YORUM

YORUM


İslam Tehdit mi, Tehdit Altında mı?



 
İslam’a karşı, çok boyutlu asimetrik saldırıların meteor fırtınaları gibi yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Sağdan soldan, alt üst, iç dış; her yönden, her kılıkta saldırıyorlar.

Hakiki İslam’a muhtaç ve İslam’ın evrensel değerlerine aç olan insanlık,  İslam’ın ana çizgisinden uzaklaşmış ve art niyetli insanların oynadığı bir tiyatroyu izlemeye mecbur bırakılıyor.


İslam, Spiritüalizm ve Radikalizmin maliyetsiz panzehiri

Bilim adamlarına göre, Spiritüalizm ve Radikalizmin maliyetsiz panzehiri. Ancak tam tersi bir senaryo oynanıyor sahnede. İslam’ı ruh ve mana boyutu ile kavramış ve onu yaşantısının senaryosu haline getirmiş kitlelerin temsil etmesi gerekirken; medyanın oluşturduğu, ifrat ve tefrite sapmış, itikadı bozuk soyut bir kişiliğe temsil ettiriliyor. Ve ona farklı aralıklarla farklı isimler koyarak, farklı roller veriliyor. Sonuç olarak, bu soyut kişilik tüm olası terör filmlerinde başrol oyuncusu olarak çıkıyor karşımıza.  


İnsanların korku duygusu üzerine kurgulanmış bu soyut senaryoyu yazanlar, senaryonun ihtiyacı olan somut delilleri ise bizzat kendileri üretiyorlar. Ama bununla da yetinmiyorlar. Yapay şoklar ve korku depremleri ile iç dünyası harabeye dönmüş insanlara, milliyetçilik duygusunu ilaç olarak sunuyorlar. Kendi oluşturdukları şiddet söylemlerine karşı, gerçek şiddet reaksiyonları ortaya çıkmaya başlıyor. Bu da şekilciliğe sapmış ve işin özünden koparak ruh ve mana dengesini yitirmiş aşırılıkçı grupların ekmeğine yağ sürüyor. Hem sempatizan bulma imkanına kavuşuyorlar, hem de savundukları aşırı uç fikirler için uygulama alanı bulmuş oluyorlar. Derken, sevgi dini İslam’ı savunduğunu sanan, fakat sevgiden uzak bir kitle doğuyor. İçlerinde doğurdukları bu canavar onların var olan diğer güzel hasletlerini de yıpratıp yok ediyor.  

Mesela, kendilerini savaşta gördükleri için yalan söylemekten cinayet işlemeye kadar birçok konuda İslam dışı kendi sloganlarını oluşturuyorlar. Müslümanlık adına İslam’da olmayan icraatlarda bulunuyorlar. İslam’ın yasakladığı birçok şeyi normal karşılayarak İslam’ın aydınlık çehresini karartıyor, hatta utanmadan bir de bununla övünüyorlar.

İnanç duygularını yöneten dünyayı yönetir 

İster inanın, ister inanmayın. Ama çok tehlikeli gizli örgüt ve tarikatların dünyayı yönettiği bir zamanda yaşıyoruz. İnsanlardaki inanç duygularını yönetmek, dünyayı yönetmedeki en büyük etken. Bu yüzden, dünya nüfusunun büyük bir bölümü köle olduğunun farkında bile değil. Oysa; dünyayı ele geçirmek için insanların köleleştirildiği bir zamandan geçiyoruz.

Spiritüalizm ve radikalizmin etkisiyle oluşturulan kutuplaştırma ve ötekileştirme, insanları önce sosyal kitle tercihine, sonra ise bireyselliğe ve yalnızlığa itiyor. Her iki durumda da dönen küresel çarkların kocaman dişlileri arasında ezilip gidiyorlar. Ya da, hayata tutunmaya çalışırken, o çarkların gönüllü kölesi olup çıkıyorlar.



Çok ağır “Afazi” saldırı var! 



Milyarlarca dolarlık savaşlar çıkartmaktansa, silah olarak psikolojiyi kullanıp milyarlar kazanıyorlar. Psikolojik silahların en önemlisi ise Afazi. 

Afazi, beynin hasara uğraması ile ister yazılı ister sözlü bir çeşit lisan bozukluğudur.  Şer odaklarının psikolojik savaş birimlerince, insan beyninin lisanla ilgili bölümünün dejenere edilmesiyle de ortaya çıkar. 

Afazinin en önemli bir sonucu yaşanan entellektüel sığlıktır. Psikolojik savaş taktiklerinin bir sonucudur. İnsanının şer odaklarının saldırılarına tepki vermemesi, kendini aydınlatmaması, gerçeği görmek istememesi afazi saldırının ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. 

Gönderilen mesajlarla beynindeki sözcük anlamları bulanıklaşan insanlara, daha önce duymadığı ve beyninde karşılığı olmayan sözcüklerle saldırılıyor. Yabancı kelimelerle bir psikolojik gürültü oluşturuluyor. Gürültü sistemli olarak arttırılınca, bireylerde suskunluk ve bellek kaybı ortaya çıkıyor. Örneğin terörist yerine önce gerilla, sonra dağdakiler demeye başlıyorlar. Ya da tam tersi masum birisine ardı ardına iftiralar atıp, onu sürekli kendini savunmak zorunda bırakırken, insanların zihninlerinde yepyeni ve alakasız bir etiket ismi beliriveriyor. Lisan ile bilinç arasındaki entellektüel kapasite büyük ölçüde düşünce; okuma, yazma, anlama ve idrak sorunları ortaya çıkıyor. Yani insanlar toplu olarak cahilleştirilip, toplu olarak köleleştirilmiş oluyor. Öyle ya, bu durumda savaşa ne gerek var değil mi!

İslam’ı ruh ve mana derinliğiyle yaşayanlar temsil etmeli 

İslam’ı ruh ve mana derinliğiyle yaşamaya çalışan Müslümanlar ise, birçok saldırılara maruz kaldığı gibi, ellerindeki imkânlar da hiç yoktan sebeplerle alınıyor. Oysa barış, özgürlük, demokrasi, adalet gibi evrensel değerler çerçevesinde hareket eden Müslümanlar desteklense, hatta birlikte hareket etmeleri sağlansa, birçok problem kendiliğinden çözülmüş olacak. Ancak bu uygulama nedense tercih edilmiyor.

Birileri panzehiri saklıyor 

Çözüm ortada ve çok basit.  Ama birileri panzehiri saklıyor! Çünkü onlar, kurgularına uyan her oyuna çıkarlarına uygun bir senaryo belirleyerek, farklı algı oyunlarıyla stratejik çıkarlarına ulaşma derdindeler. Yani senaristlerin niyetleri farklı. Ve çekimi biten her tiyatro veya her sinema, bayilik verdikleri başka ülkelerde oynamaya başlıyor.

Bazen ters algı oyunlarıyla farklı kitleleri yumuşatıp, sonra çok sert bir engelle hazırlıksız olarak karşı karşıya bırakıveriyorlar. Bazen de yanınızda görünerek kendisine güvenmenizi sağlıyor, sonra da malumu ortaya çıkartarak güven olgunuzu zedeliyorlar. En çok güveneceğiniz insanlarla bile bir araya gelmeniz çok zaman alabiliyor artık.

Sadece gemiler mi, liman yanıyor liman! 

En büyük silah inanç demiştik hatırladınız değil mi? Şimdi inanç silahıyla ülke siyasetine, bazı sektörlere, güvenlik birimlerine ve bazı sinir uçlarına saldırıldığını düşünün. Hatta aynı anda siyasi, askeri ve bürokratik birimlerin amaçlarına ulaşmak için inanç silahına saldırdığını düşünün. Bir de dış güçlerim, fitne çıkartmaya yardımcı olabileceğini düşündükleri siyasal inanç modellerine destek verdiklerini ve tüm afazi psikolojik taktiklerle saldırdıklarını düşünün. Önce seçtikleri siyasal inanç grubunu destekleyerek havalara kaldırıyor;  sonra beraberinde kaldırdıkları manevi değerlerle birlikte zirveden aşağı atıyorlar. Olan başarı ve barışa kilitlenmiş insanların hayallerine oluyor. 

Kafanız şimdiden cadı kazanına döndü değil mi? Oysa siz sulh, selamet ve huzur bulmak için bu limana demir atmıştınız. Ama tehdit altında olan sadece sizin geminiz değil, liman yanıyor liman. Baksanıza aslında tehdit altında olan İslam, tehditmiş gibi gösteriliyor kitlelere. İçten dıştan çalkalanıyor İslam Âlemi. Ne birlik sağlayabiliyor, ne de ortak bir strateji geliştirebiliyor.

Ateşi su, suyu ateş gösterip “ateşe körükle gitmek” gafletine düşürüyorlar. 

Bir taraftan Avrupa’da İslam ve Müslümanların geleceği tartışılıyor, diğer taraftan ırkçılık hızla artıyor. Hatta “yeni” Almanya’daki Pegida gibi yeni yeni ırkçı gruplar ortaya çıkıyor. İşlerine geldiği zaman ifade özgürlüğünün alt ve üst sınırlarını kaldırarak, farklı kitlelerin “din ve vicdan” özgürlüğüne yapılan saldırıları meşru gösteriyorlar. İşlerine gelmediği zaman ise sessiz kalıyorlar. İşte bu noktada, aşırı uç olarak beleyip besledikleri, korkudan beslenen soyut karakterleri giriyor devreye. Don Kişot gibi gölgesiyle savaşırken, aynı anda farklı karşıt kitlelerin bam tellerine dokunuveriyor. 


Küçük bir olay o kadar organize bir şekilde sunuluyor ki; bir araya bile gelemeyen Müslümanlar, şefkat ve merhamet dini İslam’ı bırakmışlar, terör teşkilatına dönmüşler zannediyorsunuz. Ateşi su, suyu ateş gösterip “ateşe körükle gitmek” gafletine düşürüyorlar. Bazı Müslümanların sergileyeceği gayri meşru kontrolsüz davranışları ise olası bir beklenti ve üzerine yeni senaryolar çoktan kurgulanmış bile...


İfade özgürlüğü, irade özgürlüğüyle başlar 


İfrat ve tefrite kaymış bazı örgütler yüzünden, büyük bir travmanın içine itilmiş olarak yaşayan Müslümanlar, yargısız infazlarla birlikte dinler arası nefretin yaygınlaştırıldığı bir yıkım projesiyle karşı karşıyalar. İfade özgürlüğü, irade özgürlüğüyle başlar. Afazi saldırılar irade yetisini, inanç bazlı saldırılar ifade yetisini çalıyor. Ne kendilerini savunabilecekleri ifade özgürlükleri kalıyor, ne de afazi saldırılara direnebilecek irade özgürlükleri.   
Batıdaki İslam karşıtlığının ulaştığı boyut, sağlıklı düşünme ve olumlu strateji oluşturabilme umutlarını çoktan tüketmek üzere. Almanya ve Fransa’daki ırkçılık ve yabancı düşmanlığı, ırkçı gruplara ellerini ovuşturtacak kadar prim yaptı bile. Avrupa’daki pek çok siyasetçi de bu süreci tetiklemek için elinden geleni yapıyor zaten. Müslüman göçmenlerin Avrupa’ya uyum ve bir arada yaşama kültürüne sahip olmadıkları ninnisiyle uyutulan kitleler de bir hayli artmış gözüküyor. Maddi krizler bile bu hayali uyumsuzluğa bağlanır oldu. 

Kuzey ülkeleri Breivik’in Norveç’te gerçekleştirdiği katliamın kendi toplumlarında bıraktığı algı bozukluklarının yol açabileceği felaketi görmezden gelirken; Almanya kundaklama olaylarıyla geriliyor. Milliyetçilik akımının mimarı Fransa ise Paris’te daha evvel keşfettiği ırkçılığı hortlatma denemeleri yapıyor. Paris saldırısının bile, İslam’ın batı toplumlarındaki en önemli tehdit olarak algılanmasını sağlamak üzere kurgulanmış olduğunu söylemek mümkün. Üç beş kişilik, verilen ödevine çalışmış tiyatrocularla tehditmiş gibi gösterilen Müslüman topluluklar, organize bir nefret saldırısı ile karşı karşıya.  Müslümanlar nefret söyleminin ve nefret suçlarının hedefi olmaktan daha fazla korkacakları bir döneme çoktan girdiler bile.

Uluslararası insan hakları hukukunun temel normlarında, toplumda rahatsızlık verici veya şoke edici düşüncelerin ifade edilebilmesinin sınırları belirlenmiş. Buna göre ifade özgürlüğü, toplumun bir kesiminin sahip olduğu dini inançlar, semboller ve yaşam biçimleriyle alay edilmesini, bu değerlere saygısızlık yapılarak inanç gruplarının hedef alınmasını kapsamıyor. 
  

Evrensel değerler için, evrensel bir strateji lazım 


Ey kendini medeniyetlerin beşiği olarak tanıtan Avrupa! Ey kendini piramitlerin firavunu sanan Amerika. Deniz, kum, güneş hastası Rusya. Asya’nın kâğıttan kaplanı Çin ve diğerleri…

Artık çoğulculuk, hoşgörü ve açık toplum gibi popüler kavramların arkasına gizlenerek; milyonlarca Müslüman’ın dini inancı, sembolleri ve yaşam biçimi ile alay edilmesine göz yummaya devam edemezsiniz. 

İslam toplumlarının özgürlük taleplerine karşı, sonu gelmez etnik ve dini çatışmaların içine sürüklendiğiniz doğudan her gün feryatlar yükselirken, bu acıyı üreten ve yöneten sizler hiçbir şey olmamış gibi davranamazsınız. Küresel düzeyde sulayıp büyüterek geliştirdiğiniz korku ve nefret endüstrisi ile Orta Doğu, Asya ve Afrika’da şiddet üreterek, besleyerek ve yöneterek, barış dini “İslam” ile terörü özdeşleştirmeye ve aynı kefeye koymaya kalktınız. Toplumların özgür iradelerine karşı ortaya çıkan baskıcı rejimleri, acımasız ve emperyalist politikalarla yıllarca beslediniz. İslam dünyasında, özellikle eğitimsiz kişileri etkileyen kontrol edilemez bir öfke patlamasına yol açtınız.

Dini inanç ve kimlikler üzerinden batılı toplumlar üzerinde yürüttüğünüz algı operasyonları, ayrışmayı ve ötekileştirmeyi hızlandırdı. Ve ayrışma Avrupa’ya da zarar verecek boyutlara ulaştı. Dünyada İslam adına işlenen suçlar devam ettiği sürece, Avrupa’daki Müslüman gruplar kendisini tehdit altında hissedecek. Böyle uyum mu sağlanır! Bütün bunlar; çok kültürlülük ve insan hakları değerlerine bağlı olan Avrupa’da derin bir güvenlik bunalımı yaşatmayacak mı? İslam karşıtlığı ve Müslümanlara yönelik nefret suçlarının siyaset, sivil toplum ve medyadaki etkileri batılı toplumları da felakete sürüklemeyecek mi?

Birlikte ve bir arada yaşama idealini korumak için birlikte strateji geliştirmek gerekmez mi? İletişim kanallarını kapatıp, İsrail gibi Müslümanlara karşı güvenlik duvarı inşa ederek kutuplaşmayı nasıl önleyeceksiniz? 

Evrensel değerler üzerinden ortak stratejilere var mısınız? Var mısınız, ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, hak, hukuk, adalet, ahlak, sevgi ve barış gibi ortak ve evrensel paydalarda buluşmaya?

Var mısınız, evrensel ortak paydalar doğrultusunda yetiştirilmiş insanlardan oluşan yeni bir dünya kurmaya? Var mısınız, tüm insanlığa ait evrensel bir din olan İslam’ı anlamaya? Var mısınız huzur ve barış içinde birlikte yaşamaya? Hepimiz aynı gemideydik, unuttunuz mu? Kim bilir? Belki de batılılar, doğululardan daha iyi Müslüman olurlar.


Olumlu cevabınız samimiyetinizi gösterirken, olumsuz cevabınız ise art niyetinizin gizli sesi olacak! Ya da tüm bu kötü senaryoların vebali sizin üzerinizde kalacak!  Kim bilir, belki de İslam’ın doğru anlaşılmasının önündeki engeller kaldırarak Müslümanlarla helalleşirsiniz! 

Çünkü dünyanın buna ihtiyacı var... 

 Yusuf Avcu, Lahey

***

 

ROMAN yazmak hiç de kolay değil


Yazdığım roman; hem politik, polisiye ve istihbarat romanı, hem aksiyon, macera, heyecan ve gizem dolu, hem de tarihi ve realist olunca bir hayli zor oluyor doğrusu.


Kişiler, olaylar, zamanlar, mekanlar, kurgu, hayatın gerçekleri ve okurların beklentileri ağacın rüzgarda dalgalanan yaprakları misali uyum içinde hayat bulmak zorunda.



Hayatın bilinmeyen gerçeklerini, yılların araştırmalarına dayanan gizli kalmış sırlarını ustaca serpiştirmekse hiç de kolay değil.

Kolay olan tek bir şey var, o da bir fincan kahve ya da bir bardak çay alıp doyasıya kitap okumak...



Çekilen tüm bu çileler, işte bunun için.




Yusuf Avcu, 15-7-2018

***

Ortadoğu Gerçeği ve ABD'nin Gerçek Yüzü


Şimdi siz; ABD, Irak'tan sonra Suriye'den de yenilerek çekiliyor diye düşünüyorsunuz değil mi? Yanılıyorsunuz!

Sizce neden adamların tüm planları barış vaatleriyle başlayıp, güya yanlış müdahalelerle onların göstermelik yenilgisi ile sonuçlanıyor? 

Eğer bu başarısızlıksa neden girdikleri ülkelerin parçalara bölünmesi ile sonuçlanıyor, hiç düşündünüz mü? Çünkü bu onların adını "Kıyma Makinesi" koydukları temel stratejileri de ondan.
Afganistan, Pakistan, Mısır, Cezayir, Lübnan, Irak, Suriye hepsinde aynı taktik.

Önce Abd ile Rus birbirine rakip olur ve o ülkenin içinde çekişmeye başlarlar. Bu arada ülke yönetimini, bölünmenin önünü açmak için bir şekilde dikdatörlüğe doğru kaydırırlar. Sonra kendi taraflarına çektikleri kitlelerle iç savaş çıkartırlar. Sonra savaşa el altından müdahale ederler. Terör örgütleri üretirler. Silah satarak ekonomik dengesini bozup, üretimi durdururlar. Tolumsal gerginlik eğitimi etkilediği gibi aile yapısını, ahlak yapısını da etkiler. Din birleştirici bir etken iken bölücü bir etkene dönüşür. Peki sonra ne olur?


Sonra seni bu durumdan kurtaramız lazım deyip, masaya oturturlar. Abd ile Rus kendi arasında görünürde anlaşarak masada o ülkenin gelirini, geleceğini her şeyini bölüşürler. Kimi yokettikleri sanayiye çöker, kimi hazır hazineye, kimi de yokettikleri araziye... Ekonomik, ticari, askeri her açıdan seni kendilerine bağlarlar. Sonra da bölgenin gözde ülkeleri ile tekrar masaya otururlar. Harabenin yeniden inşasının ihalesi yapılır. Tabii size, bu da o ülkeye yardım amaçlı, o ülkenin birliğini sağlama amaçlı gösterilir. Ama asıl olan ihale lazım olan ameleyi bulmaktır. Amerika'nın girdiği tüm ülkelerin yaslarını tutup, yaralarını sarma vazifesinin bize düşmesi tesadüf müdür sizce? Malesef değil! Dünyadaki sömürgecilik anlayışının günümüzdeki versiyonu bu şekilde. Hala anlamamışsak sıra bizde demektir.

İş garip yanı ne biliyor musunuz? Pakistan da, Afganistan da sınırlarını genişleteceğini sanıyordu. Irak da öyle, Mısır da öyle. Irak Savaşı’nda Suriye ve Türkiye’de öyle. Ve şimdi Suriye’de Türkiye yine öyle. Ama sınırlarını genişletme hayali kuranlara mültecilerle birlikte kargaşa da girdi, hepsi bu.


Ülkeler neden birbirine ihtiyacı olunca değil de, iç kargaşa sonrası cepheler oluşunca müdahale etmek zorunda bırakılıyor dersiniz. Etnik yapıyı kullanarak yangını sıçratmak için, kasıtlı bir tercihtir bu. Bir ülkede iç savaş çıkartırsanız, o ülke 50-100 yıl geri gider. Her alanda size mahkum olur. Sonra kargaşanın mimarı ABD gelir, güya sizi kurtarır. Sol elinin karıştırdığı toprakları, yeni bir seçimle sağ eline toplatır. Terör örgütleri imana gelir, geldiği yere geri dönerler. Kendine benzeyeni de sizin başınıza musallat ettiler mi gitme zamanları gelmiştir. Ve giderler. Ve siz özgür olduğunuzu düşünür bayram edersiniz. Onlar da bayram ederler. Niye mi? Neden etmesinler ki! İki iç bin askerle gelip, yüzbinlerce askeri bulunan ülkeleri birbirine kırdırarak kendilerine köle etmekten daha büyük zafer mi olabilir! 

Günümüzün sömürgeci dünya düzeni bu işte.Bence hepsi gerçek, ya sizce?

Yusuf Avcu

Yorumlar