ZÜMRÜT RENKLİ GENCE
***
Sır Derya ve Türk Sır Budunu Kençekler
“Asya’da iki büyük nehir vardır. Biri Mezepotamya’daki Fırat ve Dicle diğeri Seyhun ve Ceyhun’dur. Bunların her ikisi de insanoğlunun yaşadıkları en eski mekanlardır ve uygarlığın ocağıdır” [1]
MÖ.VIII.yüzyıldan itibaren İskit, Massaget, Hun, Kanglı, Peçenek, Karluk, Oğuz, Kıpçak kavimlerinin merkezi olan bölge; ana Türk kavimlerinin bir karması olan Kençekler’in de atayurdudur.
Sır Derya ve Amu Derya’nın Cana Deray, Kuan Derya, Barçın Derya, İnkar Derya ve Kalgan Derya olmak üzere beş ana kolu vardı.[2] Günümüzde kurumuş olan bu beş ana kol üzerinde beş ana Türk budunu oturmaktaydı. Günümüzde bu kollar kurumuştur. Yerleri bile bilinmemektedir. Ancak Kuan Derya (Quan) ile Cana Derya’nın yerleri Orta ve Aşağı Sır Derya kısımları olarak gösterilmektedir. (Togan 1945) Bunların dışında Karadağ’dan başlayarak İsficab ve Otrar’ı geçerek Sır Derya’ya katılan Arıs Nehri vardır. Bir de Türkistan’da günümüzde Karaçuk diye anılan Karasu nehri vardı. Sır Derya havzasının uç bölgesinde ise Talas Nehri vardır. Mesela Karasu nehri çevresinde oturanlar Bazileus/Başoğuzlu İmparatorluğu’nu ve Akmenied Devleti’ni kuran, daha yakın dönemde ise Osmanlı Beyliği’ne katılarak Osmanlı Devleti’ni kuran Karesibeyliği’nin ataları (Kızılbaşlar) Bozulus Türkmenleri’dir. Arslan Hanedanı’ndandırlar ve bir dönem Pers/ İran coğrafyasına hakim olmuşlardır. Kökenleri Kençekler’e dayandığı için bazı alimler Kençekler’i Perslerle ilişkilendirmeye çalışmışlar, ancak netice alamamışlardır. Esasen bu karışıklık elli yıl evveline kadar İran coğrafyasını Türkler’in yönetmesinden kaynaklanmaktadır.
Sır Derya bölgesinine ilk yerleşen Türk kavimleri İskit / Sakalar’dır. Kençekler ise, tarih kaynaklarında Gandsaq yani “Sak Atası” “Sak Kanı” “Sak Hanı” diye anılan bir kavimdir. Orta Sır Derya’da yaşayan Sakalar, Sır Derya nehrine Yaksart, aşağı kısmında ve göçebe yaşayan Sakalar ise Silis diyordu. Silis kelimesi “berrak, temiz, aydınlık” demektir. Yaksart kelimesi ise “hakiki inci” manasına gelmektedir. Göktürk kaynaklarında geçen “inci” isminin Sır Derya’nın Fergana ile Taşkent arasındaki kısmına verilen ad olduğu görülmektedir. [3]
Sır Derya nehrini besleyen beş ana kaynağa baktığımızda Talas, Arıs, Şu, Karasu, Narın nehirlerinin tamamının kaynağı Tanrı Dağları’dır. Bu ırmakların orta havzaları ise Kençekler’in yaşadığı Kaşgar, Taraz (Talas) ve Fergana arasında kalan bölgedir. Bu bölge ise; Alp Er Tunga, Ergenekon, Oğuz Kağan, Şu, Bozkurt, Göç, Yaratılış ve Manas destanlarının, yani Türk destanlarının geçtiği bölgedir. Taraz, Talas ve Kençek şehirlerinin bulunduğu Kençekler’in kadim yurdudur.
İşte bu bölgede yaşayan halk, Sır Derya nehrine Seyhun (Hocent Suyu), Ab-ı Hocend demişler, Moğol ve Özbekler de Sir Suyu (Ab-ı Sir) diye baksetmişlerdir. [4] [5]
Kazakistanlı A.Şilterhanov, Orhun Yazıtlarında geçen “Türk Sir Bodun” ifadesindeki “Sir” kelimesini halk, il anlamına çevirerek bugünkü “Sır” ismiyle özdeşleştirmiştir. Çünkü Orhun abidelerinde “Türk Sir Milleti” ifadesi sık sık geçmektedir. Sır Deryası için de “inci nehri” ifadesi kullanılmaktadır. Oğuzlar da Sır Derya için aynı manaya gelen “İnci Öğüz” demişlerdir.[6] Bilge Kağan kitabesinde ise, bir defa “Sir Tokuz Oğuz” ifadesi geçerken, Kül İç Çor yazıtında “ Sir İrkin oglı yigan çor kälti” ifadesi geçmektedir. Ögel, Türk Sir Budun ibaresini “Türk Birleşik Milleti” olarak açıklamaktadır.
Czegledy, Sir’in bir boy adı olduğunu söylerken, S.Q.Klayaştornıy Sir’i Kıpçaklar’ın atası olan bir Türk boyunun adı olarak değerlendirir. XII.yüzyılda Göktürkler’le Tokuz Oğuzlar’ın arası liderlik çekişmelerinden dolayı açılmıştır. Ancak İlteriş Kağan onları ağır bir mağlubiyete uğrattı. Tokuz Oğuzlar da Göktürkler’e tabi oldular. MS.646’da ise Tokuz Oğuzlar, Türk Sir Budun’u mahvetmek istedi. Kıpçaklar’ın da atası olan Sir Budun, onlardan intikam almak için Göktürkler ile birleşti. Ve Göktürk Devleti’nin ortaya çıkmasında büyük rol oynadı. Onlar bu devletin iki esas dayanağından birini temsil ederdi. Orhun Abidesi’ne göre bu devlet Sir Budun yeri olmuştur. (T 3,58,60) Ih-Huşotu Abidesi’nde irkin (budun) “sir budun / irkin” olarak kaydedilmiştir. Bilge Kağan Abidesi’nde ise “Türk Altı Sir, Tokuz Oğuz, eki ediz kerekülüg begleri bodunı...” olarak geçmekte ve Türk Sır Budun’un altı Türk kavmini birleştirdiğini göstermektedir.[7]
Türk geleneklerinde, herhangi bir millete, bu tarz koruyucu bir ad verildiği az görülen bir şeydir. Satuk Buğra Han gibi. Ancak Klayaştorniy, Kıpçak ulusunun atalarının böyle koruyucu bir ad kullanmakta haklı olduklarını söyler. Türk Sir Budun, başlarına gelen felaketlerden dolayı böyle bir ad kullanmak zorunda kalmıştır. Nitekim uzun bir zaman sonra, Türk Sır Budun’un neslinden olan kavimlerden birine, Oğuz Kağan tarafından içi boş ağaç kovuğu manasına gelen “Kıpçak” adı koyulmuştur. Bazı bilim adamları ise Fars dilindeki “şir” (arslan) kelimesiyle birleştirip Arslanlar Hanedanı şeklinde izah ederler. Kıpçaklar’ın ataları olan Sir Budun, Göktürkler’in dağılmasından sonra parçalanmış, büyük bir bölümü Kimek Kağanlığı’na dahil olmuştur. Kaşgarlı Mahmud ise; XI. Yüzyılda Kıpçaklar’ın güneyde serhad vilayetlerinin Taraz yakınlarındaki Kençek Sengir olduğu belirtmektedir.(MK, I, 339)
Taşağıl ise; Türk Sir Budun’un, Oğuz gurubu gibi Tola Irmağı civarında yaşayan bir Türk topluluğu olduğunu belirtir.
Türk Sir Budunu, Ab-ı Sir suyundan içenlerdir. Tüm Türk tarihi boyunca Sır Derya’nın gözlerinin bulunduğu yerde yaşayanlar, yani Ab-ı Sir suyundan içenler ise Kençekler’dir. Zaten bu konudaki bütün referanslar ve kaynaklar Kençekler’i ve onların yaşadıkları yerleri tarif etmektedir. Türk mitolojisindeki “Sutaşı” veya “Yada Taşı” tabiri de ordan gelmektedir. Kençekler’in farklı coğrafyalarda yaşadıkları yerlere; “su, ırmak, taş, kaya” gibi isimler vermesindeki hikmet de budur. Iğdır, Hatay, Sivas’ta Sutaşı köylerinde Kençekler yaşamaktadır.
İskitler / Sakalardan sonra Sır havzasında,MÖ.1000’li yıllarda ve MÖ.III.yy’da eski Kanglı ve Kangyu Devleti kurulmuştur. Kanglı ve Kangyu’lar ise Kençekler’in ata kavimleridir. Beş Türk budununun birleşerek kurdukları bu devlet hakkında bilgi bulmak gerçekten çok zordur. Sadece Çin kaynaklarında esas bilgiye rastlanabilmektedir. Tolstov, Çin vakanüvisi Çjanü Siyan ve diğerlerinin verdiği bilgilere dayanarak Kangyuler’in Sır Derya’nın aşağı kısmında Otrar’a kadar olan bölgede yaşadıklarını söylemektedir.[8]
Sınırlarının doğuda Fergana, güneyde Part ükesi ile Baktriya, batıda ise Harezm ve Buhara topraklarıyla hemhudut olduğunu aynı kaynaklardan öğrenmekteyiz. Kangyu Devleti’nin başkenti Bitan şehri idi. Sır Serya nehri bazı kaynaklarda ise Kang olarak geçmektedir. Kang kelimesi Farsça’da “sulu” anlamına gelmekteydi. [9] Kabışev ise; Kanglı kelimesini suyun kenarında, nehrin kenarında oturanlara verilen isim olarak tasvir etmektedir. Yine O.Pritsak, Taşkent kelimesini Kang’ın Türkçe tercümesi olarak görmektedir. Kang, Farsça’da “taş” manasına da gelmektedir. Oğuz Kağan tarafında kağnıyı icad edip savaşta kullandıkları için bu isim verildiğini de bilmekteyiz. Muhtemelen icad ettikleri bu tekerlekli kağnıyı ilk olarak Farslılar’a karşı kullandılar. Böylece bu kelime Türk dilinden bir alıntı olarak Fars diline yerleşmiş oldu. Kençekler’in ata kavimlerinden olan Kanglılar, Kazak yüzlerinden Ulu Cuz’e dahil en eski kavimlerden birisidir.[10]
Moğol istilasından sonra nehrin ve bölgenin adı Sır suyu veya Sır Derya olarak anılmaya başlamıştır. Muhtemelen “Silis” ismi de “sır” ismiyle ilgilidir.(İA,X:567)
Araplar arasında Fırat ile Dicle, Seyhun ve Ceyhun nehirlerinin cennet nehirleri olduğu yönünde bir rivayet vardır. [11] Aslında cennet nehirleri hakkındaki rivayetler Araplara Yahudilerden geçmiştir. Çünkü bu isimlerin aslı, Tevrat’ın Tekvin bölümünde geçen cennet nehirlerinin adı olan Geyhun ile Peysun veya Feysun olarak geçmektedir. Yani Ceyhun Geyhun’un bozulmuş şekli, Feysun da Seyhun’un aslıdır. [12]
Hun döneminde Talas’da bir ordu bulunurdu. Türgişler zamanında ise; Türgiş Kağan’ın büyük ordusu Çu vadisinde Tokmak’ta, küçük ordusu Kangyue şehrinde idi. Karluklar döneminde ise ordular Çu ve Talas şehirlerinde idi. Yani Çu ve Talas çevresi bütün Türk devletleri zamanlarında ordu merkezleri idi. [13]
Yedisu bölgesindeki dağ etekleri, İli, Çu, Talas ve diğer nehir kenarları yaylak ve kışlak olarak kullanılıyordu. Bu bölgelerde yaşayan göçebe kavimler Sır Derya ile Talas ve diğer nehir boyunda yaşayan ve tarımla uğraşan yerli ve yarı göçebe kavimlerle sıkı münasebet içinde idiler. Bir anlamda bu iki değişik hayat tarzını benimsemiş topluluklar, varlıklarını sürdürebilmeleri için birbirlerine muhtaçtılar.
Türk Devletleri yıkıldığı zaman ilk tahrip edilen yerler doğu ve batı şeklinde iç içe kalelerle inşa edilmiş “Ordu Kent”ler olmuştur. Bunun en büyük örnekleri Gandzak, Kanzag, Otrar(Yengikent - Kence) ve Merv şehirleridir.
Orta Asya’daki Türk tarihini iyi incelediğimizde; Tür budunlarının devlet kurmak için birleştikleri ve merkez seçtikleri yerlerin tamamı Sır Derya bölgesindedir. Bütün Türk destanlarının yaşandığı bir yer olmakla birlikte, aynı zamanda destanların da kaynağı olan bir bölgedir. Yani Türkler açısından vazgeçilmez bir yerdir. Çünkü Kaslar’ın, Sakalar/ İskitler’in, Hunlar’ın, Göktürkler’in, Türgişler’in, Karluklar’ın, Oğuzlar’ın, Kangarlar’ın, Karahanlı ve Selçuklular’ın ataları hep burada yaşamışlardır. Bölgenin “Sır” olarak ifade edilmesi muhemelen bu yüzdendir. Çünkü bu bölge Türk Birliği’nin bir göstergesi, ana merkezi, kengeş meclisi ve birleşme noktası olmuştur. Kençekler’in bütün Türk devletlerinin temellerinde yer almasındaki sır da budur. Çünkü beş ana Türk budunun birleşmesiyle ortaya çıkan bir budundur.
Kençekler, Türk devletlerinin hanedan ailelerinin, beylerinin ve ulu bilgelerinin oluşturduğu bir kavimdir. Bünyesinde, Türk devletlerine danışmanlık eden ulu bilgeler, ulu atalar ve ak sakallı ihtiyarlar bulunduran bir kavimdir. Bu yüzden göğe ve yere verilen sırların kilitleri Türk Sir Budunu olan Kençekler’dedir. Kençekler, Türk devlet teşkilatlanmalarındaki merkez kuvvetin aynasıdır. Gök soylu ve gök ilmine sahip lider tabiatlı Kayılar ile, yer soylu ve Türk soyunun kadim sırlarını gelecek kuşaklara aktaran yer ilmine sahip muhafızlardan oluşan Kençekler daima iç içe olmuşlardır. Kençekler ise, sadece Kayılar ile değil, diğer tüm Türk budun ve boylarıyla iç içe olmuştur. Bu yüzden Türk devletlerinin düşmanlarının en büyük gayesi bu iki Türk budununun arasını açmak olmuştur.
Türk tarihindeki büyük göçlere baktığımızda ise, Kurtlar’ın temsilcisi Kayılar’ın terk ettiği yerlere Kençekler’in oymak ve boylarının gelip yerleştiği veya Kayılar ile birlikte göç ettikleri görülmektedir. Zaman zaman dağılan Türk birliğinin, bu bölgelerde küllerinden yeniden doğması tasadüf değildir. Çünkü, diğer budun ve boylar ayrı düşseler de Kençekler parçalanıp ayrılamazlar. Çünkü beş ana Türk budunun beşiyle de kardeştirler. Bu ön Türklerden olan Kaslar zamanında böyleydi. Sakalar, Hunlar ve Göktürkler zamanında da, sonraki zamanlarda da böyle oldu. Dağılan Göktürkler’i Kençek merkezli kurulan Kangar Birliği yeniden toplayıp önce Kutluk Devleti, sonra Türgiş, Karluk, Oğuz Yabgu, Karahanlı devletlerini kurmuşlardır.
Kençekler, diğer budun ve boyların parçalanıp dağıldığı dönemlerde, yeniden dirilişin kıvılcımları olmuştur. Türk kültüründe, birbiriyle küsen akrabaları hepsiyle hala dost olan ata konumundaki birisi barıştırır.
Orhun Abideleri’nde ise “Kengü Tarman” olarak geçen Kençek Senir; Talas ile Sır Derya arasında, Soğd bölgesinin doğusunda olup Şaş memleketinin başşehridir. Kengeresler; Konga, Kangar ve Peçeneklerin kuvvetli bir ata kavmidir. Kengü Tarman’da otururlar [14] Görüldüğü gibi Kençekler’in tüm Türk budunları içerisinde ata kavim misyonu vardır. Bu yüzden kengeş meclisleri hep burada kurulmuştur.
Özetle tüm sırlar kengeşe yani atalar meclisine gelir, kengeşten başka bir sır olarak çıkar. “Türk Sır Budunu” ifadesindeki kastın bu olduğu anlaşılmaktadır. Bir başka ifade ile; Türklerde Aşina (Kurt) ve Aşite (Arslan) diye iki hanedan vardır. Aşina, kurt demektir. Aşite ise Arslan demektir.
Aşinalar göğün, Aşiteler yerin direğidir. Devlet merkez yapısının liderleri Aşina Hanedanı temsilcisi iken; devlet sırlarının ve geleneklerinin bir sonraki döneme aktarılması için yetiştirilen muhafızlar ise Aşite Hanedanı temsilcileridir. Arslan devlet kurar, Kurt yönetir. Binlerce yıldır bu hep böyledir. Ne zaman Kurt iktidarını yitirdi veyahut Aşina boyuna ait liderlik tehlikeye düştü, o zaman Arslan Hanedanı ortaya çıkar ve Aşiteler arasından ikinci sır bir hanedan seçilir ve “muhafız” koduyla yeni bir devlet kurulur. Aşinalar iktidarı tekrar alana kadar Aşiteler yönetir.
Göktürkler’de Aşina (Kurt) ailesi Bumin Kağan’ın, İlteriş Kağan’ın mensup olduğu kabiledir. Aşite (Arslan) ailesi ise ünlü devlet adamı, alim ve komutan Tonyukuk’un ailesidir. Zaten Tonyukuk’un ismindeki “Tun veya Ton, tam şekliyle Tung- Tong” Aşite’yi temsil etmektedir. Efrasiyap ünvanlı efsane Türk hakanı Alp Er Tunga’nın asıl adı Tonga Alp Er’dir. Kaşgarlı “Tonga kaplan cinsinden bir hayvandır. Çok kere kişi adı olarak kullanılır” der. Bögü Kağan’ı öldürerek Uygur tahtına çıkan Tonga Baga Tarkan da büyük ihtimalle Tonyukuk’un soyundandır. Ayrıca daha sonraki yüzyıllara ait bir kitabede, Tonyukuk’un nesillerinin Uygurlar’a da hizmet ettiği söylenmektedir.[15]
Alp Er Tunga Destanı’nda ise büyük Türk Hakanı Alp Er Tunga’nın o dönemlerde Kençekler’in yaşadığı bölgede konar göçer bir Kençek obasından Aybirgen Hatun’a nasıl aşık olduğu, yaşadığı aşkın etkisiyle yoldaşı Belek ile yaşadıkları ve Aybirgen Hatun ile nasıl evlendiği anlatılmaktadır.
Çin kaynaklarında Toharistan yabgularının Aşina soyundan olduğu bildirilirken, Batı Kök Türk Devleti’nin hükümdarı olan Toharistan hakimi Tong Yabgu Kağan Aşite soyundandır. (Salman Özgüdenli, C.43,2003:171)
III.Babil Devleti, Ak Hun Devleti, Kangar Devleti, Batı Göktürk, Kutluk Devleti, Turgiş Devleti, Uygurlar, Karahanlılar, Gazneliler, Tolunoğulları, Babürler, Kırım Hanları, Harzemşahlar, Safeviler, Memlükler, Kaçar Devleti, Delhi Türk Sultanlığı, Selçuklu Devleti, Anadolu Selçuklu Devleti, Anadolu Beylikleri, Gence Hanlığı, Azerbaycan Türk Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti Aşite Hanedanı’nın kurduğu devletlerdir. Bu devletlerden büyük çoğunluğunun bayrak veya flamalarında “Arslan” motifi kullanılmıştır. Ve bu devletlerin kuruluşlarının tamamında Kençekler’i aktif kurucu olarak görmek mümkündür. (Bkz Beş Soylu Ulus, Bir Ulu Devlet- Gencek Kençek)
Örneğin köken itibari ile Kençekler’in Ağaçeri Aşireti, Azerbaycan ağzında Ğaçeri, Gecer veya Kacer, Gacer olarak geçer. Kaçarlar, Türkistan’ın Horasan boyudur. Kanglı ve Kengerliler’le bağlılıkları muhtemeldir. [16] Oğuzhan’ın İran seferi sırasında Azerbaycan’a gelip yerleşen büyük bir Kençek topluluğudur. Karabağ bölgesinde yaşamaktadırlar.[17] 1794 tarihinden 1925’e kadar İran tahtını idare etmişlerdir. Şah Kulu Han’da Kaçar’lardandır.[18] Kafesoğlu, Harzemşahlar Devleti’ni kuran sülalenin de Kaçarlar’dan olduğunu ifade eder.[19]
Ögel; “Türklerin İslamiyet’e girmesi ve Uygurlar’ın büyük bir imparatorluk kurmaları üzerine Arslan motifi kendini göstermeye başlamış ve Mısır’daki Memluk efsanelerinde olduğu gibi Türkler’in ilk ataları Arslanlarla beraber yaşamıştı” demektedir. [20] Batı Göktürk kağanının tahtı dört altın arslan üzerinde oturuyordu. Uygur ve Karahanlı hükümdarları ise “Arslan Han” lakabını kullanıyorlardı. Özellikle Karahanlı Devleti, Kençekler’in doğrudan etkisiyle kurulmuştu. İran’a ve Hindistan’a Türklerin hakim olduğu dönemlerde ise gücün timsali “Arslan”motifi iyice öne çıkmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Atatürk’ün mezarı olan Anıtkabir’e baktığımızda ise Aşite (Arslan) Hanedanının halı ve mermer işlemelerine kadar “Arslan” sembollü tamgalarını vurduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Yukardan bakınca büyük bir kilit şeklindeki Anıtkabir’de Oğuz boylarının tamamı, sır ehli muhafızlara istinaden Arslan sembolü ile temsil edilmiştir. Yürüme yolu üzerinde ise sağlı sollu mermerden arslan heykelleri de yer almaktadır. Kazakistan’da Esik kurganında bulunan ve Alp Er Tunga’nın oğlu Altın Han’a ait olduğu anlaşılan “Altın Elbiseli Adam” ve en eski halı olan “Pazırık Halısı” üzerinde de atslan motifleri yer almaktadır.
Türk yazıtlarında; Türk düşmanlarının Sir Budun’u ortada sıkıştırmak ve mümkünse tamamını yoketmek için kurdukları plan bile anlatılıyor. Sir Budun mutlu olmazsa Kağan’ın tahtta oturamayacağı açıkça yazılmaktadır [21]
...Tengri ança temiş erinç, Kan bertim,kanıngın kodup içikding.İçikdök üçün Tengri öl temiş erinç.Türk bodun ölti alkıntı yok boltı.Türk Sir bodun yerinte bod kalmadı.Ida taşda kalmışı kuwranıp yeti yüz boltı...
Tengri şöyle demiş elbette, Kan(Han) verdim. Hanını bırakıp tabi oldun. Tabi olduğun için Tengri öl demiş elbette. Türk budunu öldü, mahvoldu, yok oldu. Türk Sir Budununun topraklarında (ülkesinde) boy kalmadı. Ağaçta (ormanda) taşta (mağaralarda) kalmış olanlar toplanıp yedi yüz kişi oldu... [22]
Tabgaç (Çinliler) güney taraftan saldırın, Kitanylar doğu taraftan saldırın, Ben (ihanet eden boylar) kuzey taraftan saldırayım. Türk Sir budunu oldukları yerde hiç yürümesin Hepsini yok edelim. [23]
“Elteriş Kagan kazganmasar yok erti erser ben özüm bilge Tonyukuk kazganmasar ben yok ertim erser,Kapgan Kagan Türük Sir Bodun yerinte bod yeme bodun yeme kişi yeme idi,yok erteçi erti. Elteriş Kagan bilge Tonyukuk kazgantok üçün Kapgan Kagan Türük Sir bodun yorıdokı bo. Türük Bilge Kagan Türük Sir bodunug oguz bodunug igidü olorur”
Elteriş Kağan kazanmasaydı, o olmasaydı, ben, kendim bilge Tonyukuk kazanmasaydım, ben olmasaydım, Kapgan Kağan, Türk Sir budununun topraklarında (ülkesinde?) boy da budun da kişi de olmayacaktı. (T.60)
Elteriş Kağan ,bilge Tonyukuk kazandığı için Kapgan Kağan, Türk Sir budunu yaşamaya devam etti. Türk Bilge Kağan Türk Sir budununu ve Oğuz budununu besleyerek (sahip çıkarak) yaşayabilir (tahtta oturur diye de çevirmişler). [24] Yine Tonyukuk kitabesinde, yüzbin kişilik çok büyük bir kuvvete karşı az bir kuvvetle saldırdıkları ve Türk Sır Budun’u korudukları anlatılmaktadır.
Bilge Kağan anıtında ise; “12. Üze Tengri erglig <...> bod <...> tümen u/og <...> ya men <...> ün/ön <...> rig (erig) bod (unug) 13. <...> igidin emgetmen tolgatman <...>m”
Karahanlı Devleti, kavimleri Altay sistemine uygun olarak iki kağan idaresinde kısıma ayrılmıştı. Doğu kısmının hakimi olan büyük kağan Kara-Ordu’da yerleşti. O Arslan Kara Han ünvanını taşıyor ve aynı zamanda Karahanlılar’ın en yüksek hakimi sayılıyordu. Batı kısmının hükümdarı, ortak-kağan, önce Taraz’da (Taraz Kençek), sonra Kaşgar’da ve daha sonra tekrar Taraz’da yerleşmiştir. Unvanı Buğra Kara Hakan’dır. Her iki hayvan ismi arslan ve buğra, Karluk kavmi birliğine dair büyük grupların ongunuydu. Bu iki baş hükümdardan başka, hakimler zümresine, sülaleye mensup, daha dört alt kağan ile altı hükümdar vekili bulunuyordu. Rütbeler kademe kademe yükseliyordu. Arslan-ilig, mevki boşaldığı takdirde buğra-han yerine geçebiliyor, buğra-han da aynı şekilde arslan-han yerine geçebiliyordu.[26]
Tarih boyunca Taraz ve Kaşgar’da yaşayan kavim ise Kençekler’dir. Bu bile başlı başına küçük ordugah ve şehzade (tigin) şehrine hakim olan Kençekler’in, Aşite hanedanının temsilcisi olduğunun delilidir.
İktidar sahibi olan, devlet yöneten yani Kurt olan Kayılar’dır. Devlet sahibi olan, devlet kuran Arslan ise Sakalar’ın da atası olan Kençekler’dir. Yani Kençekler, devlet kurup devlet yıkan Türk Sır Budunu’dur. Kayılar 24 Oğuz boyuna hükmedip “Han” yani Hakan, Kağan olurken, Kençekler 24 Türk budununa hükmedip “San, Kan, Saq” yani “Ata, baş, lider, atasaghun” olmuştur.
Zaten kasıt ne olursa olsun, o bölgenin kadim kavmi Kençekler’dir. Demek ki Kençekler, Türk Sır Budunu’dur. Sırrın ne olduğuna gelince, yeterince anlaşılmış olacağı üzere “Birlik Sırrı” dır. Bu yüzden Kençekler, Türk milletinin külleridir. Ve Türk Milletlerinin varlığı, ancak ve ancak Türk Sır Budunu ve Oğuz Kağan nesline sahip çıkmakla mümkündür.
Sadece Moğol istilası döneminde İlhanlı Devleti’nin emirlerinin kimler olduğuna baktığımızda bile, Kençekler’in izlerini derin bir şekilde görmek mümkündür. İlhanlılar’ın Anadolu Emiri Esen Kutlug’un soyunu Kâşânî ve afız Abru; Altan Han(Altun Han) oğlu Tosbuka (Tağar Sabuka) oğlu Kençek (Kencik) oğlu Sunkur (Sungur) oğlu Kılıç oğlu Kutlug(Tuğrul) oğlu Tarım oğlu Senta(Sina) oğlu Zengi(Zeki) oğlu adaletli hüsrev büyük emir Muizzu’d-din Esen (İsen) Kutlug şeklinde anlatmaktadır. Yine aynı dönemin İlhanlı veziri Reşideddin ve Atabeg Emir Sevinç Aka’nın da aynı soydan geldiği anlaşılmaktadır. Anadolu Emiri Esen Kutlug’un, Olcaytu Han’ın baş emiri Emir Çoban’ın oğlu Demirtaş Noyan’ın Anadolu beyliklerine yaptığı zulümleri önlemek için neler yaptığı birçok kaynakda anlatılmaktadır. Kencik ise kaynaklarda “Asya’nın Genç Kralı” olarak geçmektedir. Altun Han’ın altın elbiseli oğludur. Kazakistan’ın Eşik kurganında 5 adet altın elbiseli adam ve 5 altın elbiseli hanım zırhı ile leopar, pars, kartal, koç, geyik, dağ keçisi, at ve kuş motifleri ile işlenmiş 3 bin kadar plaka bulunmuştur. Bölge ise Kençekler’in kadim yurdudur.
Osmanlı’nın yıkılmasıyla birlikte Mondros Mütarekesi’ne dayanarak, kadim Türk yurdu Anadolu’nun işgal edilmeye başlandığı yıllar ise, gerek Kençekler’in işgallere karşı verdikleri mücadele, gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda üstlendikleri misyon bakımından büyük bir kitap konusu olacak kadar uzun bir mevzudur.
Atatürk’ün, Samsun’da kıyıya ilk çıktığı yer olan ve milli mücadele hareketinin ilk eyleminin başlatıldığı Engiz (Ondokuzmayıs) ilçesi ve çevresindeki köyler Kençek kökenli Gencek ve Gence Türklerinin yaşadığı yerlerdir. Bu bölge, çoğunluk itibari ile, Sinop Türkeli ve Ayancık ilçeleri ile birlikte, Kastamonu tarafından gelip yerleşen Gencek yörüklerinden oluşmaktadır. 1878 yılında ise, Ruslar Azerbaycan ve Kafkasya’yı işgal edince ordaki Kençek kökenli Gence yörükleri Engiz’e yerleştirilmiştir. Zaten İlçenin adı “Engiz” kelimesi Türkçe değil sanılarak “Ballıca” olarak değiştirilmiş, daha sonra ise Ondokuz Mayıs olmuştur. Oysa “Engiz” çok eski Türkçe olan Kençekçe bir kelimedir ve “ağaç filizi, biçilmiş tarla, anız, rahatlık, ferahlık, ağaç karanlığı” gibi manalara gelmektedir. Engiz çevresindeki Dereköy, Yörükler, Kertme, Çakallık, Üçpınar ve Karakavuk köyleri, Gencek yörüklerinin ve daha sonra yerleştirilen Gence yörüklerinin birlikte yaşadıkları bir bölgedir. Kurtuluş Savaşı’nın fitili burada ateşlenmiştir. Atatürk’ün kurtuluş hareketini başlatmak için buraya gelmesi tesadüf değildir. Derin ve stratejik bir hamledir.
Diğer taraftan Gencekler’in yaşadığı diğer bölge olan Beyşehir, ülke dış güçlerin işgaline uğradığı zaman, işgalci güçlere karşı milli ve güçlü bir refleks sergileyen bir bölgedir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı topraklarının işgaline en sert tepkiyi veren şehirlerden birisidir Beyşehir (Tansel, I/242). Binbaşı Nazım Hikmet Bey, Beyşehir Süvari Alayı’nın elinde bulunan ve Mondros Mütarekesi’ne göre teslim etmesi gereken silahları yerli halka dağıtmış ve Genceklilerin “yoldaş” adını verdiği bir örgütlenme oluşturmuştur.[27] Örgütlenmenin başında ise bölgenin manevi dinamiklerinden olan Gencekli Hatıp Mehmet Emin Efendi vardır. Birliğin lojistik ihtiyaçlarını ise Seydişehir ve Beyşehir’deki dönemin bazı kanaat önderleri ile yine Gencekli olan Hattat Mehmet Vehbi Hoca, Hüsem Efendi, Halid Efendi gibi zatlar, halktan toplama yolu ile karşılamışlardır. Bölge halkı ellerindeki devlete ait silahların bakım ve temizliğini yaparken hasar gören bazı parçaları kendileri üretmeye başlamış, ilerleyen yıllarda ise bu durum bölgede av tüfeği üretiminin temellerini teşkil etmiştir.
Bölgedeki çoğunluk tıpkı Samsun’daki gibi Gencek yörükleri ve Çeçenistan tarafından getirilip bölgeye yerleştirilen Gence Türkleridir. Günümüzde bu yüzden Çeçen kökenli bilinirler. Oysa Azeri, Çeçen, Özbek gibi tabirler sonradan Rusya tarafından sindirmek ve bölmek amaçlı kasıtlı ortaya atılmış tabirlerdir. Toros Dağları’nın neredeyse tamamına dağılmış olan Kençek aşiretlerinin yardımıyla tüm aşiretlerle temas kurularak iletişim sağlanmış, gizli bir savunma hattı oluşturulmuştur.
Bu gizli hattın başına ise halkın Süleyman Sırrı Bey diye bildiği, Teşkilat-ı Mahsusa Başkanı Süleyman Askerî bey bizzat geçmiştir. Bölge öyle bir hale gelmiştir ki, dağlardaki eşkıyalar bile Süleyman Sırrı Bey’in pusulasını taşıyanlara dokunamıyorlardı.[28]
Bölge halkı, hem genç evlatlarını kurulan bu orduya vermiş, hem de onların tüm techizatlarını tedarik etmiştir. Ve Beyşehir’den yola çıkan Beyşehir Sadıkhacı köyünden Gazi Ali Tatar, İzmir’e ilk girip Yunan bayrağını indirerek, yerine Türk bayrağını asan kişi olmuştur.[29] Neticede, Konya’ya doğru yola çıkan İtalyan kuvvetleri Beyşehir’den öteye geçememiştir.
Amasya’da Atatürk’ün isteği üzerine 30 bin kişilik halka hitap edip Atatürk’ü tanıtan Amasya Müftüsü Abdurrahman Kamil Efendi ise buradaki Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kuruluşuna vesile olarak tarihe geçmiştir. Amasya Müftüsü Abdurrahman Kemal Efendi ise, Çorum’ludur. Ancak ailesi Kırım Bahçesaray şehrinden Çorum’a gelen, köken itibari ile Kençeklerin yaşadığı Kence şehrinden Kırım’a gelip yerleşmiş Kıpçak- Tatar karışımı bir ailedir.
Manisa’nın Şehzadeler, Turgutlu, Ahmetli, Salihli ilçeleri ve çevrelerindeki birçok yerleşim Kençekler’in Sancaklı, Gancaklı ve Gencek yörüklerinin yerleştikleri önemli bir merkezdir. Bölge, 1437-1595 yılları arasında Osmanlı şehzadelerinin saltanat tecrübesi kazandığı öneli siyasi merkezlerden birisi olmuştur. Bu dönemde II. Murat, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murad, III. Mehmet ve I. Mustafa gibi Osmanlı tahtına oturmuş padişahların da olduğu 16 şehzade Manisa’da sancak beyliği yapmıştır. Genceklerin Gancaklı Yörükleri yanlarında padişahın sancağıyla dolaştıkları için Fatih Sultan Mehmet tarafından isimleri Sancaklı olarak değiştirilmiştir.
Kurtuluş Savaşı döneminde Mondros Mütarekesi’nin 7.maddesine dayanarak bölgede Yunan işgali başlamıştır. İşgal sırasında; Manisa Merkezde İstihlâs-ı Vatan, Cemiyet-i Müderrisîn, Demirci’de Müdafa’a-i Hukûk-u Osmânî, Gördes’de Hareket-i Milliye Teşkilatı, Kırkağaç’da İstihlâs-ı Vatan, Kula’da Redd-i İlhak, Soma’da Müdafa’a-i Hukuk ve Turgutlu’da Müdafa’a-i Hukûk-u Osmâni adlı Cemiyetler kurularak Yunan işgaline karşı çetin mücadeleler verilmiştir. Derneklerin kurulduğu yerler Gencek ve Sancaklı Yörükleri’nin yaşadığı yerlerdir.
Aynı dönemde, Kütahya’da bulunan Gencek yörüklerinin ise Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında Kütahya Milli Alayı’nın kuruluşuna vesile olarak işgale karşı direnci başlattıkları görülmektedir.
Kurtuluş Savaşı döneminde Aydın ve çevresindeki durum ise daha ilginçtir. Bölgede dernekler değil efeler ortaya çıkmıştır. Gencelli yörüklerinden Yörük Ali Efe, Tekeli İbrahim Efe, Gurbetin Ali Efe, Sancaktar’ın Ali Efe, Emir Ayşe Efe, ce Mestan Efe tabiri yerinde ise işgalci güçlere kök söktürmüşlerdir.
Urfa’da da durum farklı değildir. Yine aynı isimle yani Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında oluşturulan gizli teşkilat, direnişe öncü olmuştur.
Maraş’a gelince, işgalci güçlere karşı, milli güçleri organize ve komuta etmesi için Kuvay-I Milliye teşkilatına Albay Selahattin Bey, Binbaşı Suzi Bey, Kılıç Ali lakablı Yüzbaşı Asaf Bey ile birlikte Yörük Selim lakablı Yüzbaşı Salim Kurtoğlu, bizzat Atatürk tarafından memur edilmişlerdir.[30] Kılıç Ali ve Yörük Selim lakaplarını ise bizzat Atatürk vermiştir. İki yüzbaşı, Maraş ve Antep müdafaalarında adeta destan yazmışlardır. Atatürk’ün meşhur Kılıç Ali’si, aslen Buhara’dan gelme Kençekler kökenli bir aileden gelmedir. Anne tarafı Çerkez kökenlidir. Yörük Selim ise Kastamonu’nun İnebolu ileçesinde yaşayan Gencek yörüklerinden bir ailenin çocuğudur. Antep savunmasında yaralanmış, Maraş’ta şehit olmuştur. Kurulan Elbistan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin başına ise Şam emeklisi Sulh Hakimi Ali Rıza Bey getirilmiştir. Cancık mevkiinde özel bir karargah kurmuşlardır.
Yine Kurtuluş avaşı döneminde Orta Asya ülkelerinde maddi ve manevi yardım için örgütlenmeler oluşturulmuş, Kençekler kökenli Azerbaycan Cumhuriyeti’nin ve özellikle Gence halkının desteği ise dillere destan olmuştur.
Yani; Türk Sır Budun olan Kençekler, Türk’ün özü, Türk’ün yörüğü, yörüyen Türk’tür. Her mevsim farklı bir yurda yürüdükleri için yörüktürler. Osman bey bir yörüktür. “Domaniç Dağını ve Ermeni Dağı’nı onlara yaylka ve kışlak verdi”[31] ve “Erdungırıl Gazi zamanında savaş olmadı. Yaylaklarında yayladılar. Kışlaklarında kışladılar” [32] ifadeleri ve onların yaşayış şekli bunun en büyük kanıtlarındandır. Karamanoğulları Tarihi müellifi Şikârî, Germiyanoğulları Beyliği’nin Beyi Ali Şah’a, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey hakkında, onu aşağılamak için “Aslı, cinsi yok bir “yörük oğlu” iken bey oldu” tabirini kullanmıştır.[33]
“Benim atalarım Anadolu’dan Rumeli’ye gelmiş Yörük Türkmenler’dendir. Bizim esas soyumuz Yörük’tür. Buralara Konya –Karaman çevrelerinden gelmişiz” diyen Atatürk de öyle.[34] “Arkadaşlar! Gidip, Toros Dağları'na bakınız, eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez.” diyen Atatürk’ü şimdi anladınız mı? Bölge Türk devlet geleneğinin kadlarını barındırmaktadır. Anlamadıysanız gidip bakın Toroslar’a! Şimdisinde evvelinde Karakeçili Kençek Yörükleri’ni göreceksiniz.
Görüldüğü gibi Türk Milleti’nin bekası söz konusu olduğu her dönemde, Kençekler can olmuşlar, kan olmuşlar; tüm kurtuluş ve özgürlük savaşlarında işgalcilere karşı direnişin ve yeniden doğuşun lokomotifi olmuşlardır.
Kençekler, Türk Ulusu’nun hürriyet güneşi, Kençekler Türk Ulusu’nun özgürlük ateşidir. Kençekler, Türk Sır Budunu’dur. Kençekler; Türk Ulusu’nun sırdaşı, 24 Türk budununun yoldaşı, 24 Oğuz boyunun kandaşı, beş ana Türk Oymağı’nın kardeşidir.
Beş
Gardaş Ağacı
Bir zamanlar Karakurum dağından
otuz tane nehir ve dere çıkardı. Her bir derenin kenarında bir boy otururdu.
Karakurum’un biri Tola, diğeri Selenga adını taşyan iki büyük ırmağı
Kalamançu denilen bir yerde birleşiyordu. Ve burada Gobi gölünü
oluşturuyorlardı. Zamanla Gobi’ye akan bu suların birleştiği yerde bir ada
oluştu. Buraya Hulin Dağı diyorlardı. Bu iki ırmak arasında göğe ermiş iki ağaç
vardı. Birinin adı kusuk (Sibirya Servisi) olup çam fıstığı ağacını
andırıyordu. Ama yaprakları kışın serviye, meyveleri şekil ve tat bakımında
Şiguza’ya benziyordu. Diğer ağaca ise “toz” kayın ağacı diyorlardı.
Bu iki ağaç üzerine gökten bir ışık düştü. Kutsal bir ışıktı ve kayın
ağacının üstünde kaldığı müddetçe kayın ağacının gövdesi iyice büyüdü ve
kabardı. Ne zaman ki gün batar, ışık gökten inermiş. İlahi ışık dokuz ay on gün
ağacın üzerindeki şişkinlik üzerinde durdu. Bu sahneyi gözleyen Uygur kavimleri
şaşkınlık içinde kaldılar. Tepeciğe yaklaştıklarında şarkıya benzer uyumlu
sesler işittiler. Ve her gece bu tepecik otuz adım uzağına kadar ışıkla
kaplandı. Günün birinde aynı doğum anındaki kadın gibi, ağacın gövdesi ansızın
yarıldı. İçerisindeki tepeciğin içinden bir kapı açıldı. İçerisinde her
birisinde bir çocuğun oturduğu, çadıra benzer beş tepecik bulunduğunu gördüler.
Her çocuğun ağzında ihtiyaç olduğu sütü sağlayan bir emzik vardı. Onlar bu
mukaddes çocuklara çok büyük saygı gösterdiler.
Çocukların
en küçüğünün adı Sungur Tekin’di. Ondan sonrakinin adı Kutur Tigin, üçüncüsünün
adı Türek Tekin, dördüncüsünün adı Us Tekin ve beşincisinin adı Bögü Tekin’di.
Beş çocuğun beşinin de Tanrı tarafından gönderildiğine inanan halk, içlerinden
birini hakan yapmak istediler. Bögü Han en küçükleri idi hem de ötekilerden
daha güzel, daha zeki ve daha yiğit görünüyordu. Kayın ağacı konuşarak halkı
erdeme teşvik etti. Bögü Tekin’ in hepsinden, her hususta üstün olduğunu
anlayan halk onu hakan olarak seçtiler. Büyük bir törenle Bögü hanı hakan
olarak seçtiler. Büyük bir törenle Bögü hanı tahta oturttular.
Söylendiğine
göre Böğü Kağan, Oğuz Kağan’dır.
Tanrı Dağının hemen kıyısında Kutlu
Dağ yer alıyordu. Tanrı Dağı’nın kıyısı, yani Uygurca Tanrı Dağı’nın “Ken ji
yeg” i (yani “Kençek”i) olan Kutlu Dağ kutsal kayınlara yakın mesafedeydi.
Çingiznâme’de bu olay şu şekilde
anlatılır:
Günlerden birgün Oguz Kagan Tanrı’ya
yalvarmaktaydı. Karanlık bastı. Gökten bir ışık indi. Güneşten ve aydan daha
parlaktı. Oguz Kagan oraya yürüdü ve gördü ki; o ışığın içinde bir kız var.
Yalnız oturuyor. Başında ateş gibi parlak bir beni bulunuyordu. Kutup Yıldızı
gibiydi. Bu kız öyle güzeldi ki; gülse gök gülüyor, ağlasa gök ağlıyordu. Oguz
Kagan onu görünce aklı gitti, sevdi aldı. Onunla yattı ve dileğine sahip oldu.
Kız gebe kaldı. Günler ve gecelerden sonra gözleri parladı ve üç erkek çocuk
doğurdu. Birincisine Kün (Gün) adını koydular. İkincisine Ay adını verdiler.
Üçüncüsüne de Yılduz (Yıldız) ismini taktılar.
Yine birgün Oguz Kagan ava gitti.
Önündeki göl ortasında, bir ağaç gördü. Bu ağacın kovuğunda bir kız duruyordu.
O da yalnız oturuyordu. Çok güzel bir kızdı. Gözü gökten daha gök idi. Saçı
ırmak suyu gibi dalgalıydı. Dişi inci gibi idi. Öyle güzeldi ki, eğer
yeryüzünün halkı onu görse; “eyvah ölüyoruz” der ve tatlı süt, acı kımız
olurdu. Oguz Kagan onu görünce aklı gitti. Yüreğine ateş düştü. Onu sevdi,
aldı. Onunla yattı ve dileğine sahip oldu. Kız gebe kaldı. Günler ve gecelerden
sonra gözleri parladı ve üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gök, ikincisine
Dağ, üçüncüsüne de Deniz ismini taktılar. [[1]]
Reşideddin’in Farsça
Oğuzname’sinde, Kıpçak Türkleri’nin bir ağaç aracılığıyla doğuşu ise şu şekilde
anlatılır:
Oğuz Kağan’ın çerilerinden
birisinin karısı gebe kalmış, kocası da savaşta ölmüştü. Bu savaş yerinde
kadınların doğum yapması yasaklanmıştı. Yakınlarda içi oyulmuş bir ağaç vardı.
Kadın o ağaca gidip çocuğunu doğurdu. Çocuğu Oğuz’un yanına getirdiler, durumu
ona anlattılar. Oğuz, çocuğun adını Kıpçak koydu. Kıpçak, Türk dilinde kabuk, ağaç
kovuğu, içi çürümüş ve oyulmuş ağaç demekti. Aynı zamanda Kıpçaklar’ın ağaca
bağlı bir birim olduğunu da belirtmiş oldu.
Benzer bir hikaye İskendername’de,
hayat suyunu bulan İskender’in onu bir şişeye doldurup ağaca astığı anlatılır.
Fakat bu suyu bir karganın çaldığı, çalarken de bir kısmını bir ağaca döktüğü anlatılır. Bu yüzden çam ve
servi gibi ağaçlar sonsuz hayatın sembolü sayılırlar. Kışın “ölmezler”,
yapraklarını dökmezler. Karga da uzun ve sonsuz hayatın sembollerinden birisi
olur.
Ağaç, bütün Asya kültürülerinde bir “Yeniden Doğuş” sembolüdür. Hayat
Ağacı olarak tabir edilen bu ağaç Türkler için “kayın”, Hintliler için
“akasya”, Orta Doğu hakları için sedir ya da çamdır. Hepsi de uzun ömürlü ve
dayanıklıdır. Çinliler bu ağaca “kıyan mu” derler. Türklerin insanlığın sonu
anlamında kullandıkları kelime ise “kıya met” tir. Sadece ağacın gövdesi değil,
kökü de kutsaldır. Aslında ağaç maddi varlığıyla değil, temsil etiği gücün bir
göstergesi olarak kutsal kabul edilir.
Tuba Ağacı’nın ise insanların sayısı kadar yaprakları olduğuna inanılır.
Ölen her insan içinse, bir yaprağın düştüğü kabul edilir.
Şaman tasvirlerinde ise, ağacın bir yanında ay, diğer yanında ise güneş
yani yıldız yer alır.
Uygurlarda; evreni doğuran Ana Tanrıça Umay hatun iken, dünyayıy doğuran
Ana Tanrıça Kübey hatundur. Doğumun tanrıçası kabul edilen Kübey hatun sembolü,
kavuğu olan ağaçtır. Kavuk kadın cinsel organı ile ilişkilendirilmiştir. Oğuz
Kağan destanında Göklerin Kızı Umay Hatun bir yıldızın ışığında inmişken; Yerin
Kızı Kübey Hatun, bir ağaç kovuğundan çıkmıştır. Uygur mitolojisinde Umay hem
erkek, hem de kadın olarak tasvir edilir. Venüs’ün akşam yıldızı hali Umay Ana
iken, sabah yıldızı hali Umay Bey’dir. Savaş öncesi tüm alpler, Umay Bey ile
Ant içerler. Eğer savaşta ölürlerse, yani şehit olurlarsa, ölümlerin en
şereflisi ile taçlandırllımış olurlar ve Umay Ana ile ant içtiklerini kabul ederler.
Tanrıdan çıkan ruhun yine ona döneceğine inanırlar. [[2]]
Altay Türk mitolojisinde “Gökyüzüne doğru büyük bir çam ağacı
yükseliyordu. Gökleri delip geçen bu ağacın tepesinde ise Tanrı Bay-Ülgen
otururdu. [3]
Günümüzde hala mezzarların baş ve
ayak uçlarına çam ve servi dikme geleneği devam etmektedir. Bazı Türk
toplulukları ise hala, ilkbahar ve sonbaharda düzenledikleri kurban
törenlerinin ardından servi ve çam ağaçları dikmekte, ve dikilen bu ağaçlardan
kutlu ormanların meydana geleceğine inanmaktadırlar.
Bir Türk, evinden önce bahçesini yapar, ağaç diker. Çünkü kadim Türk anlayışına göre, evlilik gibi, ev
de kutsaldır. Türk dünya görüşüne uygun olarak evin temelini atmadan önce evin
doğusuna ağaç dikilir. Türk düşüncesinde Tanrı’nın evinin doğuya bakan
kapısının önünde bir ağaç vardır ve bu ağaca “Tanrı’nın
ağacı”
denilmektedir. Her ağaç evin yanına dikilmez. Bu ağaçlar dut, nar, iğde, söğüt
gibi türlerden oluşmaktadır.[4]
Türk
geleneğinde ölümde de ağacın yeri büyüktür ve her mezar başına bir ağaç (servi)
dikilir, ruhu tekrar ait olduğu yere göğe götürsün diye. Ve eğer dikilen bu
ağaç yeşerir, göğe doğru uzarsa mezarda yatan kişinin mekânının Tanrı katı
olacağına inanılır. Türklerin ağaç kültünde mezarlıktaki ağaçlar hiçbir şekilde
kesilmez ve özellikle yakacak amacıyla kesilip kullanılmaz. Hatta mezarlıktaki
ağaçlardan dal koparmak bile uğursuzluk sayılır, ölüm getireceğine inanılır. Bu
yüzden ulu ağaçlara asla balta vurulmaz, döküntüleri dibinde çürümeye terk
edilir.
Dağlar ve
ağaçlar gök ve yerin birleşme yeri olarak görülürdü. Bu yüzden ulu ağaçlara
“Göğün Direği” denilmiştir. Sonsuz güç ve kudretin sembolü olan ağaç, Türk
boyları arasında hükümdarlık, soy ve sülaleyi temsil etmektedir.
Çok eski
zamanlarda, Uygur boyları türediklerine inandıkları servi / karaçam ağacının
birer dalını evlerine asarlarmış. Büyük göçlerin olduğu zamanlarda da ise,
birer kökünü beraberlerinde götürüp, yeni vatanlarına ekmişler.
Ağaçtan
türeyen beş kardeşin kardeşliğini, birliğini, beraberliğini temsil eden bu
ağaçları ektikleri yeri de kendilerine yurt kabul etmişler.
Kökü Talas
Irmağı yakınlarındaki Sır Derya havzasında olan bu ağaçlardan alınan bazı kökler,
Türk boylarının göçüyle birlikte Anadolu’nun bazı yerlerine kadar taşındı. Bunu
ise, Talas Irmağı yanındaki Kençek Senir ordugah ve ata şehrinde ikamet eden
Kençekler taşıdılar. Köken itibari ile bu şehirde yaşayan farklı Oğuz
boylarının ve onların atalarının bir birlikteliği, bir karması olarak ortaya
çıkan Kençekler, Türk’ün birlik ve beraberliğinin sembolü olan bu ağaçların
birer kökünü yeni yurtlarına ekerek inanç ve sembollerini oralarda yaşatmaya
devam ettiler.
Buhara Merv
şehrinden sonra, İran Erdebil ve Azerbaycan Gence bölgelerine yaptıkları
göçlerde bu kültürel değerlerini de beraberlerinde taşıdılar. Azerbaycan
Gence’ye Kan Bağı Parkı'na giderseniz aynı ağaç kökünden çoğaltılmış selvileri ve karaçamları
görürsünüz. Aynı kültüre İran’ın farklı bölgelerinde ve Kaşgar’da da
rastlanmaktadır. Anadolu’ya Kayı obasına bağlı bir cemaat olarak gelen
Kençekler; Güncek / Gancak / Gencek
şeklinde yörük cemaati isimleriyle Anadolu’da
önce İğdir ve Van; sonra ise Konya, Kütahya,
Kastamonu, Bursa, Sinop ve Manisa dolaylarına yerleşmişlerdir. Manisa
dolaylarına yerleşen Kençekler’in Gancaklı Yörük Cemaati, Osmanlı zamanında Sancaklı ismini almıştır. Kutsal
ağacın köklerini yerleştikleri bölgelere taşıdıkları görülmektedir.
Günümüzde;
Kastamonu-Cide dolaylarında selvi, Konya -Derebucak- Gencek’te ise karaçam olmak
üzere tesbit edilebilmiş iki adet “Beş Kardeş” anıt karaçam ağacı
bulunmaktadır. Aynı kökten ayrılmış 5 ana daldan oluşan ve bu özelliklerinden
dolayı da Beş Kardeş Ağacı ismiyle anılan bu servi / karaçam ağaçları anıt ağaç
olarak koruma altına alınmıştır.
Ancak
Gencek’e ilk getirilerek ekilen karaçam ağacı bu değildir. Gencek Yukarı mezarlık
mevkiinde yaşları 795-800 yılı aşan yaklaşık 40 kadar karaçam ve ardıç ağacı
bulunmaktadır. Yukarıköy ve Gencek mevkiilerine yerleşen 40 kadar sülalenin
ataları tarafından dikilmişlerdir. Yine Seki mevkiinde, köye diğer sülalelerden
sonra yerleşen Hatıbel Sülalesi tarafından ekilen ve yaklaşık aynı yaşlarda
olan 2 adet ardıç ağacı bulunmaktadır. Köyük eski yerleşimi olan Yukarı Köy
mevkii yerleşimi zamanında, tahminen 1225 yılında dikildikleri anlaşılmaktadır.
Gencek’teki
anıt ağaç olarak koruma altına alınan ve Beş Gardaş (Beş Kardeşler) olarak
bilinen karaçam ağacının ise; çevresi 456cm olup, çapı 152cm’dir. Gövdesi bir
ana kökten çıkan hilale benzer şekilde birbirine bitişmiş 5 koldan
oluşmaktadır. 1335-1340 yılları arasında dikildiği tahmin edilen karaçam,
tahminen 695 yaşındadır. O tarihe kadar Gencek’i yaylak olarak kullanan ve hala
yarı göçebe yaşayan Gırgaşel sülalesinden 5 kardeş aile, devletin iskan
politikaları gereği diğer yörükler gibi mecburi iskana tabi olmuşlar ve artık
tamamen Gencek’e yerleşmişler. Onlar da diğer sülaleler gibi yeni yurtlarına
ağaç dikmeyi ihmal etmemiş, sonradan gelen Hatıbel sülalesi gibi köyün diğer
bir girişine de onlar ağaç ekmiştir. Daha evvel Ahlat (muhtemelen Van Erciş)
yakınlarına ektikleri ve bir kökünü Antalya tarafına taşıdıkları ağaçtan bir kök getirmişler,
köydeki sülalelerin büyükleri ile birlikte, artık kalıcı yurtları olan Gencek’e
bu anıt ağacı dikmişlerdir.
“Beş
Gardaş” anıt ağacını diken Gırgaşel sülalesinden bu beş kardeşin soyu ise
kızlarından devam etmektedir. Çünkü hem bu anıt ağacı diken Gırgaşel’in beş
evladı, hem de onların soyundan gelen erkeklerin tümü asker olarak gittikleri
savaşlarda şehit olmuşlar, bu sülalede er kalmadığı için soyları kızlarından
devam etmiştir.
Gencek’e
temelli yerleşmiş olan Gırgaşel sülalesinden beş kardeş, diğer sülalelerin ataları
aralarındaki birlik ve beraberlik ruhunu daima yaşatacaklarına, tarihi
değerlerine ve kardeşlik bağlarına bağlı kalacaklarına and içmişler ve
kardeşlik bağlarının göstergesi olarak getirdikleri bu karaçam kökünü dualar
eşliğinde dikmişlerdir. Halk arasında beş kardeşin diktiği söylense de, köken
itibariyle 5 kadeşin soyundan gelen 5 farklı sülale büyüğünün ataları adına bu
ağacı diktikleri de tahmin edilmektedir. Yine bu 5 sülalenin beş farklı ana
Türk budunu olan Oğuz, Uygur, Kıpçak, Kanglı, Karluk kökenlerinden olma
ihtimali de yüksek bir ihtimaldir. Çünkü ağaç kültlerinde yaşatılan tüm olgular
o külte ait ilk destanları hatırlatır, ya da o destana ait olgular çerçevesinde
gelişir.
Kastamonu’daki
Beş Kardeş ağacının ise Iğdır dolaylarından götürüldüğü tahmin edilmektedir.
Bir
zamanlar Kastamonu civarına yerleşen Kençeklilerin bir bölüğü bugün Türkeli,
Gencek köyünde yaşamaktadırlar.
Gencek’te
halk, “Beş Gardaş” anıt ağacından ötesini gurbet kabul eder. Eskiden yaşlılar; Beş
Gardaş’ın ötesi gurbet, Seki’nin ardını zahmet, Mezer Üstü’nü hikmet ile tasvir
ederlerdi. Belirtilen yerler anıt ağaçların ekildiği yerler olmakla birlikte, Gencek yerleşimine 5 farklı yönden gelen yolların geçtği yerlerdir.
Yusuf Avcu, Gencek - Kençek
[1]
Cengiznâme , s.71; Oguzname Destanı,
Ankara 1998, s.90a-91a; S.S.Ükten, Kazan Oğuznamesi’nin Tarihsel ve Kültürel
Açıdan Değerlendirilmesi , Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2009, s.164-165.
*****
GENCEKLİ HATIP MEHMET EMİN EFENDİ
*****
GENCEKLİ HACI BAKİ ZADE MEHMET EFENDİAynı dönemde büyük alimlerden Gencekli Hatip Mehmet Emin Efendi ve Akseki yazıtlarını nakşeden ünlü Hattat Mehmet Vehbi Efendi ile birlikte Şeyh Hacı Abdullah’tan ders alırlar.
Bir süre eğitim aldıktan sonra eğitimine Konya’da Mehmet Vehbi Çelik Efendi’nin yanında devam eder.
Bir dönem Gencek ve çevresinin manevi mimarları olmuşlardır.
***
GENCEK ATASÖZLERİ, KENÇEKÇE ATASAV'LARI
Zabahın şerri, ağşamın hayrından eyidir
GENCEK YÖRESEL SÖZLÜĞÜ
GENCEKÇE / KENÇEKÇE KELİMELER
Kençekçe
Kençekçe, köken itibari ile ilk Türk boylarından olan Kaslarla (Guzlarla) aynı dildir. Yani Kençekçe aslında Oğuzca ve Uygurcanın karışımı eski bir Türkçe’dir.
Kaşgarlı Mahmud’un dediği gibi, Hotanlılarla Kençekler ana’ya “hana”,
ataya “hata” derler. Kas’ların Hana (ana) kenti gibi. Hotanlılarla Kençekliler
kelimelerin önünde bulunan elifleri, h’ye çevirirler. Kaşgarlı bunun Türk
dilinde bulunmadığını söyler. Ancak bu yanlıştır. Oğuzların atası konumundaki
Kaslar’ın dilinde bu yaygın bir şekilde vardır. Dahası Orhun Türkçesinin devamı
sayılan Karahanlı Türkçesi’bde de “h-“ sesi kullanılmaktadır. Hatta Uygur’cada
“h-” sesiyle başlayan yüzlerce sözcük vardır. Oğuzca, Orhun Türkçesi, Uygurca,
Kıpçakça, Karahanlı Türkçesi ve
Kençekçe’yi dikkatlice incelediğimizde; Kençekçe bu öz Türk dil gruplarının
bağlantı halkası olmaktadır. Yani Kençekçe bu dil gruplarının etkileşimi ile
oluşmuştur.
Kaslar, Kençekler’in ata kavmidir. Sümer Devleti, Babil Devleti, Turukku Devleti, İskit Saka Devleti, Hun İmparatorluğu ve Göktürk Devleti gibi en eski Türk devletilerinin kurucu kavimlerinden birisi olan Kençekler, en eski Türkçe olan Kas dili ile konuşmaktadırlar. Kençekler’in dilleri, Kaslar’ın kullandıkları dil ile tam manada örtüşmektedir.
Ancak dikkat edilmesi gereken en önemli husus Göktürkçe, Karahanlıca Oğuzca, Çağatayca ve Osmanlıca’da “G” sesinin olmamasıdır. En eski Türk dili olan Kas dili ili konuşan Gencekler’in / Kençekler’in ise aksanlarında birçok kelime “G” sesi ile başlar. Bu yüzden Gencek kelimesi tüm yazıtlarda ve yer isimlerinde Kençek şeklinde geçer, ancak Gencek şeklinde seslendirilip okunur.
Ayrıca Kaşgarlı Mahmud’un dediği gibi şivelerdeki farklılıklar herhangi bir boya “Türk” veya “Türk değil” deme hakkı vermez. Zaten günümüzde Kençekler’in Türklerin ata kavimlerinden birisi olduğu ispatlanmış ve Kaşgarlı’nın sadece dildeki birkaç kelimeye bakarak söylediği bazıifadelerin de yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Günümüzde bile insanların bir çoğu, hala eski Türkçe, Osmanlıca şiveleriyle konuşmaktadırlar.
Uygurcadaki bazı “h-” ile başlayan sözcükler : haç, haçan, halın, haltı, han, hangsız, hara, harın, harga, harı, hat, hatıg, hatun, hıl, hılınç, hılmak, hul, huş... [1] Yani Uygurlar ve Kençekler en eski Oğuzca’yı konuşuyorlardır. Zaten Uygur sözcüğünün aslı da Gur’dur. Önce Ugur, Yugur, sonra ise Uygur olmuştur.
Ayrıca Kaşgarlı Mahmud’un Kençekçe diye gösterdiği 23 kelime isim cinsindendir. Bunlar daha çok kab- kacak, meyve, sebze, bitki, akrabalık ismi gibi kültür kelimeleridir. Bu tip kelimelerin diğer dillerden alıntılanması kolaydır. [2] Bazı kelimeler diğer dillerden geçmiş olabilir. Ancak bu Kençeklerin yabancılarla karışmış bir topluluk olduklarını göstermez. Bir de bu kelmelerin yalnızca Kençekçe’ye ait olması gerekir ki; fonetik farklarla hana, hata, çaha, ühi, sin gibi kelimelerin diğer Türk lehçelerinde olduklarını Kaşgarlı bizzat ifade etmektedir. Kaşgarlı 265 adet Oğuzca kelime vermiştir. Bu 265 kelime muhtemelen Hakaniye Türkçesinden farklı olanlardır. Kençekçe kelimeler için de aynı şey düşünülebilir. Kençekçe olarak verilen kelinmelerin kökence aynı veya yakın olanları Divan-ı Lügati’t Türk’te bulmaktayız. [3] Kaldı ki, Uygur, Kanglı, Kıpçak ve Kençeklerin lehçe ve şivelerindeki Oğuzca ile olan farklılık gayet normal bir durumdur.
Ayrıca Kençekler’in köken itibari ile tarihte; Gandzaklar, Kanzaklar, Kengeresler, Kangarlar, K’angüchü, Kence, Kenzek, Gancek, Güncek, Gencek gibi isimlerlerle anılmış olması ve bu isim değişikliklerinin diğer tüm boylarda da yaşanmış olması bize öz ana Türkçe’deki bazı sözcüklerin boylara göre farklı lehçe, şive ve aksana uğramış olabileceğini gösterir.
Kaşgarlı Mahmus’a göre iki dil bilenler Soğdak, Kençek, Argu boylarıdır. Gezginci olarak yabancılarla karışanlar Hotan ve Tübüt halkı ile Tangutların bir kısmıdır. Tübüt ve Hotan’ın ayrı dilleri ayrı yazıları vardır. Bunların ikisi de Türkçeyi güzel konuşamaz. (DLT, I,29) Kaşgar’ın Kençekçe konuşan köyleri vardır. Şehrin içindeki halk Hakanlı Türkçesiyle konuşurlar. (DLT I-30) Görüldüğü gibi Kençekler bu gruba dhil edilmemiştir. Yani Türklelinin yerlis öz bir Türk boyudur. Ayrıca Kaşgarlı’nın iki dil dediği kendi dilleri olan Kençekçe’dir. Oysa Kençekçe ayrı bir dil değil, en eski öz Türk dilinin farklı bir lehçesidir.
Ayrıca Kaşgarlı Mahmud, “ha ve güzel h” harflerinin Türkçede olmadığından hareketle dilin arı bir dil olmadığını söylemiş, ühi, çaha ve eveh kelimelerini örnek vermiştir. Oysa onun Türkçede yok dediği harflerin yazı dilinde bir karşılığı yoktur, yoksa konuşma dilinde vardır. Dahası Kaşgarlı, “baykuş” anlamına gelen “ühi” kelimesinin Kıpçak Türkçesinde “ügi” olduğunu söylemiştir.
Kaşgarlı sesin harf değerini vermektedir. Bu “he” sesi fonolojik olarak “güzel h”ye bu dillerde çevrilmiş olamaz mı? Verdiği örnekler aslında “g” ve”k”nin diğer lehçelerde “h”ye dönüştüğü örneklerdir. Kıpçakça “ügi”, Kençekçe “ühi” baykuş, genel Türkçe çakmak, Kençekçe “çaha” (I/) [4]
Bailey de Kençekçe’deki bu farklı kelimelerin yerli Kaşgar dilinin kalıntıları olduğunu savunmuştur. Ayrıca Kaşgar’ın eski Çin belgelerinde Say (Sek, Saka) halkının yaşadığı bölge olarak gösterilmesinden hareketle Kençekçe’nin İran dil ailesinden Sakacanın bir kolu olduğunu söylemiştir. [5] Ancak o bölgedeki Türk varlığı İran varlığından eskidir.
Kaşgarlı’nın bildirdiği kelimelerden “kendük(kentük), Karahanlı’da “kentük”, Türkçede “kentüg”, Özbekçe’de “kantik”, Kırgızca’da “kendik”, Çuvaşça “kandi”, Moğolca “kundaga”, Tunguzca “kondi”, eski Japonca “kuda” şeklindedir. Yani Altayca “kiantu-k” şeklinden türemiştir (Starostin 2003-I:688-689). Usmanova ise “kendük” kelimesi hakkında Altayca “kian” “delik, oyuk” tan gelmiş olabileceğini söyler. Aslında diğer kelimelerde de aynı sonuç çıkmaktadır.
Kaşkarlı Mahmud’un bildirdiği 23 kelimeye takılıp kalmaktan ziyade, günümüzde Asya, İran, Azerbaycan ve Türkiye’de yaşayan Genceklilerin dillerini incelemek daha uygun olacaktır.
Kençekler; Türkmenistan ve Azerbaycan ve hatta Tuva Türkçelerindeki gibi “t” harfini “d” olarak seslendirmektedirler. Mesela; tadı > dadı, taş > daş, tırnak > dırnak, tane >daane, tepe > depe kelimelerindeki gibi.
Kençekler’de “ç” sesi ise Kazak Türkçesindeki gibi “ş” olarak seslendirilmektedir. Örneğin; göçtü > göştü, biçti > bişti, uçtum > uştum, kaçtım > gaçtım gibi.
Yine Kazak Türkeçesindeki gibi “n” sesinin “g, ğ” olduğunu da görmekteyiz. Mesela; şuna > soğa, bana > bağa, sana > sağa, ona > oğa gibi.
Kençek Türkçesine has bir diğer durum ise çokluk eklerinde kendini gösterir. Kazak, Kırgız, Tatar ve Sibir Türklerindeki gibi çoğul eki olan “lar, ler” ekleri, eğer kök kelime veya çoğul öncesi kelime “n” ile biterse, çoğul eki “nar, ner” şeklini almaktadır. Örneğin; bunlar > bunnar, onlar > onnar, şunlar > şonnar, yorganlar > yorgannar kelimelerinde olduğu gibi.
Kaşgarlı Mahmud, Uzmanova, Zeki Veledi Togan, Starostin Segei, Barthold, Bailey, Yar Shater, Recep Toparlı, Bilgehan Gökdağ, Galip Güner ve Besim Atalay gibi birçok dil araştırmacısının verdikleri bilgiler ve günümüz Genceklilerin konuşma dili ışığında şunu rahatlıkla diyebiliriz:
Kençekçe; beş farklı ana Türk oymağı olan Oğuz, Uygur, Kıpçak, Karluk, Kanglı boylarının en eski ortak dillerinden bir lehçe, bir kalıntıdır. Günümüz Gencek dilinde Sibir, Kas, Saka, Oğuz, Orhun, Uygur, Kıpçak, Kanglı ve Karluk Türkçeleri ile Selçuklu, Osmanlı ve Azerbaycan dillerinden fonetiği farklı kalıntılar mevcuttur.
Gencekçe – Kençekçe Kelimeler
Aba: Ana, abla
Abalamak : Gizlemek
Abanmak: Bir kimseye ya da birşeye yaslanmak, çöküp çullanmak
Abış: Yemeği çok iştahlı bir şekilde yiyen kişi
Abdal: Derviş, gezgin, kalender. Serseri, avare, dilenci, tembel, beceriksiz, itibarsız, kul, köle, aç gözlü, cimri
Abdalel: Gencek’te bir sülale ismi. Abdallar
Abıla: Abla, büyük kız kardeş. Yenge. Hanım, hanımefendi. Karı, zevce. Görümce
Abdalın boğaz: Gencek’te bir yer adı
Abılağı: Gencek’te bir yer adı
Acat sakızı: Bitkilerin köklerinden kesilmesiyle çıkan sütünden elde edilen sert ve çürümeyen bir sakız çeşidi
Accık: Azıcık
Açımak: Ekşimek, acımak
Adak: Farklı amaçlara yönelik isteklerin yerine getirilmesi için yüce varlıklara, ermişlere, tapınaklara adanılan şey
Adağel: Gencek’te bir sülale ismi. Adaklular
Ağartmış: Namuslu, dürüst, alçak gönüllü, mütevazi
Ağırt: Ağırbaşlı, olgun, saygın
Ağıt: Mersiye, ölüm türküsü, göğe yükseleln feryat
Ağlamış: Çileli, çile çeken. Ağlamış
Agdarmak: Aktarmak
Ağnamak: Anlamak
Ağnadmak: Anlatmak
A(g)rımak: Ağrımak
Ağşam: Akşam
Ağu: Zehir
Ahat: Ahit, kendi kendine verilen söz
Ahatlı: Verilmiş söz, verilmiş sözü olan
Ahlamak: Ahlamak, ağlamak
Ak: Beyaz, ak
Akar: Dere, akarsu. Çeşme, pınar, kaynak, su oluğu. Çeşme yalağı Çağlayan, akıntılı yer. Daima akan çıban, sıraca. İşleyen yara. Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân, tarla, bağ vb. mülk, akaret
Akarca: Dere, akarsu
Akbacık / Akbacak: Bembeyaz
Akbaş: Dürüst, namuslu
Akbel: Dürüsüt, sözüne güvenilir kişi
Akça: Akçe, eski para birimi
Akçalı: Zengin, mal sahibi
Akça gatık: Çörek otu katılarak yapılan sert peynir çeşidi
Akdağ: Gencek’in kıble yönünde eski Likya ve Hitit bölgesi olarak gösterilen dağ
Akı: Eli açık, cömert, zengin gönüllü
Akın: Saldırı, hücum. Müzisyen
Akıncı: Akın eden, saldıran
Aksak: Aksayan, seken, yükselen, çıkan
Aksoy: Soylu
Al: Al renk, Ipek kumaş. Elin bilekten aşağı kısmı
Ala: Karışık renkli, benekli
Alagün: Gün ortası
Alaf: Öküzlere verilen saman, yem
Alaflamak: Hayvanı yemlemek, hayvana saman vermek
Alan: Orman içindeki açık, düz ve ışıklı bölge
Alası: Erek, amamç, sahip olunması istenen nesne
Alataş: Kaarılık renkli taş. Ateş parçası, köz
Alav: Alev
Albengi: Çekim, cazibe, albeni
Aldangıç: Yapalın üstüne konur
Alev: Ateşten çıkan ışık
Alettirik: Elektirik
Alıç: Akdiken. Kırlarda kendiliğinden yetişen, hekimlikte ve boyacılıkta kullanılan, sert odunlu bir ağaç. Gövem eriği
Alım: Pekmez kaynatılan tava veya kazanın ölçüsü: Senin bağdan iki alımlık pekmez olur. Genişlik, hacim: Bu çuvalın alımı fazla.Çalım. Çekim, cazibe. Vergi
Alımga: Beyin yanındaki ferman yazıcı kişi
Alımbalel: Gencek’te bir sülale ismi
Alımlı: Çekici, cazbeli
Alıngan: Alınan, incinen, gücenen
Alma: Elma
Almalık: Elma bahçesi
Amatçanın Boğaz: Gencek’te bir yer adı
Ambar Böğet: Gencek’te Seki Deresi üzerinde doğal olarak oluşmuş bir havuz
Anasınınoğlu: Binbir güçlükle büyütülmüş bir evin bir oğlu
Anatüter: Güzel kokulu bir çiçek
Anaz: Çaresiz, umarsız
Ança: Böylece, ancak
Andaç: Kurban, bağış, adak
Angı: Aklı az, salak kimse
Angırmak: Eşeğin anırması
Annah: Hatıra, annak. Yadigar
Annemel: Gencek’te bir sülale ismi
Alma: Elma
Almalık: Elmalık, elma yetiştirilen yer
Anduz: Andı
Ang: Sınır, araziler arasındaki sınır, an
Angız: Anız, tarlada kalan kök,ekin sağları
And: Yemin, ant
Apa: Ulu, büyük, saygıyı ve hürmeti hak eden kişi
Apak / Apag: Temiz, namuslu, iffetli
Apalamak: Emeklemek. Çocuğun yürümeden önceki hareketi, diz ve eller üzerinde ilerlemesi
Aparmak: Alıp gitmek, götürmek, yürütmek
Apdal: Gezgincilikle, çadır hayatı yaşayarak ve vakitlerini daha çok çalgıcılıkla, deşiricilikle, sepet vb. örmekle geçiren, esmer, yapılı, Çingenelere benzerlikleri olan bir insan topluluğu. Anlayışı kıt
Apış: Butların iç tarafı. Çabuk, hızlı
Apışmak: Bocalamak, şaşırmak, donup kalmak, ne yapacağını bilememek. Yorgunluktan bacaklarını ayırarak çömelmek. Bağdaş kurmak
Apışıp galmak: Ne yapacağını bilemez duruma gelmek
Ara: Orta, orta yer, ortalık, boşluk
Ara Çal: Gencek’te bir yer adı
Araplar: Gencek’te bir yer adı
Ardıç: Servigillerden, yapraklarını kışın dökmeyen, yuvarlak kaara yemişli, katran elde edilen, güzel kokulu bir ağaç
Ardıçlı Asar: Gencek’te Asar mevkiinde ardıç ağaçlarının bulunduğu eski bir yerleşim bölgesi
Ardıç Arası: Gencek’te bir yer adı
Ardıçlı Mezer: Gencek’te bir yer adı
Arı: Saf, arı, temiz
Arıg: Arı, arınmış, temiz. Narin, ince yapılı
Arın: Alın
Arınmış: Temiz, gönüllü
Armıt: Armut
Arılık: Hediye
Ark: Arıg, su yoluk
Armaan: Hediye, armağan
Arpa: Tahıl. Büyü, tılsım
Artıg: Fazlalık, üstünlük
As: Esas, ana. Asmak
Asan: Kolay
Asar: Gencek’te yüksek ve kayalıklı, mağaralar ve inler bulunan eski bir yerleşim yerinin adı. Kayalık tepe, kale, burç. Miras, eser, yadigar
Asarın Başı: Gencek’te bir yer adı
Ası: Fayda, faydalı, as, gerekli, olmazsa olmaz
Asıdana: Olmazsa olmaz. Kapının eşiği, eşik
Asıtana: Kendi bildiği doğrudan şaşmayan yiğit delikanlı genç
Asma: Asılmış, asılı. Asmagillerden, dalları çardak üzerine yayılan üzüm. Üzüm veren bitki
Asmak: Bir şeyi ağağıya sarkacak biçimde bir yere iliştirip sarkıtmak. Görevini yerine getirmemek. Üzüm ve soğan gibi meyva ve sebzeleri kış için saklamak üzere hevenk yapmak. Yemek kabını ısıtmak için ocağa koymak
Ası Tana: Yetişkin dana
Aş: Yemek, pişirilmek suretiyle hazırlanan yiyecek
Aşağı Kaygış: Gencek’te tarla ve bahçelerin, ekilip dikilen arazilerin bulunduğu bir yer adı
Aşermek: Hamilelikte bazı yiyecekleri çok arzulamak veya nefret etmek, tiksinmek
Aşırmak: Çalmak, çalıp gmtürmek, araklamak. Yüklü hayvan yükünü yıkmak. Savmak, atlatmak. Yolcu etmek.
Aşlık: Buğdayın kırılmış olarak kaynatılmış hali
Ata: Ulu, baba, dede, ced. Kök, soy
Atadan: miras, manevi miras
Ataş: Ateş
Ataşlık: Ateş yakılan yer, ateş yakmaya en uygun yer
Atmaca: Yırtıcı bir avcı kuş
Atık: Yayın kirişine takılan parçası. Yün, kıl ve pamuğu ip yapılabilecek şekilde kopartırken, elle ve yayla birlikte kullanılan, büyük makara şeklinde bir ağaç alet. Küçük yayık
Atılgan: Atak, gözüpek, cesur
Avar: Heybet, büyüklük. Dayanıklılık
Avaz: Nara, yüksek perdeli ses, çığlık
Avcar: Ardıç ağacının gövdesinden soyulan ve pamuk gibi yumuşatılan kabuğu
Avcı: Av yapan, avlayan
Avcu: Avcı, avcılık yapan kimse, iyi av avlayan kimse
Avlak: Av yeri, av alanı
Avrıl: Nisan ayı
Avuntu: Teselli, avunduk
Avurtlamak: Karıştırmak
Ay: Dünyanın uydusu. Güzellik, temizlik, ahlaklılık sembolü
Ayas: Ay ışığı, saf, berrak hava, mehtap, gece aydınlığı
Ayaz: Duru, sakin havada (ayasda) çıkan kuru soğuk. Işık aydınlık. Kel. Avlu, açık arsa
Aydın gillik: Barbunya
Ayazlık: Yerden birkaç metre yükseklikte, evlere bitişik ve üstü açık olarak yapılan ve sebze, meyve, buğday vs. serip kurutmakta kullanılan düz ve genişçe yer
Aycel: Gencek’te bir sülale ismi. Son yıllarda “ayıcel” şeklinde de söylenmektedir. Ay Sakaları.
Aygır: Erkek at
Ayı gülü: Şakayık. Pembe, kırmızı alacca çiçekler açan otsu bir bitki
Ayıtmak: Söylemek, uyarmak, bildirmek
Ayırtmak: Farklı olanı ayırmak, ayrım yapmak
Ayla: Ayın çevresindeki ışık halesi
Aymaz: Başına buyruk, vurdumduymaz. Utanmaz, edepsiz
Ayrı: Farklı, değişik, başka
Ayrık: Ayrılmış, başkalarına benzemeyen. Yol kavşağı, iki yolun ayrıldığı yer
Ayrık otu: Buğdaygillerden, kökü hekimlikte idrar söktürücü olarak kullanılan, otsu yabani bitki. Ayrık kökü
Azgın: Zaptedilemesi zor, sınırı aşmış, tahrik olmuş
Azıg / Azık: Yol yiyeceği, erzak
Azizbeğlü: Kençekler’in ulu yörük taifesindeki ata cemaatlerinden birisinin adı
Ayoluğu: Gencek’te Ay ışığının yansımasıyla tanınmış bir yer ve çeşme adı
Bacı: Kız kardeş
Badılcan: Patlıcan
Bağır: Göğüs, sine, ciğer. Bayır,, yamaç.
Bahça: Bahçe, küçük bağ
Bakı: Devamlı. Besleme. Güneş ışınlarına göre dağın yamacının konumu
Bala: Yukarı, yüksek, yüce. Çocuk
Balat: Derebucak yakınında mağara ve yeraltı sukaynakları bulunan Hitit döneminden kalma eski bir yerleşim yeri
Balkır: Yağmur arasında çıkan güneş
Ballıcak: Gencek’te bir yer adı
Banzı: Bağ bozulduktan sonra asmaların üzerinde kalan üzüm kalıntıları, neferneme
Barabar: Beraber
Barış: Sükunet, sulh
Barmak / barmah: Parmak
Barmahlıh: Parmaklık
Basar: İleriyi görme yetisi, algılama
Basara: Bitki, bostan, meyve ağaçları ve bağlara zarar veren bir hastalık, külleme
Basgın: Ani yapılan saldırı. Basık, yaygın genişlemiş
Başak: Buğday başı. Ok ucu. Sümbül çiçeği
Başbağı: Öküzlere bağlanan, kalın ip ve ardıçtan kesilmiş kısa ağaç parçası. Düğünde geline elbise giydirilirken alınan bahşiş
Başbuğ: Ordu komutanı
Başdaş: Denk, akran
Başnak: Baaşında tolgası, zırhı olmayan er
Badılcan / batlıcan: Patlıcan
Batma: Hayvanların saman, ot vb. yiyeceklerinin konulduğu ağaç oluk
Batman: Çok büyük, ahşap kepçe
Bayıroluk: Gencek’te bir yer ve çeşme adı
Bayraktar: Düğünde bayrağı taşımaklı görevli kimse
Bedavra tahta: Çam ağacının tahtaları
Beğirmek: Bağırmak, kuvvetli ve yüksek ses çıkarmak
Bel: Gencek’te bir yer adı
Bel Dağı: Gencek’te Beyşehir yönünde bir yer ve dağ adı
Belemek: Bebeği beşiğe veya kundağına sarmak
Belen: Dağın üst yamacı
Belermek: Bir yere dikkatli ve kötü bakmak
Belin Başı: Gencek’te bir yer adı
Belkenti: Eğimden dolayı duvar ile ayrılmış ve teraslandırılmış arazi parçalarından her biri
Bellik: İşaret, delil. Diğerlerinden ayırt etmeye yarayan işaret
Bertimek: Sakatlanan eklem yerinin tekrar burkulması
Bestembil: Gencek’te bir yer adı
Beşdaş: Beş küçük taşla oynanan oyun
Beşgardaş: Gencek’te bir yer adı. Gencek Huğlu yolu üzerinde aynı kökten çıkmış beş büyük dalı olan koruma altına alınmış bir karaçam ağacı
Bıçgı: İki saplı büyük testere
Bıçgı biçmek: İki başlı büyük testere ile ağaç kesmek
Bıdırdamak: Konuşup durmak
Bıngıldak: Bebeklerin, başlarının ön üst kısımlarındaki yumuşak kısım
Bicimcik: Çok az, az bir miktarda
Biçik: İneğin küçüğü
Bi dahı: Bir daha
Bilavelet: Çocuğu olmayan
Bilig: Bilgi, akıl
Biris: Birsel, hareketli, canlı
Birisel: Gencek’te bir sülale ismi. Birikler
Bişik: Issılık, issilik
Bişirgeç / Çevürgeç: Hamurdan eylenip hazırlanan yufka ekmeği saç üzerine koymaya ve çevirerek pişirmeye yarayan, düz, ince ve uzunca ağaç alet
Bitlel: Gencek’te bir sülale ismi. Bitliler
Boba: Baba
Boduk: Büyümemiş ve kısa kalmış olan şeylere denir. Tabiî boydan kısa olan manasınadır. Ağaç kovuğu
Boduğel: Gencek’te bir sülale ismi. Boduklar
Boğ: Gelinlik kız ile damadın giyecek eşyalarının toplandığı bohça
Boğça: Bokça
Boğurtlak: Ekinin kelle verme zamanından önceki başağın açma zamanı
Borta: Evlerin ön girişlerindeki büyük kapı, iğne
Bosdan: Sebze türü bitkilerin ekilip yetiştirildiği arazi, bahçe
Boyunduruk: Çifte veya arabaya koşulan hayvanların boynuna takılan ve saban veya araba okuna bağlanan çerçeve
Bozulamak: Bağırmak, çağırmak
Boz armıt: Sert, susuz, aşıllanmamış yabani armut
Böcü: Böcek
Böğ / Böğü: Akrep
Böğemek: Suyun önüne set yapıp biriktirmek
Böğet: Gölleşmiş su birikintisi, suyun önüne set yaparak oluşturulmuş su birikintisi
Böğün: Bu gün
Böğrülce: Fasulye
Bördemek: İnsanın şahsiyetini, gururunu incitici veya aşağılayıcı davranışlar yapmak
Börkmek: Kavurmak
Böyük / Beyik : Büyük
Böyütmek / Beyitmek: Büyütmek, yetiştirmek
Buharı: Ocaklık ya da sobadan çıkan dumanı dışarı atan, çatı üstüne yapılan baca
Buğdey: Buğday
Bulak: Kaynak pınarı
Bulamaç: Un pekmez ve şekerden yapılan bir tatlı çeşidi
Buldunı: İçerisine yaş ya da kuru üzüm koyulan hoşmerim
Bunalmak : Sıkıntı, sıkılmak, daralmak
Burma: Genellikle haziran ayı sonlarında, biçilerek yaşken burulan ve kurutulan hayvan yemi
Buturak: Daha çok tarlalarda biten, gövdesi üzerinde küçük dikenlerle örülü ve buğday tanesinden biraz fazla büyüklükte çokça yumruları oluşan ve elbiselere, pantolon paçalarına takılan bir ot türü
Büğü: Büyü
Bük: Yamaç, sırt
Bülüç: Kuş yavrusu
Bürgü: Kadınların başını örttüğü, yer yer daltellerle süslenmiş beyaz renkli örtü, yazma
Bürnez: Bir evin toprak içine kazılmış temelleri
Büşincek: Üzüm salkımı
Callaklamak: İş yapmaktan vazgeçmek, işten yan çizmek
Canavar: Kurt
Cangar : Can kardeş, kan kardeş
Cangara: Can kardeş, kan kardeş, can kara
Cangarel: Gencek’te bir sülale ismi. Çongarlar.
Cascavlak: Çırıl çıplak, hiçbirşeysiz
Cel: Baş
Cengil: Yavaşça, hızlı, çabuk, hafif
Cengilel: Gencek’te bir sülale ismi.
Cavlak: Çıplak, zayıf, tüysüz, cansız.
Cıbıl: Çıplak, çulsuz, cılız, zayıf, yoksul
Cıbılel: Gencek’te bir sülale ismi. Cıbıllar
Cığa: Eskiden gelin götürülürken gelinin başına süs olarak takılan horoz vb. kuş tüyü
Cığındırak : Düz bir alana, yerden iki metre kadar yükseklikte ve sağlamca dikilen, bir ağaçla, onun tepesine değen kısmı oyularak oturtulan, 4-5 metre uzunlukta daha büyük başka bir ağaçtan meydana gelen, eskiden bayramlarda daha çok kızların iki uç kenarına karşılıklı olarak binip döndükleri eğlencelik bir ağaç oyuncak
Cılgısız: Aşırı ve cıvık hareketler yapan, şımarık
Cıngar: Gürültü, kavga, kargaşa, şamata
Cıngıbış: Kalabalık, dağınık bir halde ve bağırıp çağırarak oyun oynama
Cır cır oluk: Gencek’te bir yer ve çeşme adı
Cırım: Küçük parça, ince kesilmiş bez, belli yer
Cırkla / Gığıla: Dağlarda yaşayan, kahverengiye benzer renkte ve avlanılan bir kuş.
Cırlavuk: Cırcır böceği, çok gürültü çıkaran yaz böceği
Cırmalamak: Tırmalamak
Cırmıklamak: Tırmaklamak
Cırt: Cırtık, yaramaz, arsız, soğuk vuran meyve. Ses ifade eden bir söz, gürültülü yellenme
Cırtel: Gencek’te bir sülale ismi. Çağırganlılar
Cıvlak: Çıplak
Cibinlik / cibindirik: Sineklik, sineğe karşı yapılan korunak
Cici mavık: Yaprakları yenen bir dağ bitkisi
Cimbar: Eskiden ağaçtan kurulu el dokuma tezgâhlarında kullanılan bir alet
Cingan Çivisi: Küçük çivi
Cözdürmek: Gezdirmek,
Çiş Etmek: Çiş ettirmek, abdest bozdurmak
Comak: Bir ucu topuz gibi yuvarlakça olan değnek
Cuk deliği: Karasabanın ok ile ökçesini birbirine bağlayan delik
Cula: Kargaya benzeyen, siyah renkli bir kuş
Culuk: Hindi
Cumba: Binanın yüzünde dışarıya doğru çıkıntı halinde yapılmış pencere
Çabıh: Çabuk
Çabıt: Eski bez parçası, paçavra
Çağar / çawar: Ateş yakmaya yarayan nesne
Çağlı / Çawlı: Ateş yakılan meyve kabukları, çalı çırpı, küçük çubuklar vs
Çağlıöğü: Gencek’te bir yer adı
Çağşak: Beyaz fasulye
Çağşatmak: Parçalamak, dağıtmak, eskitmek
Çaha: Çakmak
Çakal: Kurttan küçük bir yaban hayvanı. Kurnaz, yalancı, açıkgöz, aşağılık, titiz, huysuz, ipsizgörgüsüz. Koyunların kuyruklarının altına yapışıp kuruyan pislik. Havlayan ama ısırmayan köpek
Çakalel: Gencek’te bir sülale ismi
Çakal Eriği: Çok ekşi, sert, iri çekirdekli, nisan aylarında gül gibi beyaz çiçekler açan, dikenli bir tür yaban eriği.
Çakış:Çakma işi
Çakışel: Gencek’te bir sülale ismi. Karamusalılar
Çal: Gencek’te bir yer adı
Çaltı: Çalılık, tarla sınırına dikilen dikenli çalı
Çangara: Gürültü, kavga
Çapa: Bahçe ve tarlada toprağı çevirmek için kullanılan, iki tarafı düz olan bahçıvan aleti
Çapıklı don: Öncek altına giyilen, paçaları büzgülü, diz altına kadar göynek kumaşı, paçalara kadar da enteri kumaşından dikilen kadın giysisi
Çaraş: Üzüm pekmezi yapmak için üzümlerin şırasının çıkarıldığı büyük oluk
Çardak: Küçükbaş hayvanların kışı geçirdiği, kapalı, geniş, yüksekliği düşük ağıl
Çarık: Ham deriden yapılan basit ayakkabı
Çark: Elle iplik bükmeye yarayan bir ağaç alet
Çat: İki dere veya iki yolun birleşimi, orta yer bel, iki tepe arası geçit,
Çatak:İki dağ yamacının kesişmesi ile oluşmuş dere yatağı. Yapışık. İki tepe arası geçit. dAğlarda su akıntılı yerler, derin dereler
Çatalgaklık: Gencek’te bir yer adı
Çatallaşmak: Zıtlaşmak
Çatlı: Bitişik, ekli, ulanmış
Çatmag: Gelmek, ulaşmak, varmak, birleştirmek, bulaşmak
Çayırlık: Gencek’te köyün ön tarafında bir yer adı
Çayırlık Deresi: Suyu ile Gencek Göleti’ni besleyen küçük bir dere
Çebiç: Erkek olan oğlak
Çecik: Kazan kulpu
Çeç: Harmanda samandan ayrılarak huni biçiminde yığılmış buğday tepeciği
Çelgi: Kenarları süsleme yapılmış bürgüye verilen ad
Çelpere: Çok sesli olarak ve fazla konuşan kişi
Çeki: Bir arazinin yaklaşık elli metre uzunluğunda ayrılan bölümleri. Tarla ekerken tarlanın boyuna doğru öküzün varıp döndüğü yer. Bebeklerde alından dolandırılarak başa sarılan bez
Çelce:
Çelen: Saçak, çatının üst kısımları
Çelme: Biri yürüken ayağının arasına ayak uzatmak
Çelme çelmek: Çelme atmak, yıkmaya çalışmak
Çemçilemek: Sahiplenmek düşüncesiyle bir iz veya işaret koymak
Çemkirmek: Yüze karşı ileri geri bağırıp çağırarak konuşmak, ağlayıp bağırmak
Çengek: Üzerine ekin veya ot yığılan, bir kağnının yükünü sıkılaştırıp sağlamlaştırmak için urgana takılarak kullanılan, iki çatal uçlu bir ağaç alet
Çengi: Masalda bir aracı olarak görülen ve çok konuşan bir kadın tipi. Müzik eşliğinde oynayan kadın
Çengil: Bakır kova, müzik eşliğinde oynayan kadın
Çentmek: Yontmak, kesip parçalamak
Çentilmiş: Yontulmuş, oyulmuş, keslip parçalanmış
Çerçici: Plastik leğen, mandal, tahta kaşık gibi ufak tefek eşyalar satan kişi
Çeşgel:Çanak, çömlek
Çetme: Kesilip parçalanmış odun. Bir çeşit yemek. Olmamış karpuz.
Çetmek: Odun kesmek
Çetmelel: Gencek’te bir sülale ismi
Çezek: Dokumacılıkta çivilerin çakıldığı yer
Çıbartmak: Morartmak
Çığırmak: Çağırmak
Çığrele: Çığır hele, çağırırı mısın, çağır hele
Çığıt: Kadının erkek çocuğuna hamileyken yüzüne vuran alalık
Çığrışmak: Bağrışmak
Çıkı / Çıkılamak: Küçük bohça / Bohçalamak
Çıkışmak: Yetmek, bir kimseye hoşa gitmeyen davranışından dolayı sert sözler söyleyip azarlamak
Çıkla: Katıksız, sade
Çıkne: Çifçilerin kullandığı sürgü aygıtı
Çılık: Oğlağı çağırmak için kullanılan bir söz, çık
Çınglamak: Çınlamak
Çıprık: Yaş söğüt dalından yapılma ince, uzun çubuk
Çıtak: Kavgacı, huzursuz,açıkgöz, kurnaz, kaba. Taş oyunu. Çobana dışardan katılan davar. İyi giyinmiş yakışıklı delikanlı
Çıtlık: Melengiç, çitlembik, sakız ağacının meyvesi, kenevir tohumu, kökünden sakız yapılan karakavuk otu ve bu ottan çıkarılan sakız, çalı süpürgesi
Çikin: Çirkin
Çilbir: Yuların ipine takılan demir halka
Çilemek: Yaşartmak, ıslatmak
Çili / Çalı, çırpı, Ormanlık yerlerde bulunan, kuru, küçük ve döküntü ağaç dalları
Çingan: Çingen, ses çıkaran
Çingil / Dıngıl: Üzüm salkımı
Çingir: Keskin ayaz
Çimke: Kıvılcım
Çimmek: Banyo yapmak
Çiriş: dağlarda kayalık yerlerde biten pırasaya benzer bir yenilebilen bir ot
Çirpimek: Sıçramak, bulaşmak
Çiş: Kadınlar çocuğu işetmek istediği zaman söyler
Çitil: Süt sağmada ve su, süt, yemek taşımada kullanılan bir çeşit kova.
Çitilemek: Çamaşırı iyice ovalamak.
Çizi: Bahçeye sebze ekerken, sebzelerin hizalı bir şekilde, yan yana dizeli şekilde ekilmesiyle oluşturulmuş ekili alan. Sulama yapılmak için açılan küçük ve biraz uzunca oyukların her biri
Çoğlu / Çowlı: Taze dallardan kepçe gibi örülerek yapılan uzun saplı tutmaç süzgeci, kepçe
Çoğurganmak: Çok bulmak, çok görmek
Çomak: Asa, çomak
Çomçu: Ağaçtan yapılmış kaşık
Ço’ungar: Sol kol, can kara
Çongar: Can kardeş, sol kol, kan kardeş
Çontur: Pürüzlü, eğribüğrü, kambur. Öok oturan, tembel, çömez, acemi
Çonturel: Gencek’te bir sülale adı
Çor: Çoluk çocuk, cin, hastalık
Çotak / Çotaklamak: Deste, küme. Bir araya toplamak, destelemek
Çotura: Çamdan oyulan matara
Çöğdellemek: Topallayarak yürümek
Çöğre: Kayalık yerlerde yetişen, burçağa benzeyen ve yenilen yeşilimsi renkte meyvesi olan küçük bir ağaç türü ve meyvesine verilen isim
Çökertme: Pekmez kaynatılmak üzere hazırlanmış ve bir kenarı doldurulmuş meşe külü çalınan çıra
Çökük: Çökmüş, çukurlaşmış, içeri çekilmiş. Çukur
Çöküğel: Gencek’te bir sülale adı. Çukurlular
Çöldürüm: Büyüklü küçüklü çukurluklarla kaplı, geniş, ıssız ve kayalıklı dağ bölgesi
Çöllü: Kısa boylu
Çöm: Çömez, bir ustanın eğittiği, onun yolundan giden kimse
Çömlek Dağı: Gencek’in Seydişehir tarafında bir dağ adı
Çömelmek / Çömeşmek: Dizlerini kıvırıp topuklar üzerinde durmak, yarı oturmak
Çömmek: Dalmak, çimmek, çömelmek
Çöndür: İşemek
Çöntür: Çırak, kısa boylu, küçük ağızlı, çok oturan, tembel, çömez
Çöreg: Ekmek
Çöte: Dirgene benzeyen, fakat daha kısa saplı ve dikenli ot biçmekte kullanılan bir ağaç alet
Çözdemek: Bilinmeyen bir şeyi bir kimseden sorarak anlamaya ve öğrenmeye çalışmak
Çözgü:Halı dokuma aleti
Çufralık : Eski el dokuma kumaşlarının yapıldığı ağaç tezgah
Çuhacı: Terzi
Çukurbağ: Gencek’te bir yer adı
Çul: Keçi veya koyun kılından örülmüş kaba dokuma halı veya kilim
Çulıman: Su birikintisi, içinden çıkılamayan iş
Çulluk: Kıldan yapılmış yaygı, kilim
Çum: İnsanın suya dalması
Çumçuluk: Sırıl sıklam
Çurfalık: Balık ağı
Çürüğün Yüzü: Gencek’te bir yer adı
Daban: Ayağın altı, taban, sürgü, tırmık, verimli toprak, değirmen taşı kirişi
Dabanel: Gencek’te bir sülale adı. Tabanlılar
Dağarcık: Yeni doğmuş kuzu veya oğlak derisinin ateşte ütülüp, ayaklarının bağlanmasıı ile yapılmış azık torbası
Dağın Ardı: Gencek’te bir yer adı
Dak: Kağnının kolları
Dalcın-: Girişmek
Dalkılıç: Zırhsız, korumasız
Damak:Kapılara eskiden yapılan bir nevi ağaç kapı kolu. Ağız içinin üst kısmı
Dang: Dan diye ses verme,
Darı: Mısır
Daşapbel: Gencek’te bir sülale adı. Daşlar
Daçbaşel: Gencek’te bir sülale adı. Taşbaşlar
Daş erik: Sert, susuz, yabani erik
Daşosmanel: Gencek’te bir sülale adı. Daşlar
Daşbaşı: Saygısızca, edepsizce
Daylak: Tüysüz erkek deve
Davıl: Davul
Davşan: Tavşan
Davşancıl: Gencek’te bir yer adı
Deleme (peynir): Özü olmayan, maya çalınmış peynir
Delalel: Gencek’te bir sülale adı. Delialiler
Deliğannı: Delikanlı
Demir: Demir. Güçlü, kuvvetli, ser kimse
Dene: Tane
Deneli: Taneli
Densermek: Karşısındakine vuracakmış gibi el hareketleri yapmak
Depit / depik: Ortası oyulmuş genişçe ve uzun bir ağaçla; onun içine yerleşecek biçimde, birbirine değen, taban kısımları çarka benzer şekilde oyularak yapılan ve daha uzun başka bir ağaçtan meydana gelen, sıcak suyla ıslatılarak arasında yün tepmekte kullanılan ağaç tezgah. Tekme.
Dercimek: Dertleşmek
Derebağ: Gencek’in ön tarafında bir yer adı
Dereyüzü: Gencek’te bir yer adı
Deste: Onlarca şelevreden oluşan ve omuzda taşınabilecek miktarda buğday, arpa vs. Demeti
Destur: Ahşap evlerde iki hatıl arasında kalan kısım
Deşirme: Dilenmek
Deşirici: Dilenci, hırsız
Deve oluğu: Gencek’te bir yer ve çeşme adı
Devlek: Def, tef. Bir kasnakla onun üzerine gerilmiş deriden meydana gelen musiki aleti
Devleğel: Gencek’te bir sülale adı
Deyesek / Değesek: Sevgi, gurbet, ayrılık gibi konularda değişik sebeplerle söylenilen ve genellikle kafiyeli söz dizileri
Dıkı / dıkıcık: Azıcık, birazcık
Dıkım: Yufka ekmekten tek lokma olacak şekilde koparılan parçanın, ortası oyuk şekilde elle hazırlanarak yemek yemeye müsait hale getirilmesiyle oluşan şekil, az
Dıncalmak: Karşı gelmek
Dınırganmak: Dinlemek
Dibek taşı: İçinde tokmakla buğday, arpa vb. dövülen, ortası çukur, büyük taş
Diğnemek: Dinlemek
Diğren / Dirgen: Ekin tarlasında, harmanda, kağnıya veya arabaya ekin, ot atmada kullanılan, ağaçtam yahut demirden yapılan, 3-4 parmaklıklı ve uzun saplı tarım aleti. Daha eski zamanlarda dirgen ağaçtan yapılır idi. Ağacın genç olanı ısıtılarak istenilen şekle dönüştürülürdü. Parmaklar istenilen yöne eğilir, bükülür, şekillenirdi. Ağaç dirgenden sonra parmakları daha fazla olan demir dirgenler de yapıldı. Dirgenler; ot toplamak, deste yapmak, sap saçmak için kullanılır
Dil: Kilidi açmak için kullanılan araç, anahtar, açar, açkı
Dilki: Tilki. Değirmen taşının üzerinde döndiği ağaç
Dilkalel: Gencek’te bir sülale adı. Güllüler
Dillemek: Kapıyı kilit dilini indirerek kilitlemek
Dimdik: Gaga
Dinelmek: Gergin bir vaziyette ayakta dikilmek
Direğel: Gencek’te bir sülale adı.
Dişehli: Kadın, hanım
Dişenmek: Tavır değiştirmek, kaşınmak
Dişlen: Seyrek ve büyük dişli adam
Dokuz Kuyular: Gencek’te bir yer adı
Dolak: keçi kılından, tezgâhlarda dokunan, 20-25 cm. eninde, 1-1,5 m. Boyunda olan, ayağa sarıldıktan sonra üstüne çarık giyilen nesne
Dolpumak: Yemeğe katılan malzemeleri karıştırmak
Don: Elbise, kadın elbisesi
Doru: Ladin, çam vb. ağaçların uç kısımları
Dorum / Köşek: Deve yavrusu
Döndürme: Un, yağ, yumurta ve pekmezden yapılan bir yiyecek
Dönek: Girdap, suyun daire çizerek, döndüğü yer. Fikrinden sürekli dönen, sözünde durmayan, kaypak, caygın kimse
Dönelik: Gencek’te bir yer adı
Döş: Göğüs, göğüsün ön ve üst kısmı
Dudu: Kadın, hanım
Dumağı: Nezle ve öksürük
Dutanel: Gencek’te bir sülale adı.
Duz: Tuz
Düğdü: Balta, keser, çekiş gibi aletlerin bir şeyi dövmeye ve ezmeye yarayan tarafı
Düğe: Ergenleşmemiş dişi inek
Düğer ağacı: Bir damın dört köşesinden uzatılarak uçları tepede birleşen ve evin tavan çatısını meydana getiren uzun ağaçlara verilen isim
Dünek: Tünek, tavukların tünediği kümes, kuş yuvası
Dü(g)nürcü: Dünür. Evlenecek olan veya evlenen çiftlerin aileleri
Dünüşge: Sülüklü pancar denilen sebze
Dürmeç: Elde yemek üzere yufka ekmeğin tomar şeklinde sarılmış hali
Düvel: Ahşap evlerde ana yükü çeken ağaç
Düven/ Düğen: Harmanda tahıl gövdelerini saman haline getirmekte, öküz veya atla kullanılan, genişçe ve alt tabanı çakmak taşıyla dizeli olan bir tahta araç
Ebembük: Sarı hindiba
Ebişmek: Çocuğu veya başka bir nesneyi sırtına bir ip veya kolan yardımıyla yüklenmek
Edik: Gönden dikilen ayağa giyilen, çizme biçiminde, telden geçirmeli çeprez denilen ayakkabı
Eğef: Makara gibi kullanılan daire biçimli bir alet
Eğleşmek: Birbirine uyup durmak; bir şeyi ayakla çlğnemekte birblrine yardım etmek
Eğrel: Gencek’te bir sülale adı. Eğriler
Eğrilce: Kuruduğunca insanları kaşındırıp rahatsız eden saçak köklü bir ot. Hayvanlara dadanan eğri belli, boz renkli sığır sineği, büvelek. Sarı renkli cılız bir kuş
Eğrik: İp yapmak üzere yün veya kılı bükmede (eğirmede) kullanılan bir ağaç alet
Eğrik eğirmek: Eğrik yardımıyla yün ve kıldan ip elde etmek
Eğren: Kızılcık, su kenarlarında yetişen, kuşburnuna benzeyen, kırmızı renkli mayhoş meyve
Eğrilce: Büyük baş hayvanları ısıran bir çeşit sinek
Eğrim: Girdap, düden, suyun toplanıp kaynayarak dönerek aktığı yer
Eğleşmek: Oyalanmak
Eğsi / eğseleç: Ateşin sönmemesi için karıştırmaya yarayan ucu yanmış değnek
Ehdimal: İhtimal
Ekin: Tarlaya ekilmiş tahıl
Elbatmaz: Gencek’te bir yer adı
Elek: Tane halindeki tahılı yabancı maddelerden ayıklamak veya incesini kabasından ayırmak için kullanılan, tahta bir kasnak ve tek tarafa gerilmiş, gözenekli tel, kıl, bez vb.nden oluşan araç
Eletmek: Götürmek, iletmek
Elleğem: Galiba, herhalde, sanırım, Allah bilir, Allahu alem
Ellik: Ekin biçerken bir elin parmaklarına takılan ve şimşir ağacından yapılan, uzun parmak şeklinde bir alet
Elver: Tahtalık olarak kesilmiş kalın ağaç
Em: İlaç
Embil / Embel: Hayvanları sürmek için öğendirnin (uzun ya da kısa bir değnek) ucuna geçirilen başsız çivi, nodul
Embilel: Gencek’te bulunan bir sülale ismi
Emdiğel: Gencek’te bir sülale adı
Embel: İnce, uzun bir değnek olan öğendirenin bir ucuna takılan çivi
Embilel: Gencek’te bir sülale adı
Emmi: Amca
En: Hayvanların, hangi aileye ait olduklarını gösteren, kulak yumuşağındaki özel işaretler
Endik: Şaşkın
Enemek: Enemek, kulaktan bir parçasını keserek imlemek
Eneği kemiği: Kaburga kemiği
Engef: Fazla acıkmak neticesinde ortaya çıkan halsizlik ve zayıf düşme hali
Enimek: Baygın ve cansız hale gelmek
Enemek: İğdiş etmek. Hayvanlara işaret koymak amacıyle kulaklarını kesmek ya da boynuzunu kertmek. Tohum elde etmek için pancar, turp vb. bitkilerin tohumlarını kök bölümünden keserek yumru gövdesini toprağa yeniden dikmek
Eniz: Buğday, arpa gibi tahılların biçildikten sonraki tarlada kalan kökleri
Enük: Enik. Aslan, kurt, köpek, sırtlan yavrusu
Enteri: Üç etekli, saten, desenli kumaştan dikilen, kadın giysisi
Entig: Şaşkın
Er: Erkek, adam, er
Erbişim: İbrişim. Bükülmüş ipek ipliği, ipek
Erdem: Fazilet, terbiye, hüzer, edep
Eriklibucak: Gencek’te bir yer adı
Erikoluğu: Gencek’te bir yer ve çeşme adı
Erinen: Eringen, bekar
Erkan: Direk, sütun
Ermil: Kağnı tekerleğinin göbeğine konan dingilin geçtiği küçük demir boru.
Ermilit: Gencek Derebucak arasında tarım arazilerinden oluşan bir yer adı
Erten: Sabah güneşin doğduğu zaman, gün
Esbep / asbap: Gelin olacak kıza gelinlik olarak hazırlanan giyim eşyaları, elbise
Esen / Esenlik: Sağ salim, sağlık sıhhat
Esger: Asker
Eshab: Sahip, sahipler
Esin: Gönül
Esirgemek: Acımak, korumak
Esne gecesi: Pazarı pazartesiye bağlayan gece
Eşgıya: Eşkıya
Eşidmeg: Duymak
Eşme: Uşak bölgesine yerleşmiş Gencek yörük cemaatlerinden birisinin adı. Kaymak, süt kaymağı. Yeraltındaki suların yer yüzüne kendiliğinden çıktığı yer, göze, pınar, bulak. Yerden kaynayarak çıkan su
Eşmeli: Uşak bölgesine yerleşmiş Gencek yörük cemaatlerinden birisinin adı. Kaymaklı
Eşitmek: İşitmek, duymak
Eşşek / eşyek: Eşek
Etlenmek: Şişmanlamak, etlenmek
Evermek: Evlendirmek, aile kurmasını sağlamak
Evmek: Hızlı olmak, acele etmek, elini çabuk tutmak
Evişdirmek: Kavuşturmak, birbirine değdirmek
Evlek: Bir dönüm arazinin dörtte biri. Bir tarla sürülürken, yaklaşık 4-6 öğendire eninde, kara saban yahut pulluk çizisi ile kesilerek dikdörtgen biçiminde ayrılan her bir bölüme denir
Evram: Güzün sararıp yeşermeyen, buzağının otlatıldığı çayır
Evtüklemek / Evtüklenmek: Oyalanmak, beklemek, meşgul olmak
Eydi: Birşey anlatırken, anlatılanın dinlendiğinden emin olma amaçlı kullanılan bir çeşit bağlaç
Eylemek: Yapmak, etmek
Eyleşmeg: Oyalanmak
Eyme: Eğilip duvara yaslanan çalı, kavak, toprak damlı evlerin üzerinde kullanılan yuvarlak taş
Eymeli: Utangaç
Eynel: Ekin biçme alanı
Eyren / eyran: Ayran
Eyseri: Demir kazık
Ezelgiç: Koşum halkasından ve boyunduruktan, karasabanın çıkıp sıyrılmasını engelleyen ve halkanın dışından, sabanın çekeceğindeki deliklere geçirilen meşe ağacından yapılan, kısa, sağlam, ahşap, kalın saplama
Ezeldaşı: Gencek’te bir yer adı
Ezen: Ezan
Ezze: Ölüm, cenaze
Fagretmek: Gurur duymak, iftihar etmek, övünmek
Fakır: Fakir
Falak: Ayı yavrusu
Fasil: Hem insanın hem de hayvanın yiyebileceği yiyecek
Felek süpürgesi: Kürk ağacının genç sürgünlerinden, demet haline getirilerek sıkıştırılan, sap takılan; ahır ya da harman süpürmeye yarayan alet
Felfes: Eğreti iş yapan
Felk: Geniş ağızlı, uzun saplı, ekin, ot biçmeye yarayan ve ayakta sallanabilen tarım aleti, tırpan
Fenez: İnce bez
Fındığel: Gencek’te bir sülale adı. Budaklılar
Fikirleşmek: Düşünmek, danışmak
Fing: Hayvan yemi
Fitire: Ekinlerin yeni yeşermiş hali
Gabahatlı: Suçlu
Gabag: Kabak
Gabık: Kabuk
Gabış keçi: Boynuzu olmayan keçi
Gadısarık: Yabani, yenilebilen bir ot türü
Gafleten: Ansızın
Gağnı: Kağnı
Gakılı: Bir sürü, çok
Gaklık: Bazı taşların üzerinde bulunan ve kar, yağmur sularının toplanmasına müsait oyuk veya çukurluklar
Gaklık: Gencek’te bir yer adı
Galesiz: Kaygısız
Gancak: Kan özü, gan kardeş, kan birlikteği
Ganıkdırmak: Kana kana doyurmak
Ganırtmak: Bir şeyi sökmek veya kaldırmak için, destekli şekilde zorlamak
Ganlı Kuyu: Gencek’te bir yer ve kuyu adı
Gannık: Kalınca olan, köklerinin kabuğu kaldırılınca kök özünden kırmızı renk boya çıkan bir ot
Gaplanbaga: Kaplumbağa
Garacel: Gencek’te bir sülale ismi. Karacalar
Garagasbennek: Göz göre göre
Garagavuk: Yaprakları biraz acımsı ve yenen bir bitki
Garagaklık: Gencek’te bir yer adı
Garagasık: Gencek Derebucak arasındaki derin vadi, boğaz
Garagasık İni: Gencek garagasıkda bir in
Garageven: Bir çeşit bitki
Garagızel: Gencek’te bir sülale ismi.
Garamık: Dikenli, sarı çiçekli bir çal türü.Taze kökü, kabuğu, yaprakları ve meyvesi şifalıdır. Kabuk ve taze kökler sonbaharda, yaprakları mayısta, meyveleri eylülde toplanır
Garanaya: Rastgele, tesadüfen
Garannık: Karanlık
Garatoyuk Muyarı: Gencek Gökbel tarafında bir pınar, çeşme
Garı / harı: Karı, kadın
Garının Oluk: Gencek’te bir yer ve çeşme adı
Garışdırmag: Karıştırmak
Garin / Karin: Gencek’te yaylak bir yer adı
Garlık: Kışın içine kar depolanan ve yazın gerektiğinde kullanılan dağ oyukları
Gartlan: Kayalık dağlarda bulunan derin çukur veya mağaralar
Gasalmak: Övünmek, övgüyle konuşmak veya hareket etmek
Gasnak: Bir çeşit elek
Gaşşık: Kaşık
Gaşşığınan: Kaşıkla
Gatıran / Gatran: Sedir ağacı
Gatıg: katı, sert, sağlam, azık içeriği
Gatrang: Katran. Petrol, odun, kömür gibi karbonca zengin malzemelerin damıtılması sonucu elde edilen, sıvı yağ kıvamında, kara renkte, ağır, is kokulu, suda erimeyen yapışkan, sıvı bir madde
Gatranglı Belen: Gencek’te ladin ağaçlarının bulunduğu bir yer adı
Gatranoluk: Gencek’te bir yer ve çeşme adı
Gav: Bazı ağaçların kabuğunda yetişen, asalak kavmantarından elde edilen, hafif, çabuk tutuşur madde
Gavete: Domates
Gavır: Gavur
Gavırga: Ateşte kavrulmuş buğday ve nohut
Gavırma: Kavurma
Gavur Galesi: Gencek’te yüksek bir yer adı
Gaya Muyar: Gencek’te bir yer ve pınar adı
Gayıl: Gail, razı
Gayırmag: Ayrımcılık etmek, kayırmak
Gayıtmag: Dönmek
Gaynana: Eşinin annesi
Gaynata: Eşinin babası
Gaypışda: Eğim, meyil
Gayrak: Kırmızımtırak Verimsiz kumlu toprak toprak
Gaysi: Kayısı
Gaytarmag: İşten kaçmak
Gazel: Dökülmüş, kurumuş ekin veya yaprak
Gedik: Bir düzey üstündeki yıkık, çatlak veya aralık, rahne. Dağ geçidi. Boşluk, eksiklik. Güçlük, güç durum. Yarma saldırısında düşman mevzilerinde açılan yer. Bir işi yapmak, bir şeyden yararlanmak yolunda verilen hak, imtiyaz. Eksik dişli. Bahçe, bağ kapısı. Bahçe ya da tarlalara hayvanların geçmemesi için yapılan engeller, çit. Çocuk ayakkabısı, patik
Gedik Mehlesi: Gencek Gedik Mahallesi
Gelin Kaya: Gencek Dağı ile Gencek arasında meşhur bir kaya
Gence: Taze, yavru, genişleyen, gelişen
Gencek: Gen özü, gen örneği / Gan özü, gan örneği, kan birliği
Gencek-i Bala: Gencek Yukarı Mahalle eski adı
Gencek-i Süfla: Gencek Aşağı Mahalle eski adı
Gencek Dağı: Eteğinde Gencek yerleşim yeri olan, ladin ve karaçam ağaçlarının sık bulunduğu, ismin Gencekler’den alan dağ
Geng: Ekilmemiş tarla
Genlik: Genişlik, sağlık, şifa, mutluluk
Ger / Gerce: Beyaz ve siyah karışımı bir renk ve keçiler için kullanılan bir sıfat
Gerdeme: Bazı sulak yerlerde yetişen, yayvan ve biraz acı yapraklı ve yenilen bir ot. Gencek’te bir yer adı
Geri: Tahıl, saman, sebze, meyve taşımak için kağnıya yerleştirilen ve sağlam dokunmuş iki büyük çulun birleştirilmesiyle meydana getirilen bir çeşit kağnı kasası
Geven: Ormanlık yerlerde yetişen, kök kısmı kazılarak hayvanlara yedirilen bir çeşit dikenli bitki
Gevreğen: Dağlarda yetişen ve kaynatılarak çayı yapılan bir bitki, adaçayı
Gevretmek: Ateşin üzerinde ısıtıp çıtır çıtır bırakmak
Gezinmek: Boş boş gezmek
Gıbıtmak: Koşmak
Gıcı Gıcı: Koyun, köpek vb hayvanları çağırma ünlemi. Kökü yaralara iyi gelen, tüylü ve büyük yapraklı, yenilebilen, gelinciğe benzer bir çeşit semizotu
Gıcıgıcel: Gencek’te bir sülale ismi
Gılınç: Kılınç, iş
Gındımlanmak: İsteksiz ve yavaş yemek
Gındıra: Dere kenarlarında yetişen, enli ve uzun yapraklı bir çayır
Gıran: Öldürücü salgın hastalık. Ahlaksız terbiyesiz çocuk. Kenar, kıyı, çevre, karşı taraf, tepe, dağ sırtı
Gırangaya: Gencek’te kayalık bir yer adı
Gıransücük: Serçe büyüklüğünde ve boyun kısmı biraz daha renkli bir kuş
Gırçıl: Dağda taşlık yerlerde yetişen buğday benzeri küçük taneli bir bitki
Gırçılel: Gencek’te bir sülale adı
Gırgaş: Kırgız, kırkkız, kırklı, kırklar
Gırdağ: Gencek’te bir dağlık yer adı
Gırgaşel: Gencek’te bir sülale adı. Kırkızlar
Gırgaşın Boğaz: Gencek’te bir yer adı
Gırıntı: Ufak tefek, meyve, çerez
Gırışmah: Öküz, boğa, keçi vs dövüşmesi, kafa kafaya vuruşması.Kırışmak. Başını dikerek gösteriş yapmak, kasılmak, kendini beğendirme çabasında olmak
Gırıtmak: Pişmiş kelle gibi gülmek
Gırklık: Koyun yünü veya keçi kılını kesmekte kullanılan büyük bir makas
Gırtdınlanmak: Bir işle meşgul olmak
Gışgırmag: Bağırmak
Gışgırtmag: Kışkırtmak
Gıymat: Kıymet
Gızhasanel: Gencek’te bir sülale adı
Gızılca ğayrak: Dağlarda ve tarlalarda yetişen, kırmızı-pembe renklerde çiçekler açan bir bitki
Gızınmak: Isınmak
Gicişmek: Kaşınmak
Gildirel: Gencek’te bir sülale adı
Gilli: Ardıç ağacının siyah, boncuk büyüklüğündeki meyvesi
Gilik: Kuru fasulye tanesi
Gillik: Keçi, koyun gibi hayvanların pisliği
Giliç: Dolu taneleri
Gine: Yine, tekrar
Gocacık: Semerin arka üst kısmında bulunan ve ip takmaya yarayan demir ve ağaç kancalar
Gocagele / gocagaler: Kertenkeleye benzer ama ondan daha büyük olan bir sürüngen
Gocaosmanel: Gencek’te bir sülale adı
Goca Muyar: Gencek’in orta kesiminde, köyün tarihiyle eş tarihli pınar
Goca Şam: Gencek’te bir yer ve ağaç adı
Goğuk / Goyuk: Oyuk, boşluk
Golan: Kıl veya yünden ipten yapılan, değişik renk ve desenlerde dokunan, ince, uzun ve yük sarıp taşımakta kullanılan bir çeşit ip
Golustur: İki kişi ile kullanılabilen, geniş, kalın, büyük testere
Gonur: Sarı rengin kırmızıya kaçan bir tonu.(Büyükbaş hayvanlarda görülür)
Gonşu: Komşu
Gor: Mezar
Gosdak: Zarif, kibar, güzel, biçimli, çalımlı
Goyak: Dağ başındaki çukurlara verilen ad
Goyvermek: Bırakmak, aşağı koymak
Goz: Ceviz
Gozdibi Mehlesi: Gencek’te bir mahalle ismi
Göbek: Bahar mevsiminde, ormanda karın eridiği yerlerde ve genellikle ağaç diplerinde çıkan, huni şeklinde, kahverengi ile siyaha yakın renkte ve yenilen bir tür mantar. Kuzu göbeği
Göbek Ocağı: Gencek’te bir yer adı
Göbürge: Ormandaki ağaç diplerine dökülüp çürüyerek bir çeşit gübre veya toprak haline gelen yaprak birikintileri
Göcek: Eski yapı evlerin duvarlarına 1m. yükseklikte ve aralıklarla duvar boyunca yerleştirilen tahtaların üzerine ters istikamette ve aralıklı olarak dizilen, düzgün yapılı ağaç dalları
Göcen: Tavşan yavrusu
Göğercin: Güvercin
Gökbel: Gencek’te bir yer ve dağ adı
Gökbel Sarınçöğü: Gfencek’te eski bir yerleşim yerinin adı
Gök görmedik: Sonradan görme
Göklen: Gökle alakalı
Gökmen: Mavi gözlü. Kül renkli hayvan. Sarışın kimse
Gökmenel: Gencek’te bir sülale adı. Delialiler
Göktepe: Gencek’te bağların bulunduğu bir yer adı
Gölenmek: Vücudun tamamı ıslanana kadar suya girmek, başkasının malına konarak zengin olmak, faydalanmak
Gölemez: Buğday ile arpanın karıştırılmış hali
Gölet: Gencek’in güney yönündeki baraj
Gömböğet: Gencek seki bölgesinde dere içerisinde oluşmuş doğal havuz
Göplü: Köprü
Görpe: Marttan zonra doğmuş hayvan
Görüm: bakış, nazar, gözlem. Düş, rüya
Gövelek: Çam, ladin ve armut ağaçlarında asalak olarak yetişen ve hayvanlara yedirilen bir bitki. İlkbaharda görülen, arıya benzeyen, sarımtrak renkte ve büyükbaş hayvanları rahatsız eden bir böcek türü
Göynek: Kaput bezinden yapılan bir çeşit kollu atlet
Göynümek: Yanmak
Gözel: Güzel
Gözelel: Gencek’te bir sülale adı. Gözeller
Gözetkaya: Gencek’te kayalık bir yer adı
Gözgü: Ayna, güzgü
Gudurmak: Kudurmak, azmak, hasetten çatlamak
Gula: Kırmızı ile kahverengi arasında bir renk, genellikle keçilere sıfat olarak kullanılan bir renk
Gulag: Kulak
Gullap: Kapılara takılan halka
Gulun: Yeni doğan tay
Gumbul: Pilastik bidon
Gumbulel: Gencek’te bir sülale adı. Kum Beyliler
Gundak / Kundak: Yeni doğmuş çocuğu ilk aylarda sıkıca sarıp sarmalamaya yarayan geniş bez. Sıkı sıkıya sarılmış şey. Tüfeğin namlu yatağı
Gundu: Bir çuval ismi
Gunnamak: Eşek ve atın yavrulaması, doğurmak
Gumpir: Patates
Gupa: Bardak
Gupey: Av köpeği
Guracan: Kuracaksın
Gurdalamak: Karıştırmak
Gurna: Ağzı, boru şeklinde, sürekli su akıtan, çeşme musluğu
Gurla: Katıksız sade ekmek
Gutmu: İpekten dokuma ve kadınların süslü giyim eşyası yapmakta kullandıkları bir çeşit kumaş
Guzgun: Bazı karga türlerine ve karakargaya verilen ad
Guzulamak: Koyun veya keçinin yavrulaması
Guzuluk: Küçük kuzuların kapatıldığı yer
Guzuluk Dağı: Küçük kuzuların kapatıldığı kuzuluğun bulunduğu dağ
Güçcüg: Küçük
Güçcüğkene: Küçükken
Güğüm: Uzunca boylu, geniş gövdeli kulplu su kabı
Gülbü: Testi
Güllel: Gencek’te bir sülale adı. Güllüler
Güncek: Gün özü
Güneyik: İlkbaharda yetişen, mavi çiçekler açan bir ot
Günaşşıh: Ay çiçeği
Günnük: Ay çiçeği
Güpleğe: Kazma, çapa gibi aletlerin saplık takılan, delik bölümü
Güssün: Gülsüm
Güyeği: Damat
Güz : Sonbahar, hazan, güz
Güzün: Sonbaharda, güzde
Haba: Yün ve kıldan dokunmuş kollu, kalın kıyafet
Hacıbakel: Gencek’te bir sülale adı
Hacıvelel: Gencek’te bir sülale adı
Haf: Kuruntu
Haf Sezmek: Birşey sezmek
Haddalmak: Vazgeçmek
Halbuysa: Hâlbuki
Halda: Halde
Halek olmak: Helak olmak, yok olmak
Halitefendel: Gencek’te bir sülale adı
Halidin Kuyu: Gencek’te bir yer ve kuyu / sarnıç adı
Hallel: Gencek’te bir sülale adı. Haliller
Hamzel: Gencek’te bir sülale adı
Hana: Ana
Haney: Evlerde odaların dışında kalan salon veya koridor
Hamır: Hamur
Hamıt: Atın göğsüne takılan ve boyunduruk vazifesi gören ağaçtan yapılmış bir koşum aleti
Hangı: Hangi
Han: Kan, hükümdar, baba
Hangsız: Kangsız, babasız
Han Öğü: Gencek’te bir yer adı
Hapaz: Avuç, avuç içi
Hapazlamak: Avuç içi / Avuçlamak
Haranı: Kazanın küçüğü
Harım: Köyün içinde veya kenar kısımlarında bulunan geniş ve çayırlıklı arazi, harman yeri, tarla
Harımak: İhtiyarlamak
Harman Beleni: Gencek Dağı eteklerinde bir yer adı
Harman Yeri: Gencek’te harman ve patoa verme işlerinin yapıldığı bir yer adı
Hartama: Kiremit icat edilmeden önce, çatı örtüsü yerine kullanılan, ince, yarma,kaplamalık tahta
Hasan Daşı: Gencek’te bir yer adı
Hata. Ata, ced
Hatap : Dayanıklılığı sağlamak için deve semerlerinin iki yanına konulan ağaç parçaları, koyun ve keçilere takılan küçük çan
Hatçe: Hatice
Hatem: Ar. Mühür, yüzük, cömert. Son, en sonuncu
Hatemel: Gencek’te bir sülale adı. Hatemler
Hatıbel: Gencek’te bir sülale adı. Hatıplar
Hatma / Hapba: Fatma
Hatmana: Fatmana
Hatıl: Ahşap evlerde, dış cephede yatay olarak konan ağaçlar
Hatıp: Konuşmacı, hatip
Hattatel: Gencek’te bir sülale ismi. Hattatlar
Havakgınmak: Açık bırakılan bir yaranın hava alıp sulanarak kötüleşmesi
Haveyi: Havayı. Ölçü birimi
Havıt: Deve semeri
Haykırık: Kavga, dövüş
Havlıcan: Bir ot türü
Havlılanmak: Halka yaparak çevrelemek, halkalanmak
Hayta: Başıboş, bir baltaya sap olamamış, serseri. Karı, eş, aile. Duygusuz. Hayvan besleyen kimse.Zorba, asi, şaki.
Haytel: Gencek’te bir sülale ismi. Haytalar
Hazaar: Ha zahir, öyle ya, belki
Hazele: Güz mevsiminde gazel olmuş toprak
Hebil: Küçük yapılı madeni bıçak
Heç: Hiç
Heçsinmek: Mühimsemek
Helke: Su veya sıvı madde taşımaya yarayan, demir saplı, kalaylı bakır kap
Helik: Küçük taş parçalarına verilen isim
Hemeşe: Sanki
Hemişe: Hep, her zaman
Herden: Bazen
Herif: Adam, ulen herif!
Heybe / heğbe: Kıl veya yün ipten dokunmuş, iki gözlü, yük taşıma eşyası
Heyre: Un ve et suyunun (varsa) karıştırılıp ateşte on dakika pişirilmesi ve daha sonra süt ve yumurta sarısıyla terbiye edilmesi yoluyla yapılan çorba
Hıbıd: Hızır, hızır gibi
Hıbıdın Pınarı: Gencek’te Hızır çeşmesi manasına gelen bir yer ve çeşme adı
Hıdır: Hızır
Hıllangaç: Salıncak
Hımbıl: Tembel, uyuşuk
Hısta / hıssa: Hisse, pay
Hızar: Kereste biçmekte kullanılan büyük bıçkı
Hızmatçı: Hizmetçi
Hilim: Hile, oyun, tuzak
Hollamak: Gevşemek
Holluk: Tavuk kümesi, folluk
Holus: Kalburdan biraz daha büyük yapılı ve tahıl elemekte kullanılan bir harman aleti
Horaz / Horuz: Horoz
Hoşaf: Dilimlenmiş yaş veya kuru meyvelerin şekerli suyla kaynatılmasıyla yapılan bir tür tatlı, içecek
Hotah: Yuvarlak, yassı taşlarla oynanan bir çocuk oyunu
Hödük: Görgüsüz, kaba, anlayışı kıt. Korkak. Ürkek, çekingen. Uyuşuk, beceriksiz kimse. Acemi, toy. Kısa boylu, göbekli kimse. Aceleci (kimse). Şüpheli. Kabadayı (kimse). Tuhaf, acayip şey
Hökele: Ukala
Hökm: Hüküm
Hömürdemek: Öfkelenmek, hiddetlenmek, kabadayılık taslamak, birine kızarak saldırıya başlamak
Hörükcük: Kuyruk
Hörümcek: Örümcek
Hurun: Fırın
Hüslük: Eşarptan daha büyükçe ve eskiden erkeklerin başa sarık yapmakta kullandıkları, turuncuya yakın renkte örtü
Hüsem: Hüseyin
Hüsel: Gencek’te bir sülale ismi.
Iğranmak: Kıpırdamak, hafif fakat sürekli hareket etmek
Iğradmak: Yerinden oynatmak
Ik: Soğuk sudan sonra çıkan hışkırık, hık
Ikdıza: Önemli, mühim
Iktü: Kadın kişi adı
Ildız: Yıldız
Ilgıdır: Dokuma yapmak için hazırlanan iplikleri düzgün olarak sarmaya yarayan çubuk şeklinde bir ağaç alet
Ilkı: Hayvan, koyun, keçi sürüsünün köyün yakınına getirilerek sütlerinin sağılması ve bu yere verilen ad
Ilkıcı: Keçilerden süt sağmaya giden kimseler
Ilkı yolu: Ilkıya giderken, süt sağmaya giderken kullanılan yol
Inı: İşte
Irahmetlig: Rahmetli
Irgalamak: İlgilendirmek, ırgalamak
Irlamak: Sallamak, sarsmak. Kendi kendine türkü şarkı söylemek
Irızg: Rızık
Irra: Utanç
Irz: Bir kimsenin başkaları tarafından dokunulmaması ve saygı gösterilmesi gereken iffeti
Irzel: Gencek’te bir sülale ismi
Isdar: Kilim veya halı dokumaya yarayan ağaç tezgah
Issılık: Pişiklik
Işıglık: Pencere
Işımak: Aydınlanmak
Ivrık: İbrik
İbbişel: Gencek’te bir sülale ismi
İbdili: Önce
İçlik: İç don
İçerlemek: Alınmak
İf: Yok, kayıp
İdare Gandili: Az ışık veren küçük gaz lambası
İğ / Dingil: Kağnının tekerlerini birbirine bağlayan ve üzerine kağnının iskeletinin yerleştirildiği kalın çelik bağlantı
İğne urdu: İğne deliği
İlabada: Geniş yapraklı bir ot
İlan: Yılan
İlbiz: Sümüklü böcek
İleçber: Rençper, çiftçi, fakir
İledin: Ladin ağacı
İleğen: Legen
İlenmek: Beddua etmek, kötü dua
İlki: Kısa boylu, çalılık ağaçlar
İlme: Tarlayı sürerken sabanın takıldığı nesne
İlvan: Cilve, naz. Is, gösteriş, çalım, kibir
İkletmek: Çiğnetmek, ttekrarlatmak, bastırmak
İngin: Alçak, yükseğin zıddı
İni: Evli bir kadının, kocasının erkek kardeşleri için kullandığı isim
İndi: Şimdi
İma davarı: Geyik
İmalı: Büyük boynuzlu geyik. Üstü kapalı, örtülü laf.
İmalık Tepesi: Gencek’te büyük boynuzlu geyiklerin geldği bir tepe
İmir: Aydınlıkla karanlığın birbirine karışması, sis
İmir Harmanı: Gencek’te bir yer adı
İncebel: Gencek’te bir yer adı
İnöğü: Gencek’te bir yer adı
İntaap: İltihap
İpburnu / itburnu: Kuşburnu
İradyo: Radyo
İrampas: Kağnının taban kısmının ve iskeletinin ana yapısını meydana getiren uzun ve büyükçe iki ağaca verilen isim
İrast gelmek: Denk gelmek, rastlamak
Iraz / uraz: Mutlu, bahtiyar, kut, baht
İreze: Kilit çakmak için birbirine geçmeli olacak şekilde kapılara çakılan demir halka
İrim: Tarla veya bahçenin etrafını çalı türünden dikenli ve canlı ağaçlarla çevreleyerek yapılan çit
İrkilmek: Toparlanmak
İsbit: Kağnı tekerleğinin yuvarlak ağaç kısmını meydana getiren kavisli parçaların her birine verilen ad
İslel: Gencek’te bir sülale ismi
İsli: Islı. Abdan, mamur. İsi olan, islenmiş, is bulaşmış
İsti: Sıcak
İy: Koku
İylenmek: Kokmak
İşlemeg: Çalışmak
İşli ekmek: İçli ekmek. Saç böreği
İşlik: Gömlek
İvreğem: İbrahim
İvra: Rüya, düş
Kadaş/ Akadaş: Akraba, arkadaş
Kak: Meyve kurusu
Kakaç: Fazla zayıflık ve takatsizlik
Kakdırmak: İtelemek
Kakışık: Sesli ve karışık bir şekilde tartışmak
Kaklık:Kuyu ve ağaç ovuklarındaki su birikintisi, içine su biriken çukur
Kancak: Kan özü
Kangar: Orta Çağ Kazak,Özbek ve Karakalpak uluslarının parçası olan Kangly insanları için bir ortaçağ adıdır
Karaayşel: Gencek’te bir sülale ismi
Karabakı Harmanı: Gencek’te bir harman yeri ismi
Karahardaş / Karaghardaş: Kara kardeş, can kardeş
Karamık: Bir çeşit meyveli ağaç
Kav: Meşe ağaçlarında biten mantar çeşidi
Kavuz: İçecekteki çer, çöp. Havuz
Kaygış / Gaygış: Gencek’te tarım arazilerinin bulunduğu sulak bir yer adı
Kayış: Kuşak ve ip yerine kullanılan uzun ve dar kösele parçası
Kebe: Yün veya kıldan yapılan büyük ve kaba yapılı bir ceket
Keçe: Yünden tepilerek elde edilen; beyaz, sade ya da desenli, düz, geniş, kilime benzer sergi
Keferete yaramak: İşe yaramak
Kefin: Kefen
Keğli / kewli: Irmak ağzı
Kekeç: Kekeme, peltek. Çene. Kuru, katı. Ters
Kekecel: Gencek’te bir sülale ismi. Kekeçler
Keklik Suyu: Gencek’in girişinde küçük bir pınar
Kel: Saçı dökülen kimse. Küçük. Çıplak, örtüsüz, ağaçsız, otsuz. Meşe çalısı
Kelermek: Eskimek
Keles: Bir kertenkele türü, bir sincap türü. Kençekler’den bir oymak adı
Kelp: Köpek
Kelsu: Gencek’te tarım arazilerinin bulunduğu sulak bir yer adı
Kembere: Hayvan gübresi
Keme: fare
Ken: Kent, her yeri kaplamış kuşatmış, en kıymetli şey
Kence: Yaşça en küçük çocuk. Hazine, Tahıl Deposu
Kencebay: Kırgız Er Töştük Destanı kahramanı
Kencekey: Kırgız Er Töştük Destanı kahramanı
Kenceke: Kırgız Er Töştük Destanı kahramanı
Kençe: Turuncu renkli bir bitki türü. Halı ve kilim dokumada kullanılan turuncu, gök, sarı ve beyaz renklerinden oluşan bir motif adı. Sarıya dönük turuncu rengi
Kençe: Küçük kent. Kağanın küçük kardeşinin ve atalarının yaşadığı şehir. İkinci ordugah şehir.
Kencek / Kençek: Gencek. Talas civarında yaşamış olan, iki dil bilen, kendilerine özgü şiveleri olan, birçok Oğuz boyunun birleşimi ile oluşan bir Türk bölüğü
Kençek Sengir: Gencek Dağı
Kençek Senir: Kençek Şehri
Kençeklenmek: Kençek kılığına girmek, Kençeklilere benzemek, Kençekleşmek
Keneş: Danışma, görüşme, düşünme, tedbir alma
Keneşmek: Karşılıklı danışmak, istişare etmek
Keneşsiz: Tedbirsiz, danışıksız
Kendir: Kenevir. Kenevirden yapılmış urgan. Urganın incesi, ip. Deriden, çadır bezinden yapılan ve hamur tahtasının altına serilen yaygı, sofra örtüsü.
Kendirel: Gencek’te bir sülale ismi. Kendirler
Kendük: Küp gibi topraktan yapılan büyükçe bir kap
Kengek: Baston
Kengeş: Şura
Kenpe: Bir ot adı, keten
Kepenek: Yünden yapılan ve havaların soğuk olduğu zamanlarda çobanların giydiği, kolsuz, uzun ve kalın yapılı bir çeşit palto
Kepir: Bayat, ot bitmez
Kerekli: Gerekli, zorunlu, farz
Kerkenes: Gündüz avlanan, 30-35cm boyunda yırtıcı bir kuş türü. Rüzgarla karşılaştığı zaman kafası görünmeyen bir el ile tutuluyormuşçasına sabit kaldığı için görüş yeteneği hep mükemmeldir
Kertlek: Zayıf, sıska
Kesel: Gevşeklik, tembellik, uyuşukluk
Kesene: Götürü, keseniye
Kesmik / kesmük: Samanın çöplü, talaş kısmı
Kestirmek: Geçici ve kısa bir an için uykuya dalıvermek
Keş: Süzme yoğurttan yapılan sert çökelek, kurutulmuş yemek
Keşgek: Buğdaydan yapılan bir çeşit yemek
Keşik: Nöbet, sıra
Keşir: Yiyecek, gıda
Keşli: Üstü başı pis olan, kirli, pasaklı
Ketez: Kağnı tekerleğinin çevresinde takılı bulunan demir çember
Kevkir: Delikli kab
Keyel: Gencek’te bir sülale ismi
Keyessimek: Tembelleşmek, miskinleşmek
Keyri: Sonra (Bundan keyri: bundan sonra)
Kılıç: Saban ve ökçeyi birbirine bağlayan demir çubuk
Kır: Basık dağ, açık yer, kır, su bendi
Kırağı tavı: Güz vakti yere düşen kırağı
Kırklamak: Doğumdan kırk gün sonra bebeği törenle kırk defa yıkamak. Lohusa veya yeni doğmuş bebek için kırk günü doldurmak
Kıskaç: Bir çeşit metal maşa. Kalaycılıkta kullanılan maşa
Kıyık:Kıyıcı, yırtıcı, zalim, gaddar
Kızılkaya: Gencek’te bir yer adı
Kızıltoprak: Gencek’te kızıl topraklı bir yer adı
Kile: Bir çeşit ağırlık ve hacim ölçüsü, hububat ölçüsü. Şiniğin sekiz katı büyüklüğünde hububat ölçüsü.
Kirez: Kiraz
Kirkit: Istarda, halı, kilim dokurken, ipin sıkıştırıldığı büyük ve ağır tarak
Kirli çıkı: Fakir görünen ama çok para biriktiren kimse, gizli saklı para biriktiren kimse
Kisiren: Hamur teknesinden hamur almakta kullanılan, düz, demir bir alet
Kizlemek: Saklamak
Kocamusel: Gencek’te bir sülale ismi
Kokuşmak: Çürüyüp bozularak kötü bir koku çıkarmak, kokmak. Sasımak
Kor: Öz, maya, asıl. Ateş paröası, ateş
Korug: Koru, koruluk, korumaya alınmış ağaçlık bölge
Koruk: lmamış üzümden elde edilen şıra
Koşum: Bağlı, yan yana. Atın eyer, kulan, üzengi gibi malzemelerinin tümü
Koy: Koyun, merhamet
Koyunlu: Merhametli
Kozak: Kozalak. Çam, selvi gibi ağaçların sert çiçeği
Köfün: Yedi ila sekiz sepet dolusu üzüm koyulabilen büyük sepet, küfe
Kömbe: Daha çok mısır unundan yapılan, kızgın korlu külde veya soba fırınında pişirilerek yenilen kalın ve yuvarlak ekmek
Kömek: Yardım
Körke: Ağaçtan yapılmış tabak
Kör Kuyu: Gencek’te bir sarnış ismi
Körpe: Bebek
Körük: Ateşin harlanması için kullanılan, genellikle manda derisinden yapılmış hava üfleyen malzeme
Köse: Sakalı bıyığı olmayan. Ateş karıştırmaya yarayan odun.
Kösel: Gencek’te bir sülale ismi. Köseler
Kösülmek: Büzülmek, boylu boyunca uzanıp yatmak
Köş: Çatı kat
Köşgü: Evin balkon kısmı
Kudur: Kudret, güç, gazap
Kudurmak: Azmak, öfkelenmek
Kulağel: Gencek’te bir sülale ismi. Kulaklılar
Kumüs: Gümüş, kadın kişi adı
Kurgan: Kale, anıt, mezar
Kurşunbaşel: Gencek’te bir sülale ismi.
Kuskun: Atın kuyrğundan geçirilip eyere bağlanan kayış
Kut: Uğur, alih, baht. Mübarek. Can, ruh, dirilik, yaşam gücü. Kader, yazgı. Erk, iktidar. Bereket, nasip
Kutlu: Mübarek, tanrısal. Bahtiyar. Kabul görmüş
Kuyucel: Gencek’te bir sülale ismi.
Kücü: Uç kenarlarına dik olarak çekilmiş iki çivi bulunan ve düzgünce ip sarmaya yarayan bir ağaç değnek
Küçe: Sokak
Küçek:Güçlü
Küçüleme: Halı dokuma aleti
Kükremek: Kükreyiş, bağırmak, kabarmak, taşmak, coşmak, yüksek sesle bağırmak
Kül: Ateş, yakıcılık, yok edicilik. Yenilmezlik. Ulu, ünlü. Gözü karalık. Ateşten arta kalan toz
Külek: Rüzgar
Külünk: Balyoz
Külümbe: Elle çevrilerek su çıkarılmada kullanılan çarkın kolu
Kümbemek:Sıçramak, atlamak
Kün: Gün, güneş, gündüz
Küncek / Güncek: Güneş özü, güneşin aynısı, gün özü
Künçek: Güneşlik, şemsiye
Künk: Suyu bir yerden başka bir yere akıtmak için küçük bir kanal açılıp oluk gibi taş döşemek ve üzeri tekrar toprakla kapatılmak suretiyle meydana getirilen toprakaltı su tesisatı
Kündüz: Gündüz
Kürt: Kurt, dağ Türkmeni
Kürdel: Gencek’te bir sülale ismi. Kurtlular
Kürk: Kırlarda yetişen, yazın, siyah, küçük meyveleri olan ve yenilebilen bir meyve
Kürümek: Sürüklemek götürmek
Küsge: Ağaçtan, küçük huni şeklinde yapılıp bir değneğe bağlı iple döndürülen bir oyuncak
Laylay: Ninni
Lengirdeşmek: Gevezelik etmek, bağırarak konuşmak
Leşvetmek: Bir yere su taşması sebebiyle oranın bataklık ve çamur haline gelmesi
Letir: Kök kısmı topraktan çıkarılarak yenilen ve taze nohuda benzer tadı olan bir ot
Leyleğel: Gencek’te bir sülale ismi.
Löklemek: Kırılmı, çatlamış çanak çömlek gibi kabları yumurta akı, sabun ve kireçten yapılan özel bir macunla yapıştırmak
Löküs: Tüplü lamba
Lüçnüt: İmece, buğday ve buğdaya benzer şeyleri temizlemekte köylülerin yardımlaşması. Köylülerin bir köle veya bir hayvan göndererek harman dövdürmek için yaptıkları yardım
Lüt: Çıplak
Mağ: Su birikintilerinde oluşan yosun
Mahana: Bahane
Mah: Ay yüzlü, ay
Mahgeme / Maggeme: Mahkeme
Makta: Kereste
Malak: Manda yavrusu. Aptal
Malama: Bir-iki gün düvenle sürülen ekin
Malamat Etmek: Rezil etmek
Mamak: Sakin , kendi halinde
Mamir: Memur
Manas: Huy, mizaç, heybetli, heybet
Marag: Merak
Maraglı: Meraklı, ilgili, ilginç
Maral: Ceylan
Masır: 10-15 cm. uzunluğunda, çubuk biçiminde, yuvarlak ve küçük kamış boru
Maşala: Alevli çıra
Maşat: Hıristiyan mezarlığı
Matetmeg: Rezil etmek, ayıbını herkese göstermek
Mat: Şaşı
Mavrı: Kedi yavrusu
Mavuş: Maviş. Mavi nesne. Gök rengi nesne
Mavuşel: Gencek’te bir sülale ismi.
Maya: Dişi deve
Mazarat: Şımarık
Mehek: Görüşüp konuşmaya müsait yer
Mehle: Mahalle
Meleksi: Yufka ekmek yapmak için yoğrulan hamurdan bir ekmek yapılabilecek kadar ayrılan ve oklavayla eylemeye hazır hale getirilen yuvarlak hamur parçası
Melez: Kırk günlük yazlık buğdayı ile arpanın karışımı
Melham: Merhem, krem
Melle: Duvarcı aracı, mala
Mellec: Gencek’te bir yer adı. Ezik, ezilerek birbirine karışık
Melli: Göçten geri kalan
Mencilis: Meclis, topluluk
Mengen: Nişancı, iyi ok atan. Becerikli
Mengene: Onarma, işlemi, düzeltme işlemlerinde nesneyi sıkıştırıp sabit tutmaya yarayan alet
Merdane bilmek: Karşısındaki insanı kendinden daha iyi, güçlü olduğunu göz önüne almak
Merçem: Kakül, perçem
Merdek: Düzgün yapılı, biraz ince ve uzunca kesilmiş kerestelik ağaç
Meres: Miras.Veraset yoluyla geçen şey, ölen bir kimsenin bıraktığı mal, mülk
Merkep: Eşek
Meslel: Gencek’te bir sülale ismi.
Mezer: Mezar
Mıh: Çivi
Mindanat: Tarladan biçilen tahılı kağnıya yığma esnasında kullanılan, uç kısmında üçgen şeklinde üç çatalı bulunan ve uzun saplı bir çiftçi aleti
Miyar / Mınar: Pınar
Moza: Domuz yavrusu
Mönük: Halı dokurken el üzerine dolanan ip yumak
Mucuk: Meyve ve sebze çürüklerine, sirkeye konan küçük sinek, kumuç. Sevimli güzel göz.
Mucuğel: Gencek’te bir sülale ismi. Mucuklar
Mudul: Tomurcuk. Öğendire çivisi. Nodul
Mudullamak: Hayvanı öğendire ucuyla dürtmek
Muduloturdumu: Gencek’te eski bir yerleşim bölgesi
Muh: Tomurcuk. Çivi
Muhanet: Hayırsız, kötü
Muhdamat: Tomurcuk damat, yeni damat manasına gelen Gencek’te bir yer adı.
Mulla / mul: Karaağaç, değirmen
Mullel: Gencek’te bir sülale ismi.
Mullalel: Gencek’te bir sülale ismi
Muraf: Karşı karşıya, yüz yüze
Mureyi: Dedikoducu, laf götürüp getiren kimse
Musa Yurdu: Gencek’te bir yer adı
Musdan: Mustafa
Musdanel: Gencek’te bir sülale ismi
Muşduluk: Müjde hediyesi
Mücürüm: Beceriksiz, elinden bir iş gelmeyen
Mülcem: Şaşkın, beceriksiz. Ondan dolayı
Münnez: Evin temeli
Müsefir: Misafir
Nacak: Tek ağızlı bir çeşit balta
Namlı: Ünlü, meşhur. Namlu, ateşli silahların fişek yerleştirilen metal bölümü
Neçe: Kaç, ne kadar
Nefer: Kişi
Nenni: Ninni
Nen çekmek: Çocuklara dinni söylemek
Neniklerile: Ne emekler sarfederek
Nezgep: Kadınların başına taktıkları, gümüş paralarla süslü evlilik sonrası takılan ve atadan ataya intikal eden başlık
Nişlen: Ne yapıyorsun?
Oba: Yurt, mekan, mesken, diyar, çadır, kabile, aşiret
Obusa: Çift sürerken pulluğun bıçağına yapışan çamuru sıyırmak için öğendirenin arkasına takılan kisren
Ocak: Otak, odak. Ateşlik, ateş olan yer
Ocaklı: Ocak sahibi
Ocaklık: Evlerin bir kenarına ve duvarın içine doğru oyuk olarak yapılıp üst kısmı bacaya açılan ve yemek vs. pişirmekte kullanılan yer
Od: Ateş, ot
Oğlak: Keçi yavrusu
Oğraş: Uğraş, mücadele, meşgale
Oğru / Oğrun / Uğrun: Hırsız
Oğul: Oğlan, erkek çocuğu, evlat
Oğurlamag: Çalmak, adam kaçırmak
Oğrun oruun: Gizli gizli, hırsız (oğrun ) gibi
Oktar: Bilgili, akıllı. İyi ok atan. Davetçi, davetkar
Olgun: Yetişkin, olmuş, kamil
Oltan: Ayağı muhafaza etmek için
Omaca: Üzüm ağacı
Omarel: Gencek’te bir sülale ismi.
Omur: Umur. İlgi, heves, güç, dayanıklılık
Ongarmak: Ttamir etmek, bir işi yanlış yada eksik yapmak
Ongun: Bolluk, bereketlilik, uğurluluk ve verimlilik
Onmak: Hayatta talihli ve şanslı olmak
Ondan kericeğim: Ondan başka
Orum: Mera, otlak
Ot: Ateş, ocak, ev. Nebat, bitki
Otluk: Ateşli
Ot süpürgesi: Evi süpürmeye yarayan süpürge
Otul: Sazlık
Otulel: Gencek’te bir sülale ismi.
Otururkana: Otururken
Oya: Oyularak yapılan el işi
Oyma: Kadın elbisesi
Oymak: Yığın, kitle. Obadan büyük, boydan küçük olan akrabalar topluluğu
Oynak: Gencek’te bir yer adı.
Oynak:Kımıldayan, yerinde sağlam durmayan, hareketli, güvenilmeyen, kararsız. Yeraltı suları nedeniyle kayan toprak arazi. Üstü çayır altı bataklık yer.
Öd: Safra
Ödem: Vücut içi iltihaplanma. Borç, bakiye
Ödün: Uzlaşmaya varabilmeki için bazı haklarından vazgeçmek
Öğ: Ön
Öğendire: Kağnıya, çifte, dövene koşulan hayvanları idare etmekte kullanılan, bir ucunda küçük bir çivi bulunan, ince ve uzunca ağaç değnek.
Öğeyin: Bir çeşit zararlı böcek
Öğselemeç: Ateşi karıştırmaya veya yanan korda bir şey pişirmeye yarayan uzunca değnek
Öğsü / eğsi: Bir ucu ateşte yanmış odun
Öğsüz: Öksüz
Öğün: Yemek vakti. İtina, dikkat, sıra
Öğük: Çok sevimli, cana yakın, sevgili
Öğünmek: Övünmek, gururlanmak,
Öğünmüş: Öğünmeyi hak etmiş, övünmüş, gururlu
Öğünür: Gururlu, mağrur
Öğüt: Nasihat, tavsiye, deneyim aktarımı
Ök: Öz, doğuş, gelişme. Zeka, bilme, us, yetenek. Ana, doğuran
Öksüm: Arzu, murat
Öksüz: Anası ölmüş olan çocuk. Desteksiz, arkasız, gelişmeye engel durumu olan
Ökte: Ökeli, akıllı, deneyimli
Öküz: Öküz. Irmak, nehir, akarsu. Uzman, bilge, ehil, dahi
Ölçermek: Sönmeye başlayan ateşi yeniden alevlendirmek
Ölmez: Dirayetli, dayanıklı,unutulmaz, iz bırakmış
Ön: Doğu, güneşin doğduğu yön. İlk başlangıç, doğuş. Öncelik, ön taraf
Önmek: Takip etmek
Önceğez: Önündeki söz. (Bu deyeseğin bir önceğezi varıdı amma…)
Öncek: Koyu lacivert pamuklu kumaştan yapılmış, kadınların giydiği uzun etek
Öneze: İz sürmek, iz takip etmek
Öncü: İlk, orijinal, lider, yol açan, önde olan
Örü: Geceleyin uyuyan koyun sürüsünün uyandığı zaman
Örüm: Çit, ağıl. Saç örgüsü
Örün: Saç örgüsü, beyazlık, temizlik. Ürün, hasılat
Örtmek: Gizlemek, korumak, saklamak, görünmez duruma getirmek, kapamak, kaplamak
Öteyaka: Gencek’te bir yer adı
Öteyüz: Gencek’te yaylanın uzak tarafı
Ötmeg: Geçmek
Ötmek: Ötmek
Öyke: Öfke, hiddet, hınç
Öykü: Hikaye, taklit, benzetme
Öyük: Çoşku, çoşkunluk
Öz: Benlik, ben, tin, can, ruh, gönül. Asıl, esas, temel. Şahsi, kişisel, kendi
Özbek: Cesur, kendine güveni tam
Palan: Binek ve yük hayvanlarına vurulan geniş ve süslü bir cins eğer
Palaz: Kaz, ördek, güvercin gibi hayvanların civcivlikten sonraki durumu. Gürbüz, şişman, dağınık, düzensiz kişi. Çirkin, kötü. Manda yavrusu. Ekin biçildikten sonra tarlaya dökülenleri toplarken, tırmığın dişlerine takılan ince saplar. Keçi kılından yapılmış ve eskimiş kilim, çul, çuval, keçe.
Pambık: Pamuk
Papara:
Papk: Şapka
Park: Ev, bark
Patgı: Ağaç köprülerin yan kenarlarına dikey olarak ve belli aralıklarla sağlam bir şekilde dikilen kalın ağaç kazıklar
Patı patı: Darı(Mısır) ekmeği