GENCEK’İN DERİN TARİHİ, GENCEK'İN TARİHÇESİ

 



      Gencek ve çevresi Kas, Luvi, Hitit, Frig, Lidya, Ahmeniş, Makedon, Basileus, Seleukos, Roma, Bizans, İlhanlı, Selçuklu, Timur ve Osmanlılar dönemlerine ait çok eski tarihî bir geçmişe sahiptir. Ancak; doğal, beşeri ve tarihî bakımdan oldukça zengin olan bölge yeterince keşfedilememiş olup, araştırma ve turizm faaliyetleri henüz başlatılamamıştır.

Bir yerin tarihçesinin en büyük delilleri o bölgedeki tarihî yerler, tarihî eserler, ören yerleri, buluntular ve kalıntılardır. Tarihi çok eskilere dayanan Gencek ve çevresi, tarihî ören yerleri ve antik kentlerle çevrilidir.

17. yüzyıldan itibaren Gencek’teki bazı evlerin medrese olarak kullanıldıkları, hatta  18. yüzyılda sıralı evler hâlinde 7 kadar medresenin olduğu bilinmektedir. Bu tarihî evlerin birçoğu ayakta olup, hiçbirisi profesyonel restorasyondan geçmemiştir. Bu evlerde Osmanlı ahşap sanatının en güzel örnekleri yer almakta ve hâlâ keşfedilmeyi beklemektedir.

Eskiden İpek Yolu’nun bir ayağı Seydişehir üzerinden gelmekte; Durak köyü, Belin Başı, Öte Yüz, Gencek Sırçalık Antik Kenti, Gencek, Muhdamat, Araplar, Gömböğet, Ballıcak ve Ermilit ören yerlerinden geçmekte; Karakasık üzerinden Gembos’a oradan da Beşkonak tarafına geçmekteydi. Akdeniz ticaret ve kervan yolu bu hattan geçiyordu. Bu yüzden bölgede birçok eski yerleşim bulunmaktadır. Karakasık deresinin hemen yanı başında bulunan ve büyük ölçüde tahrip olmuş olan Tol Hanı, Selçuklu dönemi kervansaraylarının ilk halkalarındandır. Ayrıca Durak köyü girişinde de iki adet han bulunmaktadır. Eski kervan yolu Gencek, Gembos, İbradı üzerinden Alanya ve Manavgat’a uzanıyordu. Selçuklu ve Osmanlı döneminde bile bu yol yoğun olarak kullanılmıştır.

Gencek’in tarihî geçmişine dikkatle baktığımızda Gencek’in önemi daha iyi anlaşılacak olup; Kençeklerin tarihçesiyle birlikte ele aldığımızda ise Kençeklerin tarih boyunca Sır Derya  ile Toroslar arasında Azerbaycan ve İran üzerinden defalarca gidip geldikleri anlaşılmaktadır.

Toroslardaki ilk yerleşimlerin M.Ö. 12000 ve M.Ö. 8000 yıllarındaki Ön Türk göçleri ile ve mağaralarda başladığı tahmin edilmektedir. M.Ö. 3500’li yıllarda ise kökenleri Kençeklere dayanan Kenger, Çuvaş ve Karagas Türklerinin de ataları olan Kas grupları Mezopotamya ve Toros Dağları’na göç ile gelip yerleşmişlerdir.  Bölgedeki mağaralar ve su kaynaklarının çevreleri başlıca yerleşim yerleridir.

M.Ö. 1700’lü yıllarda Orta Asya’da yeni bir kuraklık dönemi başladı. Talas, Kaşgar çevresi ve Sır Derya havzasında yaşayan Guzlar, Kaslar, Karagaslar, Gagavuzlar, Kazlar ve Kumuklar yeni bir göç dalgası ile İran üzerinden Mezopotamya’ya ve Anadolu’ya yayıldılar. Özellikle Toros Dağları ve çevreslerine yerleştiler.[1] Kendilerinden önce bölgede yaşayan Türklerin (Gudlar/Kutlar) onlara kucak açması bölgedeki Türk birliğini yeniden canlandırdı. Gudlar (Kutlar) ile Guzlar  ve Kaslar Türkçe konuşmalarına rağmen sadece şive ve aksanlarında farklılıklar vardı. Yapılan araştırmalar neticesinde Sümerlerin eski kollarından birisi olan Kasların dilinin, Kençeklerle aynı olduğu ortaya çıkmıştır. Yani Kaslar, Kençeklerin atalarıdırlar.

Bu göçlerden sonra bölgedeki Türk hâkimiyeti M.Ö. 1894 yılında Kaslar tarafından tekrar sağlandı.  Ancak Akadlarla mücadeleleri devam ediyordu. M.Ö. 1700’lü yıllarda Kas Hükümdarı Gandaş, Akadları yenerek tekrar hükümran oldu ve III. Babil Devleti’ni kurdu. Kasların ana (hana) kenti Fırat kıyılarında idi. [2] Kaslara ait bulunan yazıtlardan ve hükümdarlarının isimlerinden tüm Toroslara hâkim olduklarını anlaşılmaktadır. Hatta Kas Hükümdarları Karaindaş’ın ve kavminin Antalya bölgesindeki Karain Mağarası ile Beyşehir Gölü arasındaki mağaralar ve çevrelerinde yaşadığı anlaşılmaktadır.

Yine Kas hükümdarı olan Karahardaş’ın (Kara Kardaş) Toroslarda eskiden Garagurum denilen Beyşehir, Seydişehir, Bozkır hattında yaşadığı anlaşılmaktadır. Kastamonu şehri ile Isparta Senir Şuhut şehirleri de bu dönemde kurulmuştur. Zaten Kastamonu’nun eski adı “Kas Ülkesi” manasına gelen Tumanna’dır. Günümüzde hâlâ Kencekler kökenli Genceklerin yaşadığı Gencek ve Derebucak çevresinde bu dönemden kalma tarihi eserler ve mağaralar ile antik kent kalıntıları bulunmaktadır.

Görüldüğü gibi Gencek ve çevresinde; Sümerler, Gudlar, Kaslar döneminde Kençeklerin ata kavimlerinin yaşadıkları anlaşılmaktadır. Antik yerleşim ve mağaralarda yapılacak araştırmalar daha eski dönemlere de ışık tutacaktır.

Bölgeye; M.Ö. 4000- M.Ö. 2500 yılları arasında Türk oldukları ispatlanan Sümerler, M.Ö. 2500- M.Ö. 2285 yılları arasında Gudlar, M.Ö. 2285-M.Ö. 1894 yılları arasında Kaslar (III. Babil Devleti), M.Ö. 1894-M.Ö. 1600 Hattiler, M.Ö. 1600- M.Ö. 1178 yılları arasında Hititler (Etiler) hâkim oldular. Gencek, Arzawalılara karşı son sınır bölgesiydi.

Orta Asya’da Sır Derya’nın Ab-ı Hayat suyundan içen Kençeklerin, Hitit döneminde “Tarhuntassa” adı verilen, Toroslardaki su kültünün kutsal bölgesinde yaşadıkları anlaşılmaktadır. Zaten Kaşgar, Taraz Kençek, Otrar, Merv, Kanzag (İran), Gandzag (Ermenistan), Gence (Azerbaycan), Kenzek (Van) ve Toros Gencek’in ortak noktaları, hepsinin de kutsal su kültü merkezleri olmasıdır.

Tarhuntassa bölgesi; batıda Aksu Nehri, güneyde Akdeniz, doğuda Bolkar Dağları, kuzeyde Eğirdir Gölü ve Tuz Gölü arasında kalan kısımdır.[3]

Kuraklık dönemlerinde Hititler büyük bir kıtlık yaşamışlar, hatta tahıl ihtiyaçlarını dışardan karşılamışlardır. Hitit kralı II. Muvattili, Kadeş Savaşı öncesinde başkenti Hattusa’dan Tarhuntassa’ya taşıdı ve bölge önemli bir su kültü merkezi hâline geldi. IV. Tuthalia döneminde ise, büyük bir dini restorasyon hareketine başlandı ve ülke genelinde su kültü ile ilgili kutsal mekanlar oluşturuldu.[4]

Konya’nın Akşehir ilçesindeki Yalburt Hitit Havuzu, Ilgın ilçesindeki Köylütolu Arimatta Şehri, Halkapınar ilçesindeki İvriz Çayı, Hulana Irmağı, Hulaia Göksu Irmağı, Kaletepe Hitit Havuzu, Karaman Başdağ Tepesi Havuzu, Konya’ın 16 km güneyindeki Hatıp Su Kuyuları, Derebucak ilçesindeki Balat, Suluin, Bıçakçı ve Pınarbaşı Mağaraları (ve mağara içi küçük göller)   ve Beyşehir ilçesindeki Eflatunpınar Hitit Kutsal Havuzu bölgedeki Hitit su kültünün kutsal mekânlarıdır. Bu bölgeler ise günümüzde bile hâlâ Kençeklerin yaşadığı yerlerdendir.

Gencek’teki Peynirli İni ve Asar Mağarası içinde de kayalara oyulmuş su kuyuları bulunmaktadır. Eski zamanlarda Kençeklerin yaşadıkları mekanlara “hazine, tahıl ambarı, kutsal su” manalarına gelen isimler verildiğini göz önüne aldığımızda; Gencek’te bulunan Sırçalık antik yerleşiminin Hitit dönemine ait önemli bir merkez olduğu anlaşılmaktadır. Zira bölgede hâlâ anlatılan çok eski kıtlık dönemlerini hatırlatan efsanelerde, Sırçalık şehrinin tahıl deposu ve ekonomi merkezi gibi kullanıldığı anlatılır. Zaten Sırçalık’ın 2-3 km yakınında, Gencek’in hemen kıyısındaki Şarapana, Gökbel, Ermilit, Asar, Sorkun antik yerleşimlerinin ve ören yerlerinin olması; Sarınçöğü, Garatoyuk Muyarı, Goca Muyar, Yarık Muyar gibi su kaynaklarının bulunması ve su merkezlerinin de çok yakınında  bulunması bölgenin önemini göstermektedir. Bölge sonraki dönemlerde de ipek yolunun üzerinde yer almıştır.

Uzun yıllar Gencek’e bağlı bir yerleşim olan Taşlıpınar köyünde Hitit, Grek, Hellenistik ve Roma dönemlerine ait bazi kalıntılar bulunmuştur. Doğal kaya kütlesi üzerinde yola bakan cephede, hareket yönleri doğu tarafı olan 7 adet süvari kabartması ve tabula ansata içerisinde yazıt yer almaktadır. Bölgede Swoboda, Keil, Knoll, Lev. VIII. gibi arkeologlar araştırma yapmış ve eserlerdeki resimlerin Yunan Pantheonu’nda savaşçı tanrıça olarak bilinen Ares’e ait olduğu anlaşılmıştır. Kaya kabartmaları M.Ö. 3. yüzyıla aittir. Bölgede bulunan kalıntılar bölgede Ares tapınağı olması gerektiğini düşündürmektedir.[5]

Hitit Devleti yıkıldıktan sonra ise M.Ö. 1178-M.Ö. 750 yılları arasında Hititlere bağlı beyliklerden Tarhuntassa Beyliği bölgeye hâkim oldu. Frigyalılara bağlı idiler. Frigyalılardan sonra M.Ö. 680- M.Ö. 546 yılları arasında ise Lidyalılar bölgeye hâkim oldular. Hititler gibi Frigyalılar ve Lidyalılar da Türk’tü. Prof. Dr. Thomas Drew-Bear, Frigyalıların Türk olduğunu ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır.

Bu bölge Hitit döneminde kutsal su bölgesidir. Hititlerin devamı olan Tarhuntaşşa Krallığı, Tar-Hun-Taşşa yani Tarhun’un Evi adını verdikleri bir eyaletken sonraki dönemlerde krallığa dönüşmüştür. Tarhuntaşşa, Hititlerin kutsal su bölgesidir.[6] Pisidia’nın eski adı Pitaşşa’dır. Bu dönemde Toros Dağları ve çevresinde Komanid, Homanid, Tomanid veya Orhunlular adı verilen Türk toplulukları yaşamaktadır. Heti (Eti), Hit-it kelimelerinde olduğu gibi Saka-Sakait onların genel adıdır. Ege ve Karadeniz taraflarında ise Milet Oğuz kültürü hâkimdir.

Işığını ve inanışını Göktanrı Lat Ma’dan alan kaynaşmış, “millet” olmuş Pelaz halkı; Uma-lat Milet; Milet-Oğuz kültürünü yaşatmaktadır. Karya’dan Sinop’a kadar, oradan da tüm Karadeniz sahillerini içine alan topraklarda yaşayan halkın milattan önceki genel adıdır. Sümer Tanrısı Laz’dan (Allat, Hellas, Ales, İlyas, Leos, Soli, vb.) ışığını alan, Pelaz /Milas/Milet uygarlığını var eden halktır. Pantus, Kaşgari Oğuz kökenlidir. [7]

Lidyalıları yıkarak M.Ö. 550 yılından itibaren bölgeye hâkim olan bir değer Türk devleti ise Akmenid Devleti (Achaemenid Empire) oldu. Akmenid hükümdarı Karusi (Kyros, Karus) Yozgat Kerkenes Savaşı’nda kazandığı zaferle Lidya topraklarını işgal eden tüm Yunanlı korsanları yok ederek Efes ve Manisa’ya ulaştı. Efes’de üç hilal motifli lahiti vardır. Babil, Urartu, Manna ve Lidya gibi Türk kökenli devletleri yıkan Kyros (Karusi), Mısır’ı da ele geçirmek istiyordu. Ancak ülke içindeki Pers kavimlerinin etkisiyle önce kuzeydeki diğer bir Türk devleti olan Sakalara yöneldi. Kençeklerin ata kavmi olan Sakaların (İskitler) başında ise Tomris (Demir) Hatun bulunuyordu. Sakalarla iktidar mücadelesine giren Kyros, savaşta ağır bir yenilgi aldı ve hayatını kaybetti. M.Ö. 330 yılında ise Makedon Kralı Büyük İskender bu devlete son vererek tüm Anadolu’yu ele geçirdi.

Bu dönemde Gencek ve çevresindeki antik yerleşimlerde yaşayanlar Tour Sakaları idi. Saka Atası olarak bilinen Kençekleri oluşturan Sakaların bir koluydular. Zaten çevredeki sıradağlara Toros adını da onlar verdiler.

Karausi, kökeni Kençeklere dayanan Bozulus Türkmenlerinin (Kızılbaş, Başoğuzlu) atasıdır. Akmenid Devleti’nden geriye Karausi Akmenid Devleti, ondan da geriye Karesioğulları Beyliği kalmıştır. Karesioğulları Beyliği ise Osmanlı Beyliği ile birleşerek Osmanlı Devleti’ni kurmuştur. Osmanlı’nın ilk donanmasını kuranlar da onlardır.

Hem Bozulus hem de Saka kökenliler aynı kan bağından gelmektedirler. Kençeklerin isimlerindeki “Ken, Gen, Gan, Kan” kelimeleri kan bağını gösteren hem topluluk hem yer ekidir. Kaşgari Oğuz tabirinin ilk kökeni de Kasların yaşadığı Anadolu’dur. Kaşkar kelimesinin aslı Kaş-Kai şeklindedir. Kayı Boyu, Kırım ve Karadeniz çevresinde Kai Kangly olarak bilinir. Sonra Kangar Kınık olmuş, ondan da Kayı şekli doğmuştur.  Gencek’te bulunan bazı mevki adları ve antik ören yerlerinin adları Başoğuzlu döneminden kalmadır. Örneğin Şarapana, Sorkun, Asar, Ermilit, Kaygış, Gökbel, Göktepe, Sarınç, Topurdum, İmir Harmanı ve Seki gibi.

Genceklerin ata yurtlarından birisi için kullanılan Azer kelimesi de Ha-Zer kelimesinden gelmektedir. Oğuz Oğ-Zor veya Oğ-Dor şeklinde açılabilir. Bu Kençeklerin fonoteğinden kaynaklanmaktadır. Tarihteki en ünlü Dorlar, Kaşgari Oğuz boyudur. Kaşgar, Gaçar, Kaçgari, Acari gibi adlarla Mitridat (Bedri Dede) ve Darius (Toros) gibi kumandanlar yetiştirmiş, Sasani hanedanlarını çıkarmışlardır. Pantus kelimesinin aslı da Kaşgari Oğuz kökenlidir. Kençek fonetiğindeki Us-oğ, Işığ, Oğ-Us şeklindeki Oğuz adının sıkışmış hâlinde Gus, Kuş, Kaş, Gas, Koz, Kiz, Gaş, Guş halleriyle Kaş-gar adı bulunur. Guş-ka-uri (Gaşgari), Uligass (Ilgaz) kelimelerinde olduğu gibi.

Akmenid Devleti’nin yıkılmasıyla Anadolu’daki Türk birlikteliği büyük bir darbe almasına rağmen, Kençekler Toros Dağları’na tam hâkim olmayı sürdürmüşlerdir.

M.Ö. 312 yılında, Büyük İskender’in generalleri, aralarında yaptıkları bir anlaşma ile ülkenin topraklarını paylaştılar. M.Ö. 301 yılında Seleukos ve Lysmakhos, İskender’e bağlı Makedonyalı komutan Antigonos Monophtalmos’u İpsis Savaşı’nda yendiler. Büyük İskender’in Makedon İmparatorluğu Doğu ve Batı şeklinde ikiye ayrılmış oldu. Seleukos, Babil dâhil ülkenin doğu tarafında Seleukos Devleti’ni ilan etti. Lysimachos ise Trakya ve Batı Anadolu ile Karadeniz’i aldı.[8] Esasen her iki ülke de Türk ülkesidir. Sele-u-Koz; Koz, Guz yani Oğuz Oğulları demektir.

 M.Ö. 305 yılına gelindiğinde Anadolu’daki tüm Hitit, Aziz ve Isis beylikleri yine Bozulus kökenli Büyük Bedri (Mitri-date) önderliğinde toplandılar ve İskender’in bıraktığı 80 bin Yunan askerini denize döktüler. 9 Oğuz beyliği birleşerek Başoğuzlu İmparatorluğu’nu (Bazileus Empire) kurdular. Bazilüs (Bozulus) Türkmenleri 22 boydan oluşuyorlardı. Amasya, Manisa Salihli, Sinop ve Kırım başkentler arasındaydı. Büyük Bedri sekiz büyük Oğuz kralına baş oldu. Ülkesine de Başoğuzlu, Kızılbaşlı, Baş-ulus, Ulusbaşı, Bas-ile-us manalarına gelen Bazileus denildi. Paralarının üzerinde hilal ve sekiz köşeli yıldız vardı. Sekiz köşeli yıldız Sümer, Başoğuzlu, Selçuklulardan sonra Azerbaycan ve Türkmenistan tarafından tarafından kullanılırken, Osmanlı padişahları göğsünde nişan olarak taşıdılar. Türkiye Cumhuriyeti’nin ise cumhurbaşkanlığı forsunda yer aldı. Sümerlerde ay, venüs (sekiz köşeli yıldız), güneş üçlemesi Göktanrı’yı ifade eder. Sekiz köşeli yıldıza Arapçada “şems” denir. Buhara, Tahran ve Konya’nın sembolü de sekiz köşeli yıldızdır.

Büyük Bedri’nin komutanı Bedri Toros, latin kaynaklarında Metrodoros of Scipian, yani İskitoğlu/Sakaoğlu diye geçer. Genceklerden/Kençeklerden Gandsaq yani “Saka Atası” diye bahsedilmiş olması, eski vatanları Kırım ve Kuzey kafkasya olan Başkurtların atalarının Kençeklerden gelmiş olması ve Başoğuzlu İmparatorluğu’nu Kırım’dan yöneten Büyük Bedri’nin kayıtlarda Saka/İskit evladı diye geçiyor olması onun da Gencek/Kençek kökenli olduğunu göstermektedir.

Başoğuzlu İmparatorluğu 9 devletten oluşuyordu. Türkmeneli kralına Tigran; Kafkas kralına Artaoğuz; İran kralına Dorius (Toros); Urumeli Albanya kralına Ur-Aziz; Kırım valisi Mazares, Kuzey Kafkasya kralına Pantus (Pontus); Filistin, Ürdün, Trablus, Nebatyan kralına Er-Ateş; Komagene Seleukos kralına Antiochos(Anası oğuz) ve Kapadokya kralına Karaman (Boranes) deniliyordu.

M.Ö. 281’de Antiokhos’tan çekinen Lysimakhos’a bağlı Pergamon kralı, Roma’yı Smyrna (İzmir) kentinin koruyucusu ilan etti. I. Selevkos, Lysimakhos’u yenip Makedonya ve Yunanistan’a yöneldi. Bu Roma ile savaş demekti. III. Antiokhos M.Ö. 191’de Roma’ya yenilerek Asya’ya (Orta Anadolu Türk Krallığı) çekilmek zorunda kaldı. Roma ordusu, Pergamon Krallı II. Eumene’in önünü açması ve ordusu ile destek vermesi neticesinde ilk kez Anadolu’ya ayak bastı. Ve M.Ö. 189’da Sipylos Nehri kenarında II. Antiochos’u yendiler. II. Antiochos aynı tarihte doğunun yeni gücü olan Partlarla da mücadele ediyordu. Apameia Antlaşması ile Selevkoslular Toros Dağları’nın doğusuna itildiler. Romalılar, Karya ve Likya bölgelerini Rodoslulara, Batı Anadolu’nun büyük bölümünü ise Pergamon Krallığı’ndaki Attaloslara verdi. Böylece Roma’nın desteğini alan küçük Pergamon’dan Attalos Krallığı doğdu. Romalılar, Anadolu'ya uzun bir süre boyunca doğrudan değil, Attalos Krallığı üzerinden hükmettiler.[9]

M.Ö. 133’te Bergama Kralı ve Pergamon hükümdarı III. Attalos öldü. Onun vasiyetiyle Anadolu’da Asya Eyaleti kuruldu (Kurt, 2014, s. 30) Ancak vasiyetinde Pergamon Krallığı’nı Romalılara bıraktı. Bu durum üzerine, Pontus Kralı Mithridate de Roma ile savaşmaya başladı. Onların bu savaşları sırasında M.Ö. 129’da Manius Aquillius tarafından Mysia, Lydia, Karia ve Phrigya topraklarını kapsayan Asya Eyaleti (Asia) kuruldu. Geride kalan doğu kesim ise müttefik Türk beylikleri arasında paylaştırıldı. Lykaonia (Konya), Pisidia (Isparta, Denizli, Beyşehir) ile Pamphylia (Antalya) eyaletleri Kappadokia Krallığı’na verildi. Savaşarak Pisidia bölgesini kontrol altına alamayan Roma, bağımsız müttefikler şeklinde kalmalarını kabul etti. Ancak dağlık iç kesimlere yaklaşamayan orduları için yollar yapmaya başladı. Pisidia eyaletleri Prostanna (Eğirdir) ve Sagalassosile Roma müttefiki olunca bölgede kaos oluştu. Bunun üzerine Roma; Pamphylia, Lykia, Pisidia ve Lykaonia bölgelerini Ikonion’u (Konya) başkent seçerek Kilikia Eyalet Krallığı’na bağladı.

M.Ö. 78-74 yılları arasında Pisidia’da Orondialılar (Orhunlular)[10] bulunuyorlardı. Oron kelimesinn kökeni “urun”dur. Kençek dilinde söylenişi “ur-hun” şeklindedir. Orondialılar Beyşehir çevresinde yaşayan savaşçı dağ kavimleriydi. M.Ö. 64’te ise bu eyalet krallığına Trakeia, Apameia, Synnada (Senir), Isauria da dâhil edilmiştir.

Roma Kralı Sezar, Kırım valisinin hainlik yaparak teslim olmasını fırsat bildi ve M.Ö. 47’de Zile’de Başoğuzluları yendi. Başoğuzlu ülkesini tarihten ve hafızalardan silme cezası verdi. Büyük Bedri ise yenildiğini görmektense ölmeyi tercih etti ve kendi başını komutanına kestirerek intihar etti.

Öldükten sonra Roma kaynaklarında Zeus, Apollo, Dionysos, Zeugma, Jupiter, Mitras ve Mehdi Oğuz olarak anıldı. Şam’da bulunan Demaskos Emevi Camii’nin eski adı “DemasKos Jupiter Tapınağı” idi. “Demas ve duma” ise “toplanma yeri” demektir. Aynı zamanda Hilal inanışlı Oğuz halkının açılımıdır. DemasKos; Oğuzlu Duması Oğuzlu toplanma yeri demektir. Şaman Oğuz bilim evi olarak yapıldı ve ilk kulesinin yani minaresinin ismi Ares idi. [11] Gencek’in hemen yanındaki Taşlıpınar’da Ares’e ait olduğu kanıtlanmış kaya resimleri bulunmaktadır. Şam İslam ordularının eline geçince, Jupiter Tapınağı satın alınarak cami yapıldı.  Asla kendi ismiyle kullanmadıkları gibi, sanki kendi kahramanlarıymış gibi anlattılar. Savaşçı kızları ve gelinleri Sare Gelin Rize’de, Kıbrıs gelini Nisa ve Mısır gelini Mitridatis bedenleri düşmanları tarafından kirletilmesin diye Kırım’da intihar ettiler. Kütahya Üçhöyük’te bulunan Hilalli üç kadın Ayopa (Appia) heykelinin onlar için yapıldığı anlaşılmıştır. “Sarı Gelin” türküsü burdan gelmedir. Romalılar, Rize Kalesi’nden Büyük Bedri’nin hazinelerini ve el yazması tıp kitabını alarak Roma’ya götürdüler. [12]

Devlet yıkılmasına rağmen, güneyde Büyük Bedri’nin kızıyla evli olan Seleukos hanedanı ve kuzeyde ise Koçari direnmeye devam ettiler.

Sarı Bacıana ve onun kadın koruması Farsi Opali-pan (Menopholis) uzun bir süre direndiler. Yenilince dağlarda izlerini kaybettirip, Derbe bölgesine geldiler. Belkıs/Oğuz Beli’ndeki  Zeugma mozaiğinde Büyük Bedri ile resmedilen Ariadne Partunope/Er Hatun Peri Tina Aba yani Fırtına Aba Belkıs’dır. Kral öldükten sonra hiç evlenmemiş yas tutmuştur. Belkıs-Zeugma mozaiklerinde hüzünlü olarak resmedilmiştir. Belkıs, yani Beli-Kos Oğuz Beli demektir. Romalı bazı arkeloglar, Türk tarihini unutturmak için ona “Hüzünlü Çingene Kızı” demişlerdir. Oysa baş kadın savaçıdır ve büyük bir kahramandır. Romalıların çingene olarak tasvir ettikleri Adige, Tiche, Partuneope, Fırtına Opa Atina’dır. Bedeni atıyla birleşmiş olarak resmettikleri Xirkon (Zorkun) ise tıbbın babası unvanlı Lokman Hekim, yani Büyük Bedri’dir. Xirkon’u Kırkun, yani Ken-Ger sıfatıyla birlikte düşünürsek Sümer Atası Orkun olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Sümerler kendilerine Kenger demiştir. Kengerler ise Kençeklerin Kaslardan sonraki ata kavminin adıdır. Zaten Zorkun’un antik kaynaklardaki adı Santor ve Kentour diye geçmektedir. Sorkun adının kullanıldığı yerlerin halklarının dilleri aynıdır.

Büyük Bedri’nin torunu olan Antipatros Derbeter (Turan Bedri Kızı Atası Dor Bey) de direnmeye devam ediyordu. Kayseri’den Konya ve Antalya’ya kadar uzanan alan onun yönetimindeydi. Sarayı, Karaman’daki Derbe antik kentindeydi.[13]

Ancak sarayı kaybedince batıya doğru ilerlediği ve izini kaybettirdiği anlatılmaktadır. Onun bölgesinde batıdaki son sınır ise o zamanki ismiyle Homanada yani Gencek’tir. Bu bölgede yeraltı mağaraları ve bu mağaralar arası yer altı yolları bulunmaktadır. Bu bölge Tuman, Kuman ve Human adlarındaki en eski Türk kavimlerinin ve Sarı Gıpcagların yaşadıkları bölgedir. Hititler döneminde Tarhunlular (Tar-Hun/Tar-kan), Pisidia döneminde Orondialılar (Orhunlular), Başoğuzlu son döneminde ise Homanidler[14] [15](Homan, Kuman, Tuman, Turan) olarak adlandırıldılar.

Homanidlar/Homanadlar ya da Homanadalılar; Beyşehir Gölü, Eğirdir Gölü ve Seydişehir Suğla Gölü ve Tınaztepe Mağaraları çevresinde, Isparta Yalvaç Senir bölgesinde, Derebucak’ta Balat İni ve Gembos çevresi ile Çamlık mağaralarında, Gencek’teki Gencek Dağı, Sırçalık Gökbel, Topurdum, Asar, Araplar ve Sorkun mevkilerinde, Hadim ve Bozkır civarındaki mağaralarda ve Karain gibi mağaralarda yaşamışlardır. Başoğuzlu İmparatoru Mitridates VI. Büyük Bedri’nin torunlarının Roma karşısında sığındıkları ve savundukları son kale olan bu bölge, onların da atalarının yaşadığı bir bölgedir.

Homanid; Homa, Huma, Umay inanışlılar, Hilal inanışlılar; Huma’nın yer yüzünde yükselen ışığı manasına gelir. İnsanın gün ışığından Ur olduğunu kabul eden bu inanışta, insana da “Human” denilir ki, kök hecesi “Oma” olur. Homa-analı, Anası Ma ya da Umay Ana demektir. Sümerlerin yani ilk Oğuzluların tek tanrı inancının adıdır.

Gencek ve çevresindeki ören yerleri göstermektedir ki, bölgede araştırmacıların bir türlü yerini tespit edemedikleri HOMANADA antik şehri GENCEK’tir. Genceklerin bazı kaynaklardaki Güncek, Kençek gibi Gün, Kun, Kın, Hun, Kon kelimeleri ile başlayan isimleri Hitit kökenli olduklarını gösterir. Kon ışığından Ur (Var, Ar) oldukları düşünülür. Bölgede bulunan lahitler bu tezi ispat etmiştir.

Homanitler; Isparta Senir, Yalvaç, Eğirdir, Beyşehir, Derebucak, Gencek, Suğla, Bozkır ve Hadim hattında kabileler hâlinde yaşayan ve asla teslim olmayan direnişçi bir millettir. Plinius, bölge hakkında bilgi verirken Homanadların Homana/Homanada adındaki şehirlerinden ve vadilere gizlenmiş daha başka 45 kalesinden bahsetmektedir.[16] Bu ise onların bölgede ne kadar güçlü bir halk olduklarını göstermektedir. Strabon ise Homanadların, Kilikia Trakheia’ya sınırdaş olduğunu ve hatta Homanadlar ile Kilikia halkının aynı kökten geldiğini söylemektedir.[17]

Homanadlar, Suğla Gölü’nün üç tarafına hâkim ve dağlık lanlarda yaşayan bir halktır. Bu halk aynı zamanda bölgelerinde bulunan verimli bir ovayı işlemekte ve buraya hâkim tepelerde ve mağaralarda yaşamaktaydı.[18]

Jüthner bu ovayı Beyşehir’in güneyinde kalan ve Derebucak’ta yer alan Gembos Ovası olarak düşünmüştür.[19] Bölgede 1902 yılında araştırma yapan Avusturya ekibi de Homanadların yaşadığı yer olarak Gembos Ovası çevresini işaret etmişlerdir.[20] Bu tezler antik kaynaklarda anlatılanlarla örtüşmektedir. Bu bölgeler mağara oluşumu açısından zengindir. Beyşehir (39 adet), Derebucak(45 adet), Seydişehir (46 adet), Bozkır (15 adet) ve Hadim (15 adet) ilçelerinde 160’dan fazla mağara bulunmaktadır.[21] Gencek’te de 9 adet mağara bulunmaktadır ki bazıları yer altı tüneli şeklinde ve bir hayli uzundur. Asar Mağarası kaya içi kale şeklindedir.

Seydişehir yakınlarında Misthia (Fasıllar), Vasada (Bostandere), Amblada (Asartepe), Atvana (Çobankaya), Seydişehir Tınaztepe gibi antik yerleşimlerde ve buralardaki mağaralarda M.Ö. 1. yüzyılda Homanidler yaşamışlardır.

Bölgede itaati sağlayamayan Roma, M.Ö. 39’da Pisidia ve Phrygia bölgelerini M.Ö. 25’te Roma’nın eyaleti olmayı kabul eden Galatia aristokratı Amyntas’a verdi. Amyntas bölgede bazı toprakları kendine bağlamış olsa da, Toros Dağları’nda büyük bir direnişle karşılaştı. Bölgedeki savaşçı ve direnişçi kavim Homanadalılar/Homanidlerin kurduğu özerk Adada Beyliği, güçlü bir direniş sergiledi. Romalılar adına Galatia eyaletini yöneten vali Amyntas; Sagalassos, Apollonia ve Pisidia Antiokheiası’nı savaşmadan zapt ettikten sonra, bu şehirlerin aşırı yüksek vergi vermeyi kabul etmesiyle Kremna ve Adada’ya yöneldi. Ancak bu bölgedeki şehirler savaşa tekrar dâhil olunca ve Hilal inanışlı Humanidler Roma destekli Galatia ordusunu ablukaya alarak yendiler ve M.Ö. 25’te Amyntas’ı da öldürdüler.

Amyntas’ın Homanidler tarafından öldürülmesi üzerine üzerine, Roma Pisidia bölgesinde ve Asia eyaletinde Antiokhia, Parlais, Kremna, Olbasa, Komama ve Lystra yerleşimlerine koloniler kurdu. Antiokhia kolonilerin merkezi oldu.[22]

Roma imparatoru Augustus, Karalis Gölü’nün batı kıyılarında Ouramma toplulukları olduğunu görmüş ve onları yanına almak için Sulpicius Quirinus’u (Cyrinus) M.Ö. 6 yılında Suriye valisi olarak görevlendirerek Homanadlarla savaşa öyle başlamıştı.

Homanadlar; Karalis (Beyşehir) Gölü’nün doğu ve kuzey kıyıları gibi düz bir arazide, Roma tarafından desteklen, savaş deneyimi olan ve sayıca çok olan veteranlara karşı meydan savaşına girmek yerine, vur-kaç ve pusu teknikleriyle savaşmayı tercih etmişlerdir. Çünkü meydan savaşı için çok fazla askere ve eğitime ihtiyaç vardır. Dedegül ve Anamas Dağları’ndaki küçük gruplar hâlinde hareket eden düzensiz birliklerle bölgeye saldırılar düzenlemeyi tercih etmişlerdir. Bölgedeki kolonilere yerleştirilen veteranlar, aslında İtalya’dan zenginlik vaatleriyle getirilen fakir kimselerdir. Roma, bu yerleşimlerle Asia bölgesindeki kabile yaşamını bitirmeyi amaçlamıştır. Karalis (Beyşehir) Gölü, Yalvaç-Beyşehir- Gembos-Suğla hattındaki doğal engelli dağ hattını iyi kullanan Homanadlar ise bu hatlardan askerî birliklerin geçişine asla izin vermemiştir. Ancak Karalis (Beyşehir) Gölü’nün batı kıyısındaki kabileler ile Ouramma toplumları arasında iyi ilişkilerin olması Homanadları çok zor durumda bırakmıştır.

Muhtemelen bu bölgedeki Homanidler, savaş taktikleri gereği Gencek, Derebucak, Çamlık ve Beyşehir bölgesine çekilmişlerdir. Çünkü Ramsay, Pisidia ve Isaura bölgelerinin herhangi bir otoriteye tam olarak asla boyun eğmediğini söyler. Ve bu bölgede yıllar süren çetin savaşlar olmuştur ki en önemlisi Homanada Savaşı’dır.

Yenişarbademli dağ yolunun bu şekilde açılması Roma askerlerinin Karalis (Beyşehir) Gölü’nün güneyine doğru inmelerini sağlamış ve Humanidlerin savunma hatlarında oluşan bu gedik, Roma ordusunun Gembos Ovası girişi ve Gencek Gökbel ve Gencek Asar Kalesi’ne kadar yaklaşmalarına neden olmuştur. Ancak bu geçitlerden ilerleyemeyen Roma askerlerinin Akçabelen tarafındaki düz ovalık araziden ilerleyerek, Gencek Ermilit mevkisine geldikleri anlaşılmaktadır. Onları geciktirmek ve yönlerini değiştirmek amaçlı ilk karşılayan ve ilk çarpışmalarda ölen bazı Homanadalı askerlerin mezarı Kaygış bölgesindeki Gavur Mezeri mevkisindedir. Gavur/Gav- Ur/Kav-Ur/Ur/Uz/Oğuz Mezeri demektir. Gav ağaç kovuğu, kıpçak demektir. Oğuz’un Ağaç Kavuğu demektir ki tam manası Kıpçak Mezeri olur.

Ermilit mevkisine geldiği anlaşılan Roma askerlerinin Seki mevkisinde Homanadlı Kıpçak savaşçılarla karşı karşıya geldiği anlaşılmaktadır. Seki mevkisinde Homanadlı Kıpçaklarla Roma askerleri arasında dönemin en kanlı savaşı olan Seki Homanada Savaşı M.Ö. 6 yılında gerçekleşmiştir. Seki, Ermilit, Araplar, Karagasık hilaline sıkışan Roma askerleri ağır bir yenilgi almışlardır. Ancak bu savaş neticesinde Ermilit ve Araplar bölgesindeki yerleşimler harabeye dönmüştür. Rivayet ve efsanelerde, Gencek Seki mevkisinde büyük bir savaşın olduğu anlatılır. Bölgede hâlen kemik parçaları ve ok uçları bulunmaktadır.

Ramsay, Homanad Savaşı’nın M.Ö. 12-M.Ö. 6 yılları arasında olduğunu kabul etmektedir.[23] Ancak Mitchell Homanad Savaşı’nın M.Ö. 6 yılları ile M.S. 4 yılları arasında yapılmış olduğunu savunur.[24]

Bu savaş için Galatia’nın başkenti olan Ancyra (Ankara) kadar önemli olduğu düşünülen Antiokheia, merkez üs olarak seçilmiştir.[25]Antiokheia’da yeterince veteran savaşçı olmasına rağmen, yeni operasyonlar için savaşçı birliklere ihtiyaç duyulmuş ve Lejyonlar, veteranlara ek olarak Antiokheia’ya kaydırılmıştır. V. Gallica lejyonunun veteranlarına ilaveten en uygun birlik olarak Suriye’den VII. Lejyon da bu savaş için bölgeye sevk edilmiştir.[26]

Pisidia’dan Kappadokia’ya kadar olan alandaki direnişi kırmak isteyen Roma, Antiokheia’dan başlattığı savaşı Karalis (Beyehir) Gölü’nün doğusuna yönelerek Misthia üzerinden Trogitis (Suğla) Gölü çevresine yönelmiş ve Trogitis (Suğla) Vadisi’ni işgal etmişlerdir. Homanadlar ise bir ordunun manevra yapabileceği kadar geniş olan bu vadide savaşmak yerine dağlık bölgeye çekilmişlerdir. Roma’nın Suriye valisi Cyrinius, M.Ö. 6 yılında buraya büyük bir ceza seferi yapmış ve Trogitis bölgesindeki Homanidleri etkisiz hâle getirmiştir.[27]

Aynı anda devam eden çarpışmalarda 44 müstahkem Homanad kalesi tahrip olmuştur. En önemlisi de kalabalık bir nüfusun yaşadığı Homanada yani bugünkü Gencek bir hayli tahrip olmuştur. Roma’nın Suriye valisi Quirinius, Homanadların mağaralarına ve dağlık arazilere yaklaşmak yerine onları ablukaya alıp, açlıkla teslim olmaya zorlamak istemiştir.

Yıllar süren bu savaşı bir türlü kazanamayan Roma, başka arayışlara girmiş ve bölgeyi yıllarca kuşatma altında tutarak teslim olmalarını sağlamak için uğramıştır. Homanadların etrafını kuşatan Roma, lehine dönen durumu korumak ve bölgede kurduğu kolonilerin daha işlevsel hâle gelip ilerleyen zamanlarda istenilen konuma gelebilmeleri için yeni bir proje daha ortaya koymuştur. Bu proje, Roma veteran kolonilerin daha iyi iletişim kurmalarını sağlayacak ve Homanadlar bölgesini çepeçevre sarmalarını sağlayacak bir “Yol Projesi”dir. Bu yol ağı sayesinde problemli bölgelere birlik ve malzeme sevkiyatı gayet hızlı bir şekilde yapılabilecektir. Çünkü Pisidia bölgesinde yer alan şehirlerin haberleşmeleri patika yolların sayesinde yapılmaktadır.[28]

Bu savaşlar neticesinde yol projesi için zaman kazanmak isteyen Roma’nın barış için çalışmalar başlattığı ve Roma’ya bağlı kalınması şartıyla Homanidlerin kurduğu Adada Beyliği’nin özerk statüsü tanıdığı anlaşılmaktadır. Çünkü savaş sırasında ve savaşçı Homanad tehlikesine rağmen bu yol projesini hayata geçirmek mümkün değildir.

Kıreli’de bulunan büyük bir miltaşı, Kavaklıdere’den ayrılan yolun buradan Beyşehir’e gittiğinin en büyük delilidir. Ayrıca Beyşehir yakınlarında yol kenarlarında bulunan Roma dönemi taşları ve Beyşehir’de bulunan Taş Köprü’den önce kullanılan köprüdeki Roma taşları bu yolu tamamlayan parçalardır.[29]

Ramsay ise bu yolun köprünün yanından geçtiğini ve Çarşamba Kanalı ile aynı noktadan geçtiğini belirtmiştir. Çarşamba kanalını geçen Via Sebaste Yolu muhtemelen Gembos Ovası üzerinden Side’ye ulaşmaktaydı. Eski Gencek içinde de merdiven şeklinde basamaklı yolların olduğu anlatılmaktadır. Aynı basamaklı yol kalıntılarına Gencek Sırçalık yerleşiminde de rastlanır. Adada merkezinden gelen yol Gembos Ovası’nda Beyşehir-Manavgat hattıyla kesişmektedir. Gembos Ovası, Karagasık Vadisi, Araplar, Ermilit, Seki, Gencek, Sırçalık, Topurdum, Cevizli hattı üzerinden Akseki’ye çıkmaktadır. Sırçalık’tan eski Salur köyüne, Durak ve Taşağıl köyleri üzerinden de Seydişehir ve Suğla Vadisi’ne çıkmaktadır. Sonraki dönemlerde ticaret kervan yolu olarak kullanılmıştır.

Roma, bu yolların sayesinde tüm Pisidia, Phyrgia, Isauria bölgelerinde yol hatları oluşturmuş ve bu hatlar üzerine kendi askerî garnizonlarını yerleştirmiştir. Homanada’yı işgal etmek yerine, yollarla eskisiz hâle getirmeyi tercih etmişlerdir. Homanidlerin böyle bir anlaşmayı kabul etmelerinn sebebi Homanad merkezinin kuşatma altında kalarak teslim olmaya zorlanmış olmasıdır.

Yani Roma; savaşta yenemediği Humanidleri, ambargo ile kabul ettirdiği ve zamana bırakarak açtığı yol projesi ve yollarla yenmiştir. Homanada dışındaki ele geçirdikleri bölgelerde, eli silah tutan ve karşı koyan bütün Homanid erkekler öldürülmüş, 4000 tutsak erkek komşu şehirlere yerleştirilmiştir.[30]

İsmini Türklerin ata kavmi Kençeklerden alan Gencek; M.Ö. 47-150 yılları arasındaki Romalılara karşı “Türk direnişinin son kalesi”dir. Romalılara karşı direnmek için Oğuz beylerini birleştiren Kençekler kökenli Kırımlı Büyük Bedri’nin kurduğu Başoğuzlu İmparatorluğu, eski Homanada Kençek’le birlikte tarihe karışmıştır. (Basileus) Başoğuzlu İmparatorluğu M.Ö. 47’de yıkılmasına rağmen, Büyük Bedri’nin torunu ve bazı savaşçıları Gencek bölgesinde yaklaşık 150 yıl daha direnmişlerdir.

Uzun bir dönem Gencek, sınır hattı oldu. Ancak hiçbir zaman düşman eline geçmedi. Yakın zamana kadar Gencek’teki Gavur Kalesi denilen kayalığın; isminden dolayı düşmanın elinde olduğu, sonraki zamanlarda fethedildiği zannedilirdi. Ancak Gavur kelimesi eski Kençek Türkçesi bir kelimedir. Gav ise ağaç kovuğu, kıpçak, killi topraktan çanmak çömlek yapılan zanaat merkezi demektir. Ur zaten Oğuz’un ik söyleniş şeklidir. Yani Gav-Ur, Oğuz’un Kıpçağı, Oğuz’un Ağaç Kavuğu demektir. Yani Gav-Ur Kalesi, Kıpçak Kalesi demektir.

Fırtına Aba Belkız’ın ise Gencek, Derebucak ve Beyşehir çevresindeki mağaralarda Antipatros Derbeter ile sonuna kadar direndikleri anlaşılmaktadır. Çünkü bölgede anlatılan efsanelerde Gencek, Belkız Krallığı’nın sınır hattı, savunma noktası olarak anlatılmaktadır. Muhtemelen burada sonuna kadar savaşmışlar ve burada ölmüşlerdir. Çünkü Seleukos Devleti, yenilince Torosların kuzeyini Roma’ya bırakmıştır. Dolayısıyla tek savunma hatları bu bölgedir. Zaten Roma’ya yüzyıllarca direndiğinden bahsedilen Tarkan Di Mete, Tarhunlular, Orhondialılar (Orhunlular), Homanidler (Huma inanışlılar) hep aynı topluluğun adlarıdır. Bölgedeki bu kavim Kızıl Işık Bozoklar ile Sarı Işık Üçokların Kençeklenip birleşerek Kan Bağı oluşturdukları Kençeklerdir. Kırmızı Kor-uma-esi yanı Kızıl Oğuzlu veya Bozulus olmayı ifade eder. Kızmızı güneşi yani Homa’nın yeryüzündeki ışığını ifade eder. Sarı (Sir’i) yani Ay’ı Hilal’i ifade eder. Sir olmak sır olmaktır. Başı IŞIR olmaktır. Tonyukuk kitabelerinde Kençeklerden Türk Sir Budun olarak bahsedilir. Bu da gösteriyor ki bölgede bu çetin mücadeleyi veren topluluk kadim ata kavmi Kençeklerdir ya da Kençeklerin Kıpçak kökenli bir koludur.

Ayrıca yine Gencek efsanelerinde Şarapana bölgesinde büyük asma bahçeleri olduğu, Roma döneminde köyü yakmak isteyenlerin orayı ateşe verdikleri, ancak köyün hilal şeklinde olması nedeniyle fazla zarar veremedikleri anlatılmaktadır. Osmanlı döneminde bu harabelerin üzerine yeni bir yerleşim yeri oluşturulduğu anlaşılmaktadır.

Eski yerleşimin; Gavur Kalesi’ni çepeçevre saran bir hilal, Şarapana çevresini saran diğer bir hilal ve Kızılkaya mevkisini saran üçüncü bir hilal olmak üzeri üç hilalden oluştuğu tahmin edilmektedir. Yine Gencek’in eski yerleşim yerlerinden olan Ermilit’te Kerkenes Kuşu ve yavrularının resmedildiği kaya parçaları bulunmaktadır. Yozgat Sorgun’daki Kerkenes Dağı’nda bulunan fildişi kemerde de, aynı şekilde bir kerkenes kuşunun sürüye baş olmuş giderken resmedilmiştir. Gencek’te eskiden yaygın olarak kullanılan duvar halılarında geyik ve kerkenes kuşu motifleri yer alırdı. Büyük Bedri’nin bir sıfatı Kerkin Atası idi. Bu yüzden Kırım’da öldüğü yere “Kerkinitis” adı verilmiştir. Kerkenes Dağı’ndaki buluntular orada yaşanan büyük savaşın iki Oğuz devleti ya da iki Şaman inanışlı ordu arasında olduğunu göstermektedir. Çünkü bölgedeki efsanelerde o sırada Güneş’in tutulduğu ve iki ordunun da savaşa ara verdiği anlatılmaktadır. Yozgat’ın Sorgun ilçesinin dili incelendiğinde Kençeklerle ve hatta günümüz Gencek yöresinin diliyle aynı olduğu görülmektedir.

Yine eski efsanelere göre, yerleşim yerinde saklı tutulan bir lahit içinde  bir kadın mumyası bulunmaktadır. Eğer doğru ise ya Fırtına Aba Tiche Belkız’ın ya da Antipatros Derbeter’in mumyası olabilir. Çünkü onların burada ölene kadar savaşarak direndikleri anlaşılmaktadır.

Gencek’in muhtemel antik ismi inanış bazlı söylendiğinde Homanada; Oğuz ata kültürüyle söylendiğinde Ken-Ger/Keng-Er; Başoğuzlu İmparatorluğu’nun kutsal bölgesi ve şehzade eyaleti olduğunu düşündüğümüzde ise Ken-Çek olur. Bölgede yaşayan Sarı Gıpcagları dikkate alırsak Kıpçak dilinde; Tanrı Dağları ile Toros Dağları’na aynı kutsallık atfedildiğine göre, Tanrı Dağları’nın Ken-Jiek’i ifadesi Toros’un Ken-Jiek’i şeklinde ifade edilebilir. Tanrı Dağı, Tanrı İda, Tur Dağı, Toros Dağı benzer kutsallıkta Türk dağlarıdır. Yani hepsi Adada, Ada İda. Toroslardaki Türk beyliğinin adı da Adada’dır. Osmanlı kaynaklarında Gencek, Güncek, Kencek olarak geçer. Gök ve yeri birbirine bağlayan, Homa, Huma, Umay (Hilal) inanışlı, Huma’nın yeryüzünde yükselen ışığı Humanidlerin merkezidir. Gencek isminin kökeni ise Kençek, Kangar, Kenger, KerKin, Kin-Ger, Kor-Gün, Or-Kun, Er-Kin, Or-Hun gibi fonetik dönüşümlerden gelir ki hepsi aynı kökene çıkar.

Görünen o ki Tarhunlular, Orondialılar (Orhunlular) ve Homanidler olarak geçen Kençek kökenli Kençek’e yine aynı kökenden olan Gencek yörükleri getirilip yerleştirilmiştir. Gencek’in isim kökü olan Gen; Gene, Gen, Kan, Can, Ken gibi fonetiklerin tamamında kan bağını gösterir.

Dillere destan olan bu kutlu direnişten sonra bölge tahminen M.S. 150 yıllarında Roma İmparatorluğu’na bağlı Rum eyaletine dâhil oldu. M.S. 330 yılında ise Roma İmparatorluğu’ndan Doğu Roma İmparatorluğu ismiyle ayrılan Bizans İmparatorluğu bölgeye hâkim olmuştur.

Homanada bölgesindeki Roma’ya bağlı özerk Adada Beyliği, XII. yüzyıla kadar, yani Selçuklu sultanı Sultan Sencer dönemine kadar varlığını sürdürmüştür.

Adada; Ada-İda kelimenin asıl şeklidir. Ada, ata demektir. Ata Dağı, Tanrı Dağı demektir. Bir kişinin adı, “soy atası kimdir” sorusunun yanıtıdır. Ata/İta/İda fonetiklerin vardır. Ata kelimesi Altay dilinde Ada; Kuman dilinde Atta; Sümer dilinde Ad, Adda; Hitit dilinde Atta; Kafkas dilinde Ada; Etrüsk dilinde Apa şeklindedir. Pek çok dilde de baba demektir. İda; Hititlerin dağ tanrısı Kibele’dir. Ada, odo, ita, ata, idi, ide gibi sesdeş karşılıkları vardır. Oğuz kültüründe dağlar uludur, Tanrı’ya yükselir. Dağlar kutludur, kutsaldır, uludur. Kurban kesmeye, bereketi kutsamaya, verdiği bereket için Allah’a dua etmeye dağlara çıkılır. Tanrı Dağı, Tanrı Tao, Tanrı İda, Tur Dağı bir Türk dağıdırlar. Tur Dağı bir Dor/Türk dağıdır. Ada-İda, Ata Dağı, Tanrı Dağı demektir. Toros Dağları, Tanrı Dağları olarak geçmektedir.

1037’de Tuğrul Bey tarafından kurulan Büyük Selçuklu Devleti, Sultan Alparslan’ın önderliğinde Malazgirt Savaşı’nı kazanarak Anadolu’nun kapılarını Türklere bir kez daha açtı. Zamanla ülkenin sınırları Uzakdoğu’dan Ortadoğu ve Akdeniz’e kadar ulaştı. Ancak Sultan Berkyaruk döneminde Selçuklu Devleti Irak ve Horasan, Suriye, Kirman ve Anadolu Selçukluları olmak üzere dörde bölündüler. 1075 yılında ise Kutalmışoğlu Süleyman Şah Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurdu.

Rivayetlerde Büyük Selçuklu Devleti sultanı  Sencer bu bölgeyi fethetmek için gelmiş, ancak bütün girişimleri sonuçsuz kalmıştır. Bölgeyi savunanların Kençek kökenli eski Türk kabileleri olduğunu anlayınca, bölgeye başka bir Kençek kökenli kabile olan Sarı Gıpcag yani Sarı Gencik kabilesini göndermiş, onlar anlaşarak bölgeye yerleşince de bölgeyi Sünnileştirmek için Seyyid Harun’un talebelerini görevlendirmiştir.

1205 yılında ise I. Alaaddin Keyhüsrev Antalya’yı fethetti. Bölge hem Anadolu’dan hem de Azerbaycan coğrafyasından göçler almaya başladı. 1220-1221 yıllarında Şirvan ve Aşağı Körü (Kür boyları) boylarının Moğollar tarafından istila edilmesi üzerine, büyük bir Oğuz oymağının, Avşar boyu beyleriyle birlikte buralardan kalkıp Orta Toroslar üzerinde giderek, sonraları Karamanoğlu hükümetini kurdukları anlaşılıyor. Kıpçaklar ise Gence çevresine yerleştiler.[31]

Bu dönemde Toroslardaki Garakurum bölgesine gelip yerleşen bu büyük Oğuz oymağının, Gence, Gencek, Gancaklı, Ahmedlü, Sevinç Hacı, Gençlü, Sancaklu, Beyşehri, Sığnak, Sarıklı, Karamusalı, Daşlı, Ağaçeri, Kağın, Arabacı, Kaçar, Şamlu, Dulkadir, Karabağlı, Karakoyunlu, Ustacalu, Gancaklu, ve Gencek Cemaati gibi Gencekler kökenli aşiretlerde oluştuğu ve diğer Avşar boylarıyla birlikte Orta Toros bölgesine gelip yerleştikleri anlaşılmaktadır. Yine Kençek aşiretlerinden Güncek, Sığnak, Turudlu, Keles, Kepez, İsa Dede Gencek Cemaati, Molla Osmanlı, Sarılı, Kılıçlı Genceki, Molla Hacılı, Keçili, Okçulu ve Avcılı aşiretleri de dâhil birçok Kençek aşiretinin bu göç kervanına katılarak, aynı dönemde bölgeye yerleştikleri görülmektedir. Aynı aşiretlerin diğer obaları, sonraki göç dalgalarında aynı bölgeye, bu aşiretlerinin kurduğu köylere yerleştirildiler.

1221 yılında, Anadolu Selçuklu hükümdarı I. Alaaddin Keykubad, Alanya Kalesi’ni fethetti ve birçok konargöçer durumdaki Türk aşiretini buraya yerleştirdi. Başkent Konya’nın yanısıra Alanya’yı da ikinci bir başkent ve kışlık merkez olarak kullanmaya başladı. Bu tarihlerde, diğer bazı boyların aşiretleriyle birlikte Alanya ve Manavgat çevresine yerleştirilen Kençeklerin Gencek ve Güncek isimli kolları bu bölgede birçok köy kurdular. Ancak bu cemaatlerin birçoğu yarı göçebe olarak yaşıyorlardı. Gencek yörüklerinin özü Gencek Cemaati ise Akseki, İbradı, Kaşaklı ve Beyşehir dağlarını yaylak olarak kullanıyorlardı.

Bu dönemde Beyşehir’den başlayıp Akseki’ye ulaşan ve oradan da Manavgat ve Alanya’ya inen yola Yaylayolu deniliyordu. Kaşaklı Nahiyesi’nin merkez köyü olan Adaköy, Salur, Keçilik, İldüzen, Mahremkulu, Göğler ve Şabanlar köyleri Gencek yörüklerinin kurduğu köylerdir.

Bu tarihten itibaren hem yaylaklarına hem de yarı konargöçer olarak Alanya ve Manavgat’ın köylerine yerleşmeye başlayan Yörükhan-ı Gencek Cemaati, tahminen 1222 yılında, günümüzde Yukarıköy adı verilen eski yerleşim yerine çadırlarını kurup burayı yaylak olarak kullanmaya ve oranın adına Gencek mezrası demeye başladılar. Ancak Osmanlıca alfabede “G” sesi olmadığı için “K” sesi ile yazılmıştır. Gerek Göktürk alfabesinde, gerekse Oğuz, Karahanlı, Çağatay ve Osmanlı alfabelerinde “G”sesi yoktur. Bu yüzden “K” ile yazılıp “G” ile okunmuştur. Gencekler zamanla buraya yerleşerek burayı kışlak olarak da kullanmaya başladılar.


 

1220’li yıllarda ise Yukarı Köy mevkisinde yarı konargöçer olarak yerleşmiş olan Gencek Cemaati’nin bugünkü Gencek mevkisini keşfederek yerleştikleri, yani mezranın yerini değiştirdikleri tahmin edilmektedir. Çünkü Anadolu Selçuklu Devleti’nin son döneminde, uçbeyleri kendi bölgelerdeki nüfuzlarını güçlendirmek için yörüklerin yerleşimini teşvik etmiştir.

Gencek’e yerleşen sülalelerin büyük çoğunluğu ata sülalelerinin adlarıyla yerleşmişlerdir. Başlangıçta 10 sülalenin yerleştiği Gencek ve çevresinde, daha sonra 10 sülale daha yerleşmiştir. Bir süre sonra ise Huğlu, Gencek ve Durak köylerine dağıtılan Salur köyünden 4 sülale daha gelmiştir. Zamanla sülaleler büyümüş ve akraba sülalelerle aynı adları almışlardır. İlk yerleşen 24 sülalenin tamamının kökeni farklı bir Türk kavmidir. Selçuklu sultanı, bu topraklara Türklerin birlik tohumunu atmış, dahası o yörede yaşayan eski Türklerle dahi birlikte yaşamalarını sağlamıştır. Kençeklerin Selçuklular zamanında kullanılan ismi Gancaklardır. Kan birliği demektir.

Gencek’teki başlıca sülale adları şunlardır: Ahmedler, Hacı Osmanlar, Kara Yörük, Avcılar (Okçu Avcu), Çakallar, Tabanlar, Çobanlar, Köseler, Sarıklılar, Sülekler, Mucuk, Yakuplu,  Arapları, Halitli, Karabakı, Güllü, Dilkiler, Adaklu, Taşçılu, Hatıp, Gözeller, Hayta, Ağçalu, Hacı Musalı, Karamusalı, Çakışlar, Göklen, Çongara (Cangara), Fidan, Budaklar, Kendirekçiler, Karagöz, Kayalar, Ballı, Gırgaşlar, Çukurlu, Eğri, Veliler, Delialiler, Karacalar, Yörükaliler, Haliller, Temirciler, Kekeç Hacı, Kulaklı, Kurtlu, Bitli, Kurşunlu, Garaguzi, Talaş, Sıddıklı, Şekerli, Köseler, Tombaklar, Öksüzler (Polat), Balcı, Keçili, Arabacı Ardemler (Şabanzade-Hattat), İnanlı (İnallı), Karataş, Çarıklı, Otlu, Gökçeli, Karahıdır (Hibidel, Daş Osmanlı), Çavdurlar, Yağırlar, Karabacaklar, İmamuşakları, Yanıklar, Abdallar, Çonturlar, Daş Osmanlar, Cıbıllar, Diğirler, Devlekler, Dirgenler, Demirciler, Molla Fatmalar, Topuzlar, Efeler, Garagaşlar, Gildereliler, Gırçıllar, Yığmalar, Göksular, Çıtaklar, Sarplar, Goturlar, Demir Haliller, Ağlarcılar, Sırçalılar, Varsaklar, Saraçlılar, Hamzalu ve Omarlar. Bunların büyük çoğunluğu birbiriyle akrabadır.

XI. yüzyıldan itibaren Beyşehir ve çevresi önce Anadolu Selçuklu Devleti’nin, daha sonra ise Eşrefoğulları Beyliği’nin hâkimiyetinde olmuştur. Eşrefoğlu Mehmed Bey’in unvanı “Emirü’l-a’zam” idi.  Gencek; Karamanoğulları, Eşrefoğulları ve Tekeoğulları arasında sınır konumundadır. Bu dönemlerde Gencek yörüklerinin büyük kısmı yarı konargöçer bir şekilde yaşamakta, Toros Dağları’nın kuzeyi ile güneyi ve batısı arasında dolaşmaktadırlar.

Gencek/Kençek kökenli Gencek, Güncek, Gancaklı (Sancaklı) ve Gence oymaklarına (Karadağ, Karaman, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Dulkadir, Kaçar...) bağlı yörüklerin kurduğu Gökçimen  (Gorgurum) şehrinin beyi Eşref Bey’di. Soyu Anadolu Selçuklu Sultanı Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın oğlu Kılıçarslan’a ve onun oğlu I. Giyaseddin Keyhüsrev’e dayanıyordu. Onlarsa Aşite yani Aslan hanedanından idiler ve Türk Sır Budunu Kençeklerin Atabeg hanedan aşiretinden geliyorlardı.


 

1280 yılında beyliğin kuruluşunu ilan eden ise Seyfeddin Süleyman Bey idi.  Eşref Bey ve sonraki dönemde oğlu Süleyman Bey Anadolu Selçuklu Devleti’nin bir uç beyi idiler. İlhanlı Han’ı Abaga Han ölünce yerine geçen Ahmed Teküdar Han, Anadolu Selçuklu ülkesini III. Gıyaseddin Keyhüsrev ile Gıyaseddin II. Mesud arasında paylaştırdı. Fakat Ahmed Teküdar Han’ın yerine Argun Han Moğol İlhanlı tahtına çıkınca, 1283 yılında III. Gıyaseddin Keyhüsrev’i öldürttü. Yerine II. Gıyaseddin Mesud tahta çıkarıldı.

Gıyaseddin Mesud, Konya’daki Eşrefoğulları ve Karamanoğulları kuvvetlerinin Gıyaseddin Keyhüsrev taraftarı olması nedeniyle Konya’yı bırakarak Kayseri’yi devlet merkezi yaptı. Gıyaseddin Keyhüsrev’in annesi, devletin iki torunu ile Mesud arasında paylaştırılmasını isteyerek Eşrefoğlu Halil Bey ve Karamanoğlu Güneri Bey’i Konya’ya çağırdı. Abaka Han’ın oğlu Geyhatu ordu ile Konya’ya gelince şehzadeleri Gıyaseddin Mesud’a teslim etti. Bu şehzadeler, 1285 yılında tahta çıkarıldı. Ancak 7 ay sonra, Gıyaseddin Mesud ve vezir Sahib Ata’nın gayretleriyle şehzadeleri bertaraf etti. Valide sultan ve şehzadeleri öldürüp başlarını Türkmenlere gönderdi. Bunun üzerine Eşrefoğlu Süleyman Bey’e saltanat naibliği verildi. Bunun üzerine Eşrefoğlu Süleyman Bey kendi merkezine çekildi ve Sultan mesud’a karşı cephe aldı.[32]

1286 yılında Karamanlılar sessiz kalınca, Eşrefoğulları’nın merkezi Germiyanoğulları tarafından yağmalandı. 1288 senesinde ise Eşrefoğlu Süleyman Bey, Ilgın’a akın yaptı. Aynı sene  Sultan Mesud ile barışarak itaatini arz etti.

Eşrefoğulları Beyliği’ni ilan ettiklerinde Gökçimen beyliğin merkezi olmuş, “emir-i kebir-i muazzam” unvanı alan Süleyman Bey tarafından beyliğin merkezi 1288 yılında Beyşehir’e taşınmıştır.[33] Beyliğin merkezini Beyşehir’e naklettikten sonra şehrin etrafını surlarla çevirdi. O dönem Azerbaycan’ın Gence eyaletinden gelen Kençeklerin Gence oymağına bağlı Atabeg ve Beğşehri aşiretlerinin nüfus yoğunluğunun bunda etkili olduğu anlaşılmaktadır. Buna mukabil Seydişehir de, o dönem seyyitlerin ve şehlerin yerleşmesi nedeniyle Seydişehir olarak anılmaya başlamıştır. Beyşehri aşiretinin bir kısmı, hâlen Azerbaycan’ın Gence bölgesinde yaşamaktadır.

1310’lu yıllarda İlhanlı Devleti’nin hakanı Olcaytu’nun tahta çıkmasına yardım eden ve Genceklerden/Kençeklerden olduğu anlaşılan Atabeg Emir Sevinç Aka’yı emirül ümeralığa getirdi. Onunla aynı kökenden olan Emir Esen Kutlug da hanın sağ tarafında duran emirlerdendi. Ancak 1318 yılında her iki emir de şüpheli bir şekilde öldüler. Zan altındaki Emir Çoban baş emir oldu ve çıkan isyanı bastırarak, oğlu Demirtaş’ı (Timurtaş) Anadolu valisi olarak tayin etti. Emir Çoban’ın oğlu ve İlhanlıların Anadolu genel valisi olan Demirtaş (Timurtaş), 1320 yılında Karamanoğulları’ndan Konya’yı alınca kendini mehdi ilan ederek, halkı isyana teşvik etmeye başladı. [34]

Eşrefoğulları Beyi II. Süleyman ve diğer beyler Demirtaş’ı İlhanlı Hanı Ebu Said Bahadır’a şikayet ettiler. İlhanlı Hanı Emir Esen Kutlug’un kardeşi Emir Kürbuga’yı isyanın bastırılması ve Demirtaş’ın yakalanması için Anadolu’ya gönderdi. Ancak tertiplenen isyanda Eşrefoğlu beyi ve diğer beyler tarafında yer alan ve onlarla birlikte Demirtaş’a karşı savaşan Emir Kürbuga, aldığı kılıç darbesi sonucu şehit oldu. Bunun üzerine Demirtaş’ın babası Emir Çoban, Anadolu’ya gelerek oğlunu etkileyen bazı beyleri idam etti. Oğlunu Bahadır Han’a götürüp affedilmesini sağladı. [35]

Tekrar Anadolu valisi olan Demirtaş, 9 Ekim 1326’da Beyşehir’e gelerek kenti ele geçirdi ve daha evvel kendisini şikâyet eden Eşrefoğulları Beyliği’nin son beyi II. Süleyman’ı Beyşehir Gölü’ne attırıp öldürerek Eşrefoğulları Beyliği’ne son verdi. Bu tarihten itibaren bölge Karamanoğulları Beyliği’nin himayesine girdi.[36],[37]

1336 yılına gelindiğinde Alanya bölgesine Kıbrıs hâkimdi. Eşrefoğulları Beyliği’nin ortadan kalkmasını da fırsat olarak gören Hamitoğulları, Seydişehir ve Beyşehir ile Bozkır’dan Alanya’nın kuzeyine kadar olan alanı ele geçirdiler. Ancak Eğirdir’den bu kadar büyük alanı yönetemeyince ve Kıbrıs’tan gelebilecek bir saldırı tehdidi belirince 1374 yılında; Akşehir, Yalvaç, Karaağaç, Seydişehir ve Beyşehir’i Küpe Dağı hudut olmak üzere Osmanlılara 80.000 altın mukabilinde sattılar. Bu tarihten sonra bölge Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetinde olmuştur.

1450 yılından itibaren; Orta Asya’da Argu bölgesinde Kençekler ile bir dönem iç içe yaşamış olan Çiğil yörükleri de, Doğu Anadolu taraflarından bölgeye gelerek yerleşmeye başlamışlardır. Hacı Alioğulları, Müminaoğulları ve Cabbaroğulları adında 3 sülale Huğlu’nun 1500 metre kuzeyindeki eski köy harabesine gelerek yerleşmişler ve yaklaşık 200 yıl burada yaşamışlardır. 1650 yılında ise, 7 hane 13 kişilik nüfus ile şu andaki Huğlu’nun bulunduğu yere yerleşmişlerdir. 4 aile Antalya’nın Korkuteli ilçesinin Fığla (Çomaklı) köyüne yerleşmiştir.

1475 yılında, Manavgat’ın Köseler köyüne yerleştirilmiiş olan Kençeklerin Köseler, Karagöz ve Gökmenler aşiretlerinden üç büyük aile ise Dalayman’a yani bu günkü Çamlık’a gelip üç farklı tepeye yerleştiler. Bu ailelerden birisi Meyel mevkisine, birisi Balat mevkisine, bir diğeri ise Kirazbükü mevkisine yerleşti. Daha sonra şu andaki Çamlık mevkisinde birleşip Dağılman/Dalayman köyünü kurdular. Gencek’te olduğu gibi Dalayman’a da bir adet mermer “aslan heykeli” yapıp yerleştirdiler. Hatta bu yüzden Dalayman’ın (Çamlık) bir mahallesinin adı Aslantaş Mahallesi olmuştur. Bu aileler bugünkü Derebucak mevkisini yaylak olarak kullanıyorlardı.

1507 tarihli Beyşehir sancağı mufassal defteri dikkatli incelendiğinde, Gencek yörüklerinin Kaşaklı nahiyesinin mezralarına da yerleşmeye başladıkları anlaşılmaktadır. Bölgede daha evvel yerleştikleri en büyük mezra olan Gencek mezrasının adı da Gencek karyesi olarak değişmiştir. Alanya ve Manavgat bölgesindeki artan yoğunluk nedeniyle bazı Gencek yörükleri Göçü, Kıreli, Kaşaklı, Yenişehir, Yaylasun ve Yağan bölgelerine geri göçmüşlerdir.

Osmanlı arşivlerinde Gencek, 1530 tarihli ve 166 numaralı Tapu Tahrir defterinde “Cemaat-i Yörükhan-ı Gencek” olarak anılmaktadır. Gencek, bu tarihlerde Alaiye sancağının Manavgat kazasının İbradı nahiyesine bağlı bir karye idi.

1699 yılında Çıplaklı, Gildirli (Gıldereli) ve Zekeriyalıların da dâhil olduğu Sofulu, Tekeli, Kara Hacılı, Kitreli, Yalçılı, İrikli ve Balcılar gibi aşiretler, devlet tarafından yerleştirildikleri yeri beğenmedikleri için şekavet etmeye ve eşkıyalık yapmaya başladılar. Bu cemaatler İçil sancağını terk edip Alaiye sancağının Manavgad ve Düşenbe kazalarına gelerek buralarda huzursuzluğa sebep oldular. Tekrar Içil sancağına gönderilmeleri için yapılan girişimlerde kan döküldü ve karşı gelen eşkıyaların cezalandırılması için 1699 yılında hüküm gönderildi. Osmanlı Sultanı tarafından Kıbrıs’a sürgün edildiler. Ancak bazıları gemi kaptanlarını öldürerek Toroslara geri geldiler. [38],[39]

1717 yılında ise devlet daha cebri tedbirler aldı. Müsait arazide, köylerde iskânlar yaptı. Affı umumi ilan etti.[40] Gencek Cemaati’nden Delialioğulları (Gökmenel) ile Musa Hacılar, daha evvel mezra olarak kullandıkları yeni kurulan Dereköy ve çevresine (Derebucak) yerleştiler. Onlara Dalayman’dan gelen aynı kökenden aileler de katıldı. Yine Aydın’ın İncirli taraflarından gelen ve Anamasları kendilerine yaylak edinen Kençekler kökenli Haytalar aşiretinden Haşmetoğulları da katıldı. Yerleştikleri yerlere Bayram Yeri, Yukarı Köy, Senir Yeri, Bıçakçılar, Balat, Mahmudlar ve Kızıldağ isimlerini verdiler. Buraları kışlak olarak kullanmaya başladılar. Bölgenin adını ise Kışlakçı koydular.[41] Sonraki dönemlerde ise Manavgat, İbradı, Gencek, Göynem, Dalayman, Bodamya ve Zilan gibi yerlerden gelen göçlerle bugünkü Derebucak’ın temelleri Dereköy ismiyle atılmış oldu. Gencek yörüklerinin Samsun’da kurdukları bir köyün ismi de Dereköy’dür.

1730 yılındaki yörük defterlerinde ise Karahacılı, Turgutlar, Eski Yörük, Narencili ve Zekeriyalı cemaatlerinin yerleştiği kayıtlıdır. Bu tarihlerde Çıplaklı ve Girdirli sülaleleri de Gencek’e yerleştiler. Zekeriyalı aşireti ise Gencek’e bağlı Sekere (Taşlıpınar) köyüne yerleşti. İbradı ve Kaşaklı’ya yerleşenler oldu.[42] Ancak yine rahat durmayıp arazi meselelerinden dolayı Gencek halkıyla çatışmaya başladılar. Ancak devletten çok sert bir cevap alınca yerleşim yerlerine razı oldular. Yine bu yıllarda, Akseki’nin Günyaka (Emerya) kazasından gelen Gencek yörüklerinden İmamuşakları, Molla Mehmedler, Göğüşler, Diğirel, Keyalar, Kara Mehmedler, Tombaklar ve Çakalel sülalelerinden bazı aileler Durak (Kirli) köyüne yerleştiler.

1871 yılına ait Konya vilayeti salnamesinin 216. sayfasında Kencek ismiyle 80 hane ve 312 nüfusa sahip olduğu görülen Gencek, Akseki kazasının İbradı nahiyesine bağlı bir karyedir. Salnameye göre bu tarihte Akseki kazasının İbradı nahiyesinin 14 köyü vardı. Bunlar İbradı, Ormana, Göynem, Gencek, Derebucak, Üzümdere, Unulla, Başlar, Zilan, Kuyucak, Bodamya, Kirli, Zekeriye ve Dalayman’dı. 1897 yılına ait salnameye göre ise Gencek’in nüfusu 567, hane sayısı 120’dir.

Gencek yörüklerinin kurduğu köylerden bir tanesi de Salur Karyesi’dir. 1873 yılında Beyşehir’e bağlı olan Salur köyünün toprakları Gencek, Çamlık, Durak ve Uğurlu köyleri arasında dağıtılmıştır. Gencek cemaatlerinden olan Çakalel, Keyel (Keyalar), Kara Mehmetler, Güllel, Gözelel, Goca Osmanel (Balcı), İbbişel (Tombaklar) ve Diğirel sülaleleri Kirli (Durak) köyüne yerleşmişlerdir. Çakalel sülalesinden bu köye yerleşenler Adıyaman soyadını aldılar.

Diğer taraftan Genceklerin yaşadığı diğer bölge olan Beyşehir, ülke dış güçlerin işgaline uğradığı zaman, işgalci güçlere karşı millî bir refleks sergileyen bir bölgedir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı topraklarının işgaline en sert tepkiyi veren şehirlerden birisidir Beyşehir (Tansel, I/242).

Binbaşı Nazım Hikmet Bey, Beyşehir Süvari Alayı’nın elinde bulunan ve Mondros Mütarekesi’ne göre teslim etmesi gereken silahları yerli halka dağıtmış ve Genceklilerin “Yoldaş” adını verdiği bir örgütlenme oluşturmuştur. Bölgedeki çoğunluk tıpkı Samsun’daki gibi Gencek yörükleri ve Çeçenistan ve Gence tarafından getirilip bölgeye yerleştirilen Gence Türkleridir. Toros Dağları’nın neredeyse tamamına dağılmış olan Kençek aşiretlerinin yardımıyla tüm aşiretlerle temas kurulmuş, gizli bir savunma hattı oluşturulmuştur. Bu gizli hattın başına ise halkın Süleyman Sırrı Bey diye bildiği, Teşkilat-ı Mahsusa Başkanı Süleyman Askerî Bey bizzat geçmiştir.

Bölge öyle bir hâle gelmiştir ki dağlardaki eşkıyalar bile Süleyman Sırrı Bey’in pusulasını taşıyanlara dokunamamaktadır.[43]

Bölge halkı, hem genç evlatlarını kurulan bu orduya vermiş, hem de onların tüm techizatlarını tedarik etmiştir. Neticede Beyşehir’den yola çıkan Beyşehir Sadıkhacı köyünden Gazi Ali Tatar, İzmir’e ilk giren ve Yunan bayrağını indirerek yerine Türk bayrağını asan kişi olmuştur.[44] Konya’ya doğru yola çıkan İtalyan kuvvetleri ise Beyşehir’den öteye geçememiştir.

Yıllarca elinde silah dağlarda dolaşan Gencek halkı, temizliğini yaptığı tüfeklerin ihtiyaçları için el sanatı olarak parça üretimi ve zamanla da av tüfeği üretimi yapmaya başlamış ve bu sanat günümüzde savunma sanayisine destek olacak boyuta ulaşmıştır.

Kaynaklarda Anadolu’nun, Azerbaycan’ın ve Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin birçok farklı noktasında Gencek Cemaati’nden bahsediliyor olması, onların küçük oba veya cemaatlere ayrılarak farklı coğrafyalara yerleşmiş olduklarını göstermektedir. Sadece yer adlarında değil, yaşadıkları bölgelerdeki ırmak ve dağ adlarında da belirleyici olmuşlardır. Antalya bölgesinde hayvanlarını otlattıkları ve o bölgedeki pirinç tarlalarının sulandığı tatlı su kaynağı olan ırmağa Saka Irmağı adını veren Gencekliler, Aksu ilçesi ve Aksu Deresi ile Sütçüler ilçesine de Orta Asya’da kullandıkları isimleri vermişlerdir.  Kepez ve Varsak gibi isimler de yine Kençek aşiretlerinin isimleridir. Alp Er Tunga’nın can yoldaşı Belek’in ismini Antalya Belek’e taşırken; Akdağ, Gencek Dağı, Çölmek Dağı, Araplar Dağı gibi dağlara da Sır Derya havzasındaki isimleri taşımışlardır.

Gencek ve çevresi, 1914 yılı idari çalışmalarına kadar Manavgat kazasının sınırları içerisindeydi.[45]

1915 yılında Gencek, Seydişehir kazasına bağlı bir köydür.[46] Gencek ve çevresi, İbradı’dan ayrılarak Seydişehir’e bağlanmıştır. Bu tarihlerde Gencek, “Gencek-Süfla” ve “Gencek-i Bala” olmak üzere iki mahalleden oluşuyordu. Bu tarihte Gencek, Derebucak, Göynem (Kayalar), Kirli (Durak), Zekeriya (Taşlıpınar) ve Yeniköy İbradı ve Akseki’den ayrılıp Seydişehir’e bağlanmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında, Gencek halkı tıpkı diğer Kençek kökenli halklar gibi “Yoldaş” adı verilen ve başında Teşkilat-ı Mahsusa Başkanı Süleyman Askerî Bey’in bulunduğu gizli bir teşkilata tam destek verdiler. Zaten bölgedeki Müdfaa-i Hukuk Cemiyeti’nin başında da Gencekli Hatıp Mehmet Emin Efendi vardı.

Derebucak 1927 yılında büyük bir yangın felaketi yaşamış, köyden sadece 2 ev kurtulabilmiştir. Çetmi köyünün nahiye merkezi, 1929 yılında 3592 SBKK. ile Gencek köyüne taşınmıştır.

Gencek,  1935 yılında hâlâ Seydişehir’e bağlı bir nahiye merkezidir ve Derebucak, Taşlığınar, Yukarı Kayalar, Pınarbaşı, Uğurlu, Çamlık, Tepearası ve Durak köyleri Gencek nahiyesine bağlıdır. Bu dönemde bölgenin kanaat önderleri Seydişehir’de Şıh Abdulllah Efendi; Gencek’te Mehmet Emin Efendi, Hacı Bakizade Mehmet Efendi, Hattat Hoca, Halit Efendi; Derebucak’ta Hamid Efendi; Dalayman’da ise Ahmet Efendi’dir.

Konya bölgesindeki av tüfeği üretiminin el sanatı olarak 1914 yılında başlatan ilk köy Gencek’tir. 1914 yılından itibaren savaş döneminden ellerinde kalan mavzer tüfeklerinin bakım ve onarımı yapan ilk ustalar, parça ihtiyaçlarını kendileri yapmak zorunda kalmışlar ve zamanla da bu el sanatına dönmüştür. Daha sonra bu sanat Huğlu, Üzümlü gibi diğer köylere de yayılmış ve günümüzde fabrikalaşma sürecine girmiştir. 1934 yılında ise devletin Makina Kimya için çıkarttığı kanunla üretim izni ve imkânına kavuşarak, 1937 yılında ilk resmî av tüfeği üretimlerini gerçekleştirdiler. 1940 yılından itibaren Gencek’te kazanç kapısına dönüşmüş olan bu sanat; Huğlu, Üzümlü gibi diğer köylere de hızla yayıldı. 1954 yılından itibaren Huğlu’da, daha sonra Üzümlü’de ticari kazanç amaçlı üretimler yaygınlaştı. Günümüzde ise küçük çaplı av tüfeği üretim atölyeleri ve kooperatifler, fabrikalaşarak tanınmış marka hâline geldiler.

Derebucak’ta, 1955 yılında ikinci defa büyük bir yangın felaketi yaşanmış, köyden ancak 7 ev kurtulabilmiştir. 1963’te Gembos suları taşması ise Derebucak’ı yeni bir afet ile başbaşa bırakmıştır.


 

1967 yılında Gencek, Derebucak, Huğlu, Zekeriya (Taşlıpınar), Akçabelen (Çetmi), Göynem (Kayalar), Kurdular (Tepearası), Geydeş, Pınarbaşı ve Dalayman (Çamlık) köyleri, Seydişehir’den ayrılıp Beyşehir’e bağlandılar. 1967 yılında, nüfus sayısı 2 bin kişiyi geçen Derebucak’ta Derebucak Belediyesi kuruldu.

1972 yılında ise nüfus 2 bin kişiyi geçtiği için Gencek Belediyesi kuruldu ve kasaba Yeni Mahalle, Orta Mahalle ve Kozdibi Mahallesi olarak 3 mahalleye taksim edildi.

19 Haziran 1987’de, Beyşehir’in Gencek bucağı, Derebucak köyü merkez olmak üzere 3922 sayılı kanunla ilçe oldu.

Çok eski Homanada antik yerleşimi üzerine kurulmuş olan Gencek’in ismi hiç değişmemiş ve hiç düşman işgaline uğramamıştır.

Gerek yerel yönetimlerin ilgisizliği, gerekse özel sektörün yeterince ilgi göstermemesi Gencek’in nüfusunu bir hayli etkilemiştir. Büyük şehirlere öğrenim görmeye veya çalışmaya giden kişilerin gittikleri şehirlere yerleşmeleri, Gencek’te yeterince iş imkânının oluşturulamaması gibi nedenlerle genç nüfusunu bir hayli kaybeden Gencek; Almanya, Fransa ve Hollanda ülkeleri ile Antalya, İstanbul, İzmir, Konya, Beyşehir, Derebucak, Seydişehir gibi şehirlere çok miktarda göç vermiştir.

GENCEK’TE BULUNAN TARİHÎ YERLER

Gencek ve çevresi Kas, Hitit, Basileus, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar dönemlerine ait çok eski tarihî bir geçmişe sahiptir. Ancak doğal, beşeri ve tarihÎ bakımdan oldukça zengin olan bölge yeterince keşfedilememiş olup, turizm faaliyetleri henüz başlatılamamıştır.

Bir yerin tarihçesinin en büyük delilleri o bölgedeki tarihî yerler, tarihî eserler, ören yerleri, buluntular ve kalıntılardır. Tarihi çok eskilere dayanan Gencek, hem dış çevresi itibarıyla hem de köyün sınırları içinde bulunan birçok tarihî ören yerleri ve antik kentlerle çevrilidir. Gencek’te bulunan eski yerleşim yerleri şunlardır:

Gencek Antik Yerleşimi

Gencek, eski bir yerleşim yerinin harabeleri üzerine kurulmuştur. İlk yerleşimin Kaslar ve Sümerler döneminde olduğu, Hititlerin ilk dönemlerinden itibaren de kutsal su bölgesi olan Tarhuntaşşa bölgesinde kaldığı bilinmektedir.

Gencek, ilk ismini Hitit döneminde ve Roma döneminde bölgede yaşayan Homanidlerden almıştır. Gencek ve çevresindeki ören yerleri göstermektedir ki bölgede araştırmacıların bir türlü yerini tespit edemedikleri HOMANADA Antik Şehri GENCEK’tir. Eski yerleşim Gencek Dağı’nın hemen eteğinde, Asar, Sorkun, Gavur Kalesi, Şarapana, Seki ve Yukarı Köy mevkileri arasında kalmaktadır. Gencek çevresindeki mağara ve ören yerleri ise bu topluluğun bölgedeki muhkem kalelerinden bazılarıdır. Genceklerin bazı kaynaklardaki Güncek, Kençek gibi Gün, Kun, Kın, Hun, Kon kelimeleri ile başlayan isimleri Hitit kökenli olduklarını gösterir. Kon ışığından Ur (Var, Ar) oldukları düşünülür. Bölgede bulunan lahitler bu tezi ispat etmiştir.

Gencek’in muhtemel antik ismi inanış bazlı söylendiğinde Homanada; Oğuz ata kültürüyle söylendiğinde Ken-Ger/Keng-Er; Başoğuzlu İmparatorluğu’nun kutsal bölgesi ve şehzade eyaleti olduğunu düşündüğümüzde ise Ken-Çek olur. Bölgede yaşayan Sarı Gıpcagları dikkate alırsak Kıpçak dilinde; Tanrı Dağları ile Toros Dağları’na aynı kutsallık atfedildiğine göre, Tanrı Dağları’nın Ken-Jiek’i ifadesi Toros’un Ken-Jiek’i şeklinde ifade edilebilir. Zira Hititler döneminde Toros Dağları’nın adı Tanrı Dağları’dır.

Orta Mahalle’nin bulunduğu kısım ile Kozdibi ve Gedik mahallelerinin bulunduğu kısımlarda hilal şeklinde yerleşimlerin olduğu anlaşılmaktadır. Bölgede bulunan eski mezar yerleri de bunu tasdik etmektedir. Kıpçak Kalesi manasına gelen Gavur Kalesi, Araçal, Zincirli Gaya ve Sorkun’a bakan uçurum ise doğal kale burcudur. Eski zamanlarda bazı eski evlerin zemininde lahitler, şarapana taş olukları, büyük taştan kapaklar ve mermer merdivenler olduğu anlatılırdı. Yine eski bir lahit içerisinde bir kadın mumyasının  bulunduğu da söylenmektedir.

Eskiden Gedik Mahallesi’ne çıkan yolun tarihî merdivenlerden oluştuğu, sonradan üzerlerinin toprakla doldurulduğu söylenirdi. Bazı evlerin zemin katlarında mermer tahıl ambarları yer almaktadır. Mermerden yapılmış bir adet oturan arslan heykelinin de bulunduğu bilinmektedir. Eski evlerin yenilenme çalışmalarında aslana binen Hitit tanrıçası, koç, aslan işlemeli kaya kabartmaları bulunmuştur. 17. yüzyıldan itibaren Gencek’teki bazı evlerin medrese olarak kullanıldıkları, hatta  18. yüzyılda sıralı evler hâlinde 7 kadar medresenin olduğu bilinmektedir. Bu tarihÎ evlerin birçoğu ayakta olup, hiçbirisi profesyonel restorasyondan geçmemiştir. Bu evlerde Osmanlı ahşap sanatının en güzel örnekleri yer almakta ve hâlâ keşfedilmeyi beklemektedir. Gencek’in tarihî taş düğmeli evleri hâlâ sahipleri tarafından kullanılmaktadır.

http://www.yusufavcu.com/2021/05/gencek-dugmeli-evleri-ve-gencek-mimarisi_79.html

http://www.yusufavcu.com/2021/05/kirk-gozlu-gencek-suyu.html

Gencek’te bulunan tarihi ören yerleri hakkında ayrıntılı bilgiye aşağıdaki linklerden ulaşabilirisiniz.

Sarınçöğü Sırçalık Antik Şehri ve Yünlü Dağ Efsanesi

http://www.yusufavcu.com/2021/04/sarncogu-srcalk-antik-sehri-ve-yunlu.html

Beş Gardaş Ağacı

http://www.yusufavcu.com/2020/05/bes-gardas-agac.html

Gökbel Sarınçöğü Ören Yeri ve Gökbel Sarınçöğü Hitit Muyarı

http://www.yusufavcu.com/2021/11/gokbel-sarncogu-oren-yeri-ve-gokbel.html

Asar, Küçük Asar Antik Yerleşimleri ve Son Kale Efsanesi

http://www.yusufavcu.com/2021/07/asar-ardcl-asar-antik-yerlesimleri-ve.html

Gencek Şarapana Asma Bahçeleri

http://www.yusufavcu.com/2021/04/gencek-sarapana-asma-bahceleri.html

Goca Muyar ve Teke Sakalı Efsanesi

http://www.yusufavcu.com/2021/04/gencek-goca-muyar-ve-teke-sakal-efsanesi.html

Pan-İr /Ara Çal Kalesi ve Peynirli İni

http://www.yusufavcu.com/2022/08/pan-ir-ara-cal-kalesi-ve-peynirli-ini.html

Kaygış, Gavur Mezeri ve Kelsu Yitik Göl Efsanesi

https://www.yusufavcu.com/2022/09/kaygs-gavur-mezeri-ve-kelsu-yitik-gol.html

Topurdum Uzun Öz ve Tabana

https://www.yusufavcu.com/2023/07/topurdum-uzun-oz-ve-tabana.html

Ermilit, Seki ve Seki Homanada Savaşı

http://www.yusufavcu.com/2021/07/ermilit-seki-ve-seki-homanada-savas.html

Gavur Kalesi ve Unutturulan Tarih

http://www.yusufavcu.com/2021/07/gencek-gavur-kalesi-ve-unutturulan-tarih.html

Sorkun, Garatoyuk Muyarı ve Gencek Dağı Sırlı Yol Efsaneleri

http://www.yusufavcu.com/2021/07/sorkun-garatoyuk-muyar-ve-gencek-dag.html

Gencek Akdağ Kurt Kalesi

https://www.yusufavcu.com/2023/07/gencek-ak-dag-ve-ak-dag-kurt-kalesi.html

http://www.yusufavcu.com/2021/11/gogun-diregi-ak-daglar-ala-daglar.html

Gencek’te Aslana Binen Tanrı Kabartması

https://www.yusufavcu.com/2022/08/gencekte-aslana-binen-tanrca-kabartmas.html

Tarihî Gencek Camii

https://www.yusufavcu.com/2023/07/tarihi-gencek-camii.html

Gencek Tarihî Köy Odaları

http://www.yusufavcu.com/2021/04/gencek-tarihi-koy-odalar.html

Gelin Gaya, Zincirli Gaya, Muhdamat ve Modul Oturdumu

https://www.yusufavcu.com/2023/07/gelin-gaya-zincirli-gaya-muhdamat-modul.html

Araplar

https://www.yusufavcu.com/2023/07/garagask-ve-araplar-kaleleri.html

Gara Gapı

Gencek’te bulunan Gara Gapı yani Karakapı bölgesinde, Akdeniz ticaret yolu üzerinde eski bir yerleşim yeri kalıntısıdır. Toros Sıradağları’nın geçit noktalarından birisidir. M.S. 200’den sonra ticaret yolunun denetimi ve güvenliği amacıyla kurulduğu tahmin edilmektedir. Homanadalar dönemine ait yok olmaya yüz tutmuş bir ören yeridir.

Harmankaya

Eski ticaret yolunun tam üzerinde eski bir yerleşim yeridir. Ören yerleri, ev ve kilise kalıntıları vardır. Muhtemelen Roma dönemine ait bir ören yeridir. Eskiden burada da Şarapana gibi asma bahçelerinin olduğu söylenmektedir.

Gökdepe

Gök sürülerin tepesi, Sümerlerin tepesi, Göktürklerin tepesi, Kök-Depe, Mavi Tepe manasına da gelir. O bölgeye sis çöktüğü vakit, yerleşim yerlerinden bakınca, tepenin sadece mavimsi toprakları olan kısmı gözükür. Bu kısımda harebe şeklinde ören yeri bulunmaktadır. Bölgenin toprağı tünel ve mağara kazmaya çok müsaittir. Aynı isimle anılan yerleşimlere bakıldığında tamamının Kençek kökenli Türkmen yörük cemaatlerinin yerleşimleri olduğu görülmektedir.

İzmir’in Menemen ilçesi Göktepe Köyü, Sivas’ın Zara (Kenzek) ilçesi Göktepe köyü ve Şanlıurfa’nın Birecik, Hilvan ve Viranşehir ilçelerindeki Göktepe köyleri, Muğla ve Karaman illerine bağlı Göktepe ilçeleri aynı aşiretlerin yerleştiği yerlerdir.Hatay, Çanakkale, Bursa gibi birçok ilimizde aynı adla kurulmuş köyler bulunmaktadır.

Musa Yurdu

Gencek ve Huğlu arasındaki ana yol üzerinde bulunan, Gökbel Dağı ile Gencek Dağı arasındaki küçük bir platodan oluşan bir bölgedir. Selçuklu dönemine ait eski bir yerleşim yerinin kalıntıları ve ören yerleri vardır. Gencekli Musalar aşiretinin bölgeye ilk geldiğinde yerleştikleri bir yer olduğu için Musa Yurdu denilmiştir.

Yine bu bölgenin Garatoyuk Muyarı tarafındaki girişinde, Müslüman bir cin taifesinin orayı korumak amacıyla yerleşmiş olduğu birçok rivayette anlatılır.

Yukarı Köy ve Sık Boğaz Mezerleri

Yörükhan-ı Gencek Cemaati’nin bölgeyi yaylak olarak kullanmaya başladığı 1222 yıllarından itibaren, yarı konargöçer olarak ilk yerleştikleri  yerdir. Bazı eşkıyaların hem kervanlara hem de köye rahatsızlık vermelerinden dolayı şimdiki Gencek’e taşınmışlardır. Mezerüstü ve Gızılgaya ile Ara Çal mevkilerini bir hilal biçiminde çevreleyen eski ören yerinin üzerine yerleşmişlerdir. Bu şekilde kervan yolundan geçen isyancılardan ve eşkıyalardan korunmuşlardır.

 

Yukarı Köy ve Sık Boğaz Mezarlığı, asırlık ardıç ağaçlarıyla iç içedir. Evliyaullahtan Gencekli Hüsem Efendi ve Taşlıpınar’dan Müderris Ali Efendi’nin mezarları burada bulunmaktadır.

Şose

Şose, Gencek’te bulunan ve ismi çok eski dönemlerden kalma bir yer adıdır.

 Şuşe, Şoşa, Suşa, Susa, Sasa, Zaza fonetik değişimlerinden de anlaşıldığı gibi Sasani ve Zaza-ani kelimelerine ulaşırız ki “Anası Sasa” olan kavim manası çıkar. Susa adıyla anılan kavimdir. Selevkos Oğuz beyleri bu soydan gelenlerdir. Bir zaman adını Kençeklerden alan Taşkent’in diğer adı Şaş, yani Sosa, Şuşa’dır. Azerbaycan’nın Karabağ bölgesinde doğal surlarla çevrili Şuşa şehrinin ismi de aynı manadadır. Şu; ışığ, isşuğ yani Oğuz/Işık/Saka beyi demektir. Şu; İskender’in yağmacı ordularıyla savaşan ve “Kalasına topladığı Oğuz beyleri için günde 360 davul çaldırdı,” diye söz edilen büyük Oğuz beyidir. M.Ö. 4. yüzyılda yaşamış olan İskender’le savaşları anlatılan Şû Destanı ilk Türk destanlarındandır. Firdevsi’nin Şehname’sinde de anlatılır. Şehname, Işığ-name’dir. Şoşa, Kuzistan (Oğuzistan) olup, Şuşalı Artemis (Ar-Temiz) ile tarihe geçmiştir.

Yusuf Avcu

Kutlu Birlik Kanı Gencek, Türk Sır Budunu Kençek

 



[1] Fransız Türkolog  Jean Paul Roux, Türklerin Tarihi.

[2]  Prof. Dr. Vecihe Hatipoğlu, Türk Tarihinin Başlangıcı.

[3] Beckman, Hittite Diplomatic Texts, Atlanta 1996, s. 110; Hasan Bahar, Tarhuntaşşa Araştırmaları,  1994,s. 103; Hasan Bahar, Eskiçağ Konya Araştırmaları, 1996, s. 52; Hasan Bahar, Demir Çağında Konya ve Çevresi,  1999; Melchert, 2007, s. 507; Yakar Jak, Anadolu Kültürlerine bir Bakış, 2014, s. 503, s. 504

[4] Ahmet Ünal, Hititler Devrinde Anadolu, İstanbul 2005, s. 54; Hasan Bahar, Uygarlıkların Kaynağı Su, 2010, s. 59.

[5] Sarre, 1896, s. 133, 175; Swoboda vd., 1935, s. 45 vd., no:101-103; Delemen, 1999, s. 300-301, No: 375- 377; Swoboda vd., 1935, No: 76-77; Robert, 1955, s. 77.; Robert, 1955, s. 72-78.; Karakaya, 2007, s. 66 - 67

[6] Prof.Dr. Hasan Bahar, İsauria Bölgesinin Antik Çağdaki Yerleşim Merkezleri, 1996a; Anadolu Araştırmaları XVI, İstanbul, s. 51-91.

[7]  Mahiye Morgül, Antik Karadeniz.

[8] Rein Taagepera, Size and Duration of Empires: Growth Decline Curves, 600 BC.to 600 AD. Social Science History. 3 (3/4), 1979 s. 121; G.G. Aperghis, The Seleukid Royal Economy. The Finances and Financial Administration of the Seleukid Empire, Cambridge, 2004.

[9] Murat Aslan, Mithradates VI Eupator, Roma’nın Büyük Düşmanı, Odin Yayıncılık 2007; Prof. Dr. Hasan Bahar, Toroslardan Akdeniz’e.

[10] W. M. Calder, “A Cult of the Homonades”, Classical Review. Sayı: 24, 1910, s. 76-81.

[11] Ali Boran, “Şam Emeviye Camisi’ne Türkler’in Katkıları”, Türk Dünyası Araştırmaları, Şam 2009.

[12] Murat Arslan, Roma’nın Büyük Düşmanı Mitridates, s. 482.

[13] Önce, Prof. Dr. Güner; Prof.Dr. Ahmet Karaaslan, Sosyal Bilimler Dergisi, Dumlupınar Üniversitesi 2010 Sayı; 28

[14] W. M. Ramsay, “Studies in the Roman Province Galatia: I. The Homonadeis and the Homonadensian War”, Journal of Roman Studies. Sayı: 7, 1917, s. 229-283.

[15] T. R. S. Brouhton, “Some Notes on the War with the Homonadeis”, American Journal of Philology, 1933, Sayı:54 (2). s. 133-144.

[16] N.H. Plinius, V, s. 27.

[17] Strabpn XIV 5,24.

[18] Ramsay, 1902, s. 269; Strabon XII 6,5.

[19] Broughton, 1933, s. 137.

[20] Calder, 1910, s. 76.

[21] Nazik, 2005, s. 53.

[22] Arslan, 2011, s. 99, Mitchell, 1979, s. 409, Ramsay, 1917, s. 235; Kurt, 2014, s. 30.

[23] Ramsay, 1917, s. 239.

[24] Mitchell, 1995, s. 77.

[25] Obinson, 1924, s. 436.

[26] Mitchell, 1976, s. 307; Ramsay, 1917, s. 2230-242; Syme, 1933, s. 24.

[27] Strabon, XII 569.

[28] Mitchell, 1995, s. 70.

[29] Cronin, 1902, s. 105-110.

[30] Ramsay, 1917, s. 256-258, s. 439.

[31] Kirzioğlu, Kıpçaklar s.144

[32] Oğuz Ünsal, Horasan’dan Anadolu’ya Türkiye Tarihi; M. Yavuz Süslü, Eşref Oğulları Tarihi - Beyşehir Kılavuzu, Konya 1934.

[33] M. Yavuz Süslü, Eşref Oğulları Tarihi - Beyşehir Kılavuzu, Konya 1934.

    Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, s. 7, 43, 58-61, 65, 152, 203, 229, 235-236.

a.mlf., Kitâbeler, İstanbul 1347/1929, II, s. 46-49, 183-242, 244.

a.mlf., “Emir Çoban Soldoz ve Demirtaş”, TTK Belleten, XXXI/124 (1967), s. 628.

[34] Mehmet Çayırdağ, “Kayseri’de XIV. Ve XV yy. İki Emir Ailesi”, Vakıflar Dergisi XXVII. Sayı,?, s. 133.

[35] Usul, Dr. Dilber İlimli; Tac-ı Kızıl Ailesi, İlhanlı Döneminde Uygurlar, 2016

[36] Ömer Tekin, Beyşehir ve Eşrefoğulları, Eskişehir 1945.

[37] Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, C. 1, İstanbul 1984, s. 564-646; Cahen, Osmanlılardan önce Anadolu’da Türkler, İstanbul 1979.

[38] Ahmet Refik, Anadolu’da Türk Aşiretleri, İstanbul 1930, s. 148 -151.

[39] Ahmet Refik, l/.g.e., s. 1\8- ı20.

[40] Kemal Özkaynak, Akseki Kazası, Akgün Matbaası, Ankara 1954.

[41] Kuyud-ı Kadim Arşivi, nr. 137, 1729 tarihli şer’i sicil belgesi.

[42] Anadolu’da ve Rumeli’de Yörükler ve Türkmenler Sempozyumu, Yör-Türk Vakfı, Ankara 2000.

[43] Tansel, I/270; Alperen, 2001, s. 52.

[44] Karaca-Koç, 2000, s. 79.

[45]  MAD.14, h.859/m.1455, vrk.166/a; TTD.172,1555,vrk 93-94;Akgül 1989; DH.I.UM.EK.90/70, EK31/01,1914; Selekler 2011, s. 69-70,77-78.

[46] Değerli, 2013, s. 94, Seydişehir İleçesinin Köy Adları Üzerine Bir İnceleme, Banu Durgunay; BOA, BEO 4297/322242; BOA. DH. HMŞ 30/95.

Yorumlar