifi efendi hanımı gadın
Evleği goca öküz gavuşdurur
Eyi söyle geline, galdık gız oğlan eline!
Eyren içen öyle biçer, bal yeyen yalar geçer
 
Gadın gısmı kırk günde gazanırımış sevabı, erkek gısmı kırk yılda
Gadıyı paşa öğüne yollamışlarımış, gadı paşadan üç gün soğna gelmiş
Gağnının çektiği, gayışın zorundanımış
Gara basma iz olur, ele deme söz olur
Gara gışda, gara yağmır çok yağdı mı, yazın sular gözlü olur
Gara gün adamın üsdüne gararıp durmaz
Gardaş gardaşın ne onduğunu isterimiş, ne öldüğünü isterimiş
Garga, b.ku keferete yarayacağı zaman, denizin ortasına sıçarımış
Garga ile uçan b.ka gonar, şahanıla uçan ete gonar
Garı gısmının saçı uzun, aklı gısa olur
Garının sırrına erilmez
Garlar yağar direk direk, atmaya ister yaba kürek
Gartal kemiği ölçer de, ağzına öyle gatarımış
Gavırga garın doyurmaz, gar suzuluk almaz
Gavun da g.tünü mü kokdum? (Kızı iyi diye aldım kötü çıktı)
Gaza gelir, göz görmez
Gazan geder, çeciği de geder; anası geder, çocuğu da geder
Gazan yanına varma gara bulaşır, gahpe yanına varma gırık dolaşır
Gedebilene dağlar bi yağlı goyuk (Gidip de getirebilenler için, dağlarda yabani meyveler, yenebilen mantarlar, bitkiler vb.yararlı birçok nimetler bulunuyor)
Gelin gezeğen olsa bize de geliridi (Gelin gezdirirken hediye alamayan akrabaların sözü)
Gendi evine sıva vuramayan, elin evinde badana ararmış
Gırkından sonra azanı teneşir paklar
Gız evinin habarı yok, oğlan evi davıl çalar
Gız gözü gızaranda olurumuş
Gızını döğmeyen dizini döğer
Gız senin derdine veram deyorlar
Gız yükü, duz yükü (Kız çocuğuna hamile olanın yükü fazla olur)
Gişi emsalından azar
Giysiden kakan (çamaşır yuyan), demir ağırlığı ekmek yerimiş
Goca işi böcü işi, gece işi hırsızık işi
Gonuşursan merdile gonuş, gördüğü ivrayı kamile danış!
Gork avrılın beşinden, öküzü ayırır eşinden
Goyun yemediği otu yerse başı döner
Goyunu güden gurdu görür
Gök görmediğile dost olma, ısırgayıla dip silme
Gönül düşmüş kediye, kedi dönmüş duduya
Gönülsüz köpeğin sürüye hayrı olmaz
Gören göze kılavuz istemez
Görgülü guşlar, gördüğünü işler
Görmediğin bir çocuğu olmuş, çekmiş budunu ayırmış
Görmez önündeki saban okunu, görür elin gözündeki saman çöpünü
Görünen dağın dibine tez varılır

Görür gözü görmez, bilir biligi bilmez (Görür gözü görmez, erer aklı ermez) 
Görümlüğe doyumluk olmaz
Gözelü yakışdıran ben, deveyi yakışdıran candır
Gözellik ondur, dokuzu dondur
Gözellikde hüner olsa, çam ağacında hıyar bitermiş
Gul darda galmayınca hızır yetişmezimiş
Gurt, sevdüğü guzunun postunu yerden yere vurur
Guru derelerde gavak mı biter? Bakır tencerede gabak mı bişer? Oğlansız evlerde duman mı tüter?
Guzguna yavrusu gözel görünür
Gülü seven dikenine gatlanır
Gündecinin günü, darı danesinden çokdur
 
Halveye dut atılmaz
Hamır gıvama geldi, odun bitdi. Cahıl başa geldi, budun bitdi. Demir kıvama geldi, kömür bitdi. Akıl başa geldi, ömür bitdi.
Hasmın garıncaysa bile, gendinden merdane bil
Hayır dile gonuşunca, hayır gelsin başına
Hayır hayır, hayırısa bir daha ganır; hayır değilse başını çevir(garga öterken)
Hayırsız evlat yüzünden, pavkuş bazara varmazmış (Ana baba insan içine çıkamaz)
Hayvan alası dışından, insan alası içinden belli olur
Hazır avrat has avrat, ayakların kös avrat
Hazirandan sonra ekilen darından, üç guş salan arıdan, erinden sonra galkan garıdan hayır gelmez
Heç düşmanın yoğusa, gardaşında mı yok?
Her guş, emsaliyle uçar
Her goyun gendi bacağından asılır
Her herif küreği yapar da, sapını ortaya deng getiremezimiş
Her işde bir hayır vardır
Her keşik kedi bal yemez
Her münneze bir ilan, bir keme girer
Her zaman kedi bal yemez
Heykiriver sürülerim dolansın, dolansın da ağaç olukda sulansın
Hırsıza kilit olmaz
Horazım gözel olsun da, ötmezse ötmesin
Iğradıver kemanımın sazını, gendi oturur suya yuollar gızını


İçerde (içre) aşsız, taşrada donsuz (İçeride karnı aç, dışarda çıplak)
İğneyi gendine batır da, çuvaldızı ele öyle batır
İleçberin garnını yarmışlar da, gırk dene gelen sene çıkmış
İleçberler hoşça görün öküzü
İnsanın yüzünden et kessen, et yarası gapanır, amma haysiyet yarası gapanmaz
İnsanoğlu uyuya uyuya büyür, uyuya uyuya ölürmüş
İnsan sevdüğüne su yolunda gavışır
İmanı olsa yola geliridi
İşin zorundan, böğün g.tümden gayış yağı çıkdı
İşlediğin bana ise, çğrendiğin canına
İt ite, it guyruğuna buyurur
 
Kakma gapını, kakarlar gapını
Kediye ciğer, tilkiye toyuk, ayıya govan ısmarlanmaz
Kedi yemediği ciğere mundar derimiş
Kel keli beğenmez, kel yalamayı
Kelbin ağzını kemik dutar
Kelin sözü, hırkanın biti yeter
Kenarına bak bezini al, anasına bak gızını al
Kime niyet kime gısmet
Kesel deryasına girdim, erenlerden geri galdım
Kimisi arpa unundan aş yapar, kimisi hazırını keş yapar
Kipridi çalmadan yanar deyorlar, gız senin derdine verem deyorlar
Kimler gazan kimler yeye, eyiler gazana kemler yeye
Köpek yal yemeden vaz mı geçer?
Kör mıhı yok, galdırama geder
Körler ile sağırlar, birbirini ağırlar

Lafıla peynir gemisi yörümez
Laf yitiren Hacılar’da bulur
Lök Dağı pilav olsa, Garadeniz pilav olsa, goca şam gaşık olsa; gene doymayacan
 
Mah, ip zapdeder
Mal sahabı camış öküzünden guvvetli olur
Mart ayı, dert ayı
Mart gapıdan baktırı, gazma kürek yakdırı
Mart malın, canın garnına dert
Mureye gaftan biçerler, döner de ağzına sıçarlar
Mureyi mureyi mur eşşek, yemini yemez kör eşşek
 
Ne atımız ölüye varır, ne gendimiz diriye
Neler geldi neler geçti felekden, gara deve de geldi geçti elekden
Ne ararsın yaman oğlu yamanda?
Nurusan başıma, devlet isen garşıma
 
Odunun eyisi meşe, avradın eyisi Ayşa
Oğlan dayıya, gız halaya benzer
Oğlu olan öğünsün, gızı olan döğünsün
Oğlum! Zaptiyeyle dost olma, iç sırrını garıya deme, ısırganıla g.tünü silme! 
Okuyun dersen güçcükden başla! Davarcıyısan sehilde gışla!Zenginiyin dersen heç durma işle!
Olacak oğlan b.kundan belli olur
O da yalan, bu da yalan fili yuttu bi ilan
 
Öküz al yazın, düğün et güzün
Öküzün damını alçacık yapın. Yaş galmasın altına guruluk serpin. Goşumdan goşuma gözlerinden öpün
Ölüden umut kesilir, diriye canlar asılır
Ölüm adamı urganda da bulur, yorganda da
Ölüm yüz aklığıdır
Ölüsü ölen eve üç gısım insan varır: Biri eymel yaza, biri hırsızlık yapa, biri dert ala varır
Öz gardaşın olsa, halından bilmez
Öz yemeyişle göz ağlamaz
 
Papağı gabağına goyup fikirleş (Şapkanı önüne koyup düşün)
Paran varısa bazara, yoğusa benzin gızara
Pelit padışah, iledin vezir, artanı vazır vuzur
Pişiyin ağzı ete çatmayanda, iy deyverir. (Kedi erişemediği ciğere mundar der)
 
Saç sefadan, dırnak cefadan uzarımış
Sağır duymaz, yakışdırır
Sağırlık gavırlıkdan zorumuş
Sakla gendini sakatdan körden, topal geçecek çekilin yoldan
Sakla samanı geçmez zamanı, bir han yapdırdım kirez zamanı
Sakındığın göze çellik çöpü değerimiş
Samanlılar sarey olsa, iş görmesi goley olsa
Sana bir ayak gelene, sen iki ayak var
Sarı altın dakmeyile, çirkinler gözel olmaz
Sarımsağı gelin etmişler de kokusu gırk gün sonra çıkmış
Sarmaşıklar sarey olsa, iş görmesi goley olsa
Sel, öğüne geleni kürür
Sen bir abdal oğlusun, ne gezer elinde altın zurna!
Serçeden gorkan darı ekmez
Sırrını deme kele, varır deyiverir ele
Sinek, bekmezciyi arar bulurumuş
Size bişdiyise, bana daşdı
Sofrada elini, meclisde dilini gısa dut!
Söz uşakda, paha eşşekde
Su gülbüsü su yolunda gırılır
Su üyür, düşman üyümez
Suç altın yemeni olsa, kimse ayağına sokmaz
Süt geçide, çömlek çerçide bulunur (Süt çömleği kırıldı diye kızma)
Şer, şeri defeder
 
Tarlada ekin deste arası, bana gelmedi eğlence sırası
Tederikli başa gar yağmazımış
Tek develinin yüreği yanar
Tembellik yapma! G.tünden gumdarı geçmesin!
Tilkiye tavuk, kediye ciğer, arıya govan ısmarlanmaz
Toyuk yumurtadan çıkmış da, gabığını beğenmemiş
Türk Milleti, gök gürlerse Allah Allah! Der
 
Ulu söz gapı ağzında asl’olur
Ummadığın daş, baş yarar
Unumu eledimeleğim asdım, yalancı dünyadan umudum kesdim (ekmek derdiyle uğraşmıyorum)
Urganı atmadık dallar mı galdı? Bizi söyleşmedik eller mi galdı?
Usul usul, yorganına göre kösül
Üyüyenin üsdüne gar yağar
Üzümünü ye, bağını sorma!
 
Vaadi yetmedik keyri daşıla bastırsan ölmez
Vakıtsız ürüyen horazın, başını keserler
Vardığın yer körüse, gözlerine gıpa bak! Bastığın yer topalısa ayağını seke bas! Vardığın yer garanlığısa gözünü aç da bak! (Gittiğin yere ayak uydur)
Varışına göre olur gelişi, tarhana aşına bulgur salışı
 
Ya içinden bitmeli, ya deneni dutmalı
Yağı bulan ekmeğin iki yüzüne çalar
Yağlı gazan yağlı gazana bakar, yağsız gazana dönüp de kim bakar? (Zengin zenginle yaşar)
Yahşı dostu yaman günde sına! (İyi dostu kötü günde sına)
Yakın, yakını yakar
Yalınız daş, duvar olmaz
Yap eyiliği at denize, balık bilmezse Halık bilir
Yarası olan gocunur
Yavız hırsız ev sahabını basdırır
Yay geldi, orak gızışdı
Yenen arpanın, yanan harmanın öşürü olmaz
Yerin aşını, yararın başını
Yiğidin arnına yazılan gelir
Yiğit anadan cıvlak doğarımış
Yörüğün gocayanını çoban yaparlar
Yuvası yıkılan guş böyle m’olur? Yerinden ığranan daş böyle m’olur?
Yük altındaki deve bozulur (Sıkıntı birikince patlar)

        Zabahın şerri, ağşamın hayrından eyidir
Zemheri geldi yaz yakın, ağuşdos geld gış yakın
Zemheri, göğnüm olursa dokuz, olmazsa otuz demiş
Zengin arabasını dağdan aşırır, fakir düz ovada yolunu şaşırır
Zenginin çocuğu iş diye galkar, fakirin çocuğu aş diye galkar

         Yusuf Avcu, Gencek - Kençek
 
***
 

 

GENCEK YÖRESEL SÖZLÜĞÜ

GENCEKÇE / KENÇEKÇE KELİMELER

Kençekçe

Kençekçe, köken itibari ile ilk Türk boylarından olan Kaslarla (Guzlarla) aynı dildir. Yani Kençekçe aslında Oğuzca ve Uygurcanın karışımı eski bir Türkçe’dir.

Kaşgarlı Mahmud’un dediği gibi, Hotanlılarla Kençekler ana’ya “hana”, ataya “hata” derler. Kas’ların Hana (ana) kenti gibi. Hotanlılarla Kençekliler kelimelerin önünde bulunan elifleri, h’ye çevirirler. Kaşgarlı bunun Türk dilinde bulunmadığını söyler. Ancak bu yanlıştır. Oğuzların atası konumundaki Kaslar’ın dilinde bu yaygın bir şekilde vardır. Dahası Orhun Türkçesinin devamı sayılan Karahanlı Türkçesi’bde de “h-“ sesi kullanılmaktadır. Hatta Uygur’cada “h-” sesiyle başlayan yüzlerce sözcük vardır. Oğuzca, Orhun Türkçesi, Uygurca, Kıpçakça,  Karahanlı Türkçesi ve Kençekçe’yi dikkatlice incelediğimizde; Kençekçe bu öz Türk dil gruplarının bağlantı halkası olmaktadır. Yani Kençekçe bu dil gruplarının etkileşimi ile oluşmuştur.

Kaslar, Kençekler’in ata kavmidir. Sümer Devleti, Babil Devleti, Turukku Devleti, İskit Saka Devleti, Hun İmparatorluğu ve Göktürk Devleti gibi en eski Türk devletilerinin kurucu kavimlerinden birisi olan Kençekler, en eski Türkçe olan Kas dili ile konuşmaktadırlar. Kençekler’in dilleri, Kaslar’ın kullandıkları dil ile tam manada örtüşmektedir.

Ancak dikkat edilmesi gereken en önemli husus Göktürkçe, Karahanlıca  Oğuzca,  Çağatayca ve Osmanlıca’da “G” sesinin olmamasıdır. En eski Türk dili olan Kas dili ili konuşan Gencekler’in / Kençekler’in ise aksanlarında birçok kelime “G” sesi ile başlar. Bu yüzden Gencek kelimesi tüm yazıtlarda ve yer isimlerinde Kençek şeklinde geçer, ancak Gencek şeklinde seslendirilip okunur.

Ayrıca Kaşgarlı Mahmud’un dediği gibi şivelerdeki farklılıklar herhangi bir boya “Türk” veya “Türk değil” deme hakkı vermez. Zaten günümüzde Kençekler’in Türklerin ata kavimlerinden birisi olduğu ispatlanmış ve Kaşgarlı’nın sadece dildeki birkaç kelimeye bakarak söylediği bazıifadelerin de yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Günümüzde bile insanların bir çoğu, hala eski Türkçe, Osmanlıca şiveleriyle konuşmaktadırlar.

Uygurcadaki bazı “h-” ile başlayan sözcükler : haç, haçan, halın, haltı, han, hangsız, hara, harın, harga, harı, hat, hatıg, hatun, hıl, hılınç, hılmak, hul, huş... [1] Yani Uygurlar ve Kençekler en eski Oğuzca’yı konuşuyorlardır. Zaten Uygur sözcüğünün aslı  da Gur’dur. Önce Ugur, Yugur, sonra ise Uygur olmuştur.

Ayrıca Kaşgarlı Mahmud’un Kençekçe diye gösterdiği 23 kelime isim cinsindendir. Bunlar daha çok kab- kacak, meyve, sebze, bitki, akrabalık ismi gibi kültür kelimeleridir. Bu tip kelimelerin diğer dillerden alıntılanması kolaydır. [2] Bazı kelimeler diğer dillerden geçmiş olabilir. Ancak bu Kençeklerin yabancılarla karışmış bir topluluk olduklarını göstermez. Bir de bu kelmelerin yalnızca Kençekçe’ye ait olması gerekir ki; fonetik farklarla hana, hata, çaha, ühi, sin gibi kelimelerin diğer Türk lehçelerinde olduklarını Kaşgarlı bizzat ifade etmektedir. Kaşgarlı 265 adet Oğuzca kelime vermiştir. Bu 265 kelime muhtemelen Hakaniye Türkçesinden farklı olanlardır. Kençekçe kelimeler için de aynı şey düşünülebilir. Kençekçe olarak verilen kelinmelerin kökence aynı veya yakın olanları Divan-ı Lügati’t Türk’te bulmaktayız. [3] Kaldı ki, Uygur, Kanglı, Kıpçak ve Kençeklerin lehçe ve şivelerindeki Oğuzca ile olan farklılık gayet normal bir durumdur.

Ayrıca Kençekler’in köken itibari ile tarihte; Gandzaklar, Kanzaklar, Kengeresler, Kangarlar, K’angüchü, Kence, Kenzek, Gancek, Güncek, Gencek gibi isimlerlerle anılmış olması ve bu isim değişikliklerinin diğer tüm boylarda da yaşanmış olması bize öz ana Türkçe’deki bazı sözcüklerin boylara göre farklı lehçe, şive ve aksana uğramış olabileceğini gösterir.

Kaşgarlı Mahmus’a göre iki dil bilenler Soğdak, Kençek, Argu boylarıdır. Gezginci olarak yabancılarla karışanlar Hotan ve Tübüt halkı ile Tangutların bir kısmıdır. Tübüt ve Hotan’ın ayrı dilleri ayrı yazıları vardır. Bunların ikisi de Türkçeyi güzel konuşamaz. (DLT, I,29) Kaşgar’ın Kençekçe konuşan köyleri vardır. Şehrin içindeki halk Hakanlı Türkçesiyle konuşurlar. (DLT I-30) Görüldüğü gibi Kençekler bu gruba dhil edilmemiştir. Yani Türklelinin yerlis öz bir Türk boyudur. Ayrıca Kaşgarlı’nın iki dil dediği kendi dilleri olan Kençekçe’dir. Oysa Kençekçe ayrı bir dil değil, en eski öz Türk dilinin farklı bir lehçesidir.

Ayrıca Kaşgarlı Mahmud, “ha ve güzel h” harflerinin Türkçede olmadığından hareketle dilin arı bir dil olmadığını söylemiş, ühi, çaha ve eveh kelimelerini örnek vermiştir. Oysa onun Türkçede yok dediği harflerin yazı dilinde bir karşılığı yoktur, yoksa konuşma dilinde vardır. Dahası Kaşgarlı, “baykuş” anlamına gelen “ühi” kelimesinin Kıpçak Türkçesinde “ügi” olduğunu söylemiştir.

Kaşgarlı sesin harf değerini vermektedir. Bu “he” sesi fonolojik olarak “güzel h”ye bu dillerde çevrilmiş olamaz mı? Verdiği örnekler aslında “g” ve”k”nin diğer lehçelerde “h”ye dönüştüğü örneklerdir. Kıpçakça “ügi”, Kençekçe “ühi” baykuş, genel Türkçe çakmak, Kençekçe “çaha” (I/) [4]

Bailey de Kençekçe’deki bu farklı kelimelerin yerli Kaşgar dilinin kalıntıları olduğunu savunmuştur. Ayrıca Kaşgar’ın eski Çin belgelerinde Say (Sek, Saka) halkının yaşadığı bölge olarak gösterilmesinden hareketle Kençekçe’nin İran dil ailesinden Sakacanın bir kolu olduğunu söylemiştir. [5] Ancak o bölgedeki Türk varlığı İran varlığından eskidir.

Kaşgarlı’nın bildirdiği kelimelerden “kendük(kentük), Karahanlı’da “kentük”, Türkçede “kentüg”, Özbekçe’de “kantik”, Kırgızca’da “kendik”, Çuvaşça “kandi”, Moğolca “kundaga”, Tunguzca “kondi”, eski Japonca “kuda” şeklindedir. Yani Altayca “kiantu-k” şeklinden türemiştir (Starostin 2003-I:688-689). Usmanova ise “kendük” kelimesi hakkında Altayca “kian” “delik, oyuk” tan gelmiş olabileceğini söyler. Aslında diğer kelimelerde de aynı sonuç çıkmaktadır.

Kaşkarlı Mahmud’un bildirdiği 23 kelimeye takılıp kalmaktan ziyade, günümüzde Asya, İran, Azerbaycan ve Türkiye’de yaşayan Genceklilerin dillerini incelemek daha uygun olacaktır.

Kençekler; Türkmenistan ve Azerbaycan ve hatta Tuva Türkçelerindeki gibi “t” harfini “d” olarak seslendirmektedirler. Mesela; tadı > dadı, taş > daş, tırnak > dırnak, tane >daane, tepe > depe kelimelerindeki gibi.

Kençekler’de “ç” sesi ise Kazak Türkçesindeki gibi “ş” olarak seslendirilmektedir. Örneğin; göçtü  > göştü, biçti > bişti, uçtum > uştum, kaçtım > gaçtım gibi.

Yine Kazak Türkeçesindeki gibi “n” sesinin “g, ğ” olduğunu da görmekteyiz. Mesela; şuna  > soğa, bana > bağa, sana > sağa, ona > oğa gibi.

Kençek Türkçesine has bir diğer durum ise çokluk eklerinde kendini gösterir. Kazak, Kırgız, Tatar ve Sibir Türklerindeki gibi çoğul eki olan “lar, ler” ekleri, eğer kök kelime veya çoğul öncesi kelime “n” ile biterse, çoğul eki “nar, ner” şeklini almaktadır. Örneğin; bunlar  > bunnar, onlar > onnar, şunlar  > şonnar, yorganlar  > yorgannar kelimelerinde olduğu gibi.

Kaşgarlı Mahmud, Uzmanova, Zeki Veledi Togan, Starostin Segei, Barthold, Bailey, Yar Shater, Recep Toparlı, Bilgehan Gökdağ, Galip Güner ve Besim Atalay gibi birçok dil araştırmacısının verdikleri bilgiler ve günümüz Genceklilerin konuşma dili ışığında şunu rahatlıkla diyebiliriz:

Kençekçe; beş farklı ana Türk oymağı olan Oğuz, Uygur, Kıpçak, Karluk, Kanglı boylarının en eski ortak dillerinden bir lehçe, bir kalıntıdır. Günümüz Gencek dilinde Sibir, Kas, Saka, Oğuz, Orhun, Uygur, Kıpçak, Kanglı ve Karluk Türkçeleri ile Selçuklu, Osmanlı ve Azerbaycan dillerinden fonetiği farklı kalıntılar mevcuttur.

Gencekçe – Kençekçe Kelimeler

Aba: Ana, abla

Abalamak : Gizlemek

Abanmak: Bir kimseye ya da birşeye yaslanmak, çöküp çullanmak

Abış: Yemeği çok iştahlı bir şekilde yiyen kişi

Abdal: Derviş, gezgin, kalender. Serseri, avare, dilenci, tembel, beceriksiz, itibarsız, kul, köle, aç gözlü, cimri

Abdalel: Gencek’te bir sülale ismi. Abdallar

Abıla: Abla, büyük kız kardeş. Yenge. Hanım, hanımefendi. Karı, zevce. Görümce

Abdalın boğaz: Gencek’te bir yer adı

Abılağı: Gencek’te bir yer adı

Acat sakızı: Bitkilerin köklerinden kesilmesiyle çıkan sütünden elde edilen sert ve çürümeyen bir sakız çeşidi

Accık: Azıcık

Açımak: Ekşimek, acımak

Adak: Farklı amaçlara yönelik isteklerin yerine getirilmesi için yüce varlıklara, ermişlere, tapınaklara adanılan şey

Adağel: Gencek’te bir sülale ismi. Adaklular

Ağartmış: Namuslu, dürüst, alçak gönüllü, mütevazi

Ağırt: Ağırbaşlı, olgun, saygın

Ağıt: Mersiye, ölüm türküsü, göğe yükseleln feryat

Ağlamış: Çileli, çile çeken. Ağlamış

Agdarmak: Aktarmak

Ağnamak: Anlamak

Ağnadmak: Anlatmak

A(g)rımak: Ağrımak

Ağşam: Akşam

Ağu: Zehir

Ahat: Ahit, kendi kendine verilen söz

Ahatlı: Verilmiş söz, verilmiş sözü olan

Ahlamak: Ahlamak, ağlamak

Ak: Beyaz, ak

Akar: Dere, akarsu. Çeşme, pınar, kaynak, su oluğu. Çeşme yalağı Çağlayan, akıntılı yer. Daima akan çıban, sıraca. İşleyen yara. Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân, tarla, bağ vb. mülk, akaret

Akarca: Dere, akarsu

Akbacık / Akbacak: Bembeyaz

Akbaş: Dürüst, namuslu

Akbel: Dürüsüt, sözüne güvenilir kişi

Akça: Akçe, eski para birimi

Akçalı: Zengin, mal sahibi

Akça gatık: Çörek otu katılarak yapılan sert peynir çeşidi

Akdağ: Gencek’in kıble yönünde eski Likya ve Hitit bölgesi olarak gösterilen dağ

Akı: Eli açık, cömert, zengin gönüllü

Akın: Saldırı, hücum. Müzisyen

Akıncı: Akın eden, saldıran

Aksak: Aksayan, seken, yükselen, çıkan

Aksoy: Soylu

Al: Al renk,  Ipek kumaş. Elin bilekten aşağı kısmı

Ala: Karışık renkli, benekli

Alagün: Gün ortası

Alaf: Öküzlere verilen saman, yem

Alaflamak: Hayvanı yemlemek, hayvana saman vermek

Alan: Orman içindeki açık, düz ve ışıklı bölge

Alası: Erek, amamç, sahip olunması istenen nesne

Alataş: Kaarılık renkli taş. Ateş parçası, köz

Alav: Alev

Albengi: Çekim, cazibe, albeni

Aldangıç: Yapalın üstüne konur

Alev: Ateşten çıkan ışık

Alettirik: Elektirik

Alıç: Akdiken. Kırlarda kendiliğinden yetişen, hekimlikte ve boyacılıkta kullanılan, sert odunlu bir ağaç. Gövem eriği

Alım: Pekmez kaynatılan tava veya kazanın ölçüsü: Senin bağdan iki alımlık pekmez olur.  Genişlik, hacim: Bu çuvalın alımı fazla.Çalım. Çekim, cazibe. Vergi

Alımga: Beyin yanındaki ferman yazıcı kişi

Alımbalel: Gencek’te bir sülale ismi

Alımlı: Çekici, cazbeli

Alıngan: Alınan, incinen, gücenen

Alma: Elma

Almalık: Elma bahçesi

Amatçanın Boğaz: Gencek’te bir yer adı

Ambar Böğet: Gencek’te Seki Deresi üzerinde doğal  olarak oluşmuş bir havuz

Anasınınoğlu: Binbir güçlükle büyütülmüş bir evin bir oğlu

Anatüter: Güzel kokulu bir çiçek

Anaz: Çaresiz, umarsız

Ança: Böylece, ancak

Andaç: Kurban, bağış, adak

Angı: Aklı az, salak kimse

Angırmak: Eşeğin anırması

Annah: Hatıra, annak. Yadigar

Annemel: Gencek’te bir sülale ismi

Alma: Elma

Almalık: Elmalık, elma yetiştirilen yer

Anduz: Andı

Ang: Sınır, araziler arasındaki sınır, an

Angız: Anız, tarlada kalan kök,ekin sağları

And: Yemin, ant

Apa: Ulu, büyük, saygıyı ve hürmeti hak eden kişi

Apak / Apag: Temiz, namuslu, iffetli

Apalamak: Emeklemek. Çocuğun yürümeden önceki hareketi, diz ve eller üzerinde ilerlemesi

Aparmak: Alıp gitmek, götürmek, yürütmek

Apdal: Gezgincilikle, çadır hayatı yaşayarak ve vakitlerini daha çok çalgıcılıkla, deşiricilikle, sepet vb. örmekle geçiren, esmer, yapılı, Çingenelere benzerlikleri olan bir insan topluluğu. Anlayışı kıt

Apış: Butların iç tarafı. Çabuk, hızlı

Apışmak: Bocalamak, şaşırmak, donup kalmak, ne yapacağını bilememek. Yorgunluktan bacaklarını ayırarak çömelmek. Bağdaş kurmak

Apışıp galmak: Ne yapacağını bilemez duruma gelmek

Ara: Orta, orta yer, ortalık, boşluk

Ara Çal: Gencek’te bir yer adı

Araplar: Gencek’te bir yer adı

Ardıç: Servigillerden, yapraklarını kışın dökmeyen, yuvarlak kaara yemişli, katran elde edilen, güzel kokulu bir ağaç

Ardıçlı Asar: Gencek’te Asar mevkiinde ardıç ağaçlarının bulunduğu eski bir yerleşim bölgesi

Ardıç Arası: Gencek’te bir yer adı

Ardıçlı Mezer: Gencek’te bir yer adı

Arı: Saf, arı, temiz

Arıg: Arı, arınmış, temiz. Narin, ince yapılı

Arın: Alın

Arınmış: Temiz, gönüllü

Armıt: Armut

Arılık: Hediye

Ark: Arıg, su yoluk

Armaan: Hediye, armağan

Arpa: Tahıl. Büyü, tılsım

Artıg: Fazlalık, üstünlük

As: Esas, ana. Asmak

Asan: Kolay

Asar: Gencek’te yüksek ve kayalıklı, mağaralar ve inler bulunan eski bir yerleşim yerinin adı. Kayalık tepe, kale, burç. Miras, eser, yadigar

Asarın Başı: Gencek’te bir yer adı

Ası: Fayda, faydalı, as, gerekli, olmazsa olmaz

Asıdana: Olmazsa olmaz. Kapının eşiği, eşik

Asıtana: Kendi bildiği doğrudan şaşmayan yiğit delikanlı genç

Asma: Asılmış, asılı. Asmagillerden, dalları çardak üzerine yayılan üzüm. Üzüm veren bitki

Asmak: Bir şeyi ağağıya sarkacak biçimde bir yere iliştirip sarkıtmak. Görevini yerine getirmemek. Üzüm ve soğan gibi meyva ve sebzeleri kış için saklamak üzere hevenk yapmak. Yemek kabını ısıtmak için ocağa koymak

Ası Tana: Yetişkin dana

Aş: Yemek, pişirilmek suretiyle hazırlanan yiyecek

Aşağı Kaygış: Gencek’te tarla ve bahçelerin, ekilip dikilen arazilerin bulunduğu bir yer adı

Aşermek: Hamilelikte bazı yiyecekleri çok arzulamak veya nefret etmek, tiksinmek

Aşırmak: Çalmak, çalıp gmtürmek, araklamak. Yüklü hayvan yükünü yıkmak. Savmak, atlatmak. Yolcu etmek.

Aşlık: Buğdayın kırılmış olarak kaynatılmış hali

Ata: Ulu, baba, dede, ced. Kök, soy

Atadan: miras, manevi miras

Ataş: Ateş

Ataşlık: Ateş yakılan yer, ateş yakmaya en uygun yer

Atmaca: Yırtıcı bir avcı kuş

Atık: Yayın kirişine takılan parçası. Yün, kıl ve pamuğu ip yapılabilecek şekilde kopartırken, elle ve yayla birlikte kullanılan, büyük makara şeklinde bir ağaç alet. Küçük yayık

Atılgan: Atak, gözüpek, cesur

Avar: Heybet, büyüklük. Dayanıklılık

Avaz: Nara, yüksek perdeli ses, çığlık

Avcar: Ardıç ağacının gövdesinden soyulan ve pamuk gibi yumuşatılan kabuğu

Avcı: Av yapan, avlayan

Avcu: Avcı, avcılık yapan kimse, iyi av avlayan kimse

Avlak: Av yeri, av alanı

Avrıl: Nisan ayı

Avuntu: Teselli, avunduk

Avurtlamak: Karıştırmak

Ay: Dünyanın uydusu. Güzellik, temizlik, ahlaklılık sembolü

Ayas: Ay ışığı, saf, berrak hava, mehtap, gece aydınlığı

Ayaz: Duru, sakin havada (ayasda) çıkan kuru soğuk. Işık aydınlık. Kel. Avlu, açık arsa

Aydın gillik: Barbunya

Ayazlık: Yerden birkaç metre yükseklikte, evlere bitişik ve üstü açık olarak yapılan ve sebze, meyve, buğday vs. serip kurutmakta kullanılan düz ve genişçe yer

Aycel: Gencek’te bir sülale ismi. Son yıllarda “ayıcel” şeklinde de söylenmektedir. Ay Sakaları.

Aygır: Erkek at

Ayı gülü: Şakayık. Pembe, kırmızı alacca çiçekler açan otsu bir bitki

Ayıtmak: Söylemek, uyarmak, bildirmek

Ayırtmak: Farklı olanı ayırmak, ayrım yapmak

Ayla: Ayın çevresindeki ışık halesi

Aymaz: Başına buyruk, vurdumduymaz. Utanmaz, edepsiz

Ayrı: Farklı, değişik, başka

Ayrık: Ayrılmış, başkalarına benzemeyen. Yol kavşağı, iki yolun ayrıldığı yer

Ayrık otu: Buğdaygillerden, kökü hekimlikte idrar söktürücü olarak kullanılan, otsu yabani bitki. Ayrık kökü

Azgın: Zaptedilemesi zor, sınırı aşmış, tahrik olmuş

Azıg / Azık: Yol yiyeceği, erzak

Azizbeğlü: Kençekler’in ulu yörük taifesindeki ata cemaatlerinden birisinin adı

Ayoluğu: Gencek’te Ay ışığının yansımasıyla tanınmış bir yer ve çeşme adı

Bacı: Kız kardeş

Badılcan: Patlıcan

Bağır: Göğüs, sine, ciğer. Bayır,, yamaç.

Bahça: Bahçe, küçük bağ

Bakı: Devamlı. Besleme. Güneş ışınlarına göre dağın yamacının konumu

Bala: Yukarı, yüksek, yüce. Çocuk

Balat: Derebucak yakınında mağara ve yeraltı sukaynakları bulunan Hitit döneminden kalma eski bir yerleşim yeri

Balkır: Yağmur arasında çıkan güneş

Ballıcak: Gencek’te bir yer adı

Banzı: Bağ bozulduktan sonra asmaların üzerinde kalan üzüm kalıntıları, neferneme

Barabar: Beraber

Barış: Sükunet, sulh

Barmak / barmah: Parmak

Barmahlıh: Parmaklık

Basar: İleriyi görme yetisi, algılama

Basara: Bitki, bostan, meyve ağaçları ve bağlara zarar veren bir hastalık, külleme

Basgın: Ani yapılan saldırı. Basık, yaygın genişlemiş

Başak: Buğday başı. Ok ucu. Sümbül çiçeği

Başbağı: Öküzlere bağlanan, kalın ip ve ardıçtan kesilmiş kısa ağaç parçası. Düğünde geline elbise giydirilirken alınan bahşiş

Başbuğ: Ordu komutanı

Başdaş: Denk, akran

Başnak: Baaşında tolgası, zırhı olmayan er

Badılcan / batlıcan: Patlıcan

Batma: Hayvanların saman, ot vb. yiyeceklerinin konulduğu ağaç oluk

Batman: Çok büyük, ahşap kepçe

Bayıroluk: Gencek’te bir yer ve çeşme adı

Bayraktar: Düğünde bayrağı taşımaklı görevli kimse

Bedavra tahta: Çam ağacının tahtaları

Beğirmek: Bağırmak, kuvvetli ve yüksek ses çıkarmak

Bel: Gencek’te bir yer adı

Bel Dağı: Gencek’te Beyşehir yönünde bir yer ve dağ adı

Belemek: Bebeği beşiğe veya kundağına sarmak

Belen: Dağın üst yamacı

Belermek: Bir yere dikkatli ve kötü bakmak

Belin Başı: Gencek’te bir yer adı

Belkenti: Eğimden dolayı duvar ile ayrılmış ve teraslandırılmış arazi parçalarından her biri

Bellik: İşaret, delil. Diğerlerinden ayırt etmeye yarayan işaret

Bertimek: Sakatlanan eklem yerinin tekrar burkulması

Bestembil: Gencek’te bir yer adı

Beşdaş: Beş küçük taşla oynanan oyun

Beşgardaş: Gencek’te bir yer adı. Gencek Huğlu yolu üzerinde aynı kökten çıkmış beş büyük dalı olan koruma altına alınmış bir karaçam ağacı

Bıçgı: İki saplı büyük testere

Bıçgı biçmek: İki başlı büyük testere ile ağaç kesmek

Bıdırdamak: Konuşup durmak

Bıngıldak: Bebeklerin, başlarının ön üst kısımlarındaki yumuşak kısım

Bicimcik: Çok az, az bir miktarda

Biçik: İneğin küçüğü

Bi dahı: Bir daha

Bilavelet: Çocuğu olmayan

Bilig: Bilgi, akıl

Biris: Birsel, hareketli, canlı

Birisel: Gencek’te bir sülale ismi. Birikler

Bişik: Issılık, issilik

Bişirgeç / Çevürgeç: Hamurdan eylenip hazırlanan yufka ekmeği saç üzerine koymaya ve çevirerek pişirmeye yarayan, düz, ince ve uzunca ağaç alet

Bitlel: Gencek’te bir sülale ismi. Bitliler

Boba: Baba

Boduk: Büyümemiş ve kısa kalmış olan şeylere denir. Tabiî boydan kısa olan manasınadır. Ağaç kovuğu

Boduğel: Gencek’te bir sülale ismi. Boduklar

Boğ: Gelinlik kız ile damadın giyecek eşyalarının toplandığı bohça

Boğça: Bokça

Boğurtlak: Ekinin kelle verme zamanından önceki başağın açma zamanı

Borta: Evlerin ön girişlerindeki büyük kapı, iğne

Bosdan: Sebze türü bitkilerin ekilip yetiştirildiği arazi, bahçe

Boyunduruk: Çifte veya arabaya koşulan hayvanların boynuna takılan ve saban veya araba okuna bağlanan çerçeve

Bozulamak: Bağırmak, çağırmak

Boz armıt: Sert, susuz, aşıllanmamış yabani armut

Böcü: Böcek

Böğ / Böğü: Akrep

Böğemek: Suyun önüne set yapıp biriktirmek

Böğet: Gölleşmiş su birikintisi, suyun önüne set yaparak oluşturulmuş su birikintisi

Böğün: Bu gün

Böğrülce: Fasulye

Bördemek: İnsanın şahsiyetini, gururunu incitici veya aşağılayıcı davranışlar yapmak

Börkmek: Kavurmak

Böyük / Beyik : Büyük

Böyütmek / Beyitmek: Büyütmek, yetiştirmek

Buharı: Ocaklık ya da sobadan çıkan dumanı dışarı atan, çatı üstüne yapılan baca

Buğdey: Buğday

Bulak: Kaynak pınarı

Bulamaç: Un pekmez ve şekerden yapılan bir tatlı çeşidi

Buldunı: İçerisine yaş ya da kuru üzüm koyulan hoşmerim

Bunalmak : Sıkıntı, sıkılmak, daralmak

Burma: Genellikle haziran ayı sonlarında, biçilerek yaşken burulan ve kurutulan hayvan yemi

Buturak: Daha çok tarlalarda biten, gövdesi üzerinde küçük dikenlerle örülü ve buğday tanesinden biraz fazla büyüklükte çokça yumruları oluşan ve elbiselere, pantolon paçalarına takılan bir ot türü

Büğü: Büyü

Bük: Yamaç, sırt

Bülüç: Kuş yavrusu

Bürgü: Kadınların başını örttüğü, yer yer daltellerle süslenmiş beyaz renkli örtü, yazma

Bürnez: Bir evin toprak içine kazılmış temelleri

Büşincek: Üzüm salkımı

Callaklamak: İş yapmaktan vazgeçmek, işten yan çizmek

Canavar: Kurt

Cangar : Can kardeş, kan kardeş

Cangara: Can kardeş, kan kardeş, can kara

Cangarel: Gencek’te bir sülale ismi. Çongarlar.

Cascavlak: Çırıl çıplak, hiçbirşeysiz

Cel: Baş

Cengil: Yavaşça, hızlı, çabuk, hafif

Cengilel: Gencek’te bir sülale ismi.

Cavlak: Çıplak, zayıf, tüysüz, cansız.

Cıbıl: Çıplak, çulsuz, cılız, zayıf, yoksul

Cıbılel: Gencek’te bir sülale ismi. Cıbıllar

Cığa: Eskiden gelin götürülürken gelinin başına süs olarak takılan horoz vb. kuş tüyü

Cığındırak : Düz bir alana, yerden iki metre kadar yükseklikte ve sağlamca dikilen, bir ağaçla, onun tepesine değen kısmı oyularak oturtulan, 4-5 metre uzunlukta daha büyük başka bir ağaçtan meydana gelen, eskiden bayramlarda daha çok kızların iki uç kenarına karşılıklı olarak binip döndükleri eğlencelik bir ağaç oyuncak

Cılgısız: Aşırı ve cıvık hareketler yapan, şımarık

Cıngar: Gürültü, kavga, kargaşa, şamata

Cıngıbış: Kalabalık, dağınık bir halde ve bağırıp çağırarak oyun oynama

Cır cır oluk: Gencek’te bir yer ve çeşme adı

Cırım: Küçük parça, ince kesilmiş bez, belli yer

Cırkla / Gığıla: Dağlarda yaşayan, kahverengiye benzer renkte ve avlanılan bir kuş.

Cırlavuk: Cırcır böceği, çok gürültü çıkaran yaz böceği

Cırmalamak: Tırmalamak

Cırmıklamak: Tırmaklamak

Cırt: Cırtık, yaramaz, arsız, soğuk vuran meyve. Ses ifade eden bir söz, gürültülü yellenme

Cırtel: Gencek’te bir sülale ismi. Çağırganlılar

Cıvlak: Çıplak

Cibinlik / cibindirik: Sineklik, sineğe karşı yapılan korunak

Cici mavık: Yaprakları yenen bir dağ bitkisi

Cimbar: Eskiden ağaçtan kurulu el dokuma tezgâhlarında kullanılan bir alet

Cingan Çivisi: Küçük çivi

Cözdürmek: Gezdirmek,

Çiş Etmek: Çiş ettirmek, abdest bozdurmak

Comak: Bir ucu topuz gibi yuvarlakça olan değnek

Cuk deliği: Karasabanın ok ile ökçesini birbirine bağlayan delik

Cula: Kargaya benzeyen, siyah renkli bir kuş

Culuk: Hindi

Cumba: Binanın yüzünde dışarıya doğru çıkıntı halinde yapılmış pencere

Çabıh: Çabuk

Çabıt: Eski bez parçası, paçavra

Çağar / çawar: Ateş yakmaya yarayan nesne

Çağlı / Çawlı: Ateş yakılan meyve kabukları, çalı çırpı, küçük çubuklar vs

Çağlıöğü: Gencek’te bir yer adı

Çağşak: Beyaz fasulye

Çağşatmak: Parçalamak, dağıtmak, eskitmek

Çaha: Çakmak

Çakal: Kurttan küçük bir yaban hayvanı. Kurnaz, yalancı, açıkgöz,  aşağılık, titiz, huysuz, ipsizgörgüsüz. Koyunların kuyruklarının altına yapışıp kuruyan pislik. Havlayan ama ısırmayan köpek

Çakalel: Gencek’te bir sülale ismi

Çakal Eriği: Çok ekşi, sert, iri çekirdekli, nisan aylarında gül gibi beyaz çiçekler açan, dikenli  bir tür yaban eriği.

Çakış:Çakma işi

Çakışel: Gencek’te bir sülale ismi. Karamusalılar

Çal: Gencek’te bir yer adı

Çaltı: Çalılık, tarla sınırına dikilen dikenli çalı

Çangara: Gürültü, kavga

Çapa: Bahçe ve tarlada toprağı çevirmek için kullanılan, iki tarafı düz olan bahçıvan aleti

Çapıklı don: Öncek altına giyilen, paçaları büzgülü, diz altına kadar göynek kumaşı, paçalara kadar da enteri kumaşından dikilen kadın giysisi

Çaraş: Üzüm pekmezi yapmak için üzümlerin şırasının çıkarıldığı büyük oluk

Çardak: Küçükbaş hayvanların kışı geçirdiği, kapalı, geniş, yüksekliği düşük ağıl

Çarık: Ham deriden yapılan basit ayakkabı

Çark: Elle iplik bükmeye yarayan bir ağaç alet

Çat: İki dere veya iki yolun birleşimi, orta yer bel, iki tepe arası geçit,

Çatak:İki dağ yamacının kesişmesi ile oluşmuş dere yatağı. Yapışık. İki tepe arası geçit. dAğlarda su akıntılı yerler, derin dereler

Çatalgaklık: Gencek’te bir yer adı

Çatallaşmak: Zıtlaşmak

Çatlı: Bitişik, ekli, ulanmış

Çatmag: Gelmek, ulaşmak, varmak, birleştirmek, bulaşmak

Çayırlık: Gencek’te köyün ön tarafında bir yer adı

Çayırlık Deresi: Suyu ile Gencek Göleti’ni besleyen küçük bir dere

Çebiç: Erkek olan oğlak

Çecik: Kazan kulpu

Çeç: Harmanda samandan ayrılarak huni biçiminde yığılmış buğday tepeciği

Çelgi: Kenarları süsleme yapılmış bürgüye verilen ad

Çelpere: Çok sesli olarak ve fazla konuşan kişi

Çeki: Bir arazinin yaklaşık elli metre uzunluğunda ayrılan bölümleri. Tarla ekerken tarlanın boyuna doğru öküzün varıp döndüğü yer. Bebeklerde alından dolandırılarak başa sarılan bez

Çelce:

Çelen: Saçak, çatının üst kısımları

Çelme: Biri yürüken ayağının arasına ayak uzatmak

Çelme çelmek: Çelme atmak, yıkmaya çalışmak

Çemçilemek: Sahiplenmek düşüncesiyle bir iz veya işaret koymak

Çemkirmek: Yüze karşı ileri geri bağırıp çağırarak konuşmak, ağlayıp bağırmak

Çengek: Üzerine ekin veya ot yığılan, bir kağnının yükünü sıkılaştırıp sağlamlaştırmak için urgana takılarak kullanılan, iki çatal uçlu bir ağaç alet

Çengi: Masalda bir aracı olarak görülen ve çok konuşan bir kadın tipi. Müzik eşliğinde oynayan kadın

Çengil: Bakır kova, müzik eşliğinde oynayan kadın

Çentmek: Yontmak, kesip parçalamak

Çentilmiş: Yontulmuş, oyulmuş, keslip parçalanmış

Çerçici: Plastik leğen, mandal, tahta kaşık gibi ufak tefek eşyalar satan kişi

Çeşgel:Çanak, çömlek

Çetme: Kesilip parçalanmış odun. Bir çeşit yemek. Olmamış karpuz.

Çetmek: Odun kesmek

Çetmelel: Gencek’te bir sülale ismi

Çezek: Dokumacılıkta çivilerin çakıldığı yer

Çıbartmak: Morartmak

Çığırmak: Çağırmak

Çığrele: Çığır hele, çağırırı mısın, çağır hele

Çığıt: Kadının erkek çocuğuna hamileyken yüzüne vuran alalık

Çığrışmak: Bağrışmak

Çıkı / Çıkılamak: Küçük bohça / Bohçalamak

Çıkışmak: Yetmek, bir kimseye hoşa gitmeyen davranışından dolayı sert sözler söyleyip azarlamak

Çıkla: Katıksız, sade

Çıkne: Çifçilerin kullandığı sürgü aygıtı

Çılık: Oğlağı çağırmak için kullanılan bir söz, çık

Çınglamak: Çınlamak

Çıprık: Yaş söğüt dalından yapılma ince, uzun çubuk

Çıtak: Kavgacı, huzursuz,açıkgöz, kurnaz, kaba. Taş oyunu. Çobana dışardan katılan davar. İyi giyinmiş yakışıklı delikanlı

Çıtlık: Melengiç, çitlembik, sakız ağacının meyvesi, kenevir tohumu, kökünden sakız yapılan karakavuk otu ve bu ottan çıkarılan sakız, çalı süpürgesi

Çikin: Çirkin

Çilbir: Yuların ipine takılan demir halka

Çilemek: Yaşartmak, ıslatmak

Çili / Çalı, çırpı, Ormanlık yerlerde bulunan, kuru, küçük ve döküntü ağaç dalları

Çingan: Çingen, ses çıkaran

Çingil / Dıngıl: Üzüm salkımı

Çingir: Keskin ayaz

Çimke: Kıvılcım

Çimmek: Banyo yapmak

Çiriş: dağlarda kayalık yerlerde biten pırasaya benzer bir yenilebilen bir ot

Çirpimek: Sıçramak, bulaşmak

Çiş: Kadınlar çocuğu işetmek istediği zaman söyler

Çitil: Süt sağmada ve su, süt, yemek taşımada kullanılan bir çeşit kova.

Çitilemek: Çamaşırı iyice ovalamak.

Çizi: Bahçeye sebze ekerken, sebzelerin hizalı bir şekilde,  yan yana dizeli şekilde ekilmesiyle oluşturulmuş ekili alan. Sulama yapılmak için açılan küçük ve biraz uzunca oyukların her biri

Çoğlu / Çowlı: Taze dallardan kepçe gibi örülerek yapılan uzun saplı tutmaç süzgeci, kepçe

Çoğurganmak: Çok bulmak, çok görmek

Çomak: Asa, çomak

Çomçu: Ağaçtan yapılmış kaşık

Ço’ungar: Sol kol, can kara

Çongar: Can kardeş, sol kol, kan kardeş

Çontur: Pürüzlü, eğribüğrü, kambur. Öok oturan, tembel, çömez, acemi

Çonturel: Gencek’te bir sülale adı

Çor: Çoluk çocuk, cin, hastalık

Çotak / Çotaklamak: Deste, küme. Bir araya toplamak, destelemek

Çotura: Çamdan oyulan matara

Çöğdellemek: Topallayarak yürümek

Çöğre: Kayalık yerlerde yetişen, burçağa benzeyen ve yenilen yeşilimsi renkte meyvesi olan küçük bir ağaç türü ve meyvesine verilen isim

Çökertme: Pekmez kaynatılmak üzere hazırlanmış ve bir kenarı doldurulmuş meşe külü çalınan çıra

Çökük: Çökmüş, çukurlaşmış, içeri çekilmiş. Çukur

Çöküğel: Gencek’te bir sülale adı. Çukurlular

Çöldürüm: Büyüklü küçüklü çukurluklarla kaplı, geniş, ıssız ve kayalıklı dağ bölgesi

Çöllü: Kısa boylu

Çöm: Çömez, bir ustanın eğittiği, onun yolundan giden kimse

Çömlek Dağı: Gencek’in Seydişehir tarafında bir dağ adı

Çömelmek / Çömeşmek: Dizlerini kıvırıp topuklar üzerinde durmak, yarı oturmak

Çömmek: Dalmak, çimmek, çömelmek

Çöndür: İşemek

Çöntür: Çırak, kısa boylu, küçük ağızlı,  çok oturan, tembel, çömez

Çöreg: Ekmek

Çöte: Dirgene benzeyen, fakat daha kısa saplı ve dikenli ot biçmekte kullanılan bir ağaç alet

Çözdemek: Bilinmeyen bir şeyi bir kimseden sorarak anlamaya ve öğrenmeye çalışmak

Çözgü:Halı dokuma aleti

Çufralık : Eski el dokuma kumaşlarının yapıldığı ağaç tezgah

Çuhacı: Terzi

Çukurbağ: Gencek’te bir yer adı

Çul: Keçi veya koyun kılından örülmüş kaba dokuma halı veya kilim

Çulıman: Su birikintisi, içinden çıkılamayan iş

Çulluk: Kıldan yapılmış yaygı, kilim

Çum: İnsanın suya dalması

Çumçuluk: Sırıl sıklam

Çurfalık: Balık ağı

Çürüğün Yüzü: Gencek’te bir yer adı

Daban: Ayağın altı, taban, sürgü, tırmık, verimli toprak, değirmen taşı kirişi

Dabanel: Gencek’te bir sülale adı. Tabanlılar

Dağarcık: Yeni doğmuş kuzu  veya oğlak derisinin ateşte ütülüp, ayaklarının bağlanmasıı ile yapılmış azık torbası

Dağın Ardı: Gencek’te bir yer adı

Dak: Kağnının kolları

Dalcın-: Girişmek

Dalkılıç: Zırhsız, korumasız

Damak:Kapılara eskiden yapılan bir nevi ağaç kapı kolu. Ağız içinin üst kısmı

Dang: Dan diye ses verme,

Darı: Mısır

Daşapbel: Gencek’te bir sülale adı. Daşlar

Daçbaşel: Gencek’te bir sülale adı. Taşbaşlar

Daş erik: Sert, susuz, yabani erik

Daşosmanel: Gencek’te bir sülale adı. Daşlar

Daşbaşı: Saygısızca, edepsizce

Daylak: Tüysüz erkek deve

Davıl: Davul

Davşan: Tavşan

Davşancıl: Gencek’te bir yer adı

Deleme (peynir): Özü olmayan, maya çalınmış peynir

Delalel: Gencek’te bir sülale adı. Delialiler

Deliğannı: Delikanlı

Demir: Demir. Güçlü, kuvvetli, ser kimse

Dene: Tane

Deneli: Taneli

Densermek: Karşısındakine vuracakmış gibi el hareketleri yapmak

Depit / depik: Ortası oyulmuş genişçe ve uzun bir ağaçla; onun içine yerleşecek biçimde, birbirine değen, taban kısımları çarka benzer şekilde oyularak yapılan ve daha uzun başka bir ağaçtan meydana gelen, sıcak suyla ıslatılarak arasında yün tepmekte kullanılan ağaç tezgah. Tekme.

Dercimek: Dertleşmek

Derebağ: Gencek’in ön tarafında bir yer adı

Dereyüzü: Gencek’te bir yer adı

Deste: Onlarca şelevreden oluşan ve omuzda taşınabilecek miktarda buğday, arpa vs. Demeti

Destur: Ahşap evlerde iki hatıl arasında kalan kısım

Deşirme: Dilenmek

Deşirici: Dilenci, hırsız

Deve oluğu: Gencek’te bir yer ve çeşme adı

Devlek: Def, tef. Bir kasnakla onun üzerine gerilmiş deriden meydana gelen musiki aleti

Devleğel: Gencek’te bir sülale adı

Deyesek / Değesek: Sevgi, gurbet, ayrılık gibi konularda değişik sebeplerle söylenilen ve genellikle kafiyeli söz dizileri

Dıkı / dıkıcık: Azıcık, birazcık

Dıkım: Yufka ekmekten tek lokma olacak şekilde koparılan parçanın, ortası oyuk şekilde elle hazırlanarak yemek yemeye müsait hale getirilmesiyle oluşan şekil, az

Dıncalmak: Karşı gelmek

Dınırganmak: Dinlemek

Dibek taşı: İçinde tokmakla buğday, arpa vb. dövülen, ortası çukur, büyük taş

Diğnemek: Dinlemek

Diğren / Dirgen: Ekin tarlasında, harmanda, kağnıya veya arabaya ekin, ot atmada kullanılan, ağaçtam yahut demirden yapılan, 3-4 parmaklıklı ve uzun saplı tarım aleti. Daha eski zamanlarda dirgen ağaçtan yapılır idi. Ağacın genç olanı ısıtılarak istenilen şekle dönüştürülürdü. Parmaklar istenilen yöne eğilir, bükülür, şekillenirdi. Ağaç dirgenden sonra parmakları daha fazla olan demir dirgenler de yapıldı. Dirgenler; ot toplamak, deste yapmak, sap saçmak için kullanılır

Dil: Kilidi açmak için kullanılan araç, anahtar, açar, açkı

Dilki: Tilki. Değirmen taşının üzerinde döndiği ağaç

Dilkalel: Gencek’te bir sülale adı. Güllüler

Dillemek: Kapıyı kilit dilini indirerek kilitlemek

Dimdik: Gaga

Dinelmek: Gergin bir vaziyette ayakta dikilmek

Direğel: Gencek’te bir sülale adı.

Dişehli: Kadın, hanım

Dişenmek: Tavır değiştirmek, kaşınmak

Dişlen: Seyrek ve büyük dişli adam

Dokuz Kuyular: Gencek’te bir yer adı

Dolak: keçi kılından, tezgâhlarda dokunan, 20-25 cm. eninde, 1-1,5 m. Boyunda olan, ayağa sarıldıktan sonra üstüne çarık giyilen nesne

Dolpumak: Yemeğe katılan malzemeleri karıştırmak

Don: Elbise, kadın elbisesi

Doru: Ladin, çam vb. ağaçların uç kısımları

Dorum / Köşek: Deve yavrusu

Döndürme: Un, yağ, yumurta ve pekmezden yapılan bir yiyecek

Dönek: Girdap, suyun daire çizerek, döndüğü yer. Fikrinden sürekli dönen, sözünde durmayan, kaypak, caygın kimse

Dönelik: Gencek’te bir yer adı

Döş: Göğüs, göğüsün ön ve üst kısmı

Dudu: Kadın, hanım

Dumağı: Nezle ve öksürük

Dutanel: Gencek’te bir sülale adı.

Duz: Tuz

Düğdü: Balta, keser, çekiş gibi aletlerin bir şeyi dövmeye ve ezmeye yarayan tarafı

Düğe: Ergenleşmemiş dişi inek

Düğer ağacı: Bir damın dört köşesinden uzatılarak uçları tepede birleşen ve evin tavan çatısını meydana getiren uzun ağaçlara verilen isim

Dünek: Tünek, tavukların tünediği kümes, kuş yuvası

Dü(g)nürcü: Dünür. Evlenecek olan veya evlenen çiftlerin aileleri

Dünüşge: Sülüklü pancar denilen sebze

Dürmeç: Elde yemek üzere yufka ekmeğin tomar şeklinde sarılmış hali

Düvel: Ahşap evlerde ana yükü çeken ağaç

Düven/ Düğen: Harmanda tahıl gövdelerini saman haline getirmekte, öküz veya atla kullanılan, genişçe ve alt tabanı çakmak taşıyla dizeli olan bir tahta araç

Ebembük: Sarı hindiba

Ebişmek: Çocuğu veya başka bir nesneyi sırtına bir ip veya kolan yardımıyla yüklenmek

Edik: Gönden dikilen ayağa giyilen, çizme biçiminde, telden geçirmeli çeprez denilen ayakkabı

Eğef: Makara gibi kullanılan daire biçimli bir alet

Eğleşmek: Birbirine uyup durmak; bir şeyi ayakla çlğnemekte birblrine yardım etmek

Eğrel: Gencek’te bir sülale adı. Eğriler

Eğrilce: Kuruduğunca insanları kaşındırıp rahatsız eden saçak köklü bir ot. Hayvanlara dadanan eğri belli, boz renkli sığır sineği, büvelek. Sarı renkli cılız bir kuş

Eğrik: İp yapmak üzere yün veya kılı bükmede (eğirmede) kullanılan bir ağaç alet

Eğrik eğirmek: Eğrik yardımıyla yün ve kıldan ip elde etmek

Eğren: Kızılcık, su kenarlarında yetişen, kuşburnuna benzeyen, kırmızı renkli mayhoş meyve

Eğrilce: Büyük baş hayvanları ısıran bir çeşit sinek

Eğrim: Girdap, düden, suyun toplanıp kaynayarak dönerek aktığı yer

Eğleşmek: Oyalanmak

Eğsi / eğseleç: Ateşin sönmemesi için karıştırmaya yarayan ucu yanmış değnek

Ehdimal: İhtimal

Ekin: Tarlaya ekilmiş tahıl

Elbatmaz: Gencek’te bir yer adı

Elek: Tane halindeki tahılı yabancı maddelerden ayıklamak veya incesini kabasından ayırmak için kullanılan, tahta bir kasnak ve tek tarafa gerilmiş, gözenekli tel, kıl, bez vb.nden oluşan araç

Eletmek: Götürmek, iletmek

Elleğem: Galiba, herhalde, sanırım, Allah bilir, Allahu alem

Ellik: Ekin biçerken bir elin parmaklarına takılan ve şimşir ağacından yapılan, uzun parmak şeklinde bir alet

Elver: Tahtalık olarak kesilmiş kalın ağaç

Em: İlaç

Embil / Embel: Hayvanları sürmek için öğendirnin (uzun ya da kısa bir değnek) ucuna geçirilen başsız çivi, nodul

Embilel: Gencek’te bulunan bir sülale ismi

Emdiğel: Gencek’te bir sülale adı

Embel: İnce, uzun bir değnek olan öğendirenin bir ucuna takılan çivi

Embilel: Gencek’te bir sülale adı

Emmi: Amca

En: Hayvanların, hangi aileye ait olduklarını gösteren, kulak yumuşağındaki özel işaretler

Endik: Şaşkın

Enemek: Enemek, kulaktan bir parçasını keserek imlemek

Eneği kemiği: Kaburga kemiği

Engef: Fazla acıkmak neticesinde ortaya çıkan halsizlik ve zayıf düşme hali

Enimek: Baygın ve cansız hale gelmek

Enemek: İğdiş etmek. Hayvanlara işaret koymak amacıyle kulaklarını kesmek ya da boynuzunu kertmek. Tohum elde etmek için pancar, turp vb. bitkilerin tohumlarını kök bölümünden keserek yumru gövdesini toprağa yeniden dikmek

Eniz: Buğday, arpa gibi tahılların biçildikten sonraki tarlada kalan kökleri

Enük: Enik. Aslan, kurt, köpek, sırtlan yavrusu

Enteri: Üç etekli, saten, desenli kumaştan dikilen, kadın giysisi

Entig: Şaşkın

Er: Erkek, adam, er

Erbişim: İbrişim. Bükülmüş ipek ipliği, ipek

Erdem: Fazilet, terbiye, hüzer, edep

Eriklibucak: Gencek’te bir yer adı

Erikoluğu: Gencek’te bir yer ve çeşme adı

Erinen: Eringen, bekar

Erkan: Direk, sütun

Ermil: Kağnı tekerleğinin göbeğine konan dingilin geçtiği küçük demir boru.

Ermilit: Gencek Derebucak arasında tarım arazilerinden oluşan bir yer adı

Erten: Sabah güneşin doğduğu zaman, gün

Esbep / asbap: Gelin olacak kıza gelinlik olarak hazırlanan giyim eşyaları, elbise

Esen / Esenlik: Sağ salim, sağlık sıhhat

Esger: Asker

Eshab: Sahip, sahipler

Esin: Gönül

Esirgemek: Acımak, korumak

Esne gecesi: Pazarı pazartesiye bağlayan gece

Eşgıya: Eşkıya

Eşidmeg: Duymak

Eşme: Uşak bölgesine yerleşmiş Gencek yörük cemaatlerinden birisinin adı. Kaymak, süt kaymağı. Yeraltındaki suların yer yüzüne kendiliğinden çıktığı yer, göze, pınar, bulak. Yerden kaynayarak çıkan su

Eşmeli: Uşak bölgesine yerleşmiş Gencek yörük cemaatlerinden birisinin adı. Kaymaklı

Eşitmek: İşitmek, duymak

Eşşek / eşyek: Eşek

Etlenmek: Şişmanlamak, etlenmek

Evermek: Evlendirmek, aile kurmasını sağlamak

Evmek: Hızlı olmak, acele etmek, elini çabuk tutmak

Evişdirmek: Kavuşturmak, birbirine değdirmek

Evlek: Bir dönüm arazinin dörtte biri. Bir tarla sürülürken, yaklaşık 4-6 öğendire eninde, kara saban yahut pulluk çizisi ile kesilerek dikdörtgen biçiminde ayrılan her bir bölüme denir

Evram: Güzün sararıp yeşermeyen, buzağının otlatıldığı çayır

Evtüklemek / Evtüklenmek: Oyalanmak, beklemek, meşgul olmak

Eydi: Birşey anlatırken, anlatılanın dinlendiğinden emin olma amaçlı kullanılan bir çeşit bağlaç

Eylemek:  Yapmak, etmek

Eyleşmeg: Oyalanmak

Eyme: Eğilip duvara yaslanan çalı, kavak, toprak damlı evlerin üzerinde kullanılan yuvarlak taş

Eymeli: Utangaç

Eynel: Ekin biçme alanı

Eyren / eyran: Ayran

Eyseri: Demir kazık

Ezelgiç: Koşum halkasından ve boyunduruktan, karasabanın çıkıp sıyrılmasını engelleyen ve halkanın dışından, sabanın çekeceğindeki deliklere geçirilen meşe ağacından yapılan, kısa, sağlam, ahşap, kalın saplama

Ezeldaşı: Gencek’te bir yer adı

Ezen: Ezan

Ezze: Ölüm, cenaze

Fagretmek: Gurur duymak, iftihar etmek, övünmek

Fakır: Fakir

Falak: Ayı yavrusu

Fasil: Hem insanın hem de hayvanın yiyebileceği yiyecek

Felek süpürgesi: Kürk ağacının genç sürgünlerinden, demet haline getirilerek sıkıştırılan, sap takılan; ahır ya da harman süpürmeye yarayan alet

Felfes: Eğreti iş yapan

Felk: Geniş ağızlı, uzun saplı, ekin, ot biçmeye yarayan ve ayakta sallanabilen tarım aleti, tırpan

Fenez: İnce bez

Fındığel: Gencek’te bir sülale adı. Budaklılar

Fikirleşmek: Düşünmek, danışmak

Fing: Hayvan yemi

Fitire: Ekinlerin yeni yeşermiş hali

Gabahatlı: Suçlu

Gabag: Kabak

Gabık: Kabuk

Gabış keçi: Boynuzu olmayan keçi

Gadısarık: Yabani, yenilebilen bir ot türü

Gafleten: Ansızın

Gağnı: Kağnı

Gakılı: Bir sürü, çok

Gaklık: Bazı taşların üzerinde bulunan ve kar, yağmur sularının toplanmasına müsait oyuk veya çukurluklar

Gaklık: Gencek’te bir yer adı

Galesiz: Kaygısız

Gancak: Kan özü, gan kardeş, kan birlikteği

Ganıkdırmak: Kana kana doyurmak

Ganırtmak: Bir şeyi sökmek veya kaldırmak için, destekli şekilde zorlamak

Ganlı Kuyu: Gencek’te bir yer ve kuyu adı

Gannık: Kalınca olan, köklerinin kabuğu kaldırılınca kök özünden kırmızı renk boya çıkan bir ot

Gaplanbaga: Kaplumbağa

Garacel: Gencek’te bir sülale ismi. Karacalar

Garagasbennek: Göz göre göre

Garagavuk: Yaprakları biraz acımsı ve yenen bir bitki

Garagaklık: Gencek’te bir yer adı

Garagasık: Gencek Derebucak arasındaki derin vadi, boğaz

Garagasık İni: Gencek garagasıkda bir in

Garageven: Bir çeşit bitki

Garagızel: Gencek’te bir sülale ismi.

Garamık: Dikenli, sarı çiçekli bir çal türü.Taze kökü, kabuğu, yaprakları ve meyvesi şifalıdır. Kabuk ve taze kökler sonbaharda, yaprakları mayısta, meyveleri eylülde toplanır

Garanaya: Rastgele, tesadüfen

Garannık: Karanlık

Garatoyuk Muyarı: Gencek Gökbel tarafında bir pınar, çeşme

Garı / harı: Karı, kadın

Garının Oluk: Gencek’te bir yer ve çeşme adı

Garışdırmag: Karıştırmak

Garin / Karin: Gencek’te yaylak bir yer adı

Garlık: Kışın içine kar depolanan ve yazın gerektiğinde kullanılan dağ oyukları

Gartlan: Kayalık dağlarda bulunan derin çukur veya mağaralar

Gasalmak: Övünmek, övgüyle konuşmak veya hareket etmek

Gasnak: Bir çeşit elek

Gaşşık: Kaşık

Gaşşığınan: Kaşıkla

Gatıran / Gatran: Sedir ağacı

Gatıg: katı, sert, sağlam, azık içeriği

Gatrang: Katran. Petrol, odun, kömür gibi karbonca zengin malzemelerin damıtılması sonucu elde edilen, sıvı yağ kıvamında, kara renkte, ağır, is kokulu, suda erimeyen yapışkan, sıvı bir madde

Gatranglı Belen: Gencek’te ladin ağaçlarının bulunduğu bir yer adı

Gatranoluk: Gencek’te bir yer ve çeşme adı

Gav: Bazı ağaçların kabuğunda yetişen, asalak kavmantarından elde edilen, hafif, çabuk tutuşur madde

Gavete: Domates

Gavır: Gavur

Gavırga: Ateşte kavrulmuş buğday ve nohut

Gavırma: Kavurma

Gavur Galesi: Gencek’te yüksek bir yer adı

Gaya Muyar: Gencek’te bir yer ve pınar adı

Gayıl: Gail, razı

Gayırmag: Ayrımcılık etmek, kayırmak

Gayıtmag: Dönmek

Gaynana: Eşinin annesi

Gaynata: Eşinin babası

Gaypışda: Eğim, meyil

Gayrak: Kırmızımtırak Verimsiz  kumlu toprak toprak

Gaysi: Kayısı

Gaytarmag: İşten kaçmak

Gazel: Dökülmüş, kurumuş ekin veya yaprak

Gedik: Bir düzey üstündeki yıkık, çatlak veya aralık, rahne. Dağ geçidi. Boşluk, eksiklik. Güçlük, güç durum. Yarma saldırısında düşman mevzilerinde açılan yer. Bir işi yapmak, bir şeyden yararlanmak yolunda verilen hak, imtiyaz. Eksik dişli. Bahçe, bağ kapısı. Bahçe ya da tarlalara hayvanların geçmemesi için yapılan engeller, çit. Çocuk ayakkabısı, patik

Gedik Mehlesi: Gencek Gedik Mahallesi

Gelin Kaya: Gencek Dağı ile Gencek arasında meşhur bir kaya

Gence: Taze, yavru, genişleyen, gelişen

Gencek: Gen özü, gen örneği / Gan özü,  gan örneği, kan birliği

Gencek-i Bala: Gencek Yukarı Mahalle eski adı

Gencek-i Süfla: Gencek Aşağı Mahalle eski adı

Gencek Dağı: Eteğinde Gencek yerleşim yeri olan, ladin ve karaçam ağaçlarının sık bulunduğu, ismin Gencekler’den alan dağ

Geng: Ekilmemiş tarla

Genlik: Genişlik, sağlık, şifa, mutluluk

Ger / Gerce: Beyaz ve siyah karışımı bir renk ve keçiler için kullanılan bir sıfat

Gerdeme: Bazı sulak yerlerde yetişen, yayvan ve biraz acı yapraklı ve yenilen bir ot. Gencek’te bir yer adı

Geri: Tahıl, saman, sebze, meyve taşımak için kağnıya yerleştirilen ve sağlam dokunmuş iki büyük çulun birleştirilmesiyle meydana getirilen bir çeşit kağnı kasası

Geven: Ormanlık yerlerde yetişen, kök kısmı kazılarak hayvanlara yedirilen bir çeşit dikenli bitki

Gevreğen: Dağlarda yetişen ve kaynatılarak çayı yapılan bir bitki, adaçayı

Gevretmek: Ateşin üzerinde ısıtıp çıtır çıtır bırakmak

Gezinmek: Boş boş gezmek

Gıbıtmak: Koşmak

Gıcı Gıcı: Koyun, köpek vb hayvanları çağırma ünlemi. Kökü yaralara iyi gelen, tüylü ve büyük yapraklı, yenilebilen, gelinciğe benzer bir çeşit semizotu

Gıcıgıcel: Gencek’te bir sülale ismi

Gılınç: Kılınç, iş

Gındımlanmak: İsteksiz ve yavaş yemek

Gındıra: Dere kenarlarında yetişen, enli ve uzun yapraklı bir çayır

Gıran: Öldürücü salgın hastalık. Ahlaksız terbiyesiz çocuk. Kenar, kıyı, çevre, karşı taraf, tepe, dağ sırtı

Gırangaya: Gencek’te kayalık bir yer adı

Gıransücük: Serçe büyüklüğünde ve boyun kısmı biraz daha renkli bir kuş

Gırçıl: Dağda taşlık yerlerde yetişen buğday benzeri  küçük taneli bir bitki

Gırçılel: Gencek’te bir sülale adı

Gırgaş: Kırgız, kırkkız, kırklı, kırklar

Gırdağ: Gencek’te bir dağlık yer adı

Gırgaşel: Gencek’te bir sülale adı. Kırkızlar

Gırgaşın Boğaz: Gencek’te bir yer adı

Gırıntı: Ufak tefek, meyve, çerez

Gırışmah: Öküz, boğa, keçi vs dövüşmesi, kafa kafaya vuruşması.Kırışmak. Başını dikerek gösteriş yapmak, kasılmak, kendini beğendirme çabasında olmak

Gırıtmak: Pişmiş kelle gibi gülmek

Gırklık: Koyun yünü veya keçi kılını kesmekte kullanılan büyük bir makas

Gırtdınlanmak: Bir işle meşgul olmak

Gışgırmag: Bağırmak

Gışgırtmag: Kışkırtmak

Gıymat: Kıymet

Gızhasanel: Gencek’te bir sülale adı

Gızılca ğayrak: Dağlarda ve tarlalarda yetişen, kırmızı-pembe renklerde çiçekler açan bir bitki

Gızınmak: Isınmak

Gicişmek: Kaşınmak

Gildirel: Gencek’te bir sülale adı

Gilli: Ardıç ağacının siyah, boncuk büyüklüğündeki meyvesi

Gilik: Kuru fasulye tanesi

Gillik: Keçi, koyun gibi hayvanların pisliği

Giliç: Dolu taneleri

Gine: Yine, tekrar

Gocacık: Semerin arka üst kısmında bulunan ve ip takmaya yarayan demir ve ağaç kancalar

Gocagele / gocagaler: Kertenkeleye benzer ama ondan daha büyük olan bir sürüngen

Gocaosmanel: Gencek’te bir sülale adı

Goca Muyar: Gencek’in orta kesiminde, köyün tarihiyle eş tarihli pınar

Goca Şam: Gencek’te bir yer ve ağaç adı

Goğuk / Goyuk: Oyuk, boşluk

Golan: Kıl veya yünden ipten yapılan, değişik renk ve desenlerde dokunan, ince, uzun ve yük sarıp taşımakta kullanılan bir çeşit ip

Golustur: İki kişi ile kullanılabilen, geniş, kalın, büyük testere

Gonur: Sarı rengin kırmızıya kaçan bir tonu.(Büyükbaş hayvanlarda görülür)

Gonşu: Komşu

Gor: Mezar

Gosdak: Zarif, kibar, güzel, biçimli, çalımlı

Goyak: Dağ başındaki çukurlara verilen ad

Goyvermek: Bırakmak, aşağı koymak

Goz: Ceviz

Gozdibi Mehlesi: Gencek’te bir mahalle ismi

Göbek: Bahar mevsiminde, ormanda karın eridiği yerlerde ve genellikle ağaç diplerinde çıkan, huni şeklinde, kahverengi ile siyaha yakın renkte ve yenilen bir tür mantar. Kuzu göbeği

Göbek Ocağı: Gencek’te bir yer adı

Göbürge: Ormandaki ağaç diplerine dökülüp çürüyerek bir çeşit gübre veya toprak haline gelen yaprak birikintileri

Göcek: Eski yapı evlerin duvarlarına 1m. yükseklikte ve aralıklarla duvar boyunca yerleştirilen tahtaların üzerine ters istikamette ve aralıklı olarak dizilen, düzgün yapılı ağaç dalları

Göcen: Tavşan yavrusu

Göğercin: Güvercin

Gökbel: Gencek’te bir yer ve dağ adı

Gökbel Sarınçöğü: Gfencek’te eski bir yerleşim yerinin adı

Gök görmedik: Sonradan görme

Göklen: Gökle alakalı

Gökmen: Mavi gözlü. Kül renkli hayvan. Sarışın kimse

Gökmenel: Gencek’te bir sülale adı. Delialiler

Göktepe: Gencek’te bağların bulunduğu bir yer adı

Gölenmek: Vücudun tamamı ıslanana kadar suya girmek, başkasının malına konarak zengin olmak, faydalanmak

Gölemez: Buğday ile arpanın karıştırılmış hali

Gölet: Gencek’in güney yönündeki baraj

Gömböğet: Gencek seki bölgesinde dere içerisinde oluşmuş doğal havuz

Göplü: Köprü

Görpe: Marttan zonra doğmuş hayvan

Görüm: bakış, nazar, gözlem. Düş, rüya

Gövelek: Çam, ladin ve armut ağaçlarında asalak olarak yetişen ve hayvanlara yedirilen bir bitki.  İlkbaharda görülen, arıya benzeyen, sarımtrak renkte ve büyükbaş hayvanları rahatsız eden bir böcek türü

Göynek: Kaput bezinden yapılan bir çeşit kollu atlet

Göynümek: Yanmak

Gözel: Güzel

Gözelel: Gencek’te bir sülale adı. Gözeller

Gözetkaya: Gencek’te kayalık bir yer adı

Gözgü: Ayna, güzgü

Gudurmak: Kudurmak, azmak, hasetten çatlamak

Gula: Kırmızı ile kahverengi arasında bir renk, genellikle keçilere sıfat olarak kullanılan bir renk

Gulag: Kulak

Gullap: Kapılara takılan halka

Gulun: Yeni doğan tay

Gumbul: Pilastik bidon

Gumbulel: Gencek’te bir sülale adı. Kum Beyliler

Gundak / Kundak: Yeni doğmuş çocuğu ilk aylarda sıkıca sarıp sarmalamaya yarayan geniş bez. Sıkı sıkıya sarılmış şey. Tüfeğin namlu yatağı

Gundu: Bir çuval ismi

Gunnamak: Eşek ve atın yavrulaması, doğurmak

Gumpir: Patates

Gupa: Bardak

Gupey: Av köpeği

Guracan: Kuracaksın

Gurdalamak: Karıştırmak

Gurna: Ağzı, boru şeklinde, sürekli su akıtan, çeşme musluğu

Gurla: Katıksız sade ekmek

Gutmu: İpekten dokuma ve kadınların süslü giyim eşyası yapmakta kullandıkları bir çeşit kumaş

Guzgun: Bazı karga türlerine ve karakargaya verilen ad

Guzulamak: Koyun veya keçinin yavrulaması

Guzuluk: Küçük kuzuların kapatıldığı yer

Guzuluk Dağı: Küçük kuzuların kapatıldığı kuzuluğun bulunduğu dağ

Güçcüg: Küçük

Güçcüğkene: Küçükken

Güğüm: Uzunca boylu, geniş gövdeli kulplu su kabı

Gülbü: Testi

Güllel: Gencek’te bir sülale adı. Güllüler

Güncek: Gün özü

Güneyik: İlkbaharda yetişen, mavi çiçekler açan bir ot

Günaşşıh: Ay çiçeği

Günnük: Ay çiçeği

Güpleğe: Kazma, çapa gibi aletlerin saplık takılan, delik bölümü

Güssün: Gülsüm

Güyeği: Damat

Güz : Sonbahar, hazan, güz

Güzün: Sonbaharda, güzde

Haba: Yün ve kıldan dokunmuş kollu, kalın kıyafet

Hacıbakel: Gencek’te bir sülale adı

Hacıvelel: Gencek’te bir sülale adı

Haf: Kuruntu

Haf Sezmek: Birşey sezmek

Haddalmak: Vazgeçmek

Halbuysa: Hâlbuki

Halda: Halde

Halek olmak: Helak olmak, yok olmak

Halitefendel: Gencek’te bir sülale adı

Halidin Kuyu: Gencek’te bir yer ve kuyu / sarnıç adı

Hallel: Gencek’te bir sülale adı. Haliller

Hamzel: Gencek’te bir sülale adı

Hana:  Ana

Haney: Evlerde odaların dışında kalan salon veya koridor

Hamır: Hamur

Hamıt: Atın göğsüne takılan ve boyunduruk vazifesi gören ağaçtan yapılmış bir koşum aleti

Hangı: Hangi

Han: Kan, hükümdar, baba

Hangsız: Kangsız, babasız

Han Öğü: Gencek’te bir yer adı

Hapaz: Avuç, avuç içi

Hapazlamak: Avuç içi / Avuçlamak

Haranı: Kazanın küçüğü

Harım: Köyün içinde veya kenar kısımlarında bulunan geniş ve çayırlıklı arazi, harman yeri, tarla

Harımak: İhtiyarlamak

Harman Beleni: Gencek Dağı eteklerinde bir yer adı

Harman Yeri: Gencek’te harman ve patoa verme işlerinin yapıldığı bir yer adı

Hartama: Kiremit icat edilmeden önce, çatı örtüsü yerine kullanılan, ince, yarma,kaplamalık tahta

Hasan Daşı: Gencek’te bir yer adı

Hata. Ata, ced

Hatap : Dayanıklılığı sağlamak için deve semerlerinin iki yanına konulan ağaç parçaları, koyun ve keçilere takılan küçük çan

Hatçe: Hatice

Hatem: Ar. Mühür, yüzük, cömert. Son, en sonuncu

Hatemel: Gencek’te bir sülale adı. Hatemler

Hatıbel: Gencek’te bir sülale adı. Hatıplar

Hatma / Hapba: Fatma

Hatmana: Fatmana

Hatıl: Ahşap evlerde, dış cephede yatay olarak konan ağaçlar

Hatıp: Konuşmacı, hatip

Hattatel: Gencek’te bir sülale ismi. Hattatlar

Havakgınmak: Açık bırakılan bir yaranın hava alıp sulanarak kötüleşmesi

Haveyi: Havayı. Ölçü birimi

Havıt: Deve semeri

Haykırık: Kavga, dövüş

Havlıcan: Bir ot türü

Havlılanmak: Halka yaparak çevrelemek, halkalanmak

Hayta: Başıboş, bir baltaya sap olamamış, serseri. Karı, eş, aile. Duygusuz. Hayvan besleyen kimse.Zorba, asi, şaki.

Haytel: Gencek’te bir sülale ismi. Haytalar

Hazaar: Ha zahir, öyle ya, belki

Hazele: Güz mevsiminde gazel olmuş toprak

Hebil: Küçük yapılı madeni bıçak

Heç: Hiç

Heçsinmek: Mühimsemek

Helke: Su veya sıvı madde taşımaya yarayan, demir saplı, kalaylı bakır kap

Helik: Küçük taş parçalarına verilen isim

Hemeşe: Sanki

Hemişe: Hep, her zaman

Herden: Bazen

Herif: Adam, ulen herif!

Heybe / heğbe: Kıl veya yün ipten dokunmuş, iki gözlü, yük taşıma eşyası

Heyre: Un ve et suyunun (varsa) karıştırılıp ateşte on dakika pişirilmesi ve daha sonra süt ve yumurta sarısıyla terbiye edilmesi yoluyla yapılan çorba

Hıbıd: Hızır, hızır gibi

Hıbıdın Pınarı: Gencek’te Hızır çeşmesi manasına gelen bir yer ve çeşme adı

Hıdır: Hızır

Hıllangaç: Salıncak

Hımbıl: Tembel, uyuşuk

Hısta / hıssa: Hisse, pay

Hızar: Kereste biçmekte kullanılan büyük bıçkı

Hızmatçı: Hizmetçi

Hilim: Hile, oyun, tuzak

Hollamak: Gevşemek

Holluk: Tavuk kümesi, folluk

Holus: Kalburdan biraz daha büyük yapılı ve tahıl elemekte kullanılan bir harman aleti

Horaz / Horuz: Horoz

Hoşaf: Dilimlenmiş yaş veya kuru meyvelerin şekerli suyla kaynatılmasıyla yapılan bir tür tatlı, içecek

Hotah: Yuvarlak, yassı taşlarla oynanan bir çocuk oyunu

Hödük: Görgüsüz, kaba, anlayışı kıt. Korkak. Ürkek, çekingen. Uyuşuk, beceriksiz kimse. Acemi, toy. Kısa boylu, göbekli kimse. Aceleci (kimse). Şüpheli. Kabadayı (kimse). Tuhaf, acayip şey

Hökele: Ukala

Hökm: Hüküm

Hömürdemek: Öfkelenmek, hiddetlenmek, kabadayılık taslamak, birine kızarak saldırıya başlamak

Hörükcük: Kuyruk

Hörümcek: Örümcek

Hurun: Fırın

Hüslük: Eşarptan daha büyükçe ve eskiden erkeklerin başa sarık yapmakta kullandıkları, turuncuya yakın renkte örtü

Hüsem: Hüseyin

Hüsel: Gencek’te bir sülale ismi.

Iğranmak: Kıpırdamak, hafif fakat sürekli hareket etmek

Iğradmak: Yerinden oynatmak

Ik: Soğuk sudan sonra çıkan hışkırık, hık

Ikdıza: Önemli, mühim

Iktü: Kadın kişi adı

Ildız: Yıldız

Ilgıdır: Dokuma yapmak için hazırlanan iplikleri düzgün olarak sarmaya yarayan çubuk şeklinde bir ağaç alet

Ilkı: Hayvan, koyun, keçi sürüsünün köyün yakınına getirilerek sütlerinin sağılması ve bu yere verilen ad

Ilkıcı: Keçilerden süt sağmaya giden kimseler

Ilkı yolu: Ilkıya giderken, süt sağmaya giderken kullanılan yol

Inı: İşte

Irahmetlig: Rahmetli

Irgalamak: İlgilendirmek, ırgalamak

Irlamak: Sallamak, sarsmak. Kendi kendine türkü şarkı söylemek

Irızg: Rızık

Irra: Utanç

Irz: Bir kimsenin başkaları tarafından dokunulmaması ve saygı gösterilmesi gereken iffeti

Irzel: Gencek’te bir sülale ismi

Isdar: Kilim veya halı dokumaya yarayan ağaç tezgah

Issılık: Pişiklik

Işıglık: Pencere

Işımak: Aydınlanmak

Ivrık: İbrik

İbbişel: Gencek’te bir sülale ismi

İbdili: Önce

İçlik: İç don

İçerlemek: Alınmak

İf: Yok, kayıp

İdare Gandili: Az ışık veren küçük gaz lambası

İğ / Dingil: Kağnının tekerlerini birbirine bağlayan ve üzerine kağnının iskeletinin yerleştirildiği kalın çelik bağlantı

İğne urdu: İğne deliği

İlabada: Geniş yapraklı bir ot

İlan: Yılan

İlbiz: Sümüklü böcek

İleçber: Rençper, çiftçi, fakir

İledin: Ladin ağacı

İleğen: Legen

İlenmek: Beddua etmek, kötü dua

İlki: Kısa boylu, çalılık ağaçlar

İlme: Tarlayı sürerken sabanın takıldığı nesne

İlvan: Cilve, naz. Is, gösteriş, çalım, kibir

İkletmek: Çiğnetmek, ttekrarlatmak, bastırmak

İngin: Alçak, yükseğin zıddı

İni: Evli bir kadının, kocasının erkek kardeşleri için kullandığı isim

İndi: Şimdi

İma davarı: Geyik

İmalı: Büyük boynuzlu geyik. Üstü kapalı, örtülü laf.

İmalık Tepesi: Gencek’te büyük boynuzlu geyiklerin geldği bir tepe

İmir: Aydınlıkla karanlığın birbirine karışması, sis

İmir Harmanı: Gencek’te bir yer adı

İncebel: Gencek’te bir yer adı

İnöğü: Gencek’te bir yer adı

İntaap: İltihap

İpburnu / itburnu: Kuşburnu

İradyo: Radyo

İrampas: Kağnının taban kısmının ve iskeletinin ana yapısını meydana getiren uzun ve büyükçe iki ağaca verilen isim

İrast gelmek: Denk gelmek, rastlamak

Iraz / uraz: Mutlu, bahtiyar, kut, baht

İreze: Kilit çakmak için birbirine geçmeli olacak şekilde kapılara çakılan demir halka

İrim: Tarla veya bahçenin etrafını çalı türünden dikenli ve canlı ağaçlarla çevreleyerek yapılan çit

İrkilmek: Toparlanmak

İsbit: Kağnı tekerleğinin yuvarlak ağaç kısmını meydana getiren kavisli parçaların her birine verilen ad

İslel: Gencek’te bir sülale ismi

İsli: Islı. Abdan, mamur. İsi olan, islenmiş, is bulaşmış

İsti: Sıcak

İy: Koku

İylenmek: Kokmak

İşlemeg: Çalışmak

İşli ekmek: İçli ekmek. Saç böreği

İşlik: Gömlek

İvreğem: İbrahim

İvra: Rüya, düş

Kadaş/ Akadaş: Akraba, arkadaş

Kak: Meyve kurusu

Kakaç: Fazla zayıflık ve takatsizlik

Kakdırmak: İtelemek

Kakışık: Sesli ve karışık bir şekilde tartışmak

Kaklık:Kuyu ve ağaç ovuklarındaki su birikintisi, içine su biriken çukur

Kancak: Kan özü

Kangar: Orta Çağ Kazak,Özbek ve Karakalpak uluslarının parçası olan Kangly insanları için bir ortaçağ adıdır

Karaayşel: Gencek’te bir sülale ismi

Karabakı Harmanı: Gencek’te bir harman yeri ismi

Karahardaş / Karaghardaş: Kara kardeş, can kardeş

Karamık: Bir çeşit meyveli ağaç

Kav: Meşe ağaçlarında biten mantar çeşidi

Kavuz: İçecekteki çer, çöp. Havuz

Kaygış / Gaygış: Gencek’te tarım arazilerinin bulunduğu sulak bir yer adı

Kayış: Kuşak ve ip yerine kullanılan uzun ve dar kösele parçası

Kebe: Yün veya kıldan yapılan büyük ve kaba yapılı bir ceket

Keçe: Yünden tepilerek elde edilen; beyaz, sade ya da desenli, düz, geniş, kilime benzer sergi

Keferete yaramak: İşe yaramak

Kefin: Kefen

Keğli / kewli: Irmak ağzı

Kekeç: Kekeme, peltek. Çene. Kuru, katı. Ters

Kekecel: Gencek’te bir sülale ismi. Kekeçler

Keklik Suyu: Gencek’in girişinde küçük bir pınar

Kel: Saçı dökülen kimse. Küçük. Çıplak, örtüsüz, ağaçsız, otsuz. Meşe çalısı

Kelermek: Eskimek

Keles: Bir kertenkele türü, bir sincap türü. Kençekler’den bir oymak adı

Kelp: Köpek

Kelsu: Gencek’te tarım arazilerinin bulunduğu sulak bir yer adı

Kembere: Hayvan gübresi

Keme: fare

Ken: Kent, her yeri kaplamış kuşatmış, en kıymetli şey

Kence: Yaşça en küçük çocuk. Hazine, Tahıl Deposu

Kencebay: Kırgız Er Töştük Destanı kahramanı

Kencekey: Kırgız Er Töştük Destanı kahramanı

Kenceke: Kırgız Er Töştük Destanı kahramanı

Kençe: Turuncu renkli bir bitki türü. Halı ve kilim dokumada kullanılan turuncu, gök, sarı ve beyaz renklerinden oluşan bir motif adı. Sarıya dönük turuncu rengi

Kençe: Küçük kent. Kağanın küçük kardeşinin ve atalarının yaşadığı şehir. İkinci ordugah şehir.

Kencek / Kençek: Gencek. Talas civarında yaşamış olan, iki dil bilen, kendilerine özgü şiveleri olan, birçok Oğuz boyunun birleşimi ile oluşan bir Türk bölüğü

Kençek Sengir: Gencek Dağı

Kençek Senir: Kençek Şehri

Kençeklenmek: Kençek kılığına girmek, Kençeklilere benzemek, Kençekleşmek

Keneş: Danışma, görüşme, düşünme, tedbir alma

Keneşmek: Karşılıklı danışmak, istişare etmek

Keneşsiz: Tedbirsiz, danışıksız

Kendir: Kenevir. Kenevirden yapılmış urgan. Urganın incesi, ip. Deriden, çadır bezinden yapılan ve hamur tahtasının altına serilen yaygı, sofra örtüsü.

Kendirel: Gencek’te bir sülale ismi. Kendirler

Kendük: Küp gibi topraktan yapılan büyükçe bir kap

Kengek: Baston

Kengeş: Şura

Kenpe: Bir ot adı, keten

Kepenek: Yünden yapılan ve havaların soğuk olduğu zamanlarda çobanların giydiği, kolsuz, uzun ve kalın yapılı bir çeşit palto

Kepir: Bayat, ot bitmez

Kerekli: Gerekli, zorunlu, farz

Kerkenes: Gündüz avlanan, 30-35cm boyunda yırtıcı bir kuş türü. Rüzgarla karşılaştığı zaman kafası görünmeyen bir el ile tutuluyormuşçasına sabit kaldığı için görüş yeteneği hep mükemmeldir

Kertlek: Zayıf, sıska

Kesel: Gevşeklik, tembellik, uyuşukluk

Kesene: Götürü, keseniye

Kesmik / kesmük: Samanın çöplü, talaş kısmı

Kestirmek: Geçici ve kısa bir an için uykuya dalıvermek

Keş: Süzme yoğurttan yapılan sert çökelek, kurutulmuş yemek

Keşgek: Buğdaydan yapılan bir çeşit yemek

Keşik: Nöbet, sıra

Keşir: Yiyecek, gıda

Keşli: Üstü başı pis olan, kirli, pasaklı

Ketez: Kağnı tekerleğinin çevresinde takılı bulunan demir çember

Kevkir: Delikli kab

Keyel: Gencek’te bir sülale ismi

Keyessimek: Tembelleşmek, miskinleşmek

Keyri: Sonra (Bundan keyri: bundan sonra)

Kılıç: Saban ve ökçeyi birbirine bağlayan demir çubuk

Kır: Basık dağ, açık  yer, kır, su bendi

Kırağı tavı: Güz vakti yere düşen kırağı

Kırklamak: Doğumdan kırk gün sonra bebeği törenle kırk defa yıkamak. Lohusa veya yeni doğmuş bebek için kırk günü doldurmak

Kıskaç: Bir çeşit metal maşa. Kalaycılıkta kullanılan maşa

Kıyık:Kıyıcı, yırtıcı, zalim, gaddar

Kızılkaya: Gencek’te bir yer adı

Kızıltoprak: Gencek’te kızıl topraklı bir yer adı

Kile: Bir çeşit ağırlık ve hacim ölçüsü, hububat ölçüsü. Şiniğin sekiz katı büyüklüğünde hububat ölçüsü.

Kirez: Kiraz

Kirkit: Istarda, halı, kilim dokurken, ipin sıkıştırıldığı büyük ve ağır tarak

Kirli çıkı: Fakir görünen ama çok para biriktiren kimse, gizli saklı para biriktiren kimse

Kisiren: Hamur teknesinden hamur almakta kullanılan, düz, demir bir alet

Kizlemek: Saklamak

Kocamusel: Gencek’te bir sülale ismi

Kokuşmak: Çürüyüp bozularak kötü bir koku çıkarmak, kokmak. Sasımak

Kor: Öz, maya, asıl. Ateş paröası, ateş

Korug: Koru, koruluk, korumaya alınmış ağaçlık bölge

Koruk: lmamış üzümden elde edilen şıra

Koşum: Bağlı, yan yana. Atın eyer, kulan, üzengi gibi malzemelerinin tümü

Koy: Koyun, merhamet

Koyunlu: Merhametli

Kozak: Kozalak. Çam, selvi gibi ağaçların sert çiçeği

Köfün: Yedi ila sekiz sepet dolusu üzüm koyulabilen büyük sepet, küfe

Kömbe: Daha çok mısır unundan yapılan, kızgın korlu külde veya soba fırınında pişirilerek yenilen kalın ve yuvarlak ekmek

Kömek: Yardım

Körke: Ağaçtan yapılmış tabak

Kör Kuyu: Gencek’te bir sarnış ismi

Körpe: Bebek

Körük: Ateşin harlanması için kullanılan, genellikle manda derisinden yapılmış hava üfleyen malzeme

Köse: Sakalı bıyığı olmayan. Ateş karıştırmaya yarayan odun.

Kösel: Gencek’te bir sülale ismi. Köseler

Kösülmek: Büzülmek, boylu boyunca uzanıp yatmak

Köş: Çatı kat

Köşgü: Evin balkon kısmı

Kudur: Kudret, güç, gazap

Kudurmak: Azmak, öfkelenmek

Kulağel: Gencek’te bir sülale ismi. Kulaklılar

Kumüs: Gümüş, kadın kişi adı

Kurgan: Kale, anıt, mezar

Kurşunbaşel: Gencek’te bir sülale ismi.

Kuskun: Atın kuyrğundan geçirilip eyere bağlanan kayış

Kut: Uğur, alih, baht. Mübarek. Can, ruh, dirilik, yaşam gücü. Kader, yazgı. Erk, iktidar. Bereket, nasip

Kutlu: Mübarek, tanrısal. Bahtiyar. Kabul görmüş

Kuyucel: Gencek’te bir sülale ismi.

Kücü: Uç kenarlarına dik olarak çekilmiş iki çivi bulunan ve düzgünce ip sarmaya yarayan bir ağaç değnek

Küçe: Sokak

Küçek:Güçlü

Küçüleme: Halı dokuma aleti

Kükremek: Kükreyiş, bağırmak, kabarmak, taşmak, coşmak, yüksek sesle bağırmak

Kül: Ateş, yakıcılık, yok edicilik. Yenilmezlik. Ulu, ünlü. Gözü karalık. Ateşten arta kalan toz

Külek: Rüzgar

Külünk: Balyoz

Külümbe: Elle çevrilerek su çıkarılmada kullanılan çarkın kolu

Kümbemek:Sıçramak, atlamak

Kün: Gün, güneş, gündüz

Küncek / Güncek: Güneş özü, güneşin aynısı, gün özü

Künçek: Güneşlik, şemsiye

Künk: Suyu bir yerden başka bir yere akıtmak için küçük bir kanal açılıp oluk gibi taş döşemek ve üzeri tekrar toprakla kapatılmak suretiyle meydana getirilen toprakaltı su tesisatı

Kündüz: Gündüz

Kürt: Kurt, dağ Türkmeni

Kürdel: Gencek’te bir sülale ismi. Kurtlular

Kürk: Kırlarda yetişen, yazın, siyah, küçük meyveleri olan ve yenilebilen bir meyve

Kürümek: Sürüklemek götürmek

Küsge: Ağaçtan, küçük huni şeklinde yapılıp bir değneğe bağlı iple döndürülen bir oyuncak

Laylay: Ninni

Lengirdeşmek: Gevezelik etmek, bağırarak konuşmak

Leşvetmek: Bir yere su taşması sebebiyle oranın bataklık ve çamur haline gelmesi

Letir: Kök kısmı topraktan çıkarılarak yenilen ve taze nohuda benzer tadı olan bir ot

Leyleğel: Gencek’te bir sülale ismi.

Löklemek: Kırılmı, çatlamış çanak çömlek gibi kabları yumurta akı, sabun ve kireçten yapılan özel bir macunla  yapıştırmak

Löküs: Tüplü lamba

Lüçnüt: İmece, buğday ve buğdaya benzer şeyleri temizlemekte köylülerin yardımlaşması. Köylülerin bir köle veya bir hayvan göndererek harman dövdürmek için yaptıkları yardım

Lüt: Çıplak

Mağ: Su birikintilerinde oluşan yosun

Mahana: Bahane

Mah: Ay yüzlü, ay

Mahgeme / Maggeme: Mahkeme

Makta: Kereste

Malak: Manda yavrusu. Aptal

Malama: Bir-iki gün düvenle sürülen ekin

Malamat Etmek: Rezil etmek

Mamak: Sakin , kendi halinde

Mamir: Memur

Manas: Huy, mizaç, heybetli, heybet

Marag: Merak

Maraglı: Meraklı, ilgili, ilginç

Maral: Ceylan

Masır: 10-15 cm. uzunluğunda, çubuk biçiminde, yuvarlak ve küçük kamış boru

Maşala: Alevli çıra

Maşat: Hıristiyan mezarlığı

Matetmeg: Rezil etmek, ayıbını herkese göstermek

Mat: Şaşı

Mavrı: Kedi yavrusu

Mavuş: Maviş. Mavi nesne. Gök rengi nesne

Mavuşel: Gencek’te bir sülale ismi.

Maya: Dişi deve

Mazarat: Şımarık

Mehek: Görüşüp konuşmaya müsait yer

Mehle: Mahalle

Meleksi: Yufka ekmek yapmak için yoğrulan hamurdan bir ekmek yapılabilecek kadar ayrılan ve oklavayla eylemeye hazır hale getirilen yuvarlak hamur parçası

Melez: Kırk günlük yazlık buğdayı ile arpanın karışımı

Melham: Merhem, krem

Melle: Duvarcı aracı, mala

Mellec: Gencek’te bir yer adı. Ezik, ezilerek birbirine karışık

Melli: Göçten geri kalan

Mencilis: Meclis, topluluk

Mengen: Nişancı, iyi ok atan. Becerikli

Mengene: Onarma, işlemi, düzeltme işlemlerinde nesneyi sıkıştırıp sabit tutmaya yarayan alet

Merdane bilmek: Karşısındaki insanı kendinden daha iyi, güçlü olduğunu göz önüne almak

Merçem: Kakül, perçem

Merdek: Düzgün yapılı, biraz ince ve uzunca kesilmiş kerestelik ağaç

Meres: Miras.Veraset yoluyla geçen şey, ölen bir kimsenin bıraktığı mal, mülk

Merkep: Eşek

Meslel: Gencek’te bir sülale ismi.

Mezer: Mezar

Mıh: Çivi

Mindanat: Tarladan biçilen tahılı kağnıya yığma esnasında kullanılan, uç kısmında üçgen şeklinde üç çatalı bulunan ve uzun saplı bir çiftçi aleti

Miyar / Mınar: Pınar

Moza: Domuz yavrusu

Mönük: Halı dokurken el üzerine dolanan ip yumak

Mucuk: Meyve ve sebze çürüklerine, sirkeye konan küçük sinek, kumuç. Sevimli güzel göz.

Mucuğel: Gencek’te bir sülale ismi. Mucuklar

Mudul: Tomurcuk. Öğendire çivisi. Nodul

Mudullamak: Hayvanı öğendire ucuyla dürtmek

Muduloturdumu: Gencek’te eski bir yerleşim bölgesi

Muh: Tomurcuk. Çivi

Muhanet: Hayırsız, kötü

Muhdamat: Tomurcuk damat, yeni damat manasına gelen Gencek’te bir yer adı.

Mulla / mul: Karaağaç, değirmen

Mullel: Gencek’te bir sülale ismi.

Mullalel: Gencek’te bir sülale ismi

Muraf: Karşı karşıya, yüz yüze

Mureyi: Dedikoducu, laf götürüp getiren kimse

Musa Yurdu: Gencek’te bir yer adı

Musdan: Mustafa

Musdanel: Gencek’te bir sülale ismi

Muşduluk: Müjde hediyesi

Mücürüm: Beceriksiz, elinden bir iş gelmeyen

Mülcem: Şaşkın, beceriksiz. Ondan dolayı

Münnez: Evin temeli

Müsefir: Misafir

Nacak: Tek ağızlı bir çeşit balta

Namlı: Ünlü, meşhur. Namlu, ateşli silahların fişek yerleştirilen metal bölümü

Neçe: Kaç, ne kadar

Nefer: Kişi

Nenni: Ninni

Nen çekmek: Çocuklara dinni söylemek

Neniklerile: Ne emekler sarfederek

Nezgep: Kadınların başına taktıkları, gümüş paralarla süslü evlilik sonrası takılan ve atadan ataya intikal eden başlık

Nişlen: Ne yapıyorsun?

Oba: Yurt, mekan, mesken, diyar, çadır, kabile, aşiret

Obusa: Çift sürerken pulluğun bıçağına yapışan çamuru sıyırmak için öğendirenin arkasına takılan kisren

Ocak: Otak, odak. Ateşlik, ateş olan yer

Ocaklı: Ocak sahibi

Ocaklık: Evlerin bir kenarına ve duvarın içine doğru oyuk olarak yapılıp üst kısmı bacaya açılan ve yemek vs. pişirmekte kullanılan yer

Od: Ateş, ot

Oğlak: Keçi yavrusu

Oğraş: Uğraş, mücadele, meşgale

Oğru / Oğrun / Uğrun: Hırsız

Oğul: Oğlan, erkek çocuğu, evlat

Oğurlamag: Çalmak, adam kaçırmak

Oğrun oruun: Gizli gizli, hırsız (oğrun ) gibi

Oktar: Bilgili, akıllı. İyi ok atan. Davetçi, davetkar

Olgun: Yetişkin, olmuş, kamil

Oltan: Ayağı muhafaza etmek için

Omaca: Üzüm ağacı

Omarel: Gencek’te bir sülale ismi.

Omur: Umur. İlgi, heves, güç, dayanıklılık

Ongarmak: Ttamir etmek, bir işi yanlış yada eksik yapmak

Ongun: Bolluk, bereketlilik, uğurluluk ve verimlilik

Onmak: Hayatta talihli ve şanslı olmak

Ondan kericeğim: Ondan başka

Orum: Mera, otlak

Ot: Ateş, ocak, ev. Nebat, bitki

Otluk: Ateşli

Ot süpürgesi: Evi süpürmeye yarayan süpürge

Otul: Sazlık

Otulel: Gencek’te bir sülale ismi.

Otururkana: Otururken

Oya: Oyularak yapılan el işi

Oyma: Kadın elbisesi

Oymak: Yığın, kitle. Obadan büyük, boydan küçük olan akrabalar topluluğu

Oynak: Gencek’te bir yer adı.

Oynak:Kımıldayan, yerinde sağlam durmayan, hareketli, güvenilmeyen, kararsız. Yeraltı suları nedeniyle kayan toprak arazi. Üstü çayır altı bataklık yer.

Öd: Safra

Ödem: Vücut içi iltihaplanma. Borç, bakiye

Ödün: Uzlaşmaya varabilmeki için bazı haklarından vazgeçmek

Öğ: Ön

Öğendire: Kağnıya, çifte, dövene koşulan hayvanları idare etmekte kullanılan, bir ucunda küçük bir çivi bulunan, ince ve uzunca ağaç değnek.

Öğeyin: Bir çeşit zararlı böcek

Öğselemeç: Ateşi karıştırmaya veya yanan korda bir şey pişirmeye yarayan uzunca değnek

Öğsü / eğsi: Bir ucu ateşte yanmış odun

Öğsüz: Öksüz

Öğün: Yemek vakti. İtina, dikkat, sıra

Öğük: Çok sevimli, cana yakın, sevgili

Öğünmek: Övünmek, gururlanmak,

Öğünmüş: Öğünmeyi hak etmiş, övünmüş, gururlu

Öğünür: Gururlu, mağrur

Öğüt: Nasihat, tavsiye, deneyim aktarımı

Ök: Öz, doğuş, gelişme. Zeka, bilme, us, yetenek. Ana, doğuran

Öksüm: Arzu, murat

Öksüz: Anası ölmüş olan çocuk. Desteksiz, arkasız, gelişmeye engel durumu olan

Ökte: Ökeli, akıllı, deneyimli

Öküz: Öküz. Irmak, nehir, akarsu. Uzman, bilge, ehil, dahi

Ölçermek: Sönmeye başlayan ateşi yeniden alevlendirmek

Ölmez: Dirayetli, dayanıklı,unutulmaz, iz bırakmış

Ön: Doğu, güneşin doğduğu yön. İlk başlangıç, doğuş. Öncelik, ön taraf

Önmek: Takip etmek

Önceğez: Önündeki söz. (Bu deyeseğin bir önceğezi varıdı amma…)

Öncek: Koyu lacivert pamuklu kumaştan yapılmış, kadınların giydiği uzun etek

Öneze: İz sürmek, iz takip etmek

Öncü: İlk, orijinal, lider, yol açan, önde olan

Örü: Geceleyin uyuyan koyun sürüsünün uyandığı zaman

Örüm: Çit, ağıl. Saç örgüsü

Örün: Saç örgüsü, beyazlık, temizlik. Ürün, hasılat

Örtmek: Gizlemek, korumak, saklamak, görünmez duruma getirmek, kapamak, kaplamak

Öteyaka: Gencek’te bir yer adı

Öteyüz: Gencek’te yaylanın uzak tarafı

­­Ötmeg: Geçmek

Ötmek: Ötmek

Öyke: Öfke, hiddet, hınç

Öykü: Hikaye, taklit, benzetme

Öyük: Çoşku, çoşkunluk

Öz: Benlik, ben, tin, can, ruh, gönül. Asıl, esas, temel. Şahsi, kişisel, kendi

Özbek: Cesur, kendine güveni tam

Palan: Binek ve yük hayvanlarına vurulan geniş ve süslü bir cins eğer

Palaz: Kaz, ördek, güvercin gibi hayvanların civcivlikten sonraki durumu. Gürbüz, şişman, dağınık, düzensiz kişi. Çirkin, kötü. Manda yavrusu. Ekin biçildikten sonra tarlaya dökülenleri toplarken, tırmığın dişlerine takılan ince saplar. Keçi kılından yapılmış ve eskimiş kilim, çul, çuval, keçe.

Pambık: Pamuk

Papara:

Papk: Şapka

Park: Ev, bark

Patgı: Ağaç köprülerin yan kenarlarına dikey olarak ve belli aralıklarla sağlam bir şekilde dikilen kalın ağaç kazıklar

Patı patı: Darı(Mısır) ekmeği